Tarih

Cezayirli Gazi Hasan Paşa Kimdir, Hayatı, Savaşları

Hasan Paşa. Hasan Paşa, Cezayirli, Gâzi 18.asrın son yarısında fevkalâde cesaret, hareketli ve aldığı  vazi­feleri başarıyla yapmasıyla tanınmış Osmanlı vezîrlerindendir; bıyıkla­rının büyük ve iri olmasından dolayı,   ken­disine Pala-Bıyık lakabı verilmiş ise  de, son­radan aldığı Cezayirli ve Gazi lakap ve unvanları öncekini  unutturmuştur. Hasan Pa­şa pek küçük yaşta İran sınırında  esir edilerek, Hacı Osman ; adında Tekirdağlı   bir tüccar tarafından satın alınıp, kendi çocukları ile beraber, büyütülmüştür. Hasan Paşa çocuk­luğundan beri pek-gözlü, haşarı ve didişken olup, kızdığı zaman efendisinin çocuklarını bile dövmekten çekinmediği için, Hacı Osman Ağa bunu başından atmak istemişse de, zevcesi, evlâdları yerinde olduğunu ileri süre­rek, izin vermemişti; fakat Hasan, 17-18 yaşına geldiği zaman, Tekirdağ’daki mem­leket delikanlıları ile de dövüşmeğe başlayın­ca, Hacı Osman Ağa bunu azad ederek, ken­disine sermâye verip, ticâret için, gemiler ile bâzı yerlere göndererek, bir süre Tekirdağ’dan ayırmıştır. Hasan 25 yaşına gelince, 1738’de ve   Avusturya-Rus­ya seferinin devam ettiği sırada, yeniçeri oca­ğının 35. bölüğüne kaydedilerek, Belgrad mu­hasarasında büyük cesaret göstermiş ve harp­ten sonra yine Tekirdağ’a dönmüştür ve bu sırada belki efendisi Hacı Osman’in kızı ile evlenmiştir.

Hasan bir süre sonra, yiğitlerinin şöhretini duyduğu Cezâyir’e gitmek için yola çıkmış; ancak yolda gemileri
yabancı bir gemiye rampa edince, Hasan Paşa, çok genç olmasını rağmen düşman gemisine sıçrayıp
büyük bir gayretle cenge katılmıştı. Rüzgârın yön değiştirmesiyle gemiler birbirinden ayrılınca, Hasan
Paşa düşman gemisinde kalmış, geminin mürettebâtından on beş kadarını yalnız başına öldürdükten
sonra, diğerlerini geminin ambar ve kamarasına kapatmak sûretiyle gemiyi ele geçirmişti. Lâkin, deniz
ortasında yatağanıyla yapayalnız kaldığından, Cezâyirliler tarafından kurtarılarak Cezâyir’e götürülmüştür. Hasan Paşanın bu cesâreti o zamanki Cezâyir Dayısı tarafından pek takdir edildiğinden, gemi kendisine bırakıldığı gibi, bir de kahvehâne verilerek dayılar arasına katılmıştır. Kısa zamanda şöhrete ulaşarak Tlemsen beyi olan Hasan Paşa, Cezâyir’deki dayıların hasetliğine mâruz kalıp, hayâtı tehlikeye düştüğünden İspanya’ya geçmiştir. Oradan Napoli’ye, oradan da İstanbul’a gelmiştir; fakat Cezayir beylerbeyi, Hasan’ın peşini bırakmayarak, Tlemsen hazînesinden para alıp kaçtığını İs­tanbul’a bildirmiş olduğundan, Hasan Bey İs­tanbul’a geldikten sonra, tevkif edilerek, mal­ları müsadere olunmuş ise de, hakkında söy­lenen şeylerin iftira olduğu anlaşıldığından, malları geri verildikten başka, Osmanlı donanmasına alınarak, Şehbâz-ı Bahrî kalyonu kaptanlığına atanmıştır (Nisan 1761).

Hasan Bey 1762’de büyük deniz ku­mandanlıklarından olan riyale rütbesi ile, Berîd-i Zafer kalyonu süvarisi Mart 1766’da patrona rüt­besi ile Neheng-i Bahrî, Peleng-i Bahrî ve Ukab-ı Bahri kalyonlarında bulunup bunu müteakip, 1767’den sonra da kapudane-i hümâyûn rütbesi ile kapudan paşa’dan sonra gelen en büyük amiralliğe geti­rilmiştir. Hasan Bey bu vazifede iken, Türkler ile Ruslar arasında 1768 seferi açıl­mıştır.
Karada Osmanlı kuvvetlerini mağlûp etmiş olan Ruslar, Rumeli ve Adalar’daki Hiristiyan tebayı ayaklandırmak için, Akdeniz’e geçmeği kararlaştırarak, Aleksey Orlof kumandasında Baltık donanmasını bu tarafa sevketmişler ve İngilizlerin büyük çıkışını gören Rus do­nanmasına uzman İngiliz amiral ve zabit­leri de katılmışlardır ki, bunlar arasında Osmanlı tarihlerinde adı geçen amiral Elphinstone da vardı, Akdeniz’e gelen Rus donanması ilk defa Rodos derya-beyi Cafer Kaptan ku­mandasındak Osmanlı donanması ile çarpış­mış, galip ve mağlûp belli olmamış ve Osmanlı donanması Sakız adası tarafına çekilmiştir. Bundan sonra Ege sahiline yakın Koyun ada­ları etrafında yapılmış olan ikinci muharebe, Cezayirli Hasan Bey’in kalyonu ile Rus amirallerinden Spiridov’un kalyonu arasında cereyan etmiştir. Spiridov’un kalyonu Hasan Bey’in kal­yonu üzerine gelirken, Türk kapudane’sinden atı­lan bir gülle düşman kalyonunun dümenini parça­lamış ve kalyon, akıntı ile, Hasan  Bey’in kal­yonunun üzerine düşmüştür. Düşman kalyonu­nun pek yakına geldiğini gören Hasan Bey bir kaç çarmıh halatını kestirmiş ve her ipe sa­lıncak gibi iki-üç Türk   askeri yapışıp, ken­disi başta olduğu hâlde, 30 kişi Rus kalyo­nuna atlamıştır.  Bu heyecanlı çarpışma esna­sında, gemi çanaklığına kaçan Ruslardan biri tarafından atılan bir kurşunla, Hasan Bey yaralanmışsa da,   bunu göstermemiş ve bir süre daha çarpıştıktan sonra, kendi kal­yonuna geçmiştir. Hasan Bey’in bu ânî baskı­nından  bâzı Rus askerleri telâşla kendi cep­haneliklerini ateşlemişler ve bu âteş Osmanlı kalyonuna da  sıçramış, her iki kalyon birden yanmaya başlamıştır. Bunun üzerine Hasan Bey yatağanını ağzına alarak, bir kısım askeri ile beraber, kendisini denize atıp, eline geçirdiği bir tahta parçası ile sahile doğru yüz­meğe başlamış ve sahilden gönderilen bir kayıkla kurtarılmıştır.

Bu çarpışmadan sonra, iki taraf harbe son verîp, Osmanlı donanması akşam karanlığından istifâde ile, darlığı sebebinden manevra yap­mağa müsait olmayan Çeşme limanına girmiş ve bunu fırsat bilen düşman kumandanı, İngi­liz amiralinin tavsiyesiyle, âteş gemileri sevketmek ve yağlı neft ve kumbara atmak suretiyle, Osmanlı donanmasını yakmıştır (6/7 temmuz 1770). Yaralı olarak sahile çıkan Hasan Bey, aldığı emir üzerine, doğru Çanakkale boğazına gelerek, vaziyeti hükümete bildirmiştir. Kapudân-i der­yalıktan azlolunan Hüsâmeddin Paşa’nın yerine iki tuğ (beylerbeyilik) ile Cafer Kaptan tâyin edilip, Hasan Bey’e de beylerbeyilik ile kapu-dânelik verilmiştir.

Ruslar, Çeşme’deki başarılarından son­ra, 10 temmuz 1770’te Limni adasına asker çıkarıp, işgal ile adanın batısın­daki kalesini kuşatmışlardı; bu haber Çanakkale’de duyulunca Hasan Pasa, Limni adasının düşmesinin fecî akıbetler doğuracağını takdir ettiğinden, bu nâzik durumu Seddülbahr muhafızı sabık vezîr-i âzam Moldovancı Ali Paşa’ya anlatarak, tehlikeyi İstan­bul’a duyurmuştur. Bunun üzerine Çanakkale halkından ve kalyonculardan tedârik edilecek 3.000 kişilik bir kuvvet ile, adanın yardımına gidilmesi emrolunmus ise de, bu kadar kuvvet tedârik edilememiş ve Hasan Paşa ancak 800 kişilik bîr fedaî kafilesinin başına geçerek, Seddülbahr’e gelmiştir.

Limni kalesinin kuşatması iki aydan beri devam edip, yardımdan ümidini kesen muhâfızların Ekim-1770’te, kaleyi teslim etmek üzere, Ruslar ile bir anlaş­ma yapmış olduklarını haber alan Hasan Paşa, tedârik ettiği kayık mevcudu ve şâir vâsıtalar ile, gece yarısı hareket ederek, Limni’nin kuzey limanlarından Yüzbaş  mevkiine askerini çıkartmış ve aradaki uzun mesafeyi hızla kat’ederek, kale düşmeden önce yetişip, şiddetli bir baskınla, Rusları gemilerine kaçırmış ve 7 kadar topu zaptetmiştir (18 Ekim 1770). Baron de  Tott hatıratında, Hasan Bey’in bu hareketini bir çılgınlık sayarak, bunun yapılmamasını hükûmete tavsiye  etmiş; fakat sonradan Hasan Paşa’nın başarısını duyunca, hayrete düşmüş olduğunu kaydediyor. Hasan Paşa bu başarıdan sonra Limni’nin güneyinde Mondros limanında bulunan düşmanı baskın ile ve zayi­at verdirerek, tardettîkten başka, Maydos lima­nına saklanmış olan düşmanı da bertaraf ede­rek, boğaz  etrafını temizleyip, Çanakkale’ye dönmüştür. Bu hizmetine karşılık olarak, ken­disine gazi unvanı ve altın çelenle verildikten başka, azlolunan Cafer Paşa’nın yerine, vezir­likle  kapedûn-i derya’lığa atanmış ve boğaz seraskerliği de uhdesine verilmiş idi (Kasım 1770).

Hasan Paşa, 1773’e kadar, hem kaptanlıkta ve hem de Boğaz seraskerliğinde kaldı. Bu sırada III.Mustafa’nın ölümü I. Abdülhamid’in cülusunu müteakip, kaptan-paşa’lıktan azlolunmuş, hazîneden 75.000 kuraş yar­dım ve Anadolu valiliği ile Rusçuk seraskerli­ğine atanarak, Boğaz’dan doğruca o tarafa gönderilmiştir (Ocak-1773). Hasan Paşa, Temmuz 1774’de imzalanan Kaynarca anlaşmasından sonra, ikinci defa kapudân-ı deryalığa getiril­miş, bu hizmette 15 yıl kalmış ve pâdişâh üzerindeki tesiri ile vezîr-i   âzamları gölgede bırakarak, saltanat atabeyi olmuştur. Donan­mayı yeniden vücûda getiren Hasan Paşa Ak­deniz’de faaliyete başlamıştır. Rus harbinin de, ordunun mağlûp ve donanmanın mahvolma­sı Osmanlı devletinin iç durumunu epeyce sars­tığından, bilhassa Suriye ve Mısır’da, devletten ayrılmak için, faâliyetler baş göstermişti. Anlaşmadan sonra, 1775’te Ha­san Paşa Akkâ’ya giderek, devlete karşı is­yan ile sahilleri ele geçirip, Suriye’yi nüfuzu altına almağa çalışan Şeyh Tâhir Ömer’i mağlûp etmiş ve kendisini Şam’a kadar izleye­rek, başını kesmek suretiyle, bu mühim gaileyi bertaraf etmiştir (1776).  Daha sonra Mora yarım adasındaki reayaya tegallüp ve valileri tanımayan arnavutların oradaki va­ziyeti hükümet için büyük bir gaile teşkil et­miş olduğundan, buranın ıslâhı, asayişin temini Hasan Paşa’ya bırakılmıştı. Hasan Paşa, Trapoliçe’de kazandığı kat’î galibiyet ile, Mo­ra işini yoluna koymuş ve bu suretle Mora eyâleti, muhassıllık olarak, kendisine verilmiş­tir (Ağustos 1779).

Osmanlı devleti 1768 seferinden beri Mısır’a bakamadığından, orada da çerkes beyleri, Fransızlardan da   teşvik görerek, ay­rılmak sevdası ile, faaliyete geçmişlerdi. Bun­ların başında İbrahim ve Murad Bey’ler bulu­nuyordu. Buranın da ıslahı ile devlete bağlan­masına Hasan Paşa memûr edildi. Hasan  Pa­şa Haziran 1786’de İskenderiye’ye çıktı. Bir buçuk yıl yakın bir zaman Mısır’da kalarak, İbrahim ve Murad Bey’leri tekrar-tekrar mağlûp etüp, vaziyeti düzeltmeyi başardı. Fakat Rusya ve Avusturya muharebesinin çıkmasıyla, âsî beyleri orta­dan kaldırmağa başaramadan, acele İstanbul’a davet edildiğinden, mükerreren müracaat­ları üzerine, İbrahim ve Murad Bey’leri affede­rek, döndü (Ekim 1787). 1787’deki Rusya ve Avusturya mu­harebesinde vezîr-i âzam ve serdâr-ı ekrem Koca Yusuf Paşa Avusturya cephesine hare­ket etmiş, Rus cephesine karadan Şahin Ali Paşa ve denizden de Hasan Paşa memûr ol­muş idi. Rusların Ozi (Oçakof)’yi kuşattıkları sırada, Hasan Paşa, deniz tarafından kaleye yardım için, hafif donanmayı ileri sür­dü ise de, suların sığ olması ve aynı zaman­da Rusların aldıkları tertibat üzerine, başarılı olamayıp, mühim  miktarda zayiat verdi. Yalnız Osmanlı donanmasının başarısızlığı üzerine, Sivastopol limanından çı­karak, Osmanlı donanması üzerine gelmekte olan Rus donanmasını karşılayan Hasan Paşa Yılan-Ada’sı muharebesi denilen deniz savaşında Rusları mağlûp etti (Ağustos 1788). Hasan Paşa Rus donanmasını Sivastopol’e kadar izlediyse de, ince do­nanma, Özi önünde ağır zayiat verdiğinden, li­mana giremedi. Ozi’nin bir süre sonra düş­mesi, halkta üzüntüye sebeb olurken, Hasan Paşa’nın da itibarını kırdı; İstanbul’da aleyhtarları tarafından dedikodular çıkardılar; kaptanlıktan atılması için görüşmeler başladı. Bu konuda Hasan Paşa’nın kapı-kethüdâlığından yetişerek, cephede bulunan vezîr-i âzam Koca Yusuf Paşa’nın mutâleası so­ruldu. Vezîr-i âzam buna yanaşmadı. Böylece bir kaç defa mektup gidip-geldi. Bu  sırada Ozi kalesinin sukutunun verdiği keder ile felç olan I. Abdülhamid  vefat ederek, yerine yeğeni III. Selim hüküm­dar olduğundan, Hasan Paşa’nın butun nufûzu kırıldı. Genç hükümdar Nisan 1789’da  sadâret kaymakamı Salih Pasa’ya göndermiş olduğu bir hatt-ı hümâyûn ile, Ga­zi Hasan Paşa’yi Anadolu valiliği ile İsmail seraskerliğine tâyin ettiğini ve yerine kapadane-i hümâyûn kaptanı Giritli Hüseyin Pa­şa’yi atadığını bildirmiş olduğundan, Hasan Paşa o tarafa gitti. III.Selim, kendisi­nin daha önce saltanata geçmesi için, vezîr-i âzam Halil Hamîd Paşa tarafından yapılan tertibâtı öğrenerek, Abdülhamid’e haber vererek, işin bastırılmasına sebep olduğundan dolayı, Hasan Paşa’ya kin besliyordu ; hüküm­dar olur olmaz, ilk darbeyi vurdu ise de, hiz­metlerini göz önüne alarak, daha ileri gitmedi. İsmail seraskeri Hasan Paşa, İsmail önünde Rusları mağlup ettiği gibi, kaleyi de   muhasa­radan kurtardığı İçin, bir  İs  göremeyen Ket­hüda ( Cenaze )  Hasan Paşa ‘nın azli üzerine, vezîr-i âzam atandı (Kasım 1589). Hasan Paşa, pâdişâhın kini sebebinden öldürüleceğinden korktuğu sırada, mühr-i hümâyûnun, baş-çuhadar Küçük Hüse­yin Ağa ile, kendisine gönderilmesinden   do­layı, fevkalâde sevinerek, Küçük Hüseyin Ağa (daha sonra kapudân-ı derya olan meşhur Küçük Hüseyin Paşa ) ‘ya senede 40 kîse akçe gelir getiren bir mâlikâne ile bîr mücevherli hançer ve 1000 altın vermiştir.

Veziriazam ve serdâr-ı ekrem Cezayirli Gazi Hasan Paşa İsmail’den ordu merkezi olan Şumnu karargâhına gelir-gelmez, ilk zamanlarda Akkerman kalesnin düşmesine sebep olan Tayfur Paşa ile diğer kayıtsızlıkları görülen­leri ve bu arada sadâret kethüdası Süleyman Râjid Efendi ile sadâret mektupçusu Emir Efendi ( orduda kendisinin kapı-kethüdâsı olup, paşası aleyhinde bâzı boş-boğazlıkta bulunmuştu) ‘yi idam ettirerek, gevşemiş olan inzibatı bu suretle takviye etmiştir.

Hasan Paşa’nın sadâreti üç buçuk ay sür­müştür. Kendisi Şumnu’da pek soğuk bir ha­vada, kıyafet tebdili ile, dışarı çıkıp, dolaşmış ve dönüşünde hastalanarak, 30 Mart 1790’te vefat etmiş ve Şumnu’da yaptır­mış o’duğu Beklâşi tekkesine defnedilmiştir. Ölümünün sadrâzam kethüdası ile mektupçunun katillerinden müteessir olan pâdişâh tarafından tertip edilmiş bir zehirleme neticesinde vukua geldiği rivayeti var ise de, kendi kethüdası tarafından gön­derilen arızada, soğuk alarak, hastalandığı be­yân edilmektedir.

Hasan Paşa cesâret:, enerjisi ve ince zekâsı ile kendi kendisini yetiştirmiş, ikbâl  ve servetin en yükseğine kadar çıkmıştır. Sertliğe gelmez, kendisine yumuşaklıkla iş gördürü­lürdü. Pâdişâha karşı dahi olsa, sözünü ve ka­naatini açık söyler, eğilip-bükülmezdi. Osmanlı donanması mahvolmuş iken, Kapudan Paşa olur-olmaz, az zamanda donanmayı yeniden vücûda getirmiş idi. Öteden beri derli-toplu oturacak bir yerleri olmamasından dolayı, Kasımpaşa ve Galata ‘daki bekâr odalarında yatarak, türlü-türlü edepsizliklere cür’et eden kalyonculara, bütün masrafları kendisinden olmak üzere, 1784’te tersane meydanında bir kalyoncu kışlası yaptırmak suretiyle, bunları zapt ve rapt altına almış ve şiddetli icrââtı ile tersane halkını ve deniz ümerâsını sindirmiştir. Kışla hâlâ durmaktadır.

I. Abdulhamid’in hatt-ı hümâyûnlarında gö­rüldüğü  üzere, bu pâdişâh, Hasan Paşa’nın hizmetlerini takdir ederek, hem sevmiş ve hem de kendisinden çekinmiştir. Bilhassa Halil Hamîd Paşa’nın azl ve idamı île   hal’edilmekten kur­tulan Abdulhamid, kendisini kurtaran Hasan Paşa’ya karşı minnetdar kalmış, Hasan Paşa da kendi adamı olan Koca Yusuf Paşa’yı vezîr-î âzam yaptırmak suretiyle, Abdulhamid’i iyice avucunuu içine almıştır. Hattâ Hasan Paşa ile bir görüşme esnasında, pâdişâh kendisi ile Yusuf Paşa’nın azledilmeyeceklerini teminatını almıştır.  Abdulhamid’in Hasan Paşa’dan çe­kindiğine dâir müteaddit vesikalar vardır. Hattâ tersaneye âit bîr memûr tâyininden dolayı, Hasan Paşa’nın gücenmesinden çekinen padi­şah, “Vech ve   lâyıkı. ne ise,  öyle edesin; paşâ-i mumaileyh infial eder mi bilmem” söz­leri ile vezîr-i âzamin telhisine bu husustaki tereddüdünü yazmış ve bunun üzerine vezîr-i âzam “fau kullan, kapudan paşa kulları şevketli efendimizin abd-i memlûkleriyiz; kul velinime­tine infial etmek cürm-i kabîh ve hatây-i azîm-dir” sözleri ile mukabele ederek, Abdulhamid’in tereddüdünü izâle eylemiştir. Hasan Paşa (1787) Rus seferine aleyhtâr olduğundan Mısır’dan döner-dönmez ve zamansız harp açmasından dolayı vezîr-i âzam Koca Yusuf Paşa’yı   şiddetle muaheze etmiş ve bu emr-i vâki karşısında, padişahın emri île, harp ianesi  olarak, 12000   kîse   akçelik altın vermiştir. Hasan Paşa’nın gayret ve faaliyeti, ecnebi devletler tarafından da takip ve takdir olun­makta idî. Henüz veliahd bulunan III. Selim tarafından verilen bir nâme ile, gizlice Fransa kralı XVI. Louis’ye gönderilmiş olan Sultanzâde İshak Bey Paris’ten Selim’e göndermiş olduğu arızasında: — “Bir   gün hükümdarlık nasip olursa, Hasan Paşa kulunuzu din düşmanları karşısında rezîl etmeyiniz; zîrâ cümle Frengistan’da bu adamın ismi pek büyüktür ve şimdi Mısır’da eylediği işleri cümle dev­letler kabul etmişlerdir ; gerçi kendisini rical ve kibarımız sevmezler, lâkin vallahi devlet-i âliyyenin bir sâdık kölesidir, tatlı dil ile her işe kullanılır” — demektedir.  Hasan Paşa’nın efendisi Hacı Osman Ağa’nın kızı Emine Hanım’dan Habîbe   adında bir kızı olmuş ise de, bu kendisinden önce vefat etmiş (1788 ) ve başka bir evlâdı olmamıştır.   Kasımpaşa’daki konağı ile Öküz limanındaki (Üs­küdar ile Kuzguncuk arasında) yalısı zevcesinin üzerinde   olduğundan,  bunlar ona bırakılarak, diğer para ve eşyası tamamen hazîneye alınmış­tır. Fakat bunların yekûnu 4,000 kese akçe bile tutmadığı için, serveti dillerde destan olan Hasan Paşa’nın bu kadar az bîr malı çıkması herkesi hayrete düşürmüştür. O devirde ya­zılmış olan bir rûznâme bu hususta şu mutâleayı serd ederek, ” … 16 sene kaptanlığı ve hem hünkâr babalığı (atabey) olup ve senede 1000 kese akçeden mütecaviz malikânesi olmagla bu mikdar az para çıkması herkesi istigrâba düşürdü”  dedikten   sonra, kaptan paşalıktan azlolunup, sefere memûr edildiği  zaman, çok para  sarfettiğini kayd ile servetinin bundan dolayı azalmış olduğunu kaydetmektedir ki, Hasan Paşa’nın hazinedarı Süleyman Ağa’nın hükümete verdiği hesap da aynı mutâleayı te’yit ediyor. Buna göre, Hasan Paşa’nın bütün eşya, mücevherât ve parası Kasımpaşa’da bu­lunan konağındaki taş mahzende imiş. Bâzı ve­sikalardan Hasan   Paşa’nın muktesit olduğu anlaşılmaktadır.

Hasan Paşa’nın tersanedeki kalyoncu kış­lası ile camiinden başka, 4 saat yerden su ge­tirtmiş olduğu Midilli adasında müteaddit çeş­meleri ile Vize taraflarında cami, hamam ve 3 çeşmesi ile Limnî, Sakız, İstanköy ve Rodos adalarında da çeşmeleri var idi. Kapudan-paşalıği zamanında tersanede küçük ölçüde mühendishâne açılmışsa da, bu hususta vezîr-i âzam Halîl Hamîd Paşa ‘nın ön-ayak olduğu görü­lüyor.

Hasan Paşa küçükten büyüttüğü bir arslanı dâima yanında gezdirir ve seferlerine de götürürdü. Talik hat ile yazılmış olan müh­rü mâ ra’âhu ‘l-mu minuna hasan”” fahava’in-da ‘ilahi hasan âyet-i kerimesini hâvi idi. Bütün vesikaların tetkiki neticesinde, Gâzî Hasan Paşa’nın devlete sâdık, hizmeti büyük, İcraatında şedit, dürüst, açık sözlü, cesur, gay­ret ve azim sahibi idarî işlerde kafası işleyen, ilerisini gören fedakâr bir vezir olduğu görü­lüyor, ölümünde yaşı 80 ‘e yakın idi.

İlgili Makaleler