Nedir ?

Çevre kirlenmesi Nedir Ne Demek, Anlamı, Hakkında Bilgi

Çevre kirlenmesi nedir? Canlı ve cansız varlıklar üzerinde zararlı tesirler bırakacak şekilde çevre şartlarında (fiziki, kimyevi ve biyolojik) meydana gelen değişikliklerin genel adı Çevre kirlenmesi, unsurlarının bir kısmı açısından dünya kurulduğundan bu tarafa mevcuttur. Ancak tabiatın yaratılışındaki var olan denge sebepiyle çevre kendi kendisini temizlemektedir. Fakat son asırda tabii dengeyi kirlenme oranı bakımından menfi yönde bozan ve tabii temizleme araçlarının kapasitesini aşan veya yok eden yoğun gelişmeler neticesinde, çevre kirlenmesi problemi olanca ağırlığıyla dünya çapında kendini hissettirmektedir. Çevre, canlının içinde bulunduğu, tesir ettiği ve müteessir olduğu bir vasat olup, biyolojik ve fizikokimyasal durumu ile canlıda müsbet veya menfi değişikliklere sebep olur. Canlıların yaşayabilmesi için, genetik (irsi) yapı ve bundan mütevellid kabiliyetleri ile çevre şartlarının uygun bir düzen içerisinde bulunması gerekmektedir. Her canlı için belli çevre şartları söz konusudur. En uygun (optimum) yaşama şartlarının dışına doğru çıkıldıkça, yani sınırlara (ekstrem şartlar) yaklaştıkça canlıda bir takım fizyolojik değişmeler beklenebilir. Bu sınırlar dışına çıkılırsa canlı artık yaşayamaz. Belli bir besin ortamı içerisinde yaşayan mikroorganizmalar, bu ortamı fizyolojik faaliyetleri sırasında çıkardıkları artık maddelerle kirletince, çevrenin kimyasal terkibinin değişerek yeni çevre şartları hasıl olur. Neticede bu ortam onlar için zararlı ve yaşanılamayacak bir hal alır. Dünyamız sınırlı bir ortam olmasına rağmen, canlıların hayati faaliyetleri icabı meydana gelen zararlı maddeleri çok karışık analiz yahut sentez hadiseleriyle tekrar eski hallerine çevirecek bir güce hassas bir dengeye sahiptir. Bu aslına dönüş süresi zararlı maddelerin terkibine göre değişir. Zararlı maddelerin aynı hal üzere kalması uzun sürerse, zararı da o nispette te’sirli olur. İnsanoğlu hayati faaliyetleri icabı çevresinin kimyasal terkibinde değişikliklere ve uzun süre bozulmadan kalabilen zehirli maddelerin birikmesine sebep olmuştur. Çevreyi kirletici elemanlar: Yanma ürünleri; insan dışkısı; teneffüs edilmiş hava; tozlar, patojen (hastalık yapan) mikroplar; buharlar; gazlar; endüstriyel solventler (çözücüler), ekstrem (aşırı yüksek veya düşük) sıcaklıklar; zirai gübreler, infrared (kızıl altı, ötesi), ultraviolet (mor ötesi) ve hatta görünen ışık; iyonlaşan radyasyonlar; radyoizotoplar; gürültü; aşırı yüksek frekanslı ses ve bazı mikrodalgalı elektromanyetik radyasyonlar sayılabilir. Böyle biyolojik, kimyevi veya fiziki maddelerin sadece mevcud olmaları, mutlaka kirletici olmalarını icab ettirmez. Kirlenmeyi tam tarif etmek için bunların zaman, mekan miktarı (konsantrasyon ve şiddet) ve zararlı tesir bakımından değerlendirilmeleri lazımdır. Kirleticiler sağlığa zarara, sıkıntı doğurmaya, ekonomik veya estetik zarara, kısa veya uzun bir zaman zarfında veya sonra sebep olabilirler. Kapalı yerlerde mevcudiyetine müsade edilen kirletici konsantrasyonu, umumiyetle insan sıhhati düşünülerek tespit edilir. Bir organizma veya ekolojik cemiyetin etrafındaki karmaşık fiziki, kimyevi ve biyolojik faktörler, çevre içinde yer almaktadırlar. Bu faktörler, birçok canlı türlerinin biri veya birçoğuna tek taraflı veya karşılıklı olarak tesir ederek, onların teşekkül, gelişme ve yaşamasında rol oynar. Bir çevre elemanı, bir canlı türü için kirleticiyken, aynı eleman diğer bir tür için arzu edilen bir besleyici durumunda olabilir. Bu yüzden kirlenme ve bulaşmanın tarifi ekseriya zor olur. İnsan veya herhangi bir diğer organizmanın yaşaması sonucu atılan ve teşekkül eden, ortaya çıkan metabolik ifrazat, diğer organizmalarca ekolojiyi dengelemek üzere kullanılmadıkça, çevre kirlenmesine yol açar. Ayrıca, enerjiyi ve maddeyi kullanılabilir ürünlere dönüştürmede (tahvil etmede) insan ekseriya verimsiz, israfçı ve düşüncesiz davranmaktadır. Böylece sanayi kaynaklı kirleticilerin çevreye yayılmasına sebep olmaktadır. Bundan dolayı çevre kirlenmesinin günümüzdeki problemleri, insan nüfusunun hızla çoğalması ve genişleyen teknolojiden kaynaklanmaktadır. Su ve kıyı kirlenmesi: Suların kullanılış maksadının elverişsiz hale gelmesine su kirlenmesi denir. Bu durumdaki sular içmek için kullanılmaz. Kullanma ve sulama sularında da başka mahzurlar ortaya çıkar. Irmak, göl ve denizlerde ise balıklar ölür, diğer canlılar tür ve sayı olarak azalır. Hava da kirlenmeye başlar. Turistik, dinlenme, yüzme ve seyirlik değeri kaybolur. İçindeki malzemeyi çürütücü olur. Ulaşım imkanlarını azaltır. Yüzeylerinde köpük teşekkül eder. Tatlı suların renk, koku ve tatları değişir. Su yosunları önce çoğalır. Sonra ölerek, kirlenmeyi arttırır. Meskenlerden dışarıya atılan sıvı artıklar, endüstri tesislerinden çıkan sıvı (sıcak su,zehirli su, asitli su, bazik su, yıkama suyu, deterjanlar, organik artıklar) ve katı artıklar (çöp, moloz gibi), derelerden ve yamaçlardan gelen erozyon malzemeleri, madeni artıklar (eski eşya, alet makina vs.) ve ziraat alanlarından gelen gübre ve ilaç artıkları vs. gibi hususlar, kirlenmenin başlıca sebepleridir. Japonya’da civalı artıkların denize akması ve buradan yakalanan balıkların yenilmesi neticesinde pekçok insan ölmüştür. Sağ kalanlarda felç, sağırlık, körlük, ağrılar ve delilik meydana gelmiş, gebe kadınlar anormal çocuklar doğurmuştur. Dünyanın birçok ülkesinde çinko fabrikası artıklarıyle sulanan çeltikleri yiyen kimselerde kalsiyum noksanlığından meydana gelen kemik erimesi hastalığı meydana gelmiş ve gelmektedir. Bugün Avrupa’da ve Amerika’da pekçok nehir adeta zehir akıtmakta, içme suyu kanallarına sızarak onları da zehirlemektedir. 1990 sonlarında Irak’ın Kuveyt’i işgali sonrasında ateşe verilen petrol kuyularından Ortadoğu ve Asya kıtasının önemli bir bölümünde çevreyi deniz, hava ve toprak olmak üzere üç cepheden kirletti ve kirletmeye devam ediyor. Uzmanlara göre denize pompalanan 11 milyon varil petrol, denizin içindeki canlılar bakımından dünyanın en zengin bölgesi olan Basra Körfezini ölü deniz haline getirdi. Söndürülmesi en az on yıl sürecek olan Petrol kuyularından çıkan yarım milyon ton petrol duman olarak atmosfere karışıyor ve bu duman komşu ülkelere yayılıp asit yağmuruna dönüşerek tarımda verimliliği azaltıyor. Bu duman içinde bulunan on bin tondan fazla is, kükürt, çeşitli zehirli gazlar, karbondioksit ve büyük miktarda kanser yapıcı hidrokarbonlar çevreye yayılıyor. Yine 80 kuyudan fışkıran binlerce ton ham petrol Kuveyt çöllerinde kirli bir nehir gibi akıyor. Son yıllarda artan nüfus baskısı, gelişen turizm, plansız yerleşim ve endüstrinin meydana getirdiği kirlilik, yanlış arazi planlaması, kıyıları da belirli bir düzeyde etkileyen asrın meseleleri olmuştur. Burada cehaletin de payını unutmamalıdır. Türkiye’de plansız ve düzensiz bir kıyı kullanımının ortaya çıkardığı bir panorama vardır. Bakıldığında göze çirkin görünen bir yapılaşma, kaybolan tabii güzellik yerine, renksiz beton yığınları veya şekilsiz binalar ve kulübeler görülmektedir. Tabii bunlarla beraber gelen yoğun kullanma sonucu kanalizasyon, çöpler ve tahrip edilen kıyı bitki örtüsü de bu zincirin halkalarını teşkil etmektedir. Diğer taraftan endüstrinin kıyı ekolojisinde yaptığı değişiklik, kirlenmeden doğan tahribat, kıyıda yaşayan canlıların sonu olmaktadır. İzmit, İzmir Körfezleri, Haliç, kirlenmiş bir Marmara Denizi ve her geçen yıl tabii olarak kendini temizleyebileceği miktarın üstünde kirletilmekte olan diğer kıyılarımız da suda çözülmüş oksijenin azaldığı ve koli basillerinin yaşadığı değişik bir ortam teşekkül ettirmektedir. Bilhassa Haliç (Bkz. Haliç) ve İzmit Körfezi, ülkemiz deniz kıyılarında su ve kıyı kirlenmesinin çok yüksek seviyelere ulaştığı iki yerdir. Hava kirlenmesi: Bu kirlenme yakıt kullanılmasından, artan sanayileşmeden ve şehirlerde aşırı derecede nüfus şişmesinden kaynaklanır. Kirletici maddeler gaz, sıvı damlacıkları (zerrecikler) veya bunların karışımı şeklinde olur. Bu maddeler; ya doğrudan bir kaynaktan çıkıp yayılır veya atmosferde yayılan maddelerin kendi aralarında veya atmosferik bileşenlerle ve fotokimyasal bir faaliyet mevcud olup olmaması şartı altında reaksiyona girerek ortaya çıkar. Esas kirleticiler; 100 mikrondan daha büyük çaptaki kaba tanecikler, kükürt bileşikleri, organik bileşikler, azot bileşikleri, oksijen bileşikleri, halojen bileşikleri ve radyoaktif bileşiklerdir. İnce aerosiller içinde karbon zerreleri, metalik tozlar, silikatlar, florürler, reçineler, katranlar (kurumlar), çiçek tozları, mantarlar, katıoksitler, nitratlar, sülfatlar, klorürler, aromatik bileşikler vs. ihtiva eder. Bunlar zerrecikler olarak ışığı dağıtırlar. Böylece katalizörümsü rol aynayarak absorbe edilmiş kirleticiler arasında en çok ince bir şekilde bölünmüş durumlarından faydalanarak reaksiyonların meydana gelmesini sağlarlar. Yine bunlar elektrostatik yük taşıyıcıları olarak diğer zerrelerin ve gazların kondansasyonuna ve bir araya gelmelerine sebep olurlar. Yine bunların bazıları kimyasal türden olmaları sebepiyle bitkilere ve hayvanlara çok toksik (zehirli) ve korroziv (aşındırıcı) bir etki yaparlar. Radyoaktif oldukları ölçüde normal radyasyon dozajını arttırır. Kanser veya mutasyon (hücrelerdeki değişme) doğuran faktörler olurlar.Sırf bir toz olarak elbiseleri, binaları ve bedeni kirletirler. 100 mikrondan daha büyük çaplı taneciklerde, benzer problemler ortaya koymakla beraber kendileri yer çekim kuvveti tesiriyle havada kolay ayrıldıklarından dolayı bu problemler daha az olarak meydana gelir. Bunların boyutlarının büyük olması insan ve hayvan akciğerlerine önemli miktarlarda girmelerini önler.Mamafih bunların kirletici tesiri daha belirgindir. Çünkü çıktıkları kaynağın etrafında hemen yığılırlar. Kükürt bileşiklerinden olan kükürt oksitler ile hidrojen sülfürün tahriş edici özellikleri vardır. Atmosfere verilen organik bileşikler içinde hidro karbonlar ve bunların yanma ürünleri ile halojenli türevleri bulunur. Bunlar buhar halinde oldukları gibi bazen damlacık veya zerreler şeklinde de yayılır. Bu hidro karbonların, bilhassa olinükleer aromatik türleri memeli deney hayvanlarında kansere yol açtığı görülmüştür. Atmosfere yayılan azot bileşikleri, daha çok azot oksitler ve amonyak şeklindedir. Azot oksidler yüksek dereceli yanmalarda ve diğer sınai işlemlerde ortaya çıkar. Azot oksitlerin düşük konsantrasyonlarda bile tahriş edici özelliği yanında hava kirleticisi olarak esas ehemmiyet arz ettiği durum, bunların atmosferdeki fotokimyasal reaksiyona katılmasıdır. Endüstriyel kirleticiler: Fabrika ve bina bacalarından, araba egzozlarından çıkan gazlar, insan, hayvan ve bitkilere zararlı olmaktadır. Bilhassa sanayileşmiş ülkeleri ilgilendiren bu hal, atmosferik hareketler sebepiyle geri kalmış ülkeleri de alakadar eder. Her insan günde 14.000 lt hava kullanmaktadır. O halde insanın hava ile alacağı çok düşük nispette zehirler, kısa zamanda öldürücü doza yaklaşabilir. Zehirlerin vücutta birikme süreleriyle alınan ve atılan zehirlerin farkı insanlar için mühimdir. Eğer zehirin vücuttan atılışı yavaşsa ve vücutta birikmesi görülüyorsa zehirlenme kısa zamanda kedini gösterir. Havaya karışan bu maddeler kesif yahut şeffaf bir sis bulutu halinde şehirlerin üzerini kapatır. Isı tersliği denilen hadiselerin vukuunda tesirleri çok daha fazla olur. Genellikle toprağa yakın hava daha sıcaktır. Dolayısıyla zehirli gazların büyük bir kısmı bu sıcak hava kitlesiyle beraber taşınır. Isı tersliği (inversyon) halinde, yani yere yakın havanın soğuk, onun üstündeki hava tabakasının sıcak olması sebepiyle kirli hava şehrin üzerini kapatır. 1948’de ABD’de Donora şehri vadisinde çinko, demir ve öteki fabrikalardan çıkan ısı tersliği sebepiyle sıkışmış ve nüfusun % 43’ü olan 5910 kişinin hastalanmasına sebep olmuş, neticede solunum ve kalp hastalıklarından 20 kişi ölmüştür. 1952 yılında Londra’da da böyle öldürücü bir olay meydana gelmiştir. Dört gün devam eden zehirli sisler şehirde görüşü sıfıra indirmiş ve dördüncü günün sonunda doktor ve hemşirelerden başka sokakta kimse kalmamış, zatürre, bronşit ve kalp hastalıkları başgöstermiştir. Neticede 4000 kişi ölmüştür. Bu tarihte Londra sisi, normale nazaran 10 misli kükürt dioksit ve 20 misli toz ihtiva ediyordu. Otomobil egzozlarından çıkan zehirli sisler güneşi kapatır. Her bin otomobil günde 3000 kg karbondioksit, 200-400 kg hidrokarbon buharı, 50-150 kg azot oksitleri neşreder. Bu gazların laboratuvar hayvanlarında kanser yaptığı görülmüştür. Havayı kirleten bu gazlar ayrı ayrı incelenirse, sebep oldukları arızalar şöyle sıralanabilir: Kükürt dioksit (SO 2 ): Bu gazın sebep olduğu kirliliğin anlaşılması 19. yüzyılda başlar. Bugün için daha fazla önemi haizdir. Kömür, mineral yağlar % 0,5-2,5, bazen % 5’e kadar kükürt dioksit ihtiva ederler. Demir endüstrisi, petrol ve yağ rafinerilerinin bulunduğu yerlerde bu gaz geniş sahaları kaplar. Havadaki su ile birleşince, sülfirik asid teşekkül eder. Bu asit ciğerlerin, madenlerin, mermerlerin tahrib olmasına sebep olur. Atina ve Roma’daki tarihi yapıların bunun için geçen asra nazaran daha fazla karardığı ve yıprandığı anlaşılmıştır. İnsanlarda bazı hastalıklara sebep olur. Petrol rafinerilerinden çıkan SO 2 Yokkaichi astımı denilen müzmin bronşite sebep olmaktadır. Bazı bitkiler 10 milyonda 2 kısım SO 2 ’ye 6 saat maruz kalınca zarar görürler. Yonca, arpa, yulaf, turp, marul ve çam ağaçları en hassas bitkiler arasındadır. Simptomları karekteristik olup, damarlar yeşil olduğu halde damar aralarında nekrotik sararmalar görülür. Bununla beraber SO 2’ nin karaleke hastalığının salgın yapısını önlediği müşahede edilmiştir. İkinci Dünya Harbi sırasında Amsterdam’da bütün fabrikalar durdurulmuştu. Hidrojen florür (HF): Tipik bir sanayi gazı olan HF, çelik, alüminyum, süperfosfat fabrikalardan çıkar. SO 2 ile beraber bulunursa, daha tehlikeli olur. Hele en hassas bitki Glayöl olup, konsantrasyon olarak milyarlarda bir kısım mikdardan bile zarar görür. Diğer hassas bitkiler lale, frezya, bazı çam türleri, asma, şeftali ve kayısıdır. Yapraklarda SO 2 ’den farklı simptomlar gösterir. Daha ziyade yaprak kenarında sararmalar görülür. Soğanlı bitkilerin soğan verimini azaltır. Son zamanlarda HF’ün bitki dokusunda absorbe edildiği, flor bileşiklerine çevrildiği, bazı enzim sistemlerini bloke ettiği, sitrik asit çemberini etkilediği ve böylece metabolizma faaliyetlerini bozduğu anlaşılmıştır. İsviçre’de ilgi çekici bir durum görülmüştür.Normal NPK (azot, fosfor ve potasyum) karışımına bir miktar bor ilave edilerek gübreleme yapıldığında, bağlar HF’den fazla zarar görmüşlerdir. Bazı çam türlerinin de çok uzak mesafelerden zarar gördüğü tespit edilmiştir. Avrupa ve ABD’de yapılan denemeler HF’ün böcek hastalıkları üzerinde müsbet etkileri görüldüğü halde, atmosferde, HF bulunan bölgelerde kolonilerin azaldığı görülmüştür. Yine HF ile bulaşık bölgelerde çamlarda gal yapan galafildi’nin zararı artmış ve ağaç başına ortalama 500-2000 gal tespit edilmiştir. Karbon monoksit (CO): Petrolün yanmasıyla açığa çıkar. Egzozlardan bol miktarda CO neşrolunur. Şiddetli bir solunum zehiridir. Teneffüs edilirse insanları öldürür. Kanda % 5 karboxyhemoglobin teşekkül ettiği zaman simptomları hissedilir. Hidrokarbon buharları: Petrol ürünü olup, araba egzozlarından çıkar. En önemlileri etilen ve peroxyacidnitrat (kıcasa PAN)’dır. Etilen direkt olarak bitki hayatına zarar verir. Çok düşük konsantrasyonla normal büyüme hormonu olarak rol oynar. Fazla miktarda ise tomurcuklanmayı önler ve yaprakları döker. PAN fotokimyasal oksidant bir madde olup, insanlara etkisi başlangıçta fark edilmez. Bir saat sonra güneş ışığında fotokimyasal reaksiyonu ile tanınır. Göz ve mukozalara tesir eder. Bitkilerde oldukça karakteristik simptomları müşahade edilmiştir. Bazı çayır bitkilerinde yaprağı dipte, ortada ve içte olmak üzere enlemesine bölen nekrotik lekeler hasıl eder. PAN’ın hücre duvarı formasyonunda önemli bir enzim olan enolaz’ı inaktive ettiği bilinmektedir. Bazı bitkilerin yaprak altı yüzünde gümüşümsü tahribat yapar. Azot oksitleri: Arabalardan, doymamış hidrokarbon kullanan fabrikalardan, kaçak olarak gaz olarak meydana gelir. Fotokimyasal bir oksidanttır. Pan’ın terkibine girer. Trafiğin yoğun olduğu yerlerde daha fazladır. Yüksek dozda SO 2 simptomlarına benzer simptomlar gösterir. Yapılan denemeler de milyarda 250 kısım NO 2 ile fümiğe edilen (tütsülenen) domateslerin erken kartlaştığı ve mahsülün % 22 nispetinde düştüğü görülmüştür. Ozon (O 3 ): Doğrudan doğruya veya dolaylı olarak arabalardan meydana gelir. Oksidant bir maddedir. Tütün, ozona çok hassastır. Reaksiyonu palizat hücrelerinde ve yaprağın üst yüzündedir. Bitki hastalıkları ve zararları üzerine ilgi çekici rolü görülmüştür. Bazı bitki hastalıklarının gelişmesine engel olur. Bazı hallerde virüs ile hastalandırılmış bitkiler ozona karşı daha az hassasiyet göstermiştir. Tütün mozayik virüsü ile enfekte edilmiş tütünlerde temiz havadakilere nazaran ozon tütsülenmesine tabi tutulanlar % 21 nispetinde daha fazla hastalanmışlardır. Böylece ozonun virüs aktivitesini arttırdığı görülmüştür. Ozon bazı hastalık ve haşerelere değişik cevaplar vermiştir. Çeşitli arazlarını kısaca anlatmaya çalıştığımız sanayi kirleticiler sanayi inkişaflarına paralel olarak gittikçe insan sağlığını tehdit etmektedir. Ülkemizde hava kirliliğinin en tipik örneği Ankara’da görülmüş, ancak son yıllarda kaliteli yakıt ve “doğal gaz” kullanılmasıyla şehir kirliliği nispeten azaltılmıştır. Nefes almada güçlük çekilen Ankara’nın kirli havası her geçen yıl daha da tehlikeli boyutlara ulaşmaktaydı. Bu durum, 1930’lardan itibaren devam edegelmiştir. Ankara sanayi şehri olmadığından havanın kirlenmesinin sebepi bacalardan çıkan duman parçacıkları toz ile motorlu taşıtların egzoz gazlarıdır. Bu kirliliklerin şehir atmosferine dağılmasında şehrin kurulduğu bölgenin coğrafik, topoğrafik ve meteorolojik özelliklerinin ve şehrin plan ve inşaat özelliklerinin de payı büyüktür. Dünyanın en kirli şehirleri arasında yer alan Ankara’nın havasında 11 Ocak 1982 günü, kükürt dioksit ortalaması 752,4 mikrogram/m 3 e, duman ortalaması ise 186 mikrogram/m 3 e ulaşmıştı. 5 Ocak 1981 günü Ankara havasındaki kükürt dioksit derişimi 1060,9 mikrogram/m 3 , 18 Ocak 1980 günü ise 1334,5 mikrogram/m 3 olmuştur. Ayrıca Bursa, Adana, Konya, İzmir gibi sanayinin geliştiği illerimizde de hava kirliliği artmaktadır. Toprak kirlenmesi: Toprak insanların en önemli tabii kaynaklarından biridir. Zamanımızda çevrenin kirlenme sebepiyle toprak da tehlikeye maruz kalmakta ve zararlı hale getirilmektedir. Toprağın bu kirlenmesi tarımda koruma için kullanılan ilaçlardan, gübrelerden, sanayi artıklarından, radyoaktif izotoplardan ve beton, asfalt, kalay, demir, kurşun, alüminyum, polietilen gibi kirleticilerden, petrol ve diğer katı ve sıvı artıklarından ileri gelmektedir. Zirai mücadele ilaçları tatbik edildikten sonra uzun süre bozulmadan kalabilmektedir. Yapılan araştırmalara göre bu süre 3 ay ile 5 yıl arasına değişmektedir. Tatbik sahasından rüzgar erozyonu sebepiyle bitki parçacıkları, tohum sporları ve tozlarla, toprak ve bitki buharları ile, sulardan dalga serpintileri ile bulutlara taşınan pestisitler her tarafa yayılmakta, rüzgar, sis, yağmur ve karla tekrar toprak veya sulara karışmaktadır. Farklı kaynaklara göre pestisitlerin % 10 ila % 70’inin tatbik sahası dışına taşmadığı bildirilmektedir. Radyoaktif kirleticiler: Enerji üreten atom reaktörlerinden çıkan artık, kaza sonucu veya izotop artıkları ile radyoaktif maddelerin kendilerinden doğan bir kirliliktir. Radyum, uranyum gibi bazı elementlerin fizik ve fizyolojik etkiye s¨ib ışınlar neşretmelerine radyoaktivite denir. Radyoaktif maddelerin atom çekirdeklerini parçalaması sonucu o madde yok olur ve korkunç bir enerji hasıl olur. Bundan istifade ile atom bombası yapılmıştır. Atom bombası patlatıldığında kısa sürede çok yüksek ısı, ışın ve sadme etkileri meydana gelir. Bu sebeple atom bombası patlatılan yerdeki katı cisimler de gaz haline geçer ve havaya karışan bu maddeler patlayıcı maddenin yanısıra radyoaktif maddenin artıklarını taşır. Meydana gelen radyoaktif bulutlar birkaç yüz kilometreye kadar yayılarak yere düşer. Radyoaktif maddeler neşrettikleri şualarla (bilhassa gamma ışınları) canlı hücre, dolayısıyle dokulara etki ederek bir takım arazların ortaya çıkmasına sebep olurlar. Akyuvarlar tahrib olmakta, alyuvarlar üreyememekte, dokular tahrib olarak kanser meydana gelmektedir. Radyoaktif tesire maruz kalmış ana ve babaların çocuklarında çeşitli anormallikler ortaya çıkar. Halen Japonya’da atom bombasının etkilerinin silinememiş olması ve zararlarının irsiyete intikal etmesi, bu tesirin korkunçluğunu ortaya koyar. Biyolojik kirleticiler: Mikroorganizmalar (mikroplar, bakteriler), insan, hayvan ve bitkilerden hastalık yapan canlıların (patojen) bir kısmı, devamlı olarak çevrede müsait şartlar bulursa faaliyetini arttırır. Bu şartlar ortadan kalkarsa faaliyeti yavaşlar veya durur. Kendisi için müsait ortama bulaşırsa salgınlar meydana gelir. Salgın esnasında, çevre artık o tesirle kirlenmiştir. Mikropların azalması, yani hayatını devam ettiremeyecek seviyeye düşmesi veya koruyucu tedbirlerin alınmasıyla veya bazı şartlarda bağışıklığın hasıl olmasıyla salgınlar da ortadan kalkar. Neticede fazla çoğalan hastalık mikrobu azalır ve tekrar denge sağlanmış olur. Avrupa’da 1840 yılında patateslerde görülen mantar hastalığı sebepiyle birçok kimse Amerika’ya göç etmek zorunda kalmıştır. 1850’de Fransa’ya giren ve bağlarda korkunç zararlar yapan Filoksera uzun seneler her yıl ortalama bir milyon Frank zarara sebep olmuştur. 1843’de Kırım’da başlayan veba salgını Avrupa’ya sıçramış ve 8 yıl devam ederek 25 milyon insanın ölümüne sebep olmuştur. Hastalığın çıktığı yerde mümkün olan koruyucu tedbirlere ve karantina uygulamasına geçilse bile bazı şartlarda insanoğlu aciz kalmaktadır. Nitekim bazı mantar sporları atmosfer hareketleriyle 12.000 kilometreye kadar yayılabilmektedir. Dolayısıyle salgınlara karşı dikkatli ve devamlı tedbirlerin alınması lazımdır. Aksi halde korkunç neticelerle karşılaşmak mümkündür. Son yıllarda çevre kirlenmesi mevzuunda yapılan neşriyatlarla kamuoyu (efkar-ı umumiye) aydınlatılmıştır. Bilim adamları dünyanın aya giden bir uzay gemisinden alınmış resimlerine işaret ederek, bütün insanların arz küresi (yerküresi) adındaki uzay gemisine binmiş astronotlar olduğunu hatırlatmıştır. Bu gemiye eskiden beri oldukça çok iyi dengelenmiş bir hayati destek sistemi ihsan edilmiştir. Bu sistem öyle büyüktür ki, milyonlarca insanın ihtiyacını karşılamaktadır. Bu dengenin ne kadar süreceği ve ne derecede insana faydalı olacağı, muazzam teknolojik, politik ve dini çok yönlü meseleler arz eden bir sorudur. Sanayileşme, insan kültürlerinin bütün üyeleri için yeterli bir hayat seviyesi geliştirmek bakımından lazım olmasına rağmen, madde ve enerjiyi verimli bir tarzda kullanmak ve bu hedefe artık madde hasıl etmeden varmak, gittikçe artan güçlüklerdendir. Artık madde üretilmesi de kirlenmenin kaynağını teşkil eder. Kültürel gelişme ve sanayileşme, insanlar ile yani nüfusla doğru orantılıdır. İnsan nüfusundaki artma doğuştan ziyade ölüm hızındaki değişimle ilgilidir. Çevre kirlenmesi ile mücadele: 1947’de Los Angales’te endüstriyel kirleticilere karşı sert tedbirler alındı. Evlerde dahi çöp yakılması yasaklandı. Çünkü hergün 500 ton kirletici çıkmaktaydı. Bu tedbirlere rağmen sadece sis beyazlaşmış, fakat zehirlerde pek az bir eksilme olmuştur. O günden beri sanayi bölgelerinde uygulanan bazı tedbirler kesin netice vermemiştir. Bu gün dahi endüstriyel kirleticiler üzerinde yapılan çalışmalar kesin netice vermekten uzaktır. Mesela ABD’de 1961’den itibaren araba egzozlarından çıkan gazı tekrar yakmak üzere uyguladıkları sistemlerde bile kesin neticeye ulaşamadıkları görülmektedir. Fakat topyekün ve milletlerarası kanunlarla zararı asgari seviyede tutmak mümkündür. 1763 yılında ilk defa bir zirai ilaç, tütün tozundan elde edilen bir eriyik, yaprak bitlerine karşı kullanılmıştır. Bu tarihten itibaren zehirsiz bitkisel zirai mücadele ilaçları kullanılırken, 1865’te ilk sentetik ilaç olarak Paris yeşili (bakır aset arsenit) piyasaya çıkmıştır. 1932 yılından itibaren de ilk sentetik organik insektisitler uygulama sahasına girdi. Böylece zirai ilaçlar sanayii, görülmemiş bir ilerleme kaydetti. Birinci Dünya Savaşından sonra kuvvet şuruplarına konan radyumun yorgunluğu ve artridi bertaraf ettiği reklam edilmişti. Radyum ayrıca ışıklı boya imalinde de kullanılmıştı. Bu boyayı saat kadranına süren işçilerden bir kısmı radyum zehirlenmesinden öldü. Geriye kalan 40 kişi kemik kanserine yakalandı ve 30 yıl içinde öldüler. Radyum’u keşfeden Madam Curie de aynı maddenin radyoaktif etkisi sebepiyle öldü. Bugün radyoaktivitenin zararları kesinlikle bilinmesine rağmen, atom bombası denemeleri aralıksız devam etmektedir. Hemen hemen dünyanın bütün devletleri bu silahı elde etme çabasındadır. Radyoaktif maddelerin yayılmasını önlemek için ABD ve Rusya arasında yapılan görüşmeler olumlu sonuçlar vermiş ise de bu anlaşmaya imza koyan Fransa ve Komünist Çin yahut bu silaha sahip diğer ülkelerin atom bombası patlatmaması gereklidir. Ve bugün insanoğlu atom enerjisini kendini tahrib etmek için değil, kendine hizmet ettirmek için kullanmak zorundadır. Bundan bir asır önce sarı humma salgınında hastaya kusturucular, müshiller verilmekte, hastanın kanı alınmaktaydı. Bugünkü bilgiler altında bu tedavi değil cinayet olur. İnsanoğlu her ne kadar bugünkü seviyeye ulaşmış ise de yine sebepi bilinmeyen sayısız hastalıklar vardır. O halde çevre, bilinmeyen sayısız düşmanlarla doludur. Bazı devletlerin elinde bulunan biyolojik silahlar tehlikeyi daha da artırmaktadır. Ne var ki, aynı silahın bir müddet sonra kendilerine de çevrileceğinden korkan bu silaha sahip devletler, kullanmaktan çekinmektedirler. Bugün eradikasyon tarama ve yok etme (mücadele) çalışmalarının, koruyucu tedavinin başarıları her ne kadar büyük ise de, devamlı ve dikkatli çalışma ve araştırmalar gerekmektedir. Bugün Türkiye’de etraftaki temiz suları kirletmemesi için pis suları toplayan ve uzaklaştıran kanalizasyonun bile bir mesele teşkil etmesi düşündürücüdür. Mühim olan kanalizasyonda toplanan pis suların nereye ve nasıl verileceğidir ve bunlar çevre kirlenmesinin en büyük meselesidir. İnsanların yaptığı düşük seviyeli radyasyon, röntgen ışınlarından, radyoaktif malzemelerden ve televizyonun da içinde yer aldığı elektrik aletlerden çevreye yayılır. 1960’da nükleer denemelerin atmosferde, uzayda ve su altında yapılması milletlerarası bir anlaşmayla yasaklanmıştır. Yüksek dereceli sıvı nükleer artıklar, katı hale getirilmekte ve böylece hacimleri 1/10’a indirilerek denizaltında muhafaza içinde biriktirilmektedir. Görülüyor ki, çevre kirlenmesinin önüne tamamen geçmek mümkün değildir. Fakat mevcut imkanlarla hassasiyetle ele alınırsa zararları ehemmiyetsiz seviyelere indirilebilir. Nitekim yapılan çalışmalardan kesin olmamakla beraber tatmin edici sonuçlar almak mümkün olmaktadır. Nitekim son zamanlarda genetik usullerle petrol artıklarını yiyen bakteri ırklarının üretilebilmesi ve eritilebilmesi sevindiricidir. Ancak milletlerarası tedbirlerin istisnasız uygulanması şarttır. Mesela egzoz gazlarını yakan sistemi olan bir araba, egzoz gazlarını doğrudan doğruya dışarıya veren aynı arabadan daha pahalı ve masraflı olmaktadır. Baca gazlarını ve kanalizasyona verilen maddeleri tasfiye edecek (arıtacak) ve temizleyecek bir fabrikanın masrafı bu işleri yapmayan diğer bir fabrikadan daha yüksektir. Daha az ilaç kullanan yahut ilaçsız mücadele yapan bir memleketin zirai ürünleri rekabetten mahrumdur. Atom bombasına sahip olmıyan ülkeler kendilerini emniyette hissedemezler. Salgınlara karşı uygulanacak koruyucu tedbirler fazla masrafı gerektirir. Bütün bu mahzurların bertaraf edilmesi milletlerin samimi işbirliği ile gerçekleşir. Ne yazık ki, bunu ümid etmek mümkün değildir. Doktorun vereceği antibiyotiklerin yan tesirleri var diye doktora gitmemek mi lazım? Tarlasında hastalık ve haşere olan çevre kirlenecek, kuşlar ölecek diye ilaç kullanmıyacak mı? Parası olan fazla kar getiren sanayi kuruluşlarına sanayinin havayı kirlettiği gerekçesiyle yatırım yapmasın mı? Yoksa imkanı olanlar araba almasınlar mı? Artık insanoğlu geriye dönmeyi, antibiyotiksiz, pestidsiz, sanayisiz ve otomobilsiz bir hayatı istemiyor. Fakat teknik adına insanlığı tahrib eden çevre kirlenmesine de tahammül edemiyor. Bu birbirinin zıddı iki şeyi insanlığın refah ve saadeti istikametinde birleştirmek lazımdır. Müsbet ilimlerdeki ilerlemelere hızla devam edilmesi ve şimdiye kadar çevre kirlenmesi bakımından ortaya çıkan mahzurların iyi niyetle bertaraf edilmesiyle bu gayeye ulaşmak mümkündür. Bunun için evvela medeniyetin ne olduğunu iyice kavramak lazımdır. İnsanlığa saadet yolunu gösteren atalarımız, medeniyeti, “tamir-i bilad, terfih-i ibad” olarak, yani ülkeleri mamur kılmak ve imar etmek, medeniyet imkanları ile techiz etmek (donatmak), inanları ruh, düşünce ve beden bakımından rahat yaşatmak olarak tarif etmiş ve bunu gaye edinerek dünyada huzur ve sükunu tesis etmiş, mamur ve müreffeh şehirlerle dolu büyük devletler ve medeniyetler kurmuşlardır. Medeniyet böyle anlaşılmadıkça milletlerarası samimi işbirliğini ümid etmek hayaldan öteye geçmez. Bir zamanlar şehirlere akın eden insanoğlu, bugün şehirlerden kaçıp, mümkün olan her fırsatta şehirlerin boğucu havasından kurtulup köylere, sakin yerlere gitmek istemektedir. Bunun sebepi şehirlerin maddi yönden olduğu kadar manevi yönden kirlendiğini göstermektedir. Bugün insanların his organları pis şeyleri idrak etmekte; gözleri iğrenç manzaraları seyretmekte, kulakları kötü sözleri işitmekte, burunları fena kokuları duymakta, dilleri zehir tatmakta ve zehir söylemektedir. Bu sebeple beyinler kirlenmekte ve kalpler kararmaktadır. Çevre kirliliği ile mücadelenin iki ana noktası mevcuttur. Bunlar; bozulmamışı bozulmaktan koruma (dış etkileri ortadan kaldırma) ve bozulmuşu düzeltmedir. Bunun için kirleticiler daha kaynaklarında iken yayılmadan tamamen veya kısmen tutulur. Mesela; hava kirlenmesinde gaz çıkış yerlerine, çeşitli filtreler takılır. Kanalizasyon suları arıtma tesislerinde çökeltme, havalandırma, süzme, nötrleştirme, dezenfeksiyon gibi işlemlerden sonra tabiata terkedilir. Denizlerde kıyılarda, nehir deltalarında çeşitli tedbirler alınır. Gemilerin artıklarını rastgele boşaltmalarına, sahil şeridine kanalizasyon ve çöp birikintilerinin verilmesine ve nehirlerin erozyon toprağı ile yatağını doldurmalarına mani olunur. Umumiyetle gürültü “istenmeyen bir ses” olarak tarif edilir. Halbuki günümüzde gürültüyü “insan sağlığına zararlı bir ses” diye tarif etmek daha doğrudur. Çok fazla gürültü, işitme duyusunun kaybolmasından yüksek tansiyona kadar çeşitli şekillerde insan sağlığına zarar verebiliyor ama, gürültü ile geçen kamyonların sesini, dışarda top oynayan çocukların sesini, elektronik beton delicinin kulak tırmalayıcı gürültüsünü, sonuna kadar açılan teybin ve radyonun bağırtılarını duymamazlıktan gelmek mümkün değildir. O halde görültüyle birlikte yaşamaya alışıp sağlığa en az zarar verecek şekilde indirecek tedbirleri almalıdır. Hiç beklenilmeyen çok yüksek bir ses duyulduğu zaman kan damarlarında hormonlar dolaşır, kalp daha hızlı çarpar, eller buz gibi olur, ağız kurur, mide yerinden oynamış gibi olur. Bu şiddetli tepkinin sonucu, sinir sistemi, kalp ve diğer organlarda belli bir gerginlik ortaya çıkar. Bu gerginliğin devamlı ve sık görülmesinin sonuçları, gürültülü fabrikalarda çalışan işçilerde işitme duyusunun kaybolması, kalp hastalıkları, yüksek tansiyon, ülser gibi çeşitli mide hastalıkları, sinir hastalıkları gibi sağlık meseleleri, sessiz yerlerde çalışan işçilere nispetle daha çok görülür. Gürültüyü önlemek için turbo jet tipi uçak motorları turbo fan şekline dönüştürülüp, fanların da gürültüsü azaltılmaya çalışılmaktadır. Aletler ve makinalar gürültüsüz tipe dönüştürülmekte veya gürültüyü yutacak malzeme kullanılarak alet ve binalar izole edilmektedir. Otoyollarda gürültüyü tutucu duvarlar inşa edilmektedir. Kulaklarda köpüklü plastik veya balmumu katılmış pamuk tıkaçlar kullanılmaktadır.