Filozoflar

Calinus Kimdir, Hayatı, Eserleri, Hakkında Bilgi

Câlînûs, (ö.200[?]) İslâm tıbbini etkileyen ünlü Grek tabip ve filozofu.

Asıl adı Galenos olup bu isim İslâmî literatürde Câlînûs şeklinde şöhret bul­muştur. İbn Ebû Usaybia Câlînûs kelime­sinin “sakin, doğru yolu gösteren” veya “faziletli” anlamlarına geldiğini belirtir. Çağdaş Batı dil­lerinde Câlînûs adı Galen veya Galien şe­killerinde yazılmaktadır.

Doğum tarihi konusunda modern araş­tırmacılar gibi müslüman müellifler de farklı tesbitlerde bulunmuşlardır. Bu so­nuncular içinde doğruya en yakın olanı İbn Ebû Usaybia’nın tesbitidir. Bu mü­ellif Câlînûs’un doğumunun. Trayinus (Trajan) adlı Roma imparatorunun (98-117) tahta geçişinin onuncu yılında ol­duğunu söyler. Buna göre Câlînûs milâ­dî 108 yılında doğmuş olmalıdır. Modern araştırmalara göre ise yaklaşık 130’da doğmuştur. Câlînûs’un doğum yeri Ba­tı Anadolu’daki Pergamon’dur. İbn Ebû Usaybia’nın Câlînûs’un kendi eseri olan FîMerâtibi kıra’ati kü-tübih’ttsn aktardığına gö­re bir mimar olan babası kendisine on beş yaşına kadar aritmetik ve geometri öğretmiş, ardından onu mantık, sonra da tıp tahsiline yöneltmiştir.

Câlînûs Bergama, Smyrna (İzmir), Corinthos ve İskenderiye’de tıp öğrenimi yaptı. Daha sonra Roma’ya giderek Vali Boethius’un himayesinde anatomi çalış­malarında bulundu, aynca çoğu Aristo­cu filozoflardan oluşan felsefecilerle te­masları oldu. Roma’dan Bergama’ya dön­dü. Kısa süre sonra, İbn Ebü Usaybia’nın Antonius lakabıyla andığı Marcus Aurelius tarafından Adriya denizinin üst ke­simindeki Aquilee (Ar. Akulyâ) şehrine çağırıldı; oradan Roma’ya getirildi ve kra­lın küçük oğlu Commodus’ün özel heki­mi olarak görevlendirildi. Antonius’un bu sırada çıktığı Cermen seferlerinin plan­lanandan uzun sürmesi Câlînûs’a ilmî faaliyet için gerekli boş zamanı sağla­mış, tıp ve felsefe konularında dersler verip çok sayıda eser yazmış, fakat 191 yılında çıkan bir yangında kaleme aldığı birçok kitap yanmıştır. Câlînûs Fî Neiyi’l-ğam adlı eserinde söz konusu Roma yangınında Aristo ve Anaxagoras gibi ünlü filozoflara ait müellif hattı yazmaların da yok olduğunu kaydetmektedir.

Câlînûs’un bundan sonraki hayati hak­kında fazla bilgi yoktur. Ölüm yeri olarak Mısır’ın doğusundaki Ferma veya Sicilya gibi farklı bölgeler gösterilmiştir. Mo­dern araştırmalara göre ise Roma veya Bergama’da 200 yılı dolaylarında vefat ettiği sanılmaktadır.

Antikçağ tıbbında metot açısından ak­lî istidlal yanlıları (ashâbü’l-kıyâs) ve deney-gözlem yanlıları (ashâbü’t-tecribe) şek­linde iki farklı anlayış mevcuttur. Hipok-rat ile Câlînûs birinci anlayışın temsilci­leri olarak bilinmektedir. Kökleri Asclepios Mâbedi’ne kadar uzanan bu telak­kiye göre tıp bir Tanrı vergisidir ve bun­da ilhamın payı büyüktür. Dolayısıyla sadece gözlem ve deneyle tıbbın künhüne ulaşmak mümkün değildir. Nitekim Câ­lînûs, Hipokratik tıp yemini üzerine yaz­dığı ve İslâm dünyasında “Fî Tefsîri Kitâ-bi’l-Eymân li-İbukrât” adıyla bilinen yorumunda açıkça tıbbın insanlığa Allah tarafından ilham edildi­ğini, bu sebeple aynı ilâhî kaynağa bağlı olan felsefe ile eşit değerde olduğunu söylemektedir. İkinci anlayış mensupla­rı ise tıbbın gelişip ilerlemesi için ampi­rizmin vazgeçilmez bir şart olduğunu savunmuş ve bu fikir tıp tarihinde hayli etkili olmuştur Onun tanınmış takipçi­lerinden İskenderiyeli Yahya en-Nahvî, daha önce tıp sahasına sofistler hâkim­ken Câlînûs’un onların aksine bir gele­nek olan Hipokrat tıbbini ihya ettiğini yazmaktadır.

Câlînûs, Hipokratik tıp ilmi ve ahlâkı­na sıkı sıkıya bağlı olmakla birlikte tec­rübenin önemini inkâr etmemiş, bizzat Hipokrat ve takipçilerinin tecrübî meto­da yoğun şekilde başvurduklarını ifade ederek Hipokrat tıbbına dair gelenekleşmiş yorumu aşmaya çalışmıştır. Câlînûs’a göre tıp sürekli gözlem ve tecrübeyle geliştirilip temeilendirilen bir teoridir; tıp hakkındaki bilgilerimiz yalnızca ge­leneksel teoriden istidlalle doğmaz; ye­ni tecrübeler yeni bilgilerin de kaynağı­dır. Tıp ilmi tecrübesiz ilerleyemez. Nitekim müslüman-lar da Câlînûs’un Hipokrat tıbbini yeni yorumlarla zenginleştirmekle kalmayıp tamamen kendine has tecrübî ve klinik gözleme dayalı birikimler oluşturduğu­nun farkındaydılar. Meselâ onun Fi Tak-dimetil-ma’rife, Fî Şınâ’ati’t-bb ve Fî Mihneti’t-tabîbi’l-fâzıl adlı eserlerinde yer alan farmakolojik buluşlarını, orijinal tedavi şekillerini ve anatomi uygulamalarını biliyorlardı. Ana­tomi incelemelerinin sonuçlan XVI-XVII. yüzyılların anatomi bilginleri için bile başvuru kaynağı olabilmiştir. Fizyoloji alanındaki en önemli buluşu, İskenderi­ye tıp okulunun 400 yıldan beri kabul ettiğinin aksine, damarlarda hava değil kanın dolaştığını ortaya koyması ve kü­çük kan dolaşımını kısmen kavramış ol­masıdır.

Câlînûs’un tabiat görüşünü büyük öl­çüde Aristo’dan aldığı bilinmektedir. Özellikle dört unsur ve dört tabiat doktri­nini ahlât-ı crbaa kavramıyla ustaca irtibatla ndırması. tabiatın boşluk kabul etmediğine, kâinatta bir gayenin mevcut olduğuna inanması hep Aristocu temayüllerdir. Gaye-sebep telakkisinin yer al­dığı FîMenâti’i’l-aczd adlı eserinde Tann’nın her organı görevine en uygun şekilde yarattığını savunmuş, bununla gayeyi belirleyen ve eşyada ona uygunluğu temin edenin Tan­rı olduğu inancını temellendİrmek iste­miştir.

St. Peter”den beri İtalya’da yayılan Hı­ristiyanlığa sempati beslemiş olan Câlî-nûs yine de bu dine girmemiştir. İbn Ebû Usaybia, Câlînûs’un Fî Tefsiri Kitabi Ef­lâtun fi’s-siyâseti’I-medeniyye adlı Politeia şerhinden iktibasla onun hıristi-yanlar hakkındaki gözlemlerini aktar­maktadır. Buna göre çağdaşı olan hıris-tiyanlar, mucize inancından kaynaklanan sembolizme dayalı bir ahde bağlı, ölüm­den korkmayan, iffetli, içlerinde kadın­lar olduğu halde cinsî ilişkide bulunma­yan, yiyip içmede kontrollü, adalete düş­kün insanlardır ve felsefî ahlaka uygun hareket etmektedirler. Câlînûs yahudiler hakkında ise genellikle eleştirici bir tutum takınmıştır. Onun Kitâb-ı Mukad-des’i okuduğu anlaşılmaktadır. Kâinat görüşü itibariyle Hıristiyanlık ve Stoacı­lık arasında yer alır. Kendisi bir yandan Stoacı tabiat kanunu fikrini kabul eder­ken Stoacı astrolojiyi reddetmekte, öte yandan ilâhî hidayet ve tek tanrı İnancı­na rağmen mucizeyi inkâr etmektedir. Ancak onun benimsediği Tanrı yaratan değil yapan yani mimar Tanrı (demiurgos) olup bu inancın kaynağı bir telhisini yaz­dığı Eflâtun’un Timaios adlı eseridir. Câ­lînûs, “Tekvtn’e dayandırılan yoktan ya­ratma (creatio ex nihilo) fikrini de eleştir­mekten geri durmamış, birçok Romalı’nın yaptığının aksine Hıristiyanlığı bâtıl bir mezhep olarak görme yerine hatalar ihtiva eden bir felsefî sistem şeklinde değerlendirmiştir. Hatta onun monote­ist felsefesi hıristiyan teologlar üzerin­de etkisini göstermekte gecikmemiş, Bi­zanslı Theodotus önderliğinde bir grup Anadolulu teolog, Câlînûs’un etkisiyle Hı­ristiyanlığı felsefî terimlerle ortaya koy­dukları İçin kilise tarafından aforoz edil­miştir.

Ancak onun gerçek hayranları İsken­deriye okulu mensuplarıdır. İslâm’ın or­taya çıkışından önce aralarında Yahya en-Nahvi’nin de bulunduğu İskenderiye okuluna bağlı hekim ve düşünürler Câ­lînûs’un eserleri üzerinde inceleme, ih­tisar ve tefsir şeklinde yoğun çalışma­lar yapmışlardır. İslâm dünyasında kı­saca Cevâmi’u’I-İskenderûniyYÎn olarak anılan bu külliyat Batı’da Latince Summaria Alexandrinorum unvanıyla tanınır.

Câlînûs’un ahlât-ı erbaaya dayalı hü-morolojisi oldukça erken dönemde ko­nuyla İlgili yeni teliflere zemin hazırla­mıştır. Meselâ Câbir b. Hayyân’ın risale­lerinde Câlînûs’un tıp teorisinin bir öze­ti yer almaktadır. Bu özette önce dört unsur, dört keyfiyet ve dört mevsim ara­sında irtibat kurulmakta, ardından ah­lât-ı erbaa yoğunluk, hareket ve renk Özelliklerine göre bu şemaya dahil edil­mektedir. Yine Câbir b. Hayyân’ın risa­lelerinde, Câlînûs tıbbına uygun olarak, mizaçlar arasındaki fizyolojik dengenin mevcudiyeti sağlığın, bu dengenin bo­zulması ise hastalığın veya ölümün se­bebi sayılmaktadır. En eski İslâm tıp eserlerinden biri olan Firdevsü’l – hik-me’nin yazarı Ali b. Rabben et-Taberî, Câlînûs tıbbındaki bu mizaçlar teorisi­ni etraflıca aktarmıştır. Câlînûs’un bütün hayatî fonksiyonları “pneuma” (ruh) kavramı­na bağlayan sistemini takip eden müslüman fizyologlar, maddeden ayrı bir cevher olarak nefs ile karıştırılmaması gereken ve kalbin kıvrımlarında latif bir cisim olarak tasavvur edilen “ruh” kav­ramını benimsemişlerdir.

Câlînûs, Eflâtun psikolojisindeki nef­sin şehvet, öfke ve akıl güçlerini de sı­rasıyla karaciğer, kalp ve beynin mizacıyla özdeşleştirdiği, böylece organların mizaçlanndaki bozulmanın onlarla iliş­kili bulunan ruhun da ölümü olduğunu ileri sürdüğü Fî Enne kuva’n-nefs te­vabi li-mizâci’l-beden adlı eserinde (s. 183-186] bedenî özelliklerin ahlâkla ilişkisi üzerinde de durarak eğitimin ka­rakter formasyon undaki rolünün sanıl­dığından daha az olduğunu ve yalnızca insandaki gizli özellik ve kabiliyetlerin açığa çıkmasına veya çıkmamasına yar­dım ettiğini savunur. İslâm dünyasında tanınan ve günümüze bir muhtasarıyla ulaşan Kitâbü’h Ahlâk adlı eserinde de yine insanın mizacı ve tabii eğilimleriyle ahlâk (karakter) arasında ilişki kurmak­ta, tabiatı gereği eğitimi kabul etmeyen şehvet gücünü öfke gücünün de yardı­mıyla akıl tarafından bastırmanın müm­kün olduğunu belirtmektedir. Buna gö­re eğitimi kabul eden öfke gücü ve akıl­dır. Ancak Câlînûs şundan emindir: İn­san ruhunun hazlara yönelip elemlerden kaçınmasının, zararlıdan uzaklaşıp fay­dalıya yönelmesinin, kısaca psikolojik mo­tivasyonların aklî bir boyutu yoktur. Çün­kü henüz aklı gelişmemiş çocuklarda ve akıldan yoksun hayvanlarda da ahlâkî davranışlar gözlenmektedir. Böyle bir tabii ahlâk kavramıyla aklî faaliyeti bir­birinden ayırmak ve tabii eğilimleri ak­lın kontrolüne vermek gerekir. Esasen Câlînûs’un bütün meselesi huyların kay­nağının akıl olmadığını, insanları iyiliğe veya kötülüğe sevkeden motifin tabii ol­duğunu ortaya koymaktır. Huy o kadar tabiidir ki sonradan kazandığımız alış­kanlıklarımız bile ikinci tabiat olarak ad-landırılmalıdır.

Câlînûs İslâm dünyasında gerek tıp ge­rekse ahlâk teorileri bakımından hayli tesirli olmuştur. Ancak “İslâm dünyası­nın Câlînûs’u” lakabıyla tanınan ve el-Hâvî adlı eserin­de onun kitaplarından çok faydalanan Ebû Bekir er-Râzfnin Kitâbü’ş-Şükûk calö Câlînûs adlı bir eleştiri kaleme al­mış olması, onun İslâm dünyasında mut­lak bir otoriteye sahip olmadığının erken işaretlerinden biri sayılabilir. Bu eleştiri Câlînüs’un hem tıbbî hem de felsefî gö­rüşlerine yöneliktir. Klinik gözlemciliğiyle tanınan Râzî, Rey ve Bağdat hastahanelerindeki bazı gözlemlerinin Câlînûs’un tıp külliyatına uymadığını belirtmekte­dir. Râzî kendi birikiminin Câlînûs’unkinden fazla olduğunun kesin olarak far­kındadır. Ayrıca Râzi’ye göre Câlînûs te­orik hatalar da yapmıştır. Meselâ onun soğutucu veya hararet verici şeylerin, bunların tesiriyle soğutulmuş veya ısı­tılmış şeylerden daha soğuk veya sıcak olduğu şeklindeki formülü tıp bakımın­dan her zaman geçerli değildir. Zira tec­rübeler göstermiştir ki ılık bir meşru­bat, hastalık durumunda kendi harare­tinden daha fazla bir hararete yol aça­bilir. Râzi’ye göre ayrıca Câlînûs’un gör­me teorisi, onun matematik izahlara aşı­rı düşkünlüğü sebebiyle kusurludur. En önemlisi de Râzî’nin, Câlînûs’un insan nefsini cismanî addeden yaklaşımını red­detmesidir. Ancak Câ­lînûs’un tıptaki otoritesini muhafaza et­mek isteyen tıp çevreleri bu eleştiriye reddiyeler yazmışlardır. Bunların en ün­lüsü, Ali b. Rıdvan’ın Fî Halli Şükûki’r-Râzî calâ kütübi Câlînûs adlı kitabıdır. Aynı başlığı taşıyan diğer iki reddiye ise İbn Sînâ’nın İbn Ebû Sâdık en-Nîsâbûrî adlı bir öğrencisiyle Ebü’l-Alâ b. Zühr adlı Endü­lüslü bir hekime aittir.

Kitâbü’ş-Şükûk, yahudi filozof Mûsâ b. Meymûn’a da Câlînûs’u eleştirme fik­rini ilham etmiştir. Râzfnin eserini gü­ya sırf felsefî açıdan yapılmış bir eleşti­ri şeklinde değerlendiren İbn Meymûn, kendi eserinin ondan farklı olarak aynı zamanda tıbbî amaç taşıdığını belirtir. İbn Meymûn Fu-şûlü Mûsâ fi’t-pb (Fuşûlü’I-Kurtubî) ad­lı eserinde Câlînûs’un kırktan fazla çe­lişkisini ortaya koyduğu iddiasındadır ve onu felsefî meselelerde bilgisizlikle it­ham etmektedir. Buna karşılık Câlînûs külliyatı konusunda İshak b. Ali er-Ruhâvî gibi uzman hekimler yetişmiş, Râzî ve İbn Rüşd onun başlıca tıbbî eserleri­ne ihtisarlar yazmış, ünlü hekim-fılozof İbn Sînâ bile onun tıp teorisinden fay­dalandığını belirtmiştir ki bütün bunlar Câlînûs’un İslâm tıbbındaki önemini or­taya koymaktadır. Onun İslâm ahlâk il­minde karakter formasyonu konusun­daki tesirleri de ayrıca kayda değer ma­hiyettedir.

Eserleri

Câlînûs’a 400’den fazla eser nisbet edilmekteyse de bunların çoğu kayıptır. 140 civarında eseri tamamen veya kısmen Grekçe orijinalleriyle günü­müze ulaşmıştır. Tıbba dair on dokuz eserinin şüpheli, kırk beşinin nisbetinin ise uydurma olduğu kabul edilmektedir. Câlînûs’a ait eserlerin eksiksiz bir La­tince koleksiyonu C. G. Kühn tarafından Claudii Galeni Opera Omnia başlığıy­la yirmi cilt halinde neşredilmiştir. Onun eserlerinden yapılmış ikti­baslardan oluşan bir İngilizce antoloji Arthur John Brock tarafından Greek Medicine adlı bir çalışma içinde yayımlanmıştır. Bazı eserleri de müstakil olarak İngilizce’ye tercüme edilerek neşredilmiştir. Tatmin edici bu­lunmamakla birlikte George Sarton’un Galen of Pergamon adlı monografisi toplu bir değerlendirme bakımından kayda de­ğerdir. Owsei Temkin’in Gajenism: Rise and Declıne oi a Medical Philosophy adlı çalışması Câlî­nûs’un tıp tarihindeki etkilerini konu edinmiştir.

Câlînüs’un Grekçe orijinalleri kayıp olan bazı tıbbî ve felsefî eserleri Arap­ça ve Latince tercümeleriyle günümüze ulaşmıştır. Huneyn b. İshak’ın, Halife Mü­tevekkil -Aiellah’in dostu ve kâtibi Ali b. Yahya el-Müneccim (o. 275/888-89) için yazdığı Risale iî zikri mâ türcime min kütübi Câlînûs bi-cilmihî ve baczi mâ lem yütercem adlı zamanımıza ulaşmış bir eseri, Câlînûs’un Arapça’ya çevrilmiş olan kitaplarının listesini içerir. Hu­neyn b. İshak, Câlînûs’un tıp ve felsefe kitaplarını iki makale halinde tanıtan Pi-nax (Ar. Fîneks] adlı fihristin orijinalini görmüş, bunu hem Süryânîce’ye hem de Arapça’ya çevirmiş, fihristte zikredilme­yen eserleri de üçüncü bir liste halinde Pinax çevirisine ilâve etmiştir. Yine İbn İshak’ın Risale “sinden anlaşıldığına gö­re bu ünlü mütercim. Benî Mûsâ ailesin­den Muhammed ve Ahmed’in himaye­siyle, içlerinde İshak b. Huneyn, Hubeyş b. Hasan, İstefan b. Basil, îsâ b. Ali gibi isimlerin yer aldığı mütercim kadrosuy­la birlikte Câlînüs’un 129 eserini Süryânîce nüshalardan Arapça’ya tercüme et­miştir. İbn İshak’ın bu risalesi Max Meyerhof’un ayrıntılı bir incelemesine ko­nu olmuş, yazar onun verdiği listedeki 129 eseri Latince’deki adlarıy­la sıralamıştır. Câlînûs hakkında en ge­niş bilgiyi aktaran İbn Ebû Usaybia ise Huneyn’in adı geçen sahih ve şüpheli eserler bibliyografyasını aktarmakta ve daha sonra birçok şüpheli eserin adını da bu listeye ilâve etmektedir. Muhammed Zübeyr el-Bâbâ, Câlînûs’un eserlerini Hipokratik şerhler, anatomi ve embriyolojiye dair eserler, fizyolojiye dair eserler, teşhise dair eserler, tedavi şekillerine dair eser­ler, farmakolojik eserler, hıfzıssıhhaya dair eserler şeklinde tasnif eden bir liste vermektedir. Câlînûs’un özel­likle tıbbî eserlerine dair ayrıntılı bir bib­liyografya Fuat Sezgin’in kitabında mev­cuttur. Aynı eser, İslâm dünyasında Cevâmi Cu’l-İskenderâniyyîn adıyla anılan Câlînûs koleksiyonunu da tanıtmaktadır (III, 140-150).

Câlînûs’un Fi’î-Ahlâk, Fi’1-Âdât, Fî Enne’l-ahyâre mine’n-nâs kad yente-ücûne bi-a’zâ’ihim, Fî Enne kuva’n-neis tevabi’ li-mizâci’l-beden, Fî En-ne’l-muharrike’1-evvel lâ yeteharrek, Kitâbü Ârâ*i Bukrât ve Felâtûn gibi bazı başlıklarla anılan felsefî eserleri de İslâm dünyasında belirli bir ilgi ve tesi­re sahip olmuştur. Bunlardan bazıları muhtasar halde de olsa günümüze ulaş­mış ve neşredilmiştir.