XVI. yüzyıl divan şairi.
Gelibolulu Âlî’nin asıl adını Ahmed olarak bildirdiği şair, Molla Câmî (ö. 898/ 1492) ile karıştırılmaması İçin Câmî-i Rûmî, uzun süre Mısır’da bulunduğundan dolayı da Câmî-i Mısrî olarak anılmıştır. Latîfî, Molla Câmrye hizmet ettiğinden Câmî mahlasını aldığını belirtirse de[139] yaşadıkları dönemler itibariyle bu mümkün değildir. Latîfî’ye göre Kastamonulu, Riyâzî ve Âlî’ye göre ise Geliboluludur. Suarâ tezkirelerinde Davutpaşalı Câmî ile ve aynı mahlası taşıyan diğer bazı şairlerle karıştırılan Câ-mî-i Rûmî hakkında en doğru bilgi Saâdetnâme adlı kendi eserinin mukaddimesinde bulunmaktadır. Buna göre sipahi oğlanları zümresine mensup olan şair Kanunî devrinde Mısır’da Hazîne-i Âmîre kâtipliği yapmıştır. Burada çıkan bir veba salgınında dört oğlunu birden kaybedince Kanunî tarafından Kabe’nin tamiri işine nezaret etmek üzere Mekke’ye gönderildi ve üç yıl süren tamir sırasında burada kaldı. Kanunî zamanındaki bu ilk önemli tamirin 1551-1555 yılları arasında devam ettiği bilinmektedir. Görevinin sona ermesi üzerine İstanbul’a giden Câmî, padişah tarafından mükâfatlandırıldıktan sonra daha üst bir görevle Mısır’a döndü.
Bu dönemde Hüseyin Vâiz-i KâşHTnin Kerbelâ Vak’ası’na dair Ravzatü’ş-şühedâ3 isimli eserini Saûdetnâme adıyla tercüme ederek padişaha ithaf etti. Bu eseriyle İstanbul şairleri ve ulemâsı arasında daha iyi tanındığı gibi şöhreti de yayıldı. Belki de bu sebeple Mısır’da bir sancak beyliğine tayin edilerek mükâfatlandırıldı. Sair, Kınalızâde ve Riyazi” -nin verdiği bilgilere göre III. Murad zamanında da (1574-I595) bu görevi yürütmekteydi. Kaynaklarda ölüm tarihine rastlanmamakla beraber Mısır’da vefat ettiği bilinmektedir.
Mürettep bir divanı bulunmayan, şiirlerine çeşitli mecmualarda rastlanan Câmi’nin kaside, gazel ve müseddeslerinden güçlü bir şair olduğu ve divan şiirine her yönüyle vâkıf bulunduğu anlaşılmaktadır. Bazı tezkirelerde yer almaması. İstanbul dışında yaşamasına ve divan tertip etmemesine bağlanabilir. Bir kısım şiirleri, Câmî mahlasını kullanan diğer şairlerin manzumeleriyle karışmıştır. Nitekim tezkirelerde örnek olarak kaydedilen şiirlerinden yalnız Riyâzî ve Kafzâde Fâizî’dekiler ona aittir. Şiirleri arasında “şem” redifli kasidesiyle Habîbî’nin “dedim-dedi” redifli müseddesine yazdığı nazîre en tanınmış eserleri arasındadır. İlk olarak İsmail Hikmet Ertaylan onun bu nazîresini neşretmiş, daha sonra Sadeddin Nüzhet Ergun bu nazîre ile birlikte çeşitli mecmualardan derlediği bazı şiirlerini yayımlamıştır.
Câmî’nin en tanınmış eseri, Saâdetnâme adıyla yaptığı Ravzatuş – şühedâ3 tercümesidir. Daha önce Fuzûlî’nin Hadîkatü’s-süadâ’ûa büyük ölçüde faydalandığı bu eserin tercümesinde gösterdiği başarı şaire asıl şöhretini sağlamıştır. Sade bir dille kaleme alınıp yer yer şairin duygularına tercüman olan manzum ve mensur ifadelerle süslenen Saâdetnâme, bazı Türk ve İran şairlerinin konuya uygun şiirleriyle de zenginleştirilmiştir. Eşer aslına bağlı kalınarak on bab halinde tercüme edilmiş, başında ve sonunda Kanûnryi öven parçalara yer verilmiştir. Kütüphanelerde birçok yazma nüshası bulunan eserin bilinen en eski tarihli nüshası 986’da (1578) istinsah edilmiş olup Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’ndedir. Ancak bu kütüphanedeki dört nüsha yanlış olarak Hacıhasanzâde Câmî’ye ait gösterilmiştir. Aynı şekilde Gölpınarlı da Mevlânâ Müzesi’nde mevcut bir Saâdetnöme nüshasını Hacıhasanzâde’nin eseri olarak zikretmiş, Karatay ise Tercüme-i Ravzatü’ş-şühedâ adıyla eserine aldığı bir başka nüshayı Hasan Câmî-i Mısrî adına kaydetmiştir. İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde de Câmî-i Mısrî adına kayıtlı üç yazma bulunmaktadır. Ali Emîrî nüshası yazı ve tezhip bakımından oldukça değerlidir. Eserin bir başka nüshası ise Nuruosmaniye Kütüphanesi’ndedir.
Diyanet İslam Ansiklopedisi