Nedir ?

Bülbül, Edebiyatta Bülbül, Divan Edebiyatında Bülbül, Hakkında Bilgi

Türk ve İran edebiyatlarında başta âşık oluşu ve sesinin güzelliği olmak üzere çeşitli özellikleri sebebiyle adı en çok geçen kuş.

Aslı Farsça olan kelime sonradan Arap­ça’ya da girmiştir. Bülbül için andelîb ve hezârdan başka sesinin güzelliği do­layısıyla hezâr-destân (bin bir türlü hikâ­ye söyleyen), hoş-hân (güzel okuyan), hoş-gü (güze! söyleyen), hoşâheng (güzel sesli) kelimeleri de kullanılır. Bunların yanın­da zend-hân (güzel sesli kuş), zendvâf, zendbâf, zendlâf (bülbül), mürg-i bâğ (bahçe kuşu), mürg-i çemen (çimen kuşu), şeb-hân (gece öten kuş), mürg-i şeb-hîz (gece uyanık duran kuş), hezâr-âvâz (bin bir sesli) gibi kelime ve terkipler de bül­bülü ifade eder. Çeşitli Türk şivelerinde böberdek, bübürdek, keleçek. kujulak, ötlügen, sandugaç gibi adlarla anılan bülbüle Dîvânü lugâti’t-Türk ve Kutadgu Bilig’öe de rastlanır.

Doğu edebiyatlarında önemli bir yeri olan bülbül güllerin açtığı günlerde da­ha canlı öttüğünden gül ile arasında mu­hayyel bir aşk ilişkisinin var olduğu ka­bul edilmiş, bülbül âşığa, gül de maşuk veya maşukaya benzetilmiştir. Araların­daki bu ilişki mecazi aşk olarak kabul edilmiş, gülün aşkı ile tutuştuğu için bül­büle “şeydâ” (çılgın) ve “zâr” (ağlayıp inleyen) sıfatlan verilmiştir. Yine bu anla­yışa göre bülbülün güle yaklaşmasını ön­leyen en büyük engel gülün dikenidir. Ancak bülbül dikeni de gülün hatırı için hoş görmektedir.

Şairler yüzyıllar boyunca bülbülle gül arasında tahayyül ettikleri bu aşkı şiir­leri için tükenmez bir kaynak olarak gör­müşlerdir. Nitekim eski İran ve Türk edebiyat şairlerinin divanlarında bülbül ve gül konulu manzumelere veya onlarla ilgili remiz ve mazmunlara sık sık rastla­nır. İran edebiyatında bülbülü ve onun güle olan aşkını en güzel şekilde dile ge­tiren, ünlü şair Hâfiz-ı Şîrâzî (o. 791/ 1389) olmuştur. Klasik divan şairleri bül­bülden belirli kurallara bağlı olarak bah­settikleri halde halk şairleri onu daha serbest bir muhayyile ile ve çok defa da­ha canlı bir şekilde dile getirirler. Türk halk edebiyatında hakkında pek çok mâ­ni, türkü, destan ve koşma yazılmış olan, Türk atasözleri ve deyimlerinde geniş bir yer tutan bülbül, daha XIV. yüzyıl baş­larında Yûnus Emre’nın şiirlerinde lirik bir duyuşun timsali olarak görülür. Son­raki yüzyıllarda da hemen bütün halk şairleri bülbül motifini çeşitli şekillerde kullanmışlardır.

Divan edebiyatında bülbül, klasik Doğu edebiyatlarında olduğu gibi âşığı sem­bolize eder. Bunda gülün sevgili olarak düşünülmesi de rol oynar. Teşhis yoluy­la âşığın bütün özelliklerinin izafe edil­diği bülbül, gülün daha kırmızı ve güzel olması için ona kanını vermiş veya gül hile ile onun kanını içmiş, yüzüne sür­müş yahut allık (gül-güne) olarak kullan­mıştır. Bülbül gülün hasretiyle sabahla­ra kadar feryat eden bir âşıktır. Bu ben­zetmede bülbülün diğer kuşlardan fark­lı olarak gece de ötmesi söz konusudur. Bazı şairler bülbülün feryat etmesini onun için ilâhî bir takdir olarak kabul ederler. Ötüşünün nağme olarak nite­lendirildiği hallerde bir nağmede 1000 sihir yaptığı ifade edilir. Bazan da gül yaprağı veya mushaftan âyetler yahut Güiisfdn’dan beyitler okuduğu düşünü­lür. Zevk ehlini gül bahçesine çağırarak gül ile olan macerasını âleme “destan eyleyen” bülbülün, “bin” (1000) anlamı­na da gelen hezâr kelimesinin tevriyeli ve cinaslı kullanılmasıyla “hezâr-destân” ve “destân-serâ” olduğu söylenir. Âteş-zebân, hoş-zebân, mürg-i hoş-hân, mürg-i seher, hoş-âvâz, hoş-beyân, hoş-nağme, ter-nağme, şîrîn – güftâr, güya, medh-hân, nây-ı hazîn gibi kelimeler ötüşüyle ilgili olarak bülbül mânasına geldiği gibi feryat, figan, şîven, âh ü zâr, neva, nâle, savt, nağme, okumak ve gul-gule kelimeleri de ötüşünü nitelemek için kullanılır. Güzel nağmeleri ve gönül alıcı ötüşünden dolayı şairler de kendilerini bülbüle benzetirler. “Bülbül-i bustân-ı mezâk” Hz. Peygamber’den kinaye ola­rak, “bülbül-i hezâr-dâstân” Sa’dî-i Şî-râzfden kinaye ve ehl-i kemâl için kul­lanılan birer tabirdir. Bunların dışında bülbül-zebân “fasih”, bülbül-mizâc ise “değişik mizaçlı” ve “aşüfte” anlamları­na gelmektedir.

Kuşlar farklı yerlerde yaşarlar. Karga leşi, baykuş viraneyi, bülbül de gülzârı sever. Bağda, bahçede, çiçekler içinde dolaşmakla beraber bülbü! daha çok gül dalları ve yapraklan arasında görülür. Bülbülün tahtgâh, mahfil, sâyeban, sâ-gar, keşkül şekillerinde tasavvur edilen yuvası da burada bulunur. Bu beraber­lik, gülün rengi itibariyle ateşi çağrış-tırmasıyla çeşitli tasavvurlara konu olur. O büyük bir âfet veya yangından arta­kalan bir “kül öksüzü”dür. Bu benzet­me ile aynı zamanda vücudunun üst kıs­mının koyu, alt kısmının sütlü kahve renginde oluşuna da işaret edilmiş olur. Gülün Hz. Musa’ya Tür dağında görünen “âteş-i Mûsâ”ya benzetilmesiyle bülbül de Hz. Musa’nın “kelîm” sıfatı ile nite­lendirilir. “Pamukla ateşin oyunu olmaz” atasözü de bu münasebetle hatırlanır. Güzel sesinden dolayı bülbül ile Hz. Dâvûd arasında da ilgi kurulmuştur. Ayrı­ca gül camiye, servi minareye, bülbül de Kur’an okuyan kişiye benzetilir.

Bülbül ile birlikte zikredilen diğer bir unsur da kafestir. “Bülbülün çektiği dili belasıdır” atasözü, bülbülün güzel ötü­şünden dolayı kafese konulmuş oldu­ğunu ifade eder. “Bülbülü altın kafese koymuşlar, ah vatanım demiş” atasözü ise onun gül bahçesinin ve hürriyetin has­retiyle yandığını anlatır ve hürriyeti sem­bolize eder. Aynı şekilde âşığın gamlı gönlü mihnet gülzârının bülbülü, yaralı sinesi de kafes şeklinde düşünülür. Mu­tasavvıflar veya tasavvufa meyyal şair­ler bülbülü daha geniş anlamlı bir ale­gori olarak kullanmışlardır. Onlara gö­re bülbül ilâhî aşkla yanan can ve ruhun timsalidir. O bu dünyada veya ten kafe­sinin içinde uzak kaldığı ezelî gül bah­çesinin hasretiyle feryat eden bir Hak âşığıdır.

Yukarıda belirtilenlerin dışında talip, mest ve hatibe de benzetilen bülbül, müstakil olarak “Bülbülnâme”, “Bülbüliyye”. “Gül ü Bülbül” gibi adlarla anılan eserlere konu olmuştur. İlk bülbülnâmenin Fars edebiyatında Ferîdüddin Attâr (ö. 618/1221) tarafından yazıldığı söyle­nirse de bu eserin Attâr’a ait olmadığı kanaati yaygındır (bk. attAr, Ferîdüddin). Küçük bir mesnevi olan bu eserde, gü­le karşı duyduğu aşkı öterek terennüm eden bülbülün diğer kuşları rahatsız et­mesi ve kuşların onu Hz. Süleyman’a şi­kâyetleri anlatılır. Hz. Süleyman doğanı gönderip bülbülü yanına getirtir. Bülbül kendini savunur, Hz. Süleyman onu hak­lı bulur ve diğer kuşların bülbüle dokun­mamalarını emreder. Bu konuda İran edebiyatında hemen hemen başka bir esere rastlanmadığı halde Türk edebi­yatında XVI. yüzyıldan başlayarak “Bül­bülnâme”, “Bülbüliyye” ve “Gül ü Bülbül” adlarıyla beşten fazla eser kaleme alın­mıştır. Bu alanda bilinen ilk Türkçe eser, Kara Fazlî’nin (ö. 971/1563-64) Gül ü Bülbül adlı mesnevisi olup Hammer ta­rafından Almanca çevirisiyle birlikte 1833’te Viyana’da basılmıştır. Bundan sonra Bahârnin (ö. 980/1572) Gül ü Bül­bülü, Gazi Giray’ın (ö. 1016/1607) Fuzûli’nin Beng ü Bâde’sme nazîre olarak yazdığı Gül ü Bülbülü, Ömer Fuâdi’nin (ö. 1046/ 1636) Bülbüliyye’si, BirrF-nin (ö, 1128/1715-16) manzum ve mensur karışık olarak yazdığı Bülbülnâme’sı ve Şeyhülislâm Mehmed Esad Efendi’nin (ö. 1166/1752) Bülbül-nâme’si zikredilebilir. Ayrıca Hüseyin Ayan’ın, Paris Bibliotheque Nationale’-de kayıtlı Farsça bir mecmuanın içinde bulup neşrettiği. Bülbül­nâme adlı bir mesnevi daha vardır. Ne zaman yaşadığı bilinmeyen Rifâî adlı bir şaire ait olan eser beş beyitlik hâtimesiyle birlikte 327 beyittir.

Divan edebiyatında bu eserler dışında bülbüle çeşitli beyitlerde ve “bülbül” redifli gazellerde sık sık rastlanmaktadır. Bunlar arasında, XIX. yüzyılın ikinci ya­rısında divan edebiyatı geleneğini de­vam ettiren Şeyhülislâm Arif Hikmet’in bülbülü kısmen dinî bir fikirle işleyen gazeli zikre değer. Bu devirde yazılmış bülbüle dair şiirlerden Osman Şems Efen-di’ninki tasavvur ve üslûp bakımından ayrı bir yere sahiptir. Osman Şems Efen­di bülbülü “riyâz-ı vahdetten uzak düş­müş bir ruh” olarak ele almış, onda me­kâna hapsedilmiş bir “lâ-mekân” mah­lûkunun derin ıstıraplarını dile getirme­ye çalışmıştır. Yenileşme devri Türk ede­biyatında yazılan bülbül temalı manzu­meler içinde, Recâizâde Ekrem’in -bül­bül” redifli gazeli yanında özellikle Meh­med Akif’in Bursa’nın Yunanlılar tara­fından işgali üzerine yazdığı “Bülbül” şi­iri, dinî ve sosyal hassasiyeti dile geti­ren güzel bir örnektir.

Türk ve İran edebiyatlarında şiirdeki karakteriyle manzum ve mensur hikâ­yelere de konu olan bülbül, günümüz Türk edebiyatında hemen hemen ter­kedilmiş bir motif durumundadır.

Diyanet İslam Ansiklopedisi

İlgili Makaleler