Filozoflar

Bişr bin Mu’temir Kimdir, Hayatı, Eserleri, Düşünceleri, Hakkında Bilgi

Ebû Sehl Bişr b. el-Mu’temir el-Hilâlîel-Bagdâdî (ö. 210/825)  Mu’tezile’nin Bağdat ekolünün kurucusu, tevellüd nazariyesinin mucidi ve Bişriyye’nin reisi, edip.

Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Bağdat’ta doğduğu rivayet edilir. Aslen Kûfeli olup Bağdat’a sonradan gittiğini söyleyenler de vardır. Bağdat’ta köle tica­retiyle uğraşan ve cüzzamlı bir şair olan Bişr, gençliğinde Basra’ya gidip Vâsıl b. Atâ’nın arkadaşlarından Bişr b. Saîd, Ebû Osman ez-Za’ferânî ve Muammer b. Abbâd es-Sülemfden Mu’tezile mez­hebinin esaslarını öğrendi. Daha sonra Bağdat’a değişik fikirlerle dönerek Mu’tezile’nin Bağdat ekolünü kurdu ve fikir­lerini yaymaya başladı. Ebû Mûsâ b. Sabîh el-Murdâr, Sümâme b. Eşres, Ahmed b. Ebû Duâd. Ca”fer b. Harb ve Ca’fer b. Mübeşşir onun görüşlerini benimseyen meşhur simalardandır. Bişr, Abbasî ve­ziri Fazl b. Yahya el-Bermekî ile iyi iliş­kiler kurdu; Halife Me’mûn’dan himaye gördü; Merv’de Ali er-Rızâ’yı hilâfetin vâ­risi ilân eden vesikayı imzalayanlar ara­sında yer aldı. Muhtemelen Bermekî aile­sinin iktidardan düşmesinden sonra, Ha­kem Olayı’nda Hz. Ali’nin haklı olduğunu savunduğu için Şiîlik’le suçlanarak Mu’tezile’ye karşı olan zamanın halifesi Hârü-nürreşîd tarafından hapsedildi. Hapiste iken görüşlerini müdafaa için pek çok şiir yazdı. Bu şiirlerin ilim meclislerinde rağbet görüp okunması ve taraftarları­nın çoğalması üzerine halife, Bişr’i ser­best bıraktı. Ölüm tarihi ihtilaflı olmak­la birlikte kaynakların çoğu 210’da (825) vefat ettiğini kaydeder.

Bişr hem kelâma hem de şair olarak ün kazanmıştır. Kelâmcılığını ortaya ko­yan ve itikadı görüşlerini ihtiva eden bir­çok eseri olduğu kaydediliyorsa da bunların hiçbiri günümüze kadar gelmemiş­tir. Bu sebeple onun kelâmî görüşlerini sadece muhaliflerinin kitaplarından öğ­renebilmekteyiz. Temelde Mu’tezile’nin görüşlerini benimseyen Bişr bazı konu­larda Basra ekolünden farklı düşünmüş­tür. Meselâ tevellüd nazariyesini ilk de­fa ortaya atan odur. Birçok kelâm prob­lemiyle ilgilenmekle birlikte daha çok in­sanın sorumluluğu üzerinde durmuş ve tevellüd nazariyesiyle bu sorumluluğun sınırlarını çizmeye çalışmıştır. Ona göre insanın iradesiyle yapmış olduğu bir fiil den başka birtakım fiiller doğar ki bu­na tevellüd denir. Meselâ kapıyı açmak isteyen insanın anahtarı kilide sokması ve çevirmesi onun iradesiyle meydana gelen bir fiildir. Fakat anahtarın dili va­sıtasıyla kapının açılması insanın irade­siyle doğrudan doğruya yaptığı fiilin dı­şında bir olaydır. İşte bu dolaylı olay tevellüddür. Bişr’e göre anahtarın hareke­tine sebep olan insan, yaptığı fiilin do­ğuracağı sonuçlan önceden bildiği için sorumlu olmalıdır. Bişr. temel felsefesi­ni teveliüd nazariyesi üzerine kurduğun­dan, duyu organlarıyla edinilen bilgileri zorunlu idrakler olarak kabul eder. Gör­mek, işitmek, tatmak gibi duyumlar bi­rer araz olup mekanik bir tarzda mey­dana gelirler. Aklın idraki de duyular gi­bi otomatiktir. Erginliğe ulaşan her in­sanda akıl, vahiy desteği olmadan da iyi ile kötüyü, güzel ile çirkini birbirinden ayırabilir. Buna rağmen insanın iyi ve­ya kötü davranması iradesiyle ilgili bir problemdir. Bişr’in görüş­leri arasında zikredilen bir problem da­ha vardır ki bu da insanın mesuliyetiyle ilgili sayılabilecek olan çocukların fiille­ridir. Ona göre çocuk yaptığı işlerden sorumlu değildir. Bununla birlikte Allah dilerse ona azap edebilir; fakat sorum­lu olmayana verilecek bir ceza zulüm sayılacağından Allah hakkında böyle bir ifadeyi kullanmak uygun değildir.

Bişr b. Mu’temir ruh ve bedenin ayrı ayrı hayata sahip olduklarını, bir fiilin meydana gelmesinde her ikisinin de et­kisi bulunduğunu savunmuş, bu sebep­le insan fiillerinden doğan sorumlulu­ğun hem ruh hem de bedene ait olaca­ğını söylemiştir. Onun üzerinde durduğu ve sorumlulukla ilgi­sini incelediği diğer bir konu da kebîre* problemidir. Günah işleyen kimse bir da­ha o günahı işlememek şartıyla tövbe etmelidir ki tövbesi kabul edilsin. Töv­beden sonra günah İşleyen, hem birinci hem de ikinci günahın cezasını çekecek­tir. Zira ikinci defa günaha dönmek so­rumluluk duygusuyla bağdaşmaz.

Allah’ın varlığının, insan için sağlam bir rehber olan akıl yardımıyla canlılar âleminden istidlal edilmesi gerektiğini söyleyen Bişr bu konuda birçok şiir yaz­mıştır. Ayrıca o ilâhî iradenin sınırını da­raltan i’tizâlî görüşlere karşı çıkar. Zira irade biri zatî, diğeri fiilî olmak üzere iki yönlü bir sıfattır. Zatî sıfat olan ira­de Allah’ın bütün ilâhî fiilleri ve kulla­rın bütün itaatlarını dilemesi demektir. Çünkü bir âlimin iyi ve uygun olanı bilip de onu dilememesi caiz değildir. Allah iyi ve uygun olan bütün hususları bildi­ğine göre bunların vuku bulmasını ezel­de dilemiştir. Fiilî sıfat olan irade ise Al­lah’ın kendi fiilini yaratmasıdır. Fiilî ira­de sıfatıyla kulların fiillerini dilemesi de onları emretmesi demektir. Bişr, irade sıfatına bağlı bir prob­lem olan aslah (Allah’ın kul için en iyi ve faydalı olanı yaratması) fikrini de redde­der. Çünkü Mu’tezile’nin aslah prensibi kabul edilecek olursa Allah’ın bütün in­sanları cennette yaratıp orada yaşat­ması gerekirdi. Bu şekilde aslah fikrini kabul etmediği, insanlar hakkında en faydalı ve iyi olanı yaratmanın Âliah için bir vazife değil O’nun insanlara bir lutfu olduğunu düşünmesi sebebiyle “ashâbü’l-lutf’tan sayılan Bişr b. Mu’temir, Allah’ın kullarına lutufta bulunmasının da bir zorunluluk olma­dığını söyler. Zira bu düşünce Allah’ın kudret ve iradesinin sınırlı olduğunu ha­tıra getirmektedir. Eğer bu Allah’a va­cip olsaydı âlemde O’na isyan eden hiç­bir kulun bulunmaması gerekirdi. Çünkü Allah her mükellefe iyiyi, güzeli ve yap­ması gerekli olanı tercih etmesini sağ­layacak lutufta bulunmaya muktedirdir. Fakat bu lutfu ihsan etmemiştir. Çün­kü insanı akıl ve peygamber vasıtasıyla iman etmeye muktedir kılmıştır. İnsan­ların bir kısmının itaatkâr, bir kısmının âsi olduğu dikkate alınınca lutfun Allah’a vacip olmadığı sabit olur. Bişr, bu görüşlerinden dolayı Kâdî Ab­dülcebbâr tarafından tenkit edilir.

Onun diğer bazı kelâmî görüşleri de şunlardır: İstitâat (fiili meydana getiren güç) bedenin noksansız ve sağlıklı olma­sı demek olup hem fiilden önce hem de fiille beraber insanda vardır. Allah’ın ke­lâmı gerçekten işitilemez, sayfalarda ya­zılı bulunan metinlere ancak mecazi mâ­nada Allah kelâmı denilebilir. Kabir aza­bı haktır. Amellerin tartılması (vezn) mecazi anlamda olup hüküm vermek de­mektir. Sırat ise mecazi değil gerçek mâ­nada kabul edilmelidir. Cennet ve ce­hennem halen yaratılmıştır. Aralarında­ki anlaşmazlıklarda Hz. Ali haklı, Muâ-viye ve taraftarları haksızdır.

Bişr’in itikadî görüşlerini kabul eden­lere Bişriyye denilmiştir. Bu gruba bağlı oian ve yukarıda sözü edilen talebeleri daha sonra Sümârniyye, Ca’feriyye, Murdâriyye adlı fırkaların kurucuları olarak tanınmıştır.

Bişr b. Mu’temir kelâm ilminde önem­li bir şahsiyet olduğu kadar edebiyat, şiir ve belagatta da büyük bir mevkiye sahiptir. Çâhiz onu belagat ilminin ku­rucusu kabul eder. Bişr belagat ilminin kaidelerinden ilk defa söz eden bir kişidir. Bazı mü­balağalı rivayetlerde 40.000 beyitlik, di­ğer bazılarında İse 300 sayfalık divanı bulunduğu bildirilir. Allah’ın yaratıklar-daki hikmetlerini dile getirdiği şiirleri­nin çoğu dinler ve mezheplerle ilgili olup öğretici (didaktik) mahiyettedir. Belagat hakkındaki görüşlerini Câhiz’in ondan naklettiği Şahîîe’den öğrenmekteyiz. Ona göre şiir veya yazı yazmak için uy­gun vakit seçilmeli, zihin dinlenmiş ol­malı, telaffuzu ve anlaşılması kolay keli­meler seçilmeli, cümleler konuya ve mak­sada uygun düşmeli, üslûp çekici olma­lıdır. Bu nitelikte yazı yazma kabiliyeti olmayan kimseler ise başka sahalara yö­nelmelidirler.

Diyanet İslam Ansiklopedisi