Tarihi Eserler

Burmalı Mescid Camii Tarihi, Mimari, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Burmalı Mescid, İstanbul Şehzadebaşı’nda XV. yüzyıl sonunda yapılan mescid.

Minaresinin biçiminden dolayı dikkati çeken ve bu sebeple Burmalı Mescid ola­rak tanınan mâbed, Şehzade Camii’nin dış avlu duvarının az ilerisinde ve Boz­doğan Kemeri’nin Marmara tarafında bulunmaktadır. Çevresindeki yerleşme bölgesinin istimiâkiyle etrafı tamamen açıldığından bugün İstanbul Belediye Sa-rayı’nın tam karşısında kalmıştır. Kapısı üstündeki kitabe yeri boştur. Ayvansarâyî Hüseyin Efendi’nin yazdığına göre Mısır kadılarından Mevlânâ Emin Nûreddin Osman Efendi tarafından yaptırıl­mıştır. Banisi 961 (1554) yılında ölmüş ve mescidinin yanına defnedil mistir. Bu sebeple Burmalı Mescid’in bir XVI. yüz­yıl eseri olduğu sanılmış, hatta kapının yanına adı ve 1540 yılı yazılı bir levha konulmuştur. Fakat 953 (1546) tarihin­de yazıldığı  bilinen  İstanbul  Vakıfları Tahrir Defteri’nde[77] Emin Nû-reddin Mescidi adıyla kayıtlı olduktan başka 902 yılının Şaban ayında[78] düzenlenmiş bir de vakfiyesinin bulunduğu bildirilmektedir. Anlaşıldığı­na göre İstanbul’da pek çok hücre, dük­kân, ev ile Zağra Eskihisan’nda, Gebze’­de hamamlar ve Hereke’deki değirmen mescidin evkafından olduktan başka da­ha pek çok hayır sahibi de buraya vakıf­lar tahsis etmiştir. Bunlardan Ayşe Ha-tun’un vakfettiği mülk ile Ali Subaşı’nın bıraktığı bir başka mülk, 1543-1548 yıl­larında Şehzade Camii’nin yapımı için “emr-i pâdişâhı ve izn-i şer’ ile” istim­lâke uğramıştır.

Şehzade Camii’nin Mimar Sinan tara­fından inşasından çok önce var olan Bur­malı Mescid’in banisi Emin Nûreddin Efendi’nin mezarı soldaki hazîrede dur­maktadır. Kitabesinde 961 (1554) tarihi açık olarak okunur. Bu duruma göre Emin Nûreddin Efendi mescidi yirmi beş otuz yaşlarında iken yaptırıp vakfetmiş, Mısır kadılığına kadar çıktıktan sonra İs­tanbul’da ilerlemiş bir yaşta vefat edip buraya gömülmüş olmalıdır. Hadîkaîü’l-cevâmi’öe verilen bilgiye göre, birkaç defa defterdar olduktan sonra vezirliğe yükselen, ancak 1173’te (1759-60) İz­mit’te idam edilen Müezzinzâde Halîmî Mustafa Paşa’nın da mezarı mescidin yanındadır. Ayrıca burada Mustafa Pa­şa’nın kardeşi Mehmed Ağa’nın oğlu olan ve 1167’de (1753-54) vefat eden hattat İbrahim Ağa’nın da kabri vardır. Mustafa Paşa’nın babası Ali Efendi Bur-maiı Mescid’in müezzinliğini yapmış, da­ha sonra rûznâmçe kesedarlığına yük­selmiştir. Mustafa Paşa’nın sarayı veya konağı da mescidin karşısında bulunu­yordu.

Burmalı Mescid, Osmanlı devrinde dev­let ileri gelenlerinin konaklarının toplan­dığı bir bölgede bulunuyordu. XIX. yüz­yılda da önündeki arazide Rifat Paşa ile Ahmed Muhtar Paşa’nın konaklan var­dı. Şehrin en büyük yangın felâketlerin­den biri olan 1911 Uzunçarşı – Mercan yangınında Burmalı Mescid’in çevresi kül olmuş ve mâbed her ne kadar fazla za­rar görmeden kurtulmuşsa da cemaat-siz kalmıştır. Cumhuriyet devrinde “Tür­kiye Cumhuriyeti Dahilindeki Cevâmi ve Mesâcidin Tasnifi ve Kadrolarının Tes-biti Hakkındaki 8 Kânunusâni 1928 ta­rih ve 6061 numaralı Talimatnameyi Mu-addil Talimatname” başlığı ile çıkan ca­milerin sayılarını kısıtlayan yönetmeliğe uyularak Burmalı Mescid Şehzade Camii’ne yakınlığı dolayısıyla kadro dışı bı­rakılınca harap olup yıkılmaya terkedil­miştir. Nitekim 1936’da mescid, içi mo­loz dolu dört duvardan ibaret bir hara­be halinde idi. Ayrıca şehir imar planın­da Bozdoğan Kemeri altından geçen Ata­türk bulvarının önce buradan geçmesi ve mescidin yıktırılması da düşünülmüş­tür. Sonra bu projeden vazgeçilince Burmalı Mescid’in üzeri çinko bir çatı ile ka­patılıp revak sütunlarının aralan duvar örülerek marangoz atölyesi halinde ki­raya verilmiştir. Burmalı Mescid’in sa­nat değerinin nihayet takdir edilmesi üzerine 1961’de Vakıflar tarafından ta­mirine başlanmıştır. Çalışmaları yüksek mimar Cahide Tamer yürütmüş ve mes­cid ihya edilmiştir. Bugün iyi durumda ve namaza açıktır. Ancak etrafı yakın yıllarda tanzim edilen parkın ağaçlarıyla kapandığından görünmez haldedir.

Burmalı Mescid’in minare kürsüsü ile pabuç kısımları ve ana mekânın duvar­ları kesme köfeki taşından, son cemaat yeri ise taş ve tuğla dizileri halinde kar­ma teknikte yapılmıştır. Dört mermer sütunlu son cemaat yerindeki sütunlarla başlıkları devşirme malzemelerdir. Bun­lar çok yıprandığından 1961-1962 yılla­rındaki tamirde çıkarılarak yerlerine, yi­ne devşirme sütun gövdeleriyle şehrin çeşitli yerlerinden toplanmış başlıklar konulmuştur. Namaz mekânı basit bir kare biçimindedir, üstü ise sakıfla örtü­lüdür. Kanaatimize göre çatının saçak­larının çok daha geniş olarak dışarı taş­ması gerekirdi. Aydın Yüksel, bir ihti­mal olarak bu mescidin aslında kubbeli olarak yapılmış olabileceğini de ileri sürer; fakat şimdiye kadar bu hususu des­tekleyecek hiçbir iz bulunamamıştır.

Burmalı Mescid’in İstanbul için en önemli özelliği, yuvarlak gövdeli mina­resinin dış yüzünün burmalı biçimde şe­refeye kadar uzanan çubuklar halinde örülmüş olmasıdır. Bunun için özel yapıl­mış yarım yuvarlak kenarlı tuğlalar kul­lanılmıştır. Minarenin bir benzeri Amas­ya’da Burmalı Minare Camii’ndedir. Di­ğer benzeri ise Edirne’de Üç Şerefeli Ca­mi minarelerinden biridir. Bu minare, gövdesini süsleyen burmalı çubukları ile eski Türk mimarisinde görülen çubuklu ve yivli minarelerin son ve İstanbul’daki nâdir örneğidir. Düz çubuklu tek mina­re Vefa’da Molla Gürânî (Kilise) Camii’n­dedir.

Burmalı Mescid’in vakfiyesinde kayıtlı olan ve yanında bulunması gereken sıb-yan mektebiyle çeşmeler zamanla orta­dan kalkmıştır. Yalnız mescidin yanın­daki küçük hazîresi halen mevcuttur. Etrafındaki mahallenin istimlâkiyle bü­yük ve boş bir arazinin ortasında yalnız kalan Burmalı Mescid, komşusu Şehza­de Camii’nin muhteşem ve büyük mima­risi tarafından gölgelenmekteyse de gü­zel ve ahenkli nisbetleri, değişik biçim­li ve çok eski Türk geleneklerini sürdü­ren minaresiyle İstanbul’un en merkezî yerini küçük mescid mimarisinin zarif bir örneği olarak süslemektedir.