Nedir ?

Buhurdan/Buhurdanlık Nedir, Ne Demek, Ne İşe Yarar, Tarihçesi, Hakkında Bilgi

Buhurdan, İçinde tütsü yakılan özel kap.

Aslı bahûrdân olan buhurdan Arapça’­da, yakılınca güzel kokulu duman çıka­ran öd ağacı ve amber gibi tütsü mad­delerine verilen bahûr isminden Farsça -dân “-lık” ekiyle yapılmış “tütsülük” an­lamında Osmanlıca bir kelimedir. Türk toplumunda, Araplar’ın buhurdana verdikleri aynı anlamdaki mibhare ve mık-tare isimleri tutulmamış, ikinci bir isim olarak micmer veya micmere (ateşlik) be­nimsenmiştir.

Buhurdanın tarihi buhur yakma gele­neği kadar eski değildir. Buhurun, yakı­lan kurbanların manevî temizliği için on­larla birlikte ateşe atılması şeklinde baş­layan ilk kullanım tarzı önceleri özel bir kap yapılmasını gerektirmemiştir. Mev­cut buluntular buhurdanın, milâttan ön­ce IV. binyıl içinde buhurun Mezopotam­ya’da başlı başına bir takdime olarak tanrılara sunulmaya başlaması ile birlik­te ortaya çıktığını göstermektedir. Bu­hurdan buhurun kullanılış şekline para­lel biçimde iki ayrı model üzerine geliş­miştir. Daha eski olan birinci tip, yanla­rında kapı ve pencereleri, genellikle te­pesinde bacası bulunan pişmiş toprak­tan yapılmış 70-80 cm. yüksekliğinde küçük birer kulübe ve daha çok da ku­le şeklindedir. Kullanma tarzı açısından odun sobasına benzeyen bu tip buhur­danlarda alttan ateşlenmek suretiyle içi­ne doldurulan öd ağacı gibi bitkisel bu­hurun doğrudan kendisi yakılmaktadır. Avrupa buhurdanlarının da çeşitli mer­haleler geçirdikten sonra XIII. yüzyılda yine 5000 yıl önceki ilk örnekler gibi pen­cereli bina ve kule şeklinde yapılmaya başlaması (TA, VIII, 360) dikkat çekicidir. Milâttan önce II. binyılda ortaya çıktığı görülen ikinci tip ise mangal şeklinde­dir ve toz halindeki buhur, yanmakta olan ateşin üzerine serpilmek suretiyle kullanılmaktadır. Bu iki tip buhurdan arasındaki önemli fark, birincisinin bir köşede için için yanmasına karşılık di­ğerinin rahip veya büyücü tarafından tö­ren sırasında aktif olarak kullanılması­dır. Buhur sunağı denilen ikinci tip bu­hurdanlar genellikle taştan, dört köşe ve dört ayaklı veya masif şekillerde ya­pılmışlardır. Buhur sunaklarında buhu-

run ateşin ortasına atılabilmesi için se­ramik, tunç, gümüş ve altından yapılan avuç şeklinde kaşıklarla küçük kürekler kullanılmıştır. Anadolu’da da ne olduk­ları kesin bilinmeyen, avucunda küçük bir tas tutan kol biçimi Hitit seramik­lerinin, özellikle Mısır duvar resimlerinde rastlanan benzerle­rine göre buhur kaşığı olmaları kuvvet­le muhtemeldir. Tevrat’ta bizzat Rab ta­rafından Mûsâ peygambere tarif edilen buhur sunağı akasya ağacından yapılmış ve altınla kaplanmıştır. Süleyman peygamberin Mescid-i Aksâ’ya koydurduğu buhur sunağı ve kaşık­ları ise diğer eşyanın pek çoğu gibi som altından yapılmıştır.

Eski Yunan ve Roma buhurdanları (thuribulum) ayaklı ve iki kulplu meyvelik şek­lindedir; üzeri sahan kapağı gibi yüksek ve konik, süslemeli bir kapakla kapatıl­makta, dumanlar bu kapakta bulunan deliklerden çıkmaktadır. Ekseri buhur­dan tiplerinin ayaklı yapılmasının sebe­bi, ateşin verdiği kızgınlığın buhurdanın konulduğu yere geçmesini, kapaklı ya­pılmasının sebebi ise içine kokuyu bo­zacak yabancı maddelerin düşmesini en­gellemektir. Kilise buhurdanlan genel­likle ayaklı ve üzeri yüksek kapaklı tas şeklindedir. “Asma buhurdan” denilen bu tip buhurdanlar üç yanına tesbit edi­len zincirlerle elde taşınmakta, ayrıca kapağın tepesine bağlı ortadaki bir zin­cir de yukarı doğru çekilmek suretiyle buhurdan sallanırken ateşin rüzgâr al­ması ve dumanın daha fazla çıkması temin edilmektedir.

Türk-İslâm maden sanatında önemli bir yer işgal eden hayvan şeklindeki bu­hurdanların ilk örnekleri VIII. yüzyıl Ho­rasan atölyelerine aittir. Bu durum Türk-ler’in buhurdan geleneğini Doğu’dan. özellikle Çin’den aldıklarını gösterir. Çün­kü Batfdaki buhurdanların hayvan şek­linde yapılmaması veya hayvan şekille­riyle süslenmemesine karşılık başlangı­cı milât öncesi asırlara giden Çin buhur­danları hemen daima, ağız ve burunla­rından duman çıkacak biçimde resme­dilen ejder ve aslan gibi figürlerle süs­lenmiştir. Bunlar tunç veya porselenden yapılmış, bir kaide üzerinde duran üç ya­hut dört ayaklı, genellikle şekillerine kö­şeli hatlar hâkim olan, üzerleri kapaklı mangal tipi buhurdanlardır. En güzel ör­neklerine Büyük Selçuklu (X1-XII. yüzyıl­lar) devrinde rastlanan hayvan biçimli Türk-İslâm buhurdanları tunç veya pi­rinçten yapılmış, ortalama 70 cm. yüksekliğinde, içi boş, ayakta duran yırtıcı hayvan ve kuş heykelleri şeklindedir. Vü­cutlarının uygun bir yerinde (genellikle göğüs) menteşeli bir kapak, bazılarının muhtelif yerlerinde özellikle ağız ve bu­runlarında, bazılarının ise kafes gibi he­men bütün vücutlarında bir süsleme dü­zeni içinde açılmış delikler bulunmakta­dır. Müslümanlar tarafından, İslâm ma­den sanatının başlangıcından itibaren hayvan biçimli buhurdanların yanı sıra en güzel örneklerine Fâtımfler’de, Mem-lükler’de ve Selçuklular’da rastlanan üç ayaklı tepsi ve yine üç ayaklı silindirik gövdeli, kubbe kapaklı buhurdanlar da kullanılmıştır. Osmanlılar mangal tipini tercih etmişler ve buhurdanları, altla­rında kendi model ve ölçülerine uygun birer tepsi bulunan ayaklı tas (kadeh) ve­ya üç ayaklı kâse şekillerinde yapmışlar­dır. Bu buhurdanların, daha önceki ör­neklerde olduğu gibi tepesi tutamaklı yarım küre, yarım yumurta veya sivri miğfer şeklinde birer kapağı bulunmak­ta ve bu kapaklar üzerinde bitkisel mo­tifler halinde düzenlenmiş çeşitli delik­ler yer almaktadır. Çoğunluğu tombak, pirinç ve bakırdan yapılıp yaldızlanmış olan bu buhurdanların gümüş ve altın­dan yapılanları ve kıymetli taşlarla süs­lenmiş olanları da mevcuttur.

Diyanet İslam Ansiklopedisi