Tarihi Eserler

Caca Bey Medresesi Nerededir, Tarihçesi, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Caca Bey Medresesi, Kırşehir’de XIII. Yüzyılda İlhanlılar döneminde yapılan medrese.

Orta Anadolu’da Kırşehir’in yerleşim merkezinde inşa edilmiştir. Cümle kapı­sı üstündeki Selçuklu sülüsü ile iki satır halinde yazılmış kitabesine göre Kılıcarslan’ın oğlu III. Keyhusrev zamanında 671 (1272/73) yılında Nûreddin Cebrail (Cibrîl) b. Caca tarafından yaptırılmıştır. Ana­dolu’da İlhanlı (Moğol) istilâsı sırasında Kırşehir emîri olan Cacaoğlu Nûreddin’İn Kırşehir’den başka Kayseri ve Eskişehir’­de de hayratı vardır.

Caca Bey Medresesi ile diğer hayratın 10 Şevval 670’te düzen­lenmiş Arapça ve Moğolca vakfiyesi gü­nümüze kadar gelmiştir. Cevat Hakkı Ta­rım bunların dört adet olduğunu bildi­rerek birinin 1948’de mütevellisinde, di­ğerlerinin suretlerinin Ankara’da Vakıf­lar Genel Müdürlüğü’nde bulunduğunu haber vererek vakfiyelerin içindekilerini de özetlemiştir. Fakat bu konuda daha etraflı araştırma yapmış olan Ahmet Temir, “İskilip el yazması” olarak adlandır­dığı 10 Şevval 670 tarih­li bir Arapça vakfiyeyi ana kay­nak olarak kullanmıştır. Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’ndeki iki metin, İskilip el yazmasının çok yakın.tarihlerde yapıl­mış tercümeleridir. Bunun dışında Temir’in göremediği Kırşehir’deki müte­velli elinde bulunan nüsha ile nisbeten geç bir dönemde istinsah edildiği anla­şılan ve bundan çıkarılmış özet mahiye­tinde bir metin daha vardır. Bu metnin de Ankara’da Vakıflar Genel Müdürlü­ğü Arşivi’nde bir kopyası bulunmaktadır. Bu vakfiyelerin asılları Arapça olmakla beraber Uygur harfleriyle yazılmış Mo­ğolca özetleri de vardır. Anlaşıldığına gö­re Hakkı Tarım’ın iddia ettiği gibi orta­da dört vakfiye yoktur. Tanm’dan son­ra Ahmet Temir Arapça ve Moğolca 670 (1271/72) tarihli vakfiyenin tam metni­ni ve tercümesini yayımlamıştır. Bu bel­gelerden öğrenildiğine göre Cacaoğlu Nûreddin Kırşehir’deki medresesi için İç Anadolu’nun pek çok yerinde mezraalar, tarlalar, değirmenler, bağlar, bahçeler, hamamlar, kar kuyuları, dükkânlar, evler. hanlar vb. vakfetmiştir. Bu vakfiyeler­de, gelirlerin Kırşehir’de “içinde cuma namazı kılınan” medresesinin, hankahın, menzilhânenin, zaviyenin ve mektebin masraflarına harcanması için vakfedildiği bildirildikten başka Kayseri-Kırşe­hir yolu üstündeki dârüssulehâ ile Kayseri’nin Talimekini köyündeki medrese­sine de gelirlerden pay ayrıldığı ifade edilmiştir. Sayısı hayli yüksek olan bu hayır kurumlarında yaşayanlara da ge­lirlerden ayrıca pay ayrılmıştır. Medre­sede ders gören öğrencilerin uymaları gereken kurallar da vakfiyede ayrıntılı bir biçimde belirtilmiştir. Böylece bu binanın bir zaviye veya hankah değil bir medrese olduğu ve eyvanının cuma camii olarak da kul­lanıldığı anlaşılmaktadır.

Taçkapının en üstünde yer alan kita­beden başka giriş kemeri üstünde bu­lunan tek satırlık kitabede besmele ve Nah! sûresinin 90. âyetinin baş kısmı yer alır. Bunun altında bulunan ve uçları iki yana dönen diğer kitabede Âl-i İmrân sûresinin 18 ve 19. âyetleri yazılıdır. Bu yazı şeridiyle kapı kemeri arasına iki sa­tır halinde yerleştirilen, ayrıca sağ kö­şesine de bir metin eklenen kitabe ise bazı vergilerin kaldırıldığını bildiren bir emirnamedir. W. Hinz’e göre bu kitabe 1330 yılında yazılmış olmalıdır. Osmanlı döneminde Zilkade 1219’da verilen bir berat ise “Nûreddin Şehid” hayratının gelirlerine daha başka vakıf­larla birlikte el koymak isteyen Alâeddin Camii mütevellisinin müdahalesinin önlenmesine dairdir.

XIX. yüzyıl içinde medresenin harap halde olduğu tahmin edilmektedir. Ni­tekim 1858’de Kırşehir’den geçen A. D. Mordtmann yapının mühimmat ambarı (Waffendepot) olarak kullanıldığı­nı yazar. Daha sonra da harap durum­da bulunan medresenin bir kısmının ca­mi yapıldığı 1325 (1907) tarihli Ankara Vilâyeti Salnâmesi’nde belirtilir. Daha sonraları Vakıflar İdaresi tarafından bü­yük ölçüde restorasyon gören medre­se cami olarak yeniden ibadete açılmış­tır, bugün de cami olarak kullanılmak­tadır.

Bir halk söylentisinden destek alarak Ankara Vilâyeti Salnamesi’nde de tek­rarlanan ve bugün belli başlı yayınlarda yer alan. bu medresenin aslında astro­nomi ilmiyle uğraşılan bir yer olduğu ve içinden rasat yapıldığı yolundaki iddia ise aydınlatılması gereken bir husustur. Ankara Üniversitesİ’nden W. Ruben ile Aydın Sayılı tarafından 1947 yılı Temmuz ayında ortadaki kubbeli büyük mekânın zemininde bu maksatla bir kazı yapıl­mış ve burada sadece 6 m. kadar deri­ne inen. iç yüzeyleri kısmen kaplanma­mış. 1,80 m. çapında bir kuyu bulunmuş­tur. Alt kısmında çapı 2.60 m. ölçüsünü bulan bu çukurun bir rasat kuyusu ola­bileceği ileri sürülmüştür. Yine bir halk söylentisi, medresenin ön tarafındaki minarenin de bir rasat kulesi olduğu yo­lundadır. Ancak ne vakfiyede ne de kita­bede buna dair en ufak bir işaret var­dır. Ayrıca bir rasat kuyusu için lüzumlu olan ve iç duvara bağlı olması gereken basamaklar bulunmadığı gibi 1,60 m. ölçüsündeki çap bir rasat kuyusu için çok dardır. Dolayısıyla buranın esasında bir rasat merkezi olabileceği İnandırıcı görünmemektedir. Kubbeli kısmın orta­sında bulunan çukur herhalde, kapalı avlulu medreselerde kubbenin altında olması gereken şadırvanın yerini tutmak üzere açılmış bir su kuyusundan başka bir $ey değildir.

Caca Bey Medresesi, Anadolu’da pek çok benzerleri olan, orta avlusu kubbe İle örtülü, “kapalı medrese” tipinde bir yapıdır. Bu kapalı mekânın esasında bir avlu olduğunu hatırlatmak üzere üstündeki kubbenin ortasına bir aydınlık fe­neri ve bunun altına da şadırvanın ya­pılması usuldendi. Bu çeşit kubbeli yapı örneklerini Niksar’da Yağıbasan, Tokat’­ta Çukur, Konya’da Karatay ve İnce Mi­nareli, Çay’da Taş, Erzurum’da Yâkutiye, Kütahya’da Yâkub Çelebi ile Vâcidiye. Ermenek’te Müsâ Paşa ve Karaman’da İbrahim Bey medreseleri teşkil eder­ler.

Medrese, kesme taş kapılı cephelere sahip enlemesine hafifçe dikdörtgen bi­çiminde bir yapıdır. Esas cephesindeki taçkapının etrafındaki kaplama şeritler halinde iki ayrı renkteki taşlardan yapıl­mıştır. Bina, Orta Asya’dan beri Türk mimarisinin her çeşit yapısında karşıla­şılan bir avluya açılan dört eyvan şema­sına uygundur. Eyvanların üstleri beşik tonozlarla örtülüdür. Ortadaki kapalı av­lunun üzerini ise bir kubbe örter. Evvel­ce üzerinde sadece bir aydınlık feneri ol­ması gereken bu kubbenin ortası, bura­nın bir rasat merkezi olduğu hipotezini desteklemek gayesiyle günümüzde camekânla kapatılmıştır. Bu kadar geniş çaplı bir açıklığın, medrese harap oldu­ğu dönemlerde aydınlık fenerinin etra­fının yıkılması sonunda meydana gel­mesi ihtimal dahilindedir. Eyvanların et­rafında küçük hücreler vardır. Esas bü­yük eyvanın iki yanında ise bir çift dik­dörtgen planlı büyük hücre yer alır. Gi­rişin karşısındaki üstü beşik tonozla ör­tülü ana eyvan, bütün bu tür yapılarda olduğu gibi namaz kılınan yerdir. Bura­nın kıble duvarında basit bir namazgahı aşan zenginlikte bir mihrap bulunur. Gi­riş eyvanının sağındaki hücrenin içinden taş bir merdiven, sadece ön cephenin arkasında bulunan üst kat hücrelerine çıkışı sağlar. Bunlar biri mihraplı olmak üzere iki tanedir. Kırık sivri bir kemerin çerçevelediği taçkapı mukarnaslı bir kavsaraya sahiptir. Taçkapının iki köşesin­de demet halinde sütunçeler vardır. Ay­rıca kapının cephe duvarının iki dış kö­şesine değişik biçimde kaideleri olan bir çift burma gövdeli sütunçe işlenmiştir. Bunların kaidelerinin askı kandilleri ha­tırlatır biçimde işlenmiş olduğu dikkati çeker.

Mescid eyvanının iki köşesindeki sütunçelerin şimdiye kadar üzerinde çok durulmuştur. Bunların gövdeleri, dışarıdakilerin kaidelerinde görülen üst üste bindirilmiş askı lambaları biçiminde bo­ğumlardan meydana gelmiştir. W. Ru­ben bu sütunçelerle Hindistan sanatın­daki sütun gövdeleri arasında bir ya­kınlık görmek istemiştir. E. Diez ise Ca­ca Bey Medresesi sütunçelerinde Kafkasya’daki Gürcü mimarisinin bazı sü­tunları ile benzerlikler bulmuştur. Fakat W. Ruben, aynı tipte ahşaptan yontul­muş direklere Bolu’nun Düzce ilçesinde rastladığına işaret ettiğine göre bu de­ğişik sütun gövdeleri Anadolu’nun ah­şap mimarisinde vardır ve oradan taşa geçirilmiş olmalıdır. Eski fotoğraflarda, kub­benin ortasında ahşap bir çatı ile örtü­lü, pencereli ve kasnaklı bir aydınlık fe­neri görülür. Diğer kısımların üstleri ise düz dam şeklindedir. Sonraki tamirler­de bu fener kaldırılmış, duvarların sa­çakları da kale duvarı gibi dendanlı ola­rak yapılmıştır. Uzun yıllar petek ve kü­lah kısımları olmayan minarenin bu un­surları son tamirlerde tamamlanmıştır.

Medresenin giriş cephesinin sol tara­fındaki kubbeli kare mekân, yapının ba­nisi Caca Bey’in türbesidir. Türbeye sol­daki eyvandan altı basamaklı bir mer­divenle çıkılır. Kabartma bir süsleme ile çerçevelenmiş bir kapı, ortasında Caca Bey’in sandukasının bulunduğu türbenin içine geçit verir. Müstakil bir yapı gibi kümbet görünümünde tasarlanan bu mezar binasının kubbesi, piramit biçi­minde taştan sivri bir külah ile örtül­müştür. Kare plan, köşelerde üçgen bi­çiminde pahlarla sekizgen kasnağa dö­nüşür, bunun da üstüne külah oturur. Türbenin caddeye açılan penceresi mih­rap biçiminde bir kavsara altındadır. Et­rafını ise mukarnaslı bir çerçeve çevirir. Mukarnaslı kavsaranın altında ve hacet penceresinin üstünde bulunan iki satır halindeki kitabede, “dünyanın bir durak yeri ve her şeyin fâni olduğu” ifade edil­mektedir. Pencere nişinin iki yanında korint üslûbunu andıran başlığıyla bir çift sütunçe yer alır. Fakat türbenin en ilgi çekici süslemesi, iç duvarlardaki çini yazı kaplamasidır. Burada lâcivert çini­lerden kesilmiş harfler beyaz alçı zemi­ne mozaik tekniğinde yerleştirilerek Âyetü’l-kürsî işlenmiştir.

Medresenin kıble duvarı dışında, bina bedeninden ayrı olarak A. Saim Ülgen’in ölçüsüne göre 22 cm. açıkta ve 21 m. yükseklikteki minarenin gövdesi de kah­verengi ve fîrûze renginde çinilerle be­zenmiştir. Minarenin kürsü kısmı kare biçiminde ve taştandır. Yuvarlak gövde­de tuğlalar altta daire şeklinde sıralanır­ken belirli bir yükseklikten sonra zikzak motif dizileri meydana getirirler. Bu mi­narenin aslında medreseye bitişik ayrı bir cami binasına ait olabileceği ileri sü­rülmüştür. Mordtmann’ın ifadesinden de burada bir cami olduğu anlaşılabilir. Ancak böyle bir camiden bugün en ufak iz bulunmadığı için bu iddianın doğru­luk derecesi tesbit edilememekle birlik­te medresenin bu tarafında yapılacak bir kazı bu konuya ışık tutabilir. Mina­renin kaidesinde bulunan ve ancaK ek­sik olarak okunan bir beyit, benzerine Âlî’nin Münşeât’ında rastlanarak tamamlan­mıştır. Burada.’ “yapının kurucusuna rabbin inayeti istenmekte ve sesi daha gö­ğe erişmeden bu dileğin iyi kabul göre­ceğine inanıldığı” bildirilmektedir.

Kırşehir’de Caca Bey Medresesi, Ana­dolu’da Türk mimari tarihinin başta ge­len eserlerinden biridir. Hakkında bu­güne kadar pek çok yayın yapılmış olma­sına rağmen Anadolu’nun çok bunalımlı bir döneminde inşa edilmiş olan bu eser mimarisi, süs unsurları ve kitâbeleriyle daha etraflı ve dikkatli bir araştırmayı beklemektedir.

Diyanet İslam Ansiklopedisi