Bilim, Din, Ahlak
Bilim, Din, Ahlak: ‘Eşyayı zihnimize yansıtmadan hiçbir şekilde ‘objektif bilgi’ye, objelerin bilgisine ulaşamayız. Ancak bilgi, ‘eşyanın zihnimize yansıması’ndan ibaret olamaz: Bu ‘objektif bilgi’yi zihnimize yansıttıktan sonra yoğurur, ‘değerlendiririz, ‘teorisini kurarız, böylece ‘eşyanının bilgisi’nin önüne geçeriz, kapsamını aşarız. Objelerin, olayların bilgisini olabildiğince nötr (objektif) bir bakışla yani deney, gözlem ve ölçüm metodlarıyla edindikten sonra, bunun sınırlarını aşmaya başladığımız noktadan itibaren ‘teori’nin, ‘felsefe’nin, ‘ahlak’ın, ‘sanat’ın ve ‘dinin alanına gireriz.
Ayrıca, hem insanın iç dünyasında, hem tarihi akışta, hem de fiziki evrenin kendisinde deney, gözlem, ölçüm gibi nötr bilimsel metodların uygulanamayacağı bir meçhuller alanı vardır.
Merakımız oralara uzanır, bundan kendimizi alamayız. Ama oralarda artık bilimin deney, gözlem, ölçüm metodları işlemez. Söz konusu olan, bugün ulaşamayıp bir gün ulaşacağımız bir objektif bilgi değildir. Bizi objektif bilgiye götürecek deney, gözlem ve ölçüm metodları orada işe yaramaz.
Ünlü fizikçi Sir James Jean’ın yazdıkları son derece önemli… Mikro fizikte en küçük parçacık (kuant) öyledir ki, ne atom içindeki yerini tesbit edebilirsiniz ne de biraz sonraki halini ve konumunu… Yani, artık bilimin “gözlem” metodunu uygulamak imkânsızlaşmıştır:
“Artık parçacıkların veya ışın elemanlarının hakiki yerlerini tesbit etmek mümkün değildir. Hattâ böyle bir şey mümkün olsa bile, izleyen anda ne vukua geleceğini evvelden haber verme imkanı yoktur. Cansız (fiziksel) tabiat söz konusu olduğu takdirde, zaman ve mekanın alt tarafında, bir alt tabaka tasavvur edebiliriz. Bu alt tabakada olayların kökenleri saklıdır… Fakat biz zaman ve mekandaki gösteriler aleminden (bu) alt tabakaya geçer geçmez, anlamadığımız herhangi bir tarzda materyalizmden idealizme ve belki de maddeden ruha geçer gibi oluruz…”
Sadece zaman ve mekanda uygulanabilir nitelikte olan deney, gözlem ve ölçüm metodları, bu, “zaman ve mekanın alt tarafında” uygulanamaz. Ama bilimin durduğu bu yerde merakımız durmaz. Bilim adamlarının giderek daha dindarlaşmasının ve fizikle felsefenin daha fazla ilişkilere girmesinin sebebi, bilimin durduğu noktada insan merakının durmaması, metafiziğe yönelmesidir.
Bilimdeki bu tür problemler, Boutroux’un deyimiyle “tabiat kanunlarının zorunsuzluğu” fikrini getirmiş, katı determinizme dayanan materyalist evren tasavvurunu sarsmıştır.
O noktada artık bilim adına konuşulamaz! Karl Popper, bilimi sınanabilirlikle sınırlarken, bilimin kendi gerçek alanındaki geçerliğini göstermiştir. Artık bilim adına ideoloji veya ‘karşı din yapmak imkansızdır.
Hattâ, determinizmin sarsılmasıyla, artık bilimin niteliği de tartışılmakta, Popper’i eleştiren yeni bilim felsefeleri ortaya atılmaktadır.
Ancak, “her şey”i izah eden yaklaşımların bir yanılgı olduğu kesindir. Bunların mistik ya da pozitivist olmaları yanılgılarını ortadan kaldırmaz.
Objelerin bilgisi olan bilim, objeler alemiyle sınırlıdır. Bu alemin sınırım aşan meraklarımızın, sorularımızın cevapları deneyle, gözlemle, ölçümle araştırılamaz. Öte yandan, bilimin deneyle, gözlemle, ölçümle ulaşacağı, mesela tıp, mühendislik, astronomi gibi bilgilere de dinî bilgiyle ulaşamayız, dinî vecdle, ya da metafizikle bu bilgileri elde edemeyiz.
Sosyal olayları anlama’nın da yolu, gözlemdir; konusuna göre istatistik gibi ‘ölçüm’lere de başvurulur. Uzun vadeli sosyal süreçleri tekrarlayarak deney yapmak imkansızdır ama uzun vadeli süreçlere, yani tarihe ‘deney gibi’ bakmak da mümkündür; sebepler – sonuçlar ilişkisini araştırmaktır bunun anlamı….
Ayrı yollardan varılacak iki ayrı alem: Bilimin ‘gerçeklik’ alemiyle, dinin ve felsefenin ‘hakikat’ âlemi… İkisi arasında tabii ki geçişler vardır. Dinî vecdle ulaşacağımız bir hakikatle, deney yoluyla ulaşacağımız gerçeklik birbirine uygun da olabilir. Bir fizikçiyi bir laboratuvar deneyi de metafizik ‘hakikat’e, Allah inancına götürebilir.
Ama nitelik farkı ortadan kalkmaz: Biri maddi gerçekliğin deney’leriyle, öteki metafizik hakikatin idrakiyle oluşmuştur.
Nitekim aynı fizik deneyi ya da teorisi, herkesi aynı türden ‘hakikat’e götürmez.
İslam bilginlerinin ’’ulum – ı akliye” ve ’’ulum – ı diniye” ya da benzer adlarla yaptıkları ikili tasnif: Aklî ilimler, dinî ilimler…
İslamcı Ali Bulaç, deneysel bilimleri bile “onların bilimleri” olarak niteliyor ve “bizim bilimimiz’in kurulmasını istiyor!
Bilimi burjuva – proletarya diye, Yahudi – Cermen diye ayırmanın felaketli deneylerinden sonra, pek safça kalan bir psikolojinin ifadesidir bu.
Ama İslamcı İsmet Özel, benim de doğru bulduğum bir yaklaşımla, ikili bir tasnif yapıyor: Bir “kantiteler aleminde geçerli bilim” vardır. Burada deney, gözlem, ölçüm geçerlidir. Bir de “kaliteler aleminin bilgisi” vardır, sanat, felsefe, din bu bilginin ifadesidir.