BORÇ
BORÇ
Finansman kaynağına
ihtiyaç duyanla bunu sağlayan arasında oluşan, karşılıklı ve sürekli akde borç
denir. “Kamu borcu” ise, alışılmış normal gelirlerin yetersizliği
ve/veya içerisinde bulunulan şartların gerektirmesi halinde, devletin, iç veya
dış piyasadan, tamamen serbest iradeye dayanarak, kararlaştırılan vade sonunda
iade etmek ve belli bir karşılık (faiz) ödemek suretiyle sağladığı para veyahut
parayla ölçülebilen ekonomik değerlerdir.
Hukuki yönden borç,
iki taraflı tam bir sözleşmedir. Bu sözleşme, icapta bulunana (kredi
isteyen), zamanında ve eksiksiz bir şekilde, mukavele şartlarını, yani borç
almadan kaynaklanan karşılık ve anaparayı Ödeme külfeti getirirkcn;kredi açana
da, vaad olunan meblâğı zamanında ila zorunluluğu yükler.
Günümüz devleti,
üstlendiği çok boyutlu sos-yo-ekonomik fonksiyonlarını gerçekleştirebilecek
çeşitli malî araçlarla donatılmış olup, “borç” bunlardan biridir.
Borçlanmak suretiyle sağlanan kamu fonunun özellikleri şunlardır: Serbest
İrâdeye dayanır; belli bir karşılığı vardır; nihâî bir ödeme olmayıp, belirli
bir vade sonunda geriye iadesi gerekir; zorunlu değildir; genellikle
-azgelişmiş ülkeler bakımından- dış kaynaklıdır.
Klâsik iktisatçı ve
maliyecilerin devlete atfettikleri birtakım tutarsız tez ve gerekçelerin aksine,
bugün, çağdaş devletin borçlanması ve hatta ihtiyaç içerisinde bulunanlara
kredi açması, tamamen olağan ve yerindedir. Çünkü klâsikler, devletin
borçlanmasına karşı çıkarlarken ve ancak, onun olağanüstü durumlarda ve sadece
sermaye piyasasından borçlanmasına cevaz verirlerken, şu iki hususta kaygılan
bulunmaktaydı:
1- Devletin
ekonomik ilkeler doğrultusunda kullanılacak fonları borçlanmak suretiyle piyasadan
çekerek, bunları verimsiz alanlarda ve irrasyonel şekilde harcaması hakkındaki
kaygılan; Oysa, bütün bu endişeler yersiz olup, öne sürdükleri tezler de çok
kere geçersizdir, zira, sağlanan fonların, özel kesimde mi, yoksa kamu
sektöründe mi daha etkin ve rasyonel kullanılacağı tartışmalıdır. Kaldı ki
bugün anılan klasik mantığın dayanağını oluşturan “tarafsız maliye”
anlayışı önemini tamamen yitirmiş ve yerini “müdahaleci maliye”ye
bırakmıştır.
2-Devletin
borçlanmasından doğan kamu harcamalannınartacağı, borçların finansmanının
vergi gelirlerini öne alacağı, bunun İse devletin asli fonksiyonlarını sekteye
uğratacağı, bu duraklamanın yeni borçlar yaratacağı, bunların gelecek
kuşaklara üstesinden gelinmez külfetler yükleyeceği ve sonunda da devletin
iflas edeceği korkusu: Klasiklerin bu görüşleri de yanlıştır. Çünkü devlet,
fertler gibi fiziki ve biyolojik bir organizma değil; içerisinde yaşanan çağın
şartlan çerçevesinde o fertlerin ortak ihtiyaçlarına ekonomik ve rasyonel
cevap vermek için kendiliğinden (de facto) oluşan bir kurumdur. Bu yüzden,
devletin egemenliği altındakiler iflas ederler ama devlet asla İflas etmez.
Mali nedenlerden ötürü
iflas etmeyen ve asıl varlık sebebi de harcamada bulunmak olan devlet, başlıca
şu amaçlan gerçekleştirmek için borçlanma yoluna gider: Önceden tahmin olunamayan
fevkalade harcamaları finanse etmek; büyük boyutlu sosyo-ekonomik
projelerigerçekleştirmek; bütçe gelirleri İle giderleri arasındaki dengeyi
sağlamak; ekonomik ve mali konjonktürün gerekli kıldığı tedbirleri almak.
Devlet, anılan
nedenlerden ötürü, istediği miktardaki borçlanmayı, iç ve/veya dıs piyasadan
sağlayabilir. Devletin istediği miktar ve nitelikte borçlanabilmesi, hiç
şüphesiz sınırsız değildir. Devlet yönünden, İstenilen miktar ve vasıfta
borçlanabilme imkanını sağlayan unsurlara “Uygunborçlanma şartları”
denir. Bunlar sırasıyla: 1-Borç verebilecek bir gelir (tasarruf)
düzeyinin olması;
2-Siyasal iktidara güven;
3– Borç vermekle paradan yoksun kalmaya değecek bir
karşılık;
4– Para değerindeki aşınmaya karşı borç verenin korunması.
Devlet, bir taraftan
uygun borçlanma şartlarını, diğer taraftan da kendisini böyle bir finansman
kaynağına götüren sebepleri gözö-nünde bulundurarak, kısa yahut uzun vadede,
içeriden ve/veya dışarıdan borçlanabilir. Genelde, vadeleri bir yıldan fazla
olan borçlar uzun, 1-365 gün arasında kalanlar da kısa vadeli borçlar olarak
anılır. Bu sonuncular, devamlı şekilde inişli-çıkışh bir seyir izlerler; bu
yüzden “dalgalı borç” olarak da isimlendirilirler.
Devletin, milli
egemenlik sınırları dahilinde, kendi milli para cinsinden akdettiği borçlanmaya
İçborç yabana para (döviz) ile yaptığı borçlara da “dış borç” denir,
tç borç, milli para cinsinden olduğu için, tıpkı sağ elden sol ele geçirme
gibidir. Dolayısiyle pek önemli sayılabilecek etkileri yoktur. Buna karşılık,
dış borç, alındığındahissedilir bir ekonomik canlanmaya, ödendiğinde de
durgunluk ve daralmaya sebebiyet verir. Ayrıca dış kaynaklı borçlar, ülkenin
politiksosyal yapısında birtakım değişik tesirler sergilerler ki, bu yüzden
bunlara, “Politik borçlar” ûa. denir. Sözgelimi, Osmanlı
İmparatorluğu’nun XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batı ülkeleriyle
akdettiği borçlar, ilkin 1881’de Muharrem Kararname-si’nin yayınlanmasını,
ardından da Düyun-u Umumiye İdaresi’nin kuruluşunu gerektirmiştir.
Azgelişmiş ülkeler;
demokratikleşme hareketi, kalkınma arzusunun toplumsallaşması, çağ gerisi
sömürü politikalarının uygulanmaz-lığı, ödemeler bilançolarının devamlı açık
vermesi gibi sebeplerden ötürü, dış finansmana muhtaçtırlar. Dış finansmanın
kaynaklan ise: Yardım, yabancı sermaye ve dış borç olarak üç türdür. Bunlardan
“dış borç”, serbest rekabet ortamında ve karşılıklı menfaatlerin
optimum düzeyde dengelenmesi suretiyle akdolunması halinde, ülke yönünden
uygun kaynak şeklidir.
Bununla beraber
belirtelim ki, borçlanmanın bir sının vardır. Bu sınırın belirleyicileri:
Devletin çağdaş mali yaklaşıma uygun olarak kendisinden beklenilen
fonksiyonları yerine getirebilme kabiliyeti ve borçlanmanın topluma getirdiği
yüktür. Çünkü devlet, toplumun kollektif ihtiyaçlarını sağlamak için vardır. Bunu
yaparken de, bir taraftan en az maliyetle azami faydayı sağlayacak şekilde
hareket etmeli; diğer taraftan da, iktisadi, mali, siyasal ve sosyal
politikaların işlerliğini kolaylaştırma-lıdır. Borçlanmanın getirdiği yük ise,
genelde, devlet borçlarının finansmanı nedeniyle, bir takım sermaye ve yatırım
malları üretiminden vazgeçmeyi, yani milli harcamalarda bulunabilme
kabiliyetini tahdit altına sokmayı ifade eder. Başka bir deyişle, borçlanma
yüzünden, milli sermaye stokunun azalması veya bu stoka yapılması gereken net
ilavelerin yapılama-masıdır. Özellikle dış borçlar yönünden, devlet
borçlarının sebebiyet verdiği yükün tayininde, şu İki kıstastan birisi
kullanılır:
1- Borçlar toplamının milli gelire oranı
(Borç-lar/GSMH);
2- Dış borç servisinin döviz girdilerine oranı (Her yıl
ödenen dış borç faizi + Anapara/İhracat).
Genelde, birinci
kıstasın esas alınması halinde, oranın % 50 ve üst düzeylerde seyretmesi,
“borç yükii”nün ağırlığını gösterir, ikinci kıstas, “dış borç
servis msyosu” olup, bu oranın % 30’ların üzerine çıkması iyiye işaret
değildir. Bu bakımdan devleti temsil eden siyasalik-lidar için “kamu
borçlarının yönetimi” veya “i-daresi”, oldukça Önemli bir
konudur.
“Borçyönetimi”,
bir ülkenin ulaşmak İstediği sosyo-ekonomik hedeflerin gerçekleştirilmesi için,
o ülkenin borçlarında oluşturulan miktar ve/veya mahiyet değişimleridir. Hİç
kuşku yok ki, bu, bir taraftan izlenen para ve maliye politiklarına, diğer
taraftan da o ülkede yaşanan ekonomik şartlara sıkıca bağlıdır. Genellikle
borç yönetimi, .bazı araçların birlikte veya yeknesak kullanılmasını zorunlu
kılar ki, bunlar, konversİyon, konsolidasyon ve amortismandır.
Konversiyon
devletin.her yıl ödemekte oldu-ğu borç faizlerinin yükünü hafifletmek amacıyla,
yüksek faiz oranlı borçlarını, çıkardığı daha düşük faizli tahvillerle
değiştirmesidir. Her ne kadar zamanımızda pek kullanılmıyorsa da, genel fiyat
seviyesinin önemli Ölçüde düşmesi halinde, konversiyona gidilebilir.
Konsolidosyon: Kısa
vadeli borçların uzun vadeli borçlara dönüştürülmesi veya süresi gelen
borçların ödenmeyip, vadelerinin ertelenmesi işlemine denir. Bu son hali
anlatmak İçin, genellikel uluslararası Üteradürdc “mora-toıium”
(mühlet verme, talik etme) deyimi kullanılır. Her ne kadar, bazı maliyeciler
“mo-ratorium”u bir devletin iflası anlamında kulla-nılıyorlarsa da,
bu tamamen yanlıştır. Çünkü, mali yönden devletin iflası, ne hukuken, ne de
fiilen mümkündür.
Amortisman: Geri
istenebilir (muaccel) aşamaya gelen borcun ödenmesidir. Diğer bir anlatımla,
muacceliyet kesbeden borcun ödenmesi suretiyle, borç miktarında meydana getirilen
azaltma işlemidir. Bu azalma “açık” ve “gizli” nitelik
gösterebilir. Dolayısİylcbıı niteliklerine göre, “açık amortisman”
veya “gizli amortisman”dan sözcdilir. Gizli amortisman, para değerindeki
aşınmadan ötürü, kamu borçlarında vurgulanan azalıştır. Açık amortisman ise,
borçlu ve alacaklı arasında oluşturulan sözleşmeye uygun olarak, borcun taksit
ve karşılıklarının ödenmesidir. Asi olan da budur. Her ne kadar gizli
amortismanla devlet borçlan yneıilcbilİrse de, şu bakımlardan bu yöntemin
kullanılması caiz değildir: Uygun borçlanma şartlarının sağlanması; fiyat
artışlarının olağanüstü durumlara mühnasır bulunması; çağdaş sosyal devlet
anlayışının yaygınlık kazanması.
Borçlanmanın,
“gelir” ve “servet” olmak üzere iki önemli etkisi vardır.
Borçlanmanın gelir etkisi, elindeki satın alma gücünü (para) devlete borç
vermek suretiyle bundan yoksun kalan kimsenin, eski harcama gücünü korumak amacıyla,
daha çok çalışması ve üretimde bulunmasıdır. Savet etkisi ise, devlete borç
veren kişilerin, psikolojik olarak kendilerini daha güçlü ve zengin
hissetmeleridir. Bu nedenle dev-
let, borçlarını
yönetirken, hem borçlanmanın sözkonusu etkilerini hem de kendisinin bizzat
sahib olduğu çağdaş niteliği gozönünde bulundurmalı; uzun vadede, makro
düzeydeki mali, sosyalve ekonomik dengelerin oluşmasına İmkan verecek
politikaları seçip uygulamalıdır.
Mehmet E.PALAMUT Bk.
Dış Yanlım; Finansal Piyasalar.