Sosyoloji

Charles Sanders Peirce

Darwin’in Evrim Kuramından Pragmatizme
19. yüzyılda yaşanan bilimsel gelişmeler
arasında Batı Felsefesi’ni derinden etkileyen en önemli kuramlardan birisi, hiç
şüphesiz Darwin’in geliştirdiği evrim kuramıdır.
Bu
kuramın hem felsefî hem de bilimsel tartışmalar bakımından farklı ve köktenci
sonuçları olmuştur. Örneğin, İngiliz düşünür Herbert Spencer, bu düşünce
biçimini tarihe ve toplumlara uygulamış ve toplumsal Darwincilik adı verilen
bir görüş geliştirmiştir. Psikoloji alanında Amerikalı psikolog ve felsefeci
William James, işlevselcilik olarak adlandırılan yeni bir kuram geliştirmiştir.

Charles
Sanders Peirce 
(1839-1914)

Peirce, erken yaşlarından itibaren
felsefeye ilgi duyar. Özellikle mantık ve olasılık kuramı üzerinde yoğunlaşır.

Darwinci evrim kuramının bazı yaklaşımlarını
Hegel’in düşünce sistemine benzer, mutlak bir idealizm ile birleştirmeye çalışmıştır.

Peirce, gerçekliğin özü itibariyle zihinsel bir
içeriği olduğunu ve aklî bir amaca doğru devindiğini savunmuştur.
Evrim kuramının beraberinde getirdiği değişim olgusunu
Peirce, dile uygulamıştır.

Pragma
amel ya da fiil (edim) anlamlarına gelen Yunanca
bir sözcüktür. Peirce, bu sözcüğü düşünsel olanla (kavramlar, kanılar, kuramlar
vb.) kılgısal / pratik olan (edimler, eylemler vb.) arasındaki sıkı bağları ön
plana çıkarmak üzere kullanmaktadır. Peirce, paragmatizim yerine bazen
pratikçilik ya da eleştirel sağduyuculuk terimlerini de kullanmıştır.

İnancın
Sabitlenmesi

Peirce, bir konudaki kanıların ya da
inançların muğlaklıkların ya da şüphelerin ortadan kaldırılarak sabitlenmesi
konusunda dört ayrı yöntemden söz etmiştir.

Bu yöntemlerden ilki, inatçılık yöntemidir. Peirce’a
göre, akılcılıktan ne kadar uzak olursa olsun bu yöntemin kendine özgü bir
avantajı bulunmaktadır: Bir kanıya ilişkin sarsılmaz ve değiştirilemez bir
inanç beraberinde zihinsel bir rahatlık / huzur getirir.
Bu yöntemde itiraz eden bir kişinin kendisinden şüphe duymasına
neden olan temel etken nedir? Peirce’a göre bu “toplumsal bir dürtü”dür.

Bizler, diğer bireylerin görüşlerinden etkilenen
varlıklarız.

Peirce’ın ele aldığı ikinci yöntem, otorite yöntemidir. Peirce, bu yöntemin kanıların ve
inançların sabitlenmesi konusunda ilkine göre daha etkili olacağını düşünmektedir.

Peirce, üçüncü yöntemi iki farklı biçimde
adlandırır: doğal tercihler yöntemi ve ya a
priori yöntem.
Bu yöntemde esas olan, farklı
biçimlerde ifade edilse de aşikâr olanı kabul etmektir. Söz konusu “aşikâr
olan”, “akla uygun – makul”, “açık ve seçik” gibi ifadelerle anlatılabilir.

Tarih göstermiştir ki bir kişiye apaçık gelen
bir şey bir başkası için hiç de öyle olmayabilir.

Tüm bu yöntemler işe yaramadığına göre ne
yapmalıyız? Peirce’a göre aradığımız, inançlarımızın ve kanılarımızın insanî
olmayan, dışsal olarak kalıcı bir şey tarafından sabitlenmesidir.
Peirce’a göre bu yöntem, bilim
yöntemi
dir.

İnanç
ve Şüphe

İnancımızı sarsan bir şeyle karşılaşıncaya
dek, inanca sahip olmaktan dolayı bir rahatsızlık duymayız. Bununla birlikte
inanç, bir tür alışkanlık gibidir. Bir inanca sahip olmak, sizi belli bazı şartlar
altında, belli bazı davranışları sergilemeye hazır ya da yatkın hale getirir.

Buna karşılık şüphe etmek, bir belirsizlik
durumuna işaret eder.
Peirce şüpheden kurtulma
ve inancın o tatmin edici rahatlığına ulaşma sürecini soruşturma (inquiry) olarak adlandırır.

Peirce soruşturmanın üç özsel özelliğinden
söz eder: bir uyaran; bir amaç ya da sonuç; bir de yöntem. Soruşturmanın uyaranı
şüphe; amacı kanaatlerin bir karara bağlanması; yöntem ise bilimin ta
kendisidir
.

Peirce, Descartes’ın sergilediği gibi
köktenci bir biçimde her şeyden şüphe etme yöntemine karşıdır. Peirce’a göre bu
tarz bir şüphe, felsefecilerin şüpheleniyormuş gibi yapmalarından ibarettir.

İnançlarımız bizim için iş gördükleri
sürece onları sorgulamak için de bir sebebimiz yok demektir. Yapmamız gereken inançlarımızı
iyileştirmek ve gerçek şüphelerden arındırmaya çalışmaktır.

Doğruluk
ve Gerçeklik

Peirce, bir şüphe ortaya çıkmadığı sürece
tüm inançlarımızın doğru olduğunu düşünme eğiliminde olduğumuzu belirtir.

Bu bağlamda Peirce “doğru” ile neyi kastettiğimizi
tartışmaya girişir.
Doğruyu, mutlak bir
sabitliğe gitgide yaklaşan bir inanç olarak düşünülebiliriz.

Sahip olduğumuz inançlardan ve kavramlardan
bağımsız olarak bir olguyu kendimize sunamayız. Dolayısıyla ancak, mevcut bazı
inançlarımızla diğer bazı inançlarımızı karşılaştırabiliriz. Tüm inançlarımız
ve kavramlarımız, diğerlerine bir ölçüde bağımlıdır. Bir bakıma, inançlardan bağımsız
saf ve dolaysız bir olgu yoktur.

Peirce’ın yaklaşımında doğruluk, inanç ve
şüphe cinsinden tanımlanmaktadır. Doğru bir inanç, sabitlik kazanmış bir inançtır.

Herhangi bir konuda araştırma yapanların,
azimli bir biçimde bilimsel yöntemi izlerlerse, nihaî olarak üzerinde anlaşacakları
inançtır.

Peirce’a göre gerçeklik,
herhangi birinin, onların ne olduklarını düşünmesinden bağımsız olarak şeylerin
sahip oldukları özelliklerdir.

Anlam

Peirce’a göre dil, çocukken öğrendiğimiz ve
başkalarına öğrettiğimiz toplumsal bir uzlaşımdan ibarettir. Eğer anlam,
kamusal ve paylaşılabilir bir şeye dayanmasaydı, dilin öğrenilmesi ve öğretilmesi
olanaklı olmazdı. Peirce’a göre anlam, sabit bir olgu değildir.

Anlamlar ne yaptığımıza, neyi hangi
yöntemle ve ne ölçüde açıklığa kavuşturduğumuza bağlı olarak değişebilir. Dil,
Peirce’a göre, evrime tâbîdir.

İşaretler

Bir işaret, bir yorumlayana göre bir
nesnenin yerine geçer.

Peirce bir işaret ile işaret edilen nesne
arasında üç farklı tür bağıntı bulunduğunu ifade eder. Peirce ilk olarak indekslerden (veya bağlamsal göstergelerden) söz eder.
Bu durumda, işaret ile işaret edilen arasında nedensel bir bağıntı mevcuttur. İkinci
olarak ikonlardan (veya görüntüsel
göstergelerden) söz eder. Bu durumda, işaret ile işaret edilen nesne arasında
bir benzerlik bağıntısı bulunmaktadır. Son olarak sembolleri
(veya simgesel göstergeleri) ayırt eder. Bu durumda ise işaret eden ile işaret
edilen arasındaki bağıntı, uzlaşımsal ya da rastlantısaldır.

Darwin’in
Evrim Kuramından Pragmatizme

Çağdaş Felsefe I

Yrd. Doç. Dr. Ahmet Ayhan Çitil

Anadolu Üniversitesi Yayınları, Yayın Nu:
2446

Eskişehir, Nisan 2012

İlgili Makaleler