Filozoflar

Caferi Sadık Hayatı, Kimdir, Eserleri, Hakkında Bilgi

Ebû Abdillâh Ca’fer b. Muhammed el-Bakır b. Alî Zeynil’âbidîn (Ö. 148/765) İsnâaşeriyye’nin altıncı, İsmâiliyye’nin beşinci imamı, Ca’ferî fıkhının kurucusu.

80 (699) veya 83 (702) yılında Medi­ne’de doğdu. Babası İsnâaşeriyye’nin be­şinci imamı Muhammed el-Bâkır, anne­si Hz. Ebû Bekir’in torunu olan Kasım b. Muhammed’in kızı Ümmü Ferve’dir. Böylece Cafer es-Sâdık’ın soyu baba ta­rafından Hz. Ali’ye, anne tarafından da Hz. Ebû Bekir’e ulaşmaktadır. Künyesi büyük oğlu İsmail’e nisbetle Ebû İsmail ise de onun kendisinden önce vefat et­mesi sebebiyle daha çok Ebû Abdullah, bazan da Ebû Mûsâ diye anılmıştır. La­kaplarının en meşhuru Sâdık olup Sâbir, Fâzıl, Tâhir ve Atır lakaplarıyla da zikre­dilmiştir.

Dedesi Zeynelâbidîn’in ölümü sırasın­da on beş yaşında olan Ca’fer es-Sâdık, ilk bilgileri ondan ve babası Muhammed el-Bâkır’dan aldı. Babasının on dokuz yıl süren imametinden sonra kendisi de otuz dört yıl aynı vazifeyi devam ettirdi.

Şiî âlimler, Hz. Ali’nin Hasan ve Hüse­yin’i kendisinden sonra imam tayin et­tiği gibi Muhammed el-Bâkır’ın da oğlu Ca’fer’i imam olarak belirlediği görüşün­dedirler. Onlara göre Bakır, “Biz yeryü­zünde güçsüz düşürülenlere lutufta bu­lunmak, onları önderler yapmak, yine onları vârisler yapmak istiyoruz”(Kasas 28/5) mealindeki âyette ifade edi­len kimseler arasında Ca’fer es-Sâdık’ın da bulunduğunu belirtmiş, vefatı sıra­sında ona, mensuplarına karşı iyi dav­ranmasını tavsiye etmiş ve kendisine “kâimin kim olacağı sorulduğunda etiy­le Ca’fer’e dokunarak. “Hz. Peygamberin âl-i beytinin kâimi budur” diye cevap ver­miştir. Onun bu ifadeleri, Ca’fer es-Sâ­dık’ın imameti konusunda mütevâtir de­liller olarak kabul edilmiştir.

Uzun süren imamet devresinde çeşit­li kesimlere mensup geniş İslâm toplu­muyla iyi münasebetler kuran Ca’fer es-Sâdık, Sünnî kaynaklarda da daima hür­metle anılan ilmî bir şahsiyet olarak be­nimsenmiştir. Emevî ve Abbasî devirlerini İdrak eden ve mensubu olduğu Hâ-şimîler’in imamı olarak onların durumu­nu korumaya çalışan Ca’fer, amcası Zeyd b. Ali’nin isyan edip öldürülmesinden son­ra (122/740) ağırlaşan şartların tesiriy­le siyasetten tamamen uzaklaşmış, Me­dine’de ilimle meşgul olmuş ve bu şekil­de Emevîler’in baskılarından kurtulabil­miştir. Abbasîler devrinde de siyasî-ida­rî tutum açısından önemli bir değişik­liğin olmadığını görerek kendisini ilme vakfetmiştir. Özellikle amcazadeleri Mu­hammed en-Nefsüzzekİyye ile İbrahim b. Abdullah’ın 145 (762) yılındaki isyan­larına muhalefet etmiş, onlara başarılı olamayıp öldürülebileceklerini söylemiş­tir. Hadiselerin Ca’fer es-Sâdık’ın tah­min ettiği İstikamette gelişmesi, daha sonra Şîa tarafından onun geleceği bil­mesi şeklinde değerlendirilmiştir.

Ca’fer es-Sâdık Medine’de vefat etti. Şiî rivayetler onun Abbasî Halifesi Ebû Ca’fer el-Mansûr tarafından zehirlene­rek öldürüldüğü şeklindedir. Cenazesi Cennetü’l-Baki’da babası Muhammed el-Bâkır ve dedesi Zeynelâbidîn’in ka­birlerinin yanına defnedildi. Mezarı Veh-hâbîler’in tahribine kadar ziyaret ma­halli olarak kalmıştır. Cafer es-Sâdık’ın. amcası Hüseyin b. Ali Zeynelâbidîn’in kı­zı olan ilk hanımı Fatma’dan İsmail, Ab­dullah, Ümmü Ferve; Hamide el-Berbe-riyye adlı ikinci hanımından Mûsâ, İs-hak, Fâtıma, Muhammed; diğer hanım­larından da Abbas, Ali ve Esma olmak üzere on çocuğu olmuştur. Ölümünden sonra Şîa, oğulları İsmail adına kurulan İsmâiliyye ve Mûsâ el-Kâzım’ı imam ta­nıyan İsnâaşeriyye olmak üzere iki bü­yük gruba ayrıldı.

Hadis, tefsir, fıkıh, akaid, cedel, lügat ve tarih gibi alanlarda yoğun bir faali­yetin görüldüğü, değişik fikir ve görüş­lerin fırkalaşmayı meydana getirmeye başladığı II. (VIII.) yüzyılda İslâmî konu­lardaki düşüncelerini daha toplayıcı bir tarzda ortaya koyan Ca’fer es-Sâdık, bu­nunla birlikte sapık fırkalarla mücadele etmekten de geri durmamıştır. Bu se­beple çağdaşlarının takdirini kazanmış, ancak çeşitli zümreler onun farklı mezi­yetlerini ön plana çıkarmışlardır. İsnâa-şeriyye’ye göre o bütün gizli, felsefî, tasavvufî, fıkhî, kimyevî ve tabii ilimlere, ayrıca Zebur, Tevrat, İncil’e ve İbrahim’in suhufuna, Hz. Fâtıma’nın mushafına, her türlü helâl ve harama, geçmiş ve geleçekteki bilgi ve haberleri ihtiva eden cefr ilmine vâkıftır; ilâhî ilimlerin taşıyıcısı ve Şia’nın altıncı imamıdır. Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan Mûsâ ve Hızır kıssasındaki ihtilâfta her ikisinin de haber­dar olmadığı hususları bilen, başlangıç­tan kıyamete kadar olmuş ve olacak her şeyi Hz. Peygamber’den veraset yoluyla öğrenmiş olan kimsedir. Hattâbiyye, Bezîgıyye, Umeyriyye, Nâvûsiyye ve Mufaddaliyye gibi müfrit ŞİÎ fırkaları, İsmâiliyye imamlan ve do­layısıyla Ca’fer es-Sâdık hakkında bun­dan daha aşın fikirler ileri sürerken onun Ali’den üstün, mehdî, peygamber ve hat­ta ilâh olduğunu iddia etmişlerdir. Buna karşılık Ehl-i sünnet Ca’fer’i ha­disle uğraşan, fıkıhta müctehid derece­sine ulaşmış, sezgi gücü yüksek, doğru sözlü, nakline ve görüşlerine güvenilir bir hadis ve fıkıh âlimi olarak değerlen­dirmektedir.

Hadis ilminde sika kabul edilen Ca’­fer es-Sâdık’ın kendilerinden hadis ri­vayet ettiği kimselerin başında babası ile anne tarafından dedesi olan Kasım b. Muhammed b. Ebû Bekir gelmekte­dir. Bunlardan başka Ubeydullah b. Ebû Râfi’, Urve b. Zübeyr, İkrime el-Berberî, Ata b. Ebû Rebâh. Nâfi’ ve Zührfden de rivayette bulunmuştur. Mâlik b. Enes. Süfyân es-Sevrî, Süfyân b. Uyeyne, Ebû Hanîfe, İbn Cüreyc, Ebû Âsim en-Nebîl, Yahya b. Saîd el-Ensârî, Yahya el-Kat-tân. oğulları İsmail, Muhammed, Müsâ el~Kâzım, İshak ve Şîa kaynaklarında sa­yıları 4000’e ulaştığı belirtilen kimseler kendisinden hadis dinlemiş ve rivayette bulunmuşlardır. Rivayetleri Buhârînin eJ-Câmicu’ş-şahîh’ dışında Kütüb-i Site’de yer almıştır. Buhârfnin bu eserin­de Ca’fer’den rivayette bulunmaması, onun hadis konusunda zayıf oluşu yü­zünden değil meclisine girip çıkan bazı kimselerin kendisinin söylemediği mün-ker ve mevzu hadisleri ona isnat etme­leri sebebiyledir.Nitekim Buhârî el-Edebü’I-müfred”mde ve di­ğer eserlerinde onun rivayetlerine yer vermiştir. Ca’fer es-Sâdık’ın Ebû Hanîfe ile Medine ve Irak’ta, Amr b. Ubeyd, Vâ­sıl b. Atâ ve Hafs b. Salim ile de Mekke’­de ilmî münakaşalar yaptığı bilinmekte­dir. Zürâre b. A’yen ile kardeşleri Bekirve Hamrân, Cemîl b. Sâüh, Muhammed b. Müslim et-Tâifî, Büreyd b. Muâviye, Hişâm b. Hakem. Hişâm b. Salim. Ebû Basîr. Muhammed e!-Halebî, Abdullah b. Sinan, Ebü’s-Sabbâh el-Kinânî öğren­cilerinden bazılarıdır.

Ca’fer es-Sâdık tasavvuf tarihinde de önemli bir yere sahiptir. İlk sûfîlerin ha­yat hikâyelerini anlatan Ebû Nasır es-Serrâc, Ebû Tâlib el-Mekkî, Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî ve Abdülkerîm el-Kuşeyrî gibi mutasavvıf müelliflerin on­dan hiç bahsetmemiş veya nadiren atıf­ta bulunmuş olmalarına karşılık Ebû Nuaym el-İsfahânî Hilyetü’l-evliya* da kendisine geniş yer ayırmıştır (I, 3-20). Attâr ise Tezkiretü’I-evliya adlı eseri­ne onunla başlar. Bütün sûfîlerin evliya­dan saydıkları Ca’fer es-Sâdık tarikat silsilelerinde de önemli bir yer tutar. Nakşibendiyye ve Bektaşiyye mensupla­rı ona tarikat silsilelerinde yer verir, Bâyezîd-i Bistâmî’yi onun müridi olarak görürler. Bir tarikat olmaktan çok tasavvuf! bir tavrı ifade eden Aşkıyye mensupları sil­silelerini Ca’fer es-Sâdık’la başlatırlar. Ni’metullâhiyye, Nûrbahşiyye ve Zehebiyye gibi Şiî tarikatları da onun tasav­vuf bakımından önemini kabul etmişler­dir. Bununla beraber genel olarak Şîa Ca’fer es-Sâdık’ın tasavvufla hiçbir ilgi­sinin bulunmadığını, sûfîleri kendisine düşman bildiğini ve onlarla mücadele etmeyi dinî bir görev saydığını ileri sü­rerler. Cefr, havas, tılsım gibi bir­takım gizli ilimlerin, gaybı ve geleceği bilme ile ilgili bazı olağan üstü yetenek­lerin ona nisbet edilmesi, daha zi­yade son dönem mutasavvıfları için ilgi çekici olmuş, bu ise birçok huraff inanç ve uygulamaların ortaya çıkmasına yol açmıştır.

İnsanların din konusunda bilmeleri za­ruri olan başlıca hususları, Allah’ı kâina­tın yaratıcısı ve yöneticisi olarak tanı­mak. O’nun nimetlerini ve O’na karşı ya­pılması gereken vazifeleri bilmek, küfür ve irtidada sebep olacak şeylere vâkıf olmak şeklinde gösteren Ca’fer es-Sâdık’a göre Allah hiç­bir şeye benzemez, hiçbir şey de O’na benzemez. Allah kulların tasavvur ettiği her türlü hayal ve vehmin ötesindedir, gözler O’nu idrak edemez. Ca’fer, Hz. Peygamber’in mi’racda Allah’ı görüp gör­mediği hususu kendisine sorulduğunda “kalbiyle gördü” şeklinde cevap vermiş­tir. İnsanların İhtiyarî fiillerinin kendilerine nisbet edile­ceğini, fiillerin hayır veya şer olmasın­dan dolayı mükâfat ve ceza görecekle­rini belirten Ca’fer es-Sâdık. kıyamet gü­nünde Allah’ın bütün mahlûkatı topla­yacağını, onları emirlerini yerine getir­memekten dolayı mesul tutacağını, ira­deleri dışında mâruz kaldıkları şeylerden dolayı ise sorumlu tutmayacağını söyle­miştir. Büyük gü­nah işleyen kimsenin durumu hakkında ona nisbet edilen görüş, günahkâr mü­minin günahı miktarınca azap gördük­ten sonra cehennemden çıkıp cennete gireceği şeklindedir. Ona göre büyük gü­nahlar şirk. Allah’ın rahmetinden ümit kesmek, ebeveyne itaatsizlik, adam öl­dürmek, namuslu kadınlara zina isna­dında bulunmak, yetim malı yemek, sa­vaştan kaçmak, yalan yere yemin et­mek, ribâ, zina, hıyanet, zekât verme­mek, yalancı şahitlik, içki içmek, nama­zı terketmek, ahdi bozmak, akrabalık münasebetini kesmek, yalan söylemek, Allah’a karşı nankörlük, ölçü ve tartıda hile yapmak, livâta ve bid’at olmak üze­re yirmiyi aşkındır.

Kur’ân-ı Kerîm tefsirinin re’ye dayan­dırılmasını tasvip etmeyen Ca’fer es-Sâ­dık, böyle bir tefsirde isabet edilse bile sahibinin Allah katında bir ecir elde ede­meyeceğini söylemiştir. Re’y ile yapılan tefsiri tamamıyla kabul veya reddetme­yen İmâmiyye ise imamların beyanına aykırı olan açıklamalara karşı çıkmak­tadır.

Ca’fer es-Sâdık’tan nakledilen, “Takıyye benim ve atalarımın dinidir, takıy-yeye uymayanın dini yoktur” ve, “Duru­mumuzu ifşa eden onu inkâr eden gibi­dir” şeklindeki sözler, başkalarının bil­mediği, kendisinin de yayılmasını İste­mediği ve özellikle devlet yönetimini il­gilendiren bazı düşüncelerinin bulundu­ğu izlenimini vermektedir. Fakat muh­temel tehlikeleri önlemek amacıyla ko­nulan bu prensip, daha sonraki Şiî fırkalarınca zaman zaman istismar edil­miş, sübjektif sebeplerle inançlarını giz­leme, prensiplere aykırı davranma ve taahhütlerini yerine getirmeme gibi uy­gulamalara yol açmıştır. Bedâ konu­sundaki Şiî düşüncesi de oğlu İsmail’in erken ölümü dolayısıyla ona nisbet edil­miştir. Gerekli şartlar hazırlanmadan devlet reisine isyan et­menin faydadan çok zarar getireceğini düşünen Ca’fer es-Sâdık, babası Muham­med el-Bâkır ve dedesi Zeynelâbidîn’in yolunu takip ederek fitneden mümkün olduğu kadar uzaklaşmaya gayret gös­termiş. Muhammed en-Nefsüzzekiyye ile kardeşi İbrahim b. Abdullah’ı da bu se­beple isyandan vazgeçirmeye çalışmıştır. Ehl-i sünnet kaynaklarında ise Ca’fer es-Sâdık rec’at, bedâ, tenasüh, gaybet, hulul ve teşbih ile ilgili hususlardan ta­mamen tenzih edilmiştir.

Şîa’ya göre imamların bilgisi hata ih­timali bulunmayan ledünnî bilgi türün­den olduğu için Ca’fer es-Sâdık’ın fıkıh­la ilgili görüşleri de delillerinden istin-bat edilerek ulaşılmış aklî bilgiler olma­yıp Hz. Peygamber’den kendisine inti­kal eden ilâhî bilginin sonucudur. Bu se­beple o helâl ve haramlarla ilgili gerçek­leri bilmek için diğer müctehidler gibi ic-tihad ederek belli bir hükme ulaşma du­rumunda değildir. Ehl-i sünnet âlimleri ise Ca’fer es-Sâdık’ı. başta Kitap ve Sün­net olmak üzere dayanacağı kaynaklan ve içtihadında uygulayacağı metotları bulunan ve kesinlikle masum olmayan bir müctehid olarak kabul etmektedir­ler.

Şîa grupları Ca’fer es-Sâdık’a pek çok mucize isnat etmiş, bütün dua ve dilek­lerinin kabul olunduğunu, dünyadaki bü­tün lisanları bildiğini iddia ederek hemen her konuda söylenmiş hikmetli sözlerinin bulundu­ğunu ileri sürmüşlerdir. Bu sözlere “nesrü’d-dürer” (saçılmış inciler) denilmekte­dir.

Ca’fer es-Sâdık’ın tabii ilimler ve özel­likle kimya konusunda geniş çalışmaları bulunduğu, nitrik asit ve kezzap ile tuz ruhunun karışımından meydana gelen ve altın eritmeye mahsus bir sıvı olan “aqua regia”yı keşfettiği ve kimya konusundaki bilgi­lerini kabiliyetli gördüğü öğrencisi Câbir b. Hayyân’a öğrettiği yaygın rivayet­ler arasındadır. Ancak bu rivayetlerin doğ­ruluğu çok şüphelidir. J. F. Ruska, P. Kraus gibi bazı şarkiyatçılar kimya, cefr. havas gibi konularda Cafer’e isnat edi­len rivayetlerin asılsız olduğunu ileri sür­müşlerdir. Ruska ya göre o dönemde Me­dine’de kimya ile ilgilenmeyi mümkün kılacak şartlar mevcut değildi; ayrıca “bu takva ehli insanlar’ın teorik veya pratik kimya bilgilerine ulaşmaları imkânsızdı. Ancak bazı araştırmacılar, Cafer’in ge­nellikle Medine’de yaşamakla birlikte İrak’a giderek bir süre orada kaldığını ve kimya, tıp, astrono­miye özel merakı olan ve bu alanda bir­kaç kitabın Arapça’ya çevrilmesini sağ layan Hâlid b. Yezîd’in (Muâviye’nin toru­nu) halasının oğlu olduğunu dikkate ala­rak kimya ile ilgilenmiş olabileceğini be­lirtmişlerdir. Bununla birlikte gerek kimya gerekse cefr, tıl­sım, havas, hurûf gibi sırrı ilimlerde uz­man olduğu, kitaplar yazdığı, öğrenciler yetiştirdiği, keşifler yaptığı yolundaki iddialar tamamen asılsız olmasa bile bü­yük ölçüde mübalağalıdır. Bu hususta kendisine isnat edilen görüş, bilgi ve eserlerin çoğu. aslında sonraki Şiî-Bâtı­nî zümrelere ait olup Ca’fer’in bütün müslümanlar nezdinde saygı gören ki­şiliğini istismar etmek üzere ona izafe edilmiştir. Nitekim Buhârînin. Ca’fer’in yanına girip çıkanların onun ağzından hadis uydurduklarını göz önünde bulun­durarak ondan nakledilen hadislere iti­bar etmemesi de daha hayatta iken çev­resinin kendisi hakkında yakıştırmalar yapmaya başladığını göstermektedir.
Eserleri
Cafer es-Sâdık’ın yüzlerce ki­tap ve risale yazdığı ileri sürülmektedir. Bunların büyük bir kısmının ona nisbeti şüpheli olup yaşadığı dönem, çevresi, İl­mî ve dinî şahsiyeti dikkate alınırsa bil­hassa kimya ve cefr gibi konulara dair kitapların onun telifleri olması imkân­sız gibidir. Bu konuda hayli müsamaha­kâr olanlar bile Ca’fer’in bu alanlarda eser yazıp yazmadığının bilinmediğini söylemektedirler. Aslında Ca’fer’in öğrencisi olduğunu söy­leyen ve onu söz konusu ilimlerde oto­rite kabul eden Câbir b. Hayyân’ın bu İlimlerle ilgili bir tek eserinin bile adını zikretmemesi, bu eserler üzerindeki te­reddütleri daha da arttırmıştır.

Eserleri

1- Mişbâhu’ş-şerî’a ve miftâhu’l-hakîka. Ca’fer es-Sâdık’in dinî ve ahlâkî muhtevalı sözlerinin 100 babda ele alındığı bu eserin çeşitli yaz­ma nüshaları British Museum’da, Meşhed ve Haydarâbâd Osmaniye Üniversi­tesi kütüphanelerinde bulunmaktadır. Kitap Delhi (1856), Tebriz (1278) ve Tahran’da (1314) yayımlanmış, ayrıca Fars­ça tercüme ve şerhiyle birlikte Hasan el-Mustafavî tarafından neşredilmiştir.

2- Tefsîrü’l-Kurbân. En es­ki nüshası hicrî X. asra ait olan bu ese­rin Bankipûr, Bohâr ve Aligarh kütüpha­nelerinde yazmaları mevcuttur.

3- Kitâbü’l-Cefr. el-Hâfiye fi’l-cefr, el-Hafi­ye fî cilmi’l-hurûf veya el-Hâfiye ad­larıyla da anılan eserin yazma nüshaları British Museum’da, İskenderiye el-Mektebetül- belediyye. Dârü’l- kütübi’ l – Mıs-riyye (Tal’at). Süleymaniye (Cârullah) ve Köprülü kütüphanelerinde bulunmakta­dır.

4- İhtilâcü’1-a’zâ3. İnsan organla­rındaki titremeler ve bunların sebep ol­duğu hastalıklardan bahseden eserin yazma nüshaları Berlin Staatsbibliothek ile Gotha. Topkapı (ili. Ahmed) ve Kasta­monu kütüphanelerinde mevcuttur.

5- Heyâkilü’n-nûr (es-Sebca). Tılsımdan bahseden bu eserin iki nüshası Bibliot-heque Nationale ve Cambridge Üniver­sitesi Kütüphanesi’ndedir.

6- Esrârü’l-vahy. Hicri X ve XIII. yüzyılda istinsah edilen iki yazması Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Hamidiye ve Hasan Hüsnü Paşa) bulunan küçük bir risaledir.

7- Havâşşü’l-Kur âni’l-‘azîm. Hicrî IV ve XI. yüzyılda istinsah edilmiş nüshalarının bu­lunduğu bilinen risalenin bir yazması Dârü’l-kütübi’z-Zâhİriyye’dedir.

8- Kitâbü’t-Tevhîd ve’l-ihlîlce. Mufaddal b. Ömer’­den rivayet edilen bu eser Tevhîdü’l-Mufaddaî diye de anılır. Meşhed, Tebriz ve Kâzımiye kütüphanelerinde çeşitli nüs­haları bulunan eser, Kitâbü’t-Tevhîd ve’î-ediUe ve’t-tedbîr adıyla 1329’da İstanbul’da basılmış, Fahreddin et-Tür-kistânî tarafından 1065’te (1654) Fars­ça’ya çevrilmiştir.

9- Risâletü’i-veşâyâ ve’1-fuşûî. Kimya ile ilgili olup Risale fî cilmi’ş-şınâa ve’l-haceri’l-mükerrem olarak da bilinir. Nuruosmaniye, Râmpûr ve Halep kütüphanelerinde yazma nüs­haları bulunan risale Almanca tercüme­siyle birlikte J. Ruska tarafından neşre­dilmiştir.

10- Dü’â’ul-cevşen. Birkaç varak hacmindeki risa­lenin hicrî XI. yüzyılda istinsah edilmiş bir nüshası Bİbliotheque Nationale’de bulunmaktadır.

Bunların dışında Menâfi’u süveri’l-Kur’ân, Kitâb fî işbâti’ş-şânic, Es’ile cani’n-nebî, Münâzaratü’ş – Sâdık fi’t-tafzîi beyne Ebî Bekir ve CA1Î, el-Edci-yetü’l-üsbû’iyye, Du’â3, Kitâbü’ş-Şı-rât, Hırz, el~Hikemü’l-Cacferiyye, Ri­sale fi’l-kimyâ3, Ta’rîfü tedbîri’l-ha-cer, el-Edille ‘ale’l-halk ve’t-tedbîr, Risale fî fazli’l-Hacer ve Mûsâ, İhti­yar âtü’l-eyyam ve’ş-şühûr, Mahmû-dâtü’l-eyyam, Cedvel fî mezhebi’s-si-nîn ve’ş-şühûr ve’1-eyyâm, Meîhame, el-Kur’a, Risâletü’1-fe l, Sirâcü’z-zul-me ve es-Silkü’n-nâdir gibi eserler Ca’­fer es-Sâdık’a nisbet edilmektedir.

Ca’fer es-Sâdık hakkında yazılmış çok sayıda monografiden bazıları şunlardır:

Meclisî. Târîhu’l – İmâm Ca’fer es-Sâdik[28]; Ahbârul-İmâm Ca’fer eş-Şâdık maca’l-Manşûr; J. F. Ruska, Arabîsche Alchemisten 11; Muhammed Yahya el-Hâşimî, el-İmâ-mü’ş-Şâdık mülhimü’l-kimya, Abdülazîz Seyyidülehl, Ca’fer fa. Muhammed; Muhammed Ebû Zehre, el-İmâm eş-Şâdık hayâtüh ve arâ^üh ve fıkhuh; Mu­hammed el-Halîlî, Tıbbü’l-İmâm eş-Şâ­dık; Abdülhalîm el-Cündî, el-İmâm Ca’fer eş-Şâdık.

Diyanet İslam Ansiklopedisi

İlgili Makaleler