ÇAĞDAŞLAŞMA
Çağdaşlaşma sosyal
değişmenin özel bir şeklidir. Modern (çağdaş), yaşadığımız zamana ah, ya da
yaşadığımız zamana uygun demektir. Kelime latincedeki “modenuis”ûan,
o da, “hemen şimdi” anlamına gelen “modo”dan türetilmiştir.
Çağdaşlaşma, terim olarak, tarih boyunca gelişmiş kurumların bilimsel bilgideki
olağanüstü artışı yansıtan ve hızla değişen fonksiyonlara adapte edilmesi
(uyarlanması) süreci diye tanımlanır.
XIX. yüzyılın ikinci
yarısından başlayarak günümüzde de geçerli olan bir anlayışa göre, modern,
yani çağdaş kelimesi, toplumlar arasında en çok gelişmiş olanların temsil
ettiği teknik, bilgi ve ilmi zihniyetin karşılığıdır. Aynı anlayışa göre
“çağdaşlık”, teknolojik, siyasi, ekonomik ve sosyal gelişmede en
ileri olan ülkelerin ortak özelliklerinin ifadesi “Çağdaşlaşma” da,
ülkelerin bu Özellikleri elde etme çaba ve özlemlerini, yahut aynı mahiyette
bir cereyanı dile getiren bir terimdir. Oysa benzer durumları İfade etmek için
başka kelimeler de kullanılmakladır. Yakın zamanlarda, özellikle gelişmiş
ülkelerin az gelişmiş ülkeler üzerindeki etkisini belirtmek üzere
“Avnıpaltlaşma”, “Batılılaşma”, “Sanayileşme”
terimlerinin de kelime hazinemize katıldığını görürüz.
Uluslararası Sosyal
Bilimler Ansiklopedisi (International Encyclopcdia of ihe Social Sciences,
1967) modernizasyonun eski bir olayın zamammızdaki adı olduğunu ve
“azgelişmiş ülkelere, gelişmiş ülkelerin vasıflarını kazandıran sosyal
değişme sürecini ifade elliğini belirtir. Aynı maddenin yazarı adı geçen
ansiklopedide konuya şöyle devam eder: Emperyalizm
çağında, geleceklerinin
imaj ve tasvirleri, sömürge halklarına sömürgeciler tarafından sunuluyordu.
Hind’den söz ederken İngilizleri-yor, Hindiçin’den söz ederken Franstzlaşıyor
deniyordu. Uzun süren sömürgecilik yıllan, emperyalist rejimler arasında -millî
menşeleri bir yana- büyük benzerlikler olduğunu gösterir; eski deyimler
-İngilizleşmek, Fransızlaşmak vb.- kullanılmaz oldu. Avrupalılaşmaktan söz
edilmeye başlandı.
Sosyolog G.Young’a
göre, Avrupalılaşma, rönesans düşüncesi ve protestan zihniyetinin hakim olduğu
modern Avrupa’daki sanayi devriminin ürünü olan belli sosyal sistemleri nüfuz
yolu ile Asya, Amerika, Afrika kültür ve medeniyetleri üzerine yaptığı
tesirlerdir. II. Dünya Savaşı Avrupa devletlerinin zayıflamasına ve Amerikan
nüfuzunun yayılmasına neden oldu. Böylece batı dilleri yeni bir kelime ile
zenginleşti: Amerikalılaşma. Avrupa Amerikanlaşıyordu. Ama, dünyanın diğer ülkeleri
söz konusu olunca kullanılan terim “Batılılaşma” idi. Ne var ki,
savaş sonrası yıllar, bu daha geniş ifadenin bile gereğinden fazla dar olduğunu
ispat elti. Topyekun bir terime ihtiyaç vardı. Bu ihtiyacı karşılamak İçin
“modernizasyon” kelimesi uyduruldu.
Burada Fransa’da
cereyan eden bir hadiseyi zikretmek faydalı olacaktır. Fransa’da araba üreten
bir fabrikanın yüksek maaşla sosyolog ve psikolog arayan bir ilanına orada
doktora yapan bir müslüman sosyolog müracaat eder. Fakat, fabrikanın sosyolog
ve psikolog aramasına bir lürlü anlam verememiştir. Fabrikanın halkla
ilişkiler müdürü, bir Asya ve Afrika haritası üzerinde gösterdiği bazı
şehirlerde pek çok müşterileri olduğu halde, diğer bazı kasaba ve şehirlerde
arabalarının hiç satılmadığını belirtir ve devamla: “Bunun nedenini mühendislerden
öğrenemiyoruz. Bu halkın neden hoşlandığını, bu arabaları niçin tercih edip almadıklarını
araştırmak sosyologların görevidir; Mümkünse arabanın şekil ve rengini onların
isteklerine göre değiştirebiliriz, yok olmazsa, onların zevkini
değiştiririz” der. Bu arada bazı sosyologların modernleşme adı altında,
önceleri hiç araba almayan bir Afrika kabilesinin örf ve âdetlerini
değiştirerek nasıl müşterileri haline getirdiklerinden bahsetmeyi ihmal etmez.
Bu örnekten de
anlaşılacağı üzere, modernleşme, emperyalist güçlerin sömürgecilik emellerini
sürdürmek için hakimiyetleri altındaki sömürge ülkelerinin âdetlerini, hayat
şeklini, dünya görüşünü, hatta gerekiyorsa, -ki hep böyle olmuştur-, dini
değerlerini değiştirmek maksadiyle yürüttükleri faaliyetin genel adı ise de,
bu durum, çağdaşlaşma sürecinin sadece bir parçasının ifadesidir. Ne gelişmiş
ülkelerin geleneksel durumlarını yeni şartlara adapte etme çabalarını, ne de az
gelişmiş ülkelerin kendilerinden daha geri olanlar üzerindeki etkilerini
kapsamaktadır. Çağdaşlaşma, kurumları çağdaş şartlara ve anlayışa uyarlamanın
başlangıcının, genel olarak düşünülürse tarihin hemen her devrinde vuku
bulduğu söylenebilir. Ancak çok belirgin şekildeki örneklerini XII. ve XIII. yüzyıldan
başlayarak yoğun olarak XVII. ve XVIII. yüzyıl Batı Avrupa toplumlarında
görüyoruz. XIX. ve XX. yüzyıllarda bu değişiklikler bütün toplumları ve bütün
beşeri ilişkileri etkisine alan bir dönüşüme yol açar. Onun için XVII. ve XVIII.
yüzyıllarda İngiltere ve Fransa’nın “Batılılaş-ma”smdun, ya da XX. yüzyılda
Japonya’nın ve onun tarafından Mançurya’nın “Avrupahtaş-ma”sından
bahsetmek güç olsa gerektir.
Esasında çağdaşlaşma,
son yüzyılların engin tecrübelerine istinad eden teknik, bilim ve bilimsel
zihniyete göre geleneksel kurumları yeni şartlara uyarlama çabası, bir başka
ifadeyle yenileştirme sürecidir. Buna modernleştirme süreci de denir. Tarihi
açıdan bakılacak olursa, modernleşme sürecinden geçen kurumlar, büıün dünya
milletlerinin geleneksel (ananevi) kurumlandır. Fakat, modern (çağdaş) ve
geleneksel kelimelerinin izafî olduğunu unutmamak gerekir. Batı Avrupa
toplumları için geleneksel kurumlar ortaçağın müesseseleridir. Orada
modernleşmenin geleneksel sistemle çatışması XII. ve XIII. yüzyıllarda ortaya
çıkmıştır. Mütakip asırlarda Elizabelh döneminde adalet sisteminin Osmanlı
sistemine göre yenileştirilmesi amacıyla bir ingiliz heyeti-
nin İstanbul’a geldiği
bilinmektedir. Benzer geleneksel safhalar, ana çizgileriyle, modernleşmenin
geleneği zorlamasından önce diğer toplumlarda da görülür. Az gelişmiş olanlarda
geleneksel dönem XX. yüzyıla kadar sürmüştür. Buna göre, bu gibi ülkelerde
yenilesin c-çnğdaşlaşma sürecine giren kurumlar XX. yüzyıldaki!erdir.
Japonya’da ise, XIX. yüzyıl kurumlarıdır. Hemen ilave edelim ki, bugünün
modern kurumları bir zaman sonra geleneksel leşecekt ir.
Tarihi metod kullanarak
sosyolojik bir değerlendirme yapılacak olursa, günümüzün batılı çağdaş
(modern) toplumlarındaki bu gelişme dahili ve kendi kendine bir sosyal değişimin
ürünüdür. Klasik kurumları çağdaşlaştırma süreci asırlar boyunca yavaş yavaş
ve herhangi bir sosyal sarsıntıya meydan vermeksizin gerçekleşmiştir. Gelişen
bilim, teknoloji ve bilimsel zihniyetin gereği olan değişiklikler toplumun
mevcut sosyal değerleri ve kurumları arasındaki denge zedelenmeden sahip olunan
kültürün unsurları yeniden yorumlanmak ve gelişen şartlara tutarlı bir şekilde
uyarlanmak suretiyle olmuştur. Sonradan çağdaşla-şanlarda İse, özellikle
farklı kültür özellikleri gösteren toplumlarda gelişen bilimsel seviye,
teknoloji ve bilimsel zihniyete sahip kültürler tarafından gittikçe artan bir
dış baskı hususiyeti taşır; bu ülkelerde değişmeler hızlı, halta birdenbire
olmuştur. Onun için o ülkelerde geleneksel kurum ve anlayışlarla modernleşme
çabaları arasında kronik mücadeleler, iç sarsıntılar, kültürel yozlaşma ve
yabancılaşmalar görülür. Bazan o hale gelinir ki, artık toplum ne geleneksel,
ne de modern bir toplumdur.
Bazı sosyal
bilimciler, gerek sömürge ülkelerindeki tecrübelerine, gerek bilimsel birikime
istinaden bir takım çağdaşlaşma modelleri üzerinde durmuşlardır. Hemen
hepsinde, önce toplumda çağdaşlaşma eğilimi oluşturmak, yerli çağdaşlaştırma
ajanları (idareci ve aydın tabakadan) bulmak ve çalıştırmak, siyasi ve askeri
güçlere nüfuz edip ele geçirmek, bunun için tüm eğilim kurumlarından, kitle
basın yayın araçlarından azami ölçüde istifade etmek, çeşitli güç odaklarını
halkın gözünden düşürmek ve yok etmek gibi ortak hareket planları mevcuttur.
Yaygın sosyolojik kanaata göre, böyle standart modeller yerine, her toplumun
kendi kültürüne dayalı, kendi sosyal değerlerine dayanan çağdaşlaşma usulleri
daha yararlıdır. Özellikle İslâm toplumları için, İslûmİ değerlere
dayanmayan, onlara aykırı olabilen usuller toplumda sosyal çözülmelere (dejenerasyon)
vesile olur.
İzzet ER
Bk. Batılılaşma;
Gelenek; Geleneksel Toplum; Kalkınma. Sanayileşme.