Filozoflar

Çerkeşi Mustafa Efendi Kimdir, Hayatı, Mutasavvıflığı

Çerkeşî Mustafa Efendi, (ö. 1229/1814) Halvetiyye-Şâbâniyye tarikatının Çerkeşiyye kolunun kurucusu.

Çankırı’nın Çerkeş ilçesinde doğdu. Kaynaklarda doğum tarihi ve hayatı hak­kında fazla bilgi yoktur. Ölüm tarihiyle ilgili bilgiler de farklıdır. Hüseyin Vassâf. “Oldu şeyh vâsıl-ı cânân yâhû” mısraını kaydederek 1224 (1809) tarihini verir. Sâdık Vicdanî ise kaynak göstermeden 1229’da (1814) öldüğünü belirtir. Son zamanlarda yapılan bir araş­tırmada Sâdık Vicdânî’nin verdiği tarih doğrulanmış bulunmaktadır. Bu araştır­mada, Çerkeşfnin müridi olduğu tesbit edilen Akif Paşa’nın bir manzumesinden hareketle şeyhin doğum ve ölüm tarih­leri belirlenmiştir. Akif Paşa bu manzumesinde şeyhinin yet­miş üç yaşında öldüğünü söyler ve tarih olarak, “Hû deyip firdevs-i vasla erdi pîrim Mustafâ” mısraını kaydeder. Bu mıs-radan şeyhin 1229’da vefat ettiği ve yet­miş üç yıl yaşadığına göre 1156’da (1743) doğduğu anlaşılmaktadır. Şeyhin türbe­si Çerkeş’te kendi adıyla anılan caminin içindedir.

Çerkeşî Mustafa Efendi. Safranbolu’­ya bağlı büyükçe bir köy olan Zora’da yetişen Halveti-Şâbânî şeyhlerinden Şeyh Mehmed Efendİ’ye intisap etmiş ve on­dan hilâfet almıştır. Baş tarafında, ule­mâ İle tarikat mensupları arasındaki ih­tilâfın mahiyeti ve çözüm yolları hakkın­da devrin padişahı tarafından yöneltilen sorulara cevap olarak kaleme alındığı kaydedilen Risale İî tahkiki’t-tasavvuf adlı birkaç sayfalık Türkçe risalesinden Çerkeşî Mustafa Efendİ’nin şöhretinin İstanbul’da saraya kadar ulaşmış oldu­ğu anlaşılmaktadır. Risalede adı geçme­mekle birlikte söz konusu padişah muh­temelen II. Mahmud”dur. Nitekim bazı kaynaklarda risalenin II. Mahmud’un emriyle yazıldığı kaydedilmiştir. Çerkeş! Mustafa Efendi’nin bir süre İstanbul’­da ikamet ettiği görüşü, risalenin başında padişaha gönderildiği açıkça kaydedildiğine göre bir varsayım­dan İbarettir. Ayrıca İstanbul’daki ulemâ ve meşâyihe de sorulup sorulmadığı şim­dilik tesbit edilemeyen bu soruların ce­vabının Çerkeşî Mustafa Efendi’den is­tenmesi, onun ilim ve irfanının seviyesi­ni, şöhretinin yaygınlığını göstermesi açısından son derece önemlidir. II. Mah­mud’un, saltanatının ilk yıllarında Kas­tamonu’da çıkan Tahmisçioğlu isyanını bastırma hususunda şeyhin nüfuzundan faydalanmak amacıyla ona bu soruları sormuş olabileceğinin ileri sürülmesi, risalenin muhteva­sına göre çok uzak bir ihtimaldir.

Çerkeşî Mustafa Efendi bu risalede tasavvuf tarihi açısından dikkate değer önemli tesbitlerde bulunur. Ona göre tarikat mensuplarının ulaşmaya çalıştık­ları tasavvuf yolu fiil. sıfat ve zât tecel­lileri (tecellî-i ef’â, tecellî-i sıfat, tece!lî-i zât) olarak tanımlanan üç halden ibaret­tir. Bu üç tecelliye mazhar olanlar zahi­ren üç bâtıl fırka mensuplarına benzerler. Fiil tecellileri sahipleri Cebriyye. sıfat ve zât tecellileri sahipleri ise Hulûliyye ve İttihâdiyye mensuplarına benzetilebilirler. Ancak bu üç halin kendilerinde tecelli ettiği sûfılerin cebir, hulul ve ittihad fi­kirleriyle hiçbir ilgisi yoktur. Süfîleri bu bâtıl fırka mensuplarından ayırt etme­nin temel ölçüsü şerîat-ı Muhammediyye’dir. Şeriattan ayrılmamak şartıyla yu­karıdaki üç hal ve makamın kendisi üze­rindeki tecellilerinden bahseden sûfınin sözleri İlâhî sır ve hikmetlerden ibaret­tir; ondan zuhur eden olağan üstü hal­ler ise keramettir. Ancak keramet gös­termek Allah, peygamber ve mürşid ka­tında makbul değildir; çünkü edebe aykırıdır. Şeriata aykırı en ufak bir hareket­te bulunan sûfı sapıktır; sözleri ilhâd ve ifsat, ondan zuhur eden haller sihir veistidrâc’dır.

Risalenin daha sonraki satırları, şeyh­ten Melâmîler’le ilgili görüşünün de so­rulduğu kanaatini vermektedir. Çerkeş! Mustafa Efendi, halkın ve anlayışsız za­hir ulemâsının hakikatini kavramaktan âciz oldukları, zahiren şeriata aykırı söz­ler söyleyen ve bazı davranışlarda bulu­nan Melâmî büyüklerinin dikkatle ince­lendiğinde şeriata ters düşen hiçbir hal­lerinin olmadığını söyler. Ona göre hal­lerini gizlemeyi sevdiklerinden şeriatın zahirine aykırı gibi görünen söz ve dav­ranışlarla kendilerini halkın ilgi odağı ol­maktan çıkarmayı tercih eden Melâmî-ler kâmil insanlardır; fakat kemale er­dirici değildirler. Kendileri “râşid” olup “mürşid” olamazlar. Onlardan dua iste­mek ve irşad talep etmek doğru değil­dir. Çünkü talibi şüpheye sevkedebilirler. Halbuki irşad talibi şüpheye düşürmek değil aksine şüphelerini gidermektir. İr­şad, Allah’ın kulunu kendine cezbedip kemale eriştirdikten sonra tekrar beşe­riyet makamına döndürmesidir. Mürşid. kâfiri küfürden imana, halkı mâsiyetten ibadete, havasst ise mâsivâdan ilâhî vus­lata davet etmekle Allah’ın görevlendir­diği ve bu konuda kendisine halifelik ver­diği kişidir. Peygamberler de birer mürşiddir. Eğer mürşid peygamber ise bu göreve “nübüvvet-i ta’rîfiyye” adı verilir. Peygamberler getirdikleri şeriatın hü­kümlerini ümmetleri üzerinde uygula­makla yükümlü oldukları gibi mürşidler de zikir, evrâd, halvet gibi tarikatlarının gereklerini müridlerine uygulatmakla gö­revlidirler. Dinin koruyucusu olan ulemâ­dan nefret edip sûfîlik iddiasında bulun­manın, tarikat ve şeriatı birbirinden fark­lı şeyler gibi göstermenin, ulemâ ile me-şâyihin üzerinde birleştikleri taat, riya­zet, mücahede gibi hususları terketme-nin sapıklık olduğunu söyleyen Çerkeşî Mustafa Efendi’ye göre ulemâ bu gibi sahte sûfîlerle gerçek süfîleri ayırt etme gayretini göstermeden aleyhlerinde birçok risale kaleme almış, sûfîler de on­lara cevap vermişlerdir. Çerkeşfnin bu konudaki son sözü şudur: Ulemâ ile meşâyih arasındaki ihtilâf lafzîdir, araların­da manada ve özde ihtilâf yoktur. Onun bu uzlaştırıcı tavrı ulemâ üzerinde tesi­rini göstermiştir. Nitekim Şeyhülislâm Arif Hikmet Bey ve Şeyhülislâm Mehmed Sâdeddin Efendi, devrin tanınmış âlim­lerinden Mehmed Zihni Efendi, kelâmcı Abdüllatif Harpûtî onun tarikatına inti­sap etmişlerdir.

İslâm toplumunda tarih boyunca önem­li bir problem teşkil eden şeriat-tasav-vuf ilişkisi konusunu inceleyip açık ve net bir şekilde ortaya koyan bu risale birkaç defa basılmıştır. Ayrıca 48,5 x 34,5 cm. ebadındaki bir levhaya sülüs hatla yazılarak türbesinin bulunduğu camiye asılmıştır. Rîsâle ü tahkiki’t-tasavvuf Abdülkerim Abdülkadiroğlu tarafından yayımlanmıştır.

Çerkeşî Mustafa Efendi’nin Mehmed. Mesud ve Osman Vehbi adlı oğullan ken­disinden sonra irşad faaliyetlerini sürdü­rerek birçok mürid ve halife yetiştirmiş­lerdir. Osman Vehbi Efendi’nin (ö. 1277/ 1860) soyundan İstanbul’da Çerkeşîzâ-deler adı verilen bir ulemâ ailesi meyda­na gelmiştir. Babasının ölümünden son­ra Ankara’ya yerleşerek şehrin tanınmış âlimlerinden biri olan Osman Vehbi Efendi’yi II. Mahmud İstanbul’a davet etmiş ve kendisine İstanbul ruûs’u verilmiş­tir. Çeşitli eserleri olan Osman Efendi’­nin II. Mahmud için kaleme aldığı el-Hış-nü’l-haşîn (Kahire, ts.) ve Tasrifâtü’I-Fârisiyye adlı iki kitabı ba­sılmıştır.

Osman Vehbi Efendi’nin oğlu Mehmed Tevfik Efendi Beşiktaş, Halep, Çankırı, Bursa, Balıkesir ve Mısır’da mevleviyet görevlerinde bulunduktan sonra Medi­ne kadısı olmuş, daha sonra Ankara’ya dönerek on İki yıl müderrislik yapmış­tır. Üç yıl İstanbul kadılığı yaptıktan son­ra Rumeli kazaskerliği muavinliğine ta­yin edilmiş (1886), aynı yıl Meclis-i Meşâyih Nezâreti reisi olmuş, 1889’da Ana­dolu, ertesi yıl Rumeli kazaskeri paye­lerini almış ve şeyhülislâmlığın Meclis-i Müellefât Encümeni başkanlığına tayin edilmiştir. Dedesi Çerkeşî Mustafa Efen­di’nin tarikatına  mensup olan Tevfik Efendi vefatında (1893), bir Şâbânî-Çerkeşî tekkesi olan Aksaray Sofular’daki Ekmel Dergâhı’na defnedilmiştir. Mehmed Tevfik Efendİ’nin Gâyetü’l-beyân fî ilmi’l-mîzân, Hediyye-tü’s-sıbyân, Divançe, Kasâid-i Tevfîk, Levâyihu’l-kudsiyye, Behcetü’t-tarf ü ümi’s-sari, Meziyyet-i İslâmiyye, Miftâhu’I-akâid, Şerh-i Akâid-i Nesefî Tercüme-si’ndeki Hatalara Dair Risale (baskı ye­ri ve yılı yok) adlı eserleri basılmıştır.

Tevfik Efendi’nin oğlu Ahmed Muh­tar Efendi nakîbüleşraf’lık görevinde bulunmuştur. Osman Vehbi Efendi’nin Mehmed Refî adlı oğlundan olan toru­nu Halil Hâlid Bey (ö. 1934), Mekteb-i Hu­kuk1 u bitirdikten sonra gittiği İngilte­re’de Cambridge Üniversitesi1 nde Türk dili ve edebiyatı hocalığı yapmış, edebi­yat, tarih, dış politika, iktisat alanların­da dikkate değer eserler yazmış önemli bir fikir adamıdır.

Çerkeşî Mustafa Efendi’nin tarikat sil­silesi Zoralı Şeyh Mehmed, Mudurnulu Şeyh Abdullah Rüşdü [ö. 1141/1728-29), Şâbâniyye’nin Nasûhiyye kolunun kuru­cusu Şeyh Mehmed Nasûhî Üsküdârî (ö 1130/1718), Karabaşiyye kolunun kuru­cusu Karabaş Velî (ö. 1097/1686) vası­tasıyla tarikatın pîri Şeyh Şâbân-ı VelF-ye (ö. 976/1568) ulaşır. Şâbâniyye men­suplarınca tarikatın ikinci kurucusu an­lamında “pîr-i sânı” unvanıyla anılan Çerkeşî Mustafa Efendi’nin on üç veya on bir halifesi olduğu kaydedilmektedir. Bun­lardan ancak altısının adı ve kimliği tesbit edilebilmiştir. Halifelerin faaliyetleri sonucu Çerkeşiyye tarikatı Batı Karadeniz, başta Anka­ra ve çevresi olmak üzere Orta Anado­lu, İstanbul ve Balkantar’da yaygınlık ka­zanmıştır.

Çerkeşiyye’den Beypazarlı Ali Efendi’­nin halifesi Kuşadalı İbrahim ile Gere­deli Halil Efendi’ye nisbet edilen İbrâhi-miyye ve Halîliyye adlı iki şube meyda­na geldiği söylenirse de bunlardan ancak ilki bir kol olarak kabul edilebilir. Çerkeşfnin em­rine uyarak ölümünün hemen ardından İstanbul’a giden ve Şeyhülislâm Dürrîzâde Abdullah Efendi tarafından Fındık-zade’deki Beşikçizâde Dergâhı şeyhliğine tayin edilen Beypazarlı Ali Efendi’nin (ö. 1234/1819) yetiştirdiği tek halife olan Kuşadalı İbrahim Efendi (ö. 1262/1846) tekke, taç, hırka gibi tarikatlara ait ge­leneksel unsurları reddeden fikir ve uy­gulamalarıyla Türk tasavvuf tarihinde çok önemli bir yere sahiptir. Tarikata Melâmetî bir hüviyet kazandıran Kuşa-dalı’nm Mehmed Tevfik Bosnevî ile (ö. 1283/1866) devam eden silsilesi, “Fâtih türbedan” diye meşhur olan Ahmed Amiş Efendi (ö. 1920) vasıtasıyla günümüze kadar ulaşmıştır.

Çerkeşînin diğer tanınmış halifesi ümmî bir zat olan Geredeli Halil Efendi’dir. Şeyh Halil Efendi II. Mahmud tarafından İstanbul’a davet edilmiş, amellerin niyet­lere göre olduğunu ifade eden hadise verdiği mânalar padişahı ve huzurda bu­lunanları hayrete düşürmüş, büyük ilti­fat ve takdire mazhar olmuştur. Gere­de’de vefat eden Halil Efendi’nin türbe­si Aşağı Tekke Camii’nin bahçesindedir.

Geredeli Halil Efendi’nin halifelerin­den Ömer Fuâdî (ö 1274/1857), İstan­bul’da Sofular Ekmel Dergâhı’nda uzun yıllar şeyhlik görevinde bulunmuştur. Devrin İki şeyhülislâmı Arif Hikmet ve Mehmed Sâdeddin efendilerin kendisi­ne intisap etmeleri, Ömer Fuâdî Efendi ve Şâbâniyye-Çerkeşiyye’nin ulemâ üze­rindeki tesirini göstermesi bakımından önemlidir. Vefatından sonra makamına oğulları Abdullah Rüşdü (ö 1299/1882) ve Yâkub Şıdkı (ö. 1319/1901) geçmiş, Yâkub Efendi’nin ölümünden sonra der­gâh oğlu Yûsuf Selâhaddin İle Abdullah Rüşdü’nün oğlu Mustafa Sîret efendiler tarafından yönetilmiştir. Daha sonra Üs­küdar’daki Atik Valide Şâbânî dergâhı­na tayin edilen Mustafa Sîret Efendi. Meclis-i Meşâyih âzası olarak da görev yapmıştır.

Geredeli Halil Efendi’nin diğer halife­si Yazıköylü Emin Efendi, bugün Bulga­ristan sınırlan içinde kalan Nevrekop’a giderek irşad faaliyetinde bulunmuştur. Emin Efendi’nin Mir’âtü’l-âşıkin adlı eseri basılmıştır (baskı yeri ve yılı yok). Halifesi Nevrekoplu Ahmed Efendi’nin burada açtığı dergâh Balkan Harbi’nde Bulgarlar tarafından yakılmıştır.

Diyarbekirli Hacı Mustafa Safî Efen-di’yi (ö. 1263/1847), Hüseyin Vassaf Ge­redeli Halil’in halifesi olarak gösterir. An­cak Safî Efendi hakkında bir menâkıb-nâme yazan İbrahim Hilmi onun aslında Çerkeşî Mustafa Efendi’nin halifesi ol­duğunu söyler. Safî Efendi’nin halifesi Geredeli Saatçi Abdullah Efendi’nin müridi Halil Rahmi Efendi (ö. 1284/1867), uzun yıllar Dîvân-ı Hümâyun Kalemi’nde görev yapan Necib Efendi’nin (ö. 1307/ 1890) şeyhidir. Necib Efendi Aksaray’da­ki evinde irşad faaliyetini sürdürmüş, devrin tanınmış âlimleri Mehmed Zihni Efendi ve Abdüllatif Harpûtî kendisine mürid olmuşlardır. Oğlu Fahri Efendi Kanlıca’daki Atâullah Dergâhı’nda şeyh­lik yapmıştır.

Sultanahmet’teki Sokullu Mehmed Pa­şa Dergâhı şeyhi Hüseyin Efendi’nin oğ­lu olan Şeyh Mustafa Hulusi Efendi de (ö. 1299/1882) Geredeli Halil’in halifelerindendir. Halil Efendi İstanbul’a geldi­ğinde kendisine intisap ederek onunla birlikte Gerede’ye gitmiş, sulûkünü ta­mamladıktan sonra babasından boşalan dergâhın şeyhliğine tayin edilmiştir. Ölü­münden sonra makamına oturan oğlu Hayrullah Efendi’nin birkaç ay sonra ve­fat etmesi üzerine dergâhta irşad faali­yeti diğer oğlu Atâullah Efendi (ö. 1308/ 1890-91) tarafından sürdürülmüştür. Atâ­ullah Efendi’den sonra yerine, halifesi Beykozlu Ahmed Efendi’den icazet alan oğlu Mehmed Nidâî Efendi şeyh olmuş­tur.

Halil Efendi’nin Kütahyalı Şeyh Salih Efendi adlı halifesi vasıtasıyla devam eden diğer bir silsilesi günümüze ulaş­mıştır.

Çerkeşî Mustafa Efendi’nin bir halife­si de İstanbul Zeyrek’te Kilise Camii ya­nındaki Akşemseddin Dergâhı Şeyhi “Se­merci Şeyh” diye anılan İbrahim Efendi’­dir (ö. 1247/1831). Onun vefatından son­ra bu dergâhta halifesi Şeyh Halil Efendi (ö. 1274/1858) ile bu zatın oğlu ve ada­şı Halil Efendi (o. 1333/1915) görev yap­mışlardır.

Kaynaklarda adı geçmeyen diğer bir Çerkeşî halifesi de Ankaralı Tiritzâde Hü­seyin Efendi’dir. Madde yazarının bir Şâ­bânî şeyhinin elinde bizzat gördüğü Şâ­bâniyye silsilenamesinden Çerkeşî hali­fesi olduğu anlaşılan Hüseyin Efendi’nin silsilesi günümüze kadar ulaşmış olup İstanbul ve Karadeniz bölgesinde men­supları bulunmaktadır. Çerkeşî Musta­fa Efendi’nin adı ve kimliği tesbit edilen son halifesi. Hacı Bayrâm-ı Velî soyun­dan gelen şair Ahmed Nuri Baba’dır (ö. 1263/1847). Şeyh Halil Baba’nın oğlu olan Ahmed Nuri Baba, babasının ölümünden sonra Çerkeş’e giderek Mustafa Efen­di’ye intisap etmiş ve onun halifesi ol­muş, ancak Melâmetî tav­ra sahip olduğundan İrşad faaliyetinde bulunmamıştır.

Diyanet İslam Ansiklopedisi