Nedir ?

Çandarlı -Ailesi- Tarihçesi, Kökeni, Kimlerdir, Hakkında Bilgi

Çandarlı, XIV. yüzyılın ilk yansında Osmanlı hanedanı ile birlikte ortaya çıkan ve Osmanlı Devleti’nİn gelişmesinde rol oynayan bir Türk ailesi.

Orhan Gazi devrinden başlayarak II. Selim’in tahta çıkışının ilk yıllarına ka­dar birçok ilmiye ricali ve devlet adamı yetiştirmiş bir sülâledir. Mevcut şecere­lere göre bu aile mensuptan çeşitli kol­lar halinde zamanımıza kadar gelmiş, son devirlerde içlerinden bazıları muta­sarrıf olarak görev yapmış, bir kısmı da İznik yöresinde âyanlıkta bulunmuştur.

Ailenin adı çeşitli kaynaklarda Cenderî, Çenderî. Çandarlı, Cenderlü ve Çandarlu, Cendereli ve Cenderelü olarak de­ğişik şekillerde yazılmış olmakla bera­ber sonradan Çandarlı okunuşu yaygın­lık kazanmıştır. Ancak ailenin reisi Halil Hayreddin Paşa’nın, İznik’te bulunan ca­mi kitâbesiyle Serezdeki Eskicami kita­besinde nisbesi Cenderî şeklinde göste­rildiği ve Gazi Evrenos Bey’e verilen 1390 tarihli beratta, oğlunun isminin İlyâs b. Halîl el-Cenderî olarak yazıldığı husus­ları dikkate alınırsa aile adının Cenderî tarzında okunmasının daha doğru olacağı söylenebilir.

Çandarlı ailesinin nasıl ve nereden or­taya çıktığı hususu da pek açık değildir. Gerek aile arasındaki rivayetler gerekse ilk Osmanlı müelliflerinden Ahmedi’nin Kara Halil Hayreddin Paşa”yı “Cenderî” olarak belirtmesi, ailenin Karaman vilâ­yetinin Sivrihisar (Nallıhan) kazasına bağ­lı Cendere köyünden çıktığı ihtimalini or­taya koymaktadır.

Kara Halil Efendi, ilk Osmanlı Sultanı Osman Gazi’nin kayınpederi Şeyh Ede-bâlî ile akraba (bacanak) olup Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda önemli rol oy­nayan ahî teşkilâtına mensuptu. Dolayı­sıyla Çandarlı ailesi daha o devirde seç­kin şahsiyetlere sahipti ve tanınmış aile­lerle akrabalık kurmuştu.

Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa’-dan sonra gelen oğulları ve torunların­dan Ali Paşa. İbrahim Paşa, II. Halil Pa­şa ve II. İbrahim Paşa veziriazam lığa ka­dar yükselmiş devlet adamlarıdır. Halil Hayreddin Paşa’nın üç oğlundan ikincisi olan İlyas Paşa ise babası ve kardeşleri gibi ilmiye sınıfına girmeyerek askerî hiz­metlerde bulunmuş, beylerbeyiliğe ka­dar yükselmiş ve Yıldırım Bayezid zama­nında vefat etmiştir. Kabrinin nerede olduğu bilinmemektedir. Ailenin Serez kolu bu İlyas Paşa evlâtlarından günü­müze kadar gelmektedir. İlyas Paşa’nın İznik’te bazı eserleri ve vakıfları vardır. Onun Kasım 1482’de vefat eden oğlu Dâvud Çelebi İznik’te ceddi Hayreddin Paşa Türbesi’nde medfundur. Dâvud Çe-lebi’nin bu şehirde Süleyman Paşa Camii civarında bir de çeşme yaptırttığı bilin­mektedir.

Halil Hayreddin Paşa’nın büyük oğlu Veziriazam Ali Paşanın çocuğu olmadı­ğından ailenin bu kolu kendisinden son­ra son buldu. Aile içinde önemli bir yeri olan küçük oğlu Veziriazam İbrahim Pa­şa’nın ise Dedebâli kızı İsfahan Şah ve­ya Hanım Hatun adındaki zevcesinden Mahmud Çelebi. Mehmed Çelebi. Fat­ma Hatun ve Hatice Hatun adında iki oğlu ve iki de kızı oldu. Büyük oğlu olan Veziriazam II. Halil Paşa’nın annesi ay­rıydı.

İbrahim Paşa’nın oğlu Mahmud Çele­bi, II. Murad devrinde Çelebi Sultan Meh-med’in kızı yani padişahın kız kardeşi Hafsa Sultan’la evlendirilmek suretiyle Osmanlı hanedanına damat oldu ve Bo­lu sancak beyiliğine kadar yükseldi. Fa­kat Macarlar’la meydana gelen müca­deleler sırasında Niş’te iŞehir-köy) pu­suya düşürülüp Jan Hünyadi Yanoş kuv­vetleri tarafından esir alındı ve Sırp des­potuna teslim edildi. 1444 Segedin (Szeged) anlaşmaları sırasında 70.000 duka altın fidye karşılığı esaretten kurtuldu, elçilikle gelen Macar delegelerinin yanın­da Edirne’ye gönderildi. Mahmud Çele-binin daha sonraki hayatı hakkında her­hangi bir bilgi yoktur. Kendisinin 1442 yılında İznik’te inşa edilmiş bir camii var­dı. Ölümünde bu caminin mihrabı önü­ne defnedildi ve mezarının etrafı sonra­dan demir parmaklıkla çevrildi. Zevcesi Hafsa Hatun da kendisinden sonra Mek­ke’de vefat etti. Bursa’da Çelebi Sultan Mehmed’in yani babasının türbesinde, ayak ucunda mevcut levha kitâbeli ma­hal onun makam yeri olmalıdır.

II. Murad devri veziriazamlarından İb­rahim Paşa oğlu Maktul Halil Paşa’nın Ahmed, Yûsuf, Mehmed. Süleyman. Mustafa ve İbrahim adında altı oğlu ile İlal-dı ve Esleme isminde iki de kızı vardı. Çocuklarından ilk ikisi babalarının sağlı­ğında vefat etti. Mehmed Çelebi de tari­kata intisap ederek dünya işleriyle meş­gul olmadı. Fakat Halil Paşanın en bü­yük oğlu Süleyman Çelebi, ailenin birçok ferdi gibi medrese tahsiline devam edip ilmiye sınıfına girdi ve babasının sağlı­ğında XV. yüzyıl ortalarında kazaskerli­ğe kadar yükseldi. Ancak babasının kat­li üzerine vazifesinden azledilerek, bir müddet açıkta kaldı. 1455 yılında vefat etti. İznik’te babasının türbesinde med-fundur. Süleyman Çelebi’nin XVI. yüzyıl başlarına kadar hayatta olan çocukların­dan Hayreddin Çelebi ile 1490’da ölen Mehmed Çelebi’nin ve bunun oğlu Ca­fer Çelebi’nin ancak isimleri tesbit edilebilmiştir.

Maktul Halil Paşa’nın en küçük oğlu İbrahim Paşa da babası ve kardeşi gibi medreseden yetişti ve Edirne kadısı ol­du. II. Bayezid devrinde vezîriâzamlık ma­kamına getirildi. Halil Paşanın kızların­dan Esleme Hatun ümerâdan Hamza Bey oğlu Yahşi Bey, Haldi Hatun da yine üme­râdan Bâli Bey ile evlendi. Aileden çıkan sonuncu veziriazam İbrahim Paşa’nın üç hanımı ve yedi çocuğu vardı. Bunlardan Hızır Bey kızı Hundi Hatun’dan İshak is­minde bir oğlu ile Hatice Hatun adında bir kızı dünyaya geldi. İshak Bey daha sonra babasının ve annesinin Edirne’de bulunan vakıflarına mütevelli oldu ve kendisinden sonra da oğlu Ali Bey bu evkafa baktı.

İbrahim Paşa’nın, Belgrad muhasara­sında şehid düşen Dayı Karaca Paşa’nın kızı ve ikinci zevcesi Hundi Hatun’dan da Şah Hûban Hatice isminde bir kızı olmuştu. Buna ait vakıflar ise Bursa’da bulunuyordu. İbrahim Paşa’nın Muhid-din Mehmed, Süleyman, îsâ ve Hüseyin isimlerinde dört oğlu daha vardı. Bun­lardan Çelebi Sultan Mehmed’in kızı Sel­çuk Sultan’in kızı Hanzâde Hanım Sul­tan “dan olan oğlu Muhyiddin Mehmed Çelebi babasının İstanbul’daki evkafına mütevelli tayin edilmişti.

İbrahim Paşa’nın Hüseyin adındaki oğ­lunun da, Konya, Halep ve Diyarbekir beylerbeyiliklerinde bulunduğuna ve 940’ta (1533-34) vefat ettiğine dair bazı bilgi­ler mevcuttur. İbrahim Paşa’nm îsâ Çe­lebi adındaki oğlu ise medreseden yetiş­miş, İstanbul’da Dâvud Paşa, daha son­ra Edirne’de Üç Şerefeli medreselerine müderris tayin edilmiş, Filibe kadılığın­da bulunmuş, 1511’de Tâcîzâde Cafer Çelebi yerine nişana olmuştu. Yavuz Sul­tan Selim’in tahta çıkması üzerine bir ara nişancılık uhdesinde bulunduğu hal­de Anadolu kazaskerliğine getirildi. îsâ Çelebi’nin bu vazifeden ayrıldığı tarih bilinmemektedir. Ancak 28 Şubat 1514’ten önce sancak beyi olarak görev yap­tığı anlaşılmaktadır. 1S23’de ise Men­teşe sancak beyiliğinden Halep sancak beyiliğine getirildi. 1527’den sonra Ka­raman ve Şam beylerbeyiliği yaptı. Bu sırada Halep’teki bir ayaklanmayı şid­detle bastırması hakkında çeşitli şikâ­yetlere yol açtı ve bu sebeple Sivas beylerbeyiliğine gönderildi. Ancak Kanunî Sultan Süleyman’ın veziriazamlarından Makbul İbrahim Paşa’nın himaye ve des­teği sayesinde tekrar Şam beylerbeyiliğine getirildi ve 1549’da ölümüne kadar bu görevde kaldı. Devrin kaynaklan, onun tıp ilmi de dahil olmak üzere her türlü ilme vâkıf, faziletli bir insan olduğunu yazar.

İsâ Paşa’nın İbrahim, Ahmed. Meh­med ve Halil adlı çocuklarından yalnız Halil Çelebi hakkında bilgi mevcuttur. Halil Çelebi 1508’de doğmuş ve medre­se tahsili görüp mülâzım olduktan son­ra dedesinin İstanbul’da Uzunçarşı’da bulunan medresesine müderris olmuş­tu. 1S46’da İstanbul’da Atik Ali Paşa Medresesi’ne tayin edilmesine rağmen daha sonra bu meslekten ayrılarak ec­dadı gibi idarî ve askerî göreve geçti. Önce Maraş eyaleti defterdarı oldu, da­ha sonra sancak beyi olarak görev yap­tı. 1558 Martında Afyonkarahisar san­cak beyi idi ve aynı zamanda Şehzade Bayezid’in oğlu Orhan Çelebi’ye lalalık yapıyordu. Fakat Şehzade Bayezid’in ve çocuklarının katli olayı üzerine bir müd­det açıkta kaldı. Daha sonra Budin eya­leti defterdarlığına getirildi. Bir süre bu görevde kaldı, ardından bu vazifeden af­fını istediğinden 9 Eylül 1565 tarihli fer­manla görevine son verildi. İstanbul’a döndükten sonra 1570’te ölümüne ka­dar bu şehirde kaldı. Bu son vazifesi sı­rasında Budin eyaletinin on iki sancağı­nın tahrir’ini yaptı. Düzenlediği ve Deftei-i Halîl adıyla anılan bu tahrir def­teri Avusturya ile yapılan müzakereler­de esas alındı. Halil Bey’in Muhlisi ve Def­teri mahlasları ile yazdığı şiirleri de var­dır.

Diyanet İslam Ansiklopedisi

İlgili Makaleler