BİD’AT
BİD’AT
Sünnetin karşıtı
olarak, dîn koyucunun (şa-ri’in) açıkça ya da dolayısıyla, sözlü ya da fiili
izni olmaksızın sahabeden sonra dinde ortaya çıkan eksiltme ve
faztalaştırmalara bidat denir.
Sözlük anlamıyla
“bid’at”, “İbda” mastarından türetilmiş bir isim olup,
sanat ifade eden bir şeyi, geçmiş bir örneği esas almaksızın ilk olarak yapma
ve icad etme anlamına gelir. Bid’atın terim anlamında, konu edildiği ilim
çeşidine ve zamana göre farklılıklar gözetildiği de olur. Mesela inanca
ilişkin konularda “bid’at” deyince; Allah’ın sıfatları, ahiret, imamet
ve sahabenin değeri gibi meselelerde “ehli sünnet ve’l-cemaat” gibi
İnanmayan Hariciler, Şia, Kaderiyye, Mutezile vb. “batıl fırkaların
inanış biçimleri akla gelir. Kayıtlamaksı-zın “bid’at”,
“bid’atçı (mübtedİ)”, “neva” ve “he-va ehli”
deyince ilk alka gelen de bu itikattaki bidattir. Bu tür bidatin bir kısmı
“küfür”le eş anlamlıdır. Geri kalanı küfür değilse de kati ve zina
gibi büyük günahlardan daha büyük günahtır. Fıkıhta bid’at; sözlü, fiili ve
takriri olarak anlatılan sünnete, sahabe fiili ve sözüne karşıt olan anlamında
kullanılır. Hadiste
ise bid’at İslam’ın
ruhuna zıt olan şey ve buna İnatla değil de bir nevi şüphe ve tevil ile inanmayı
anlatır.
Bu tanımlamalardan da
anlaşılacağı gibi, dİ-ni bir terim olarak bidat; aktın ve adetlerin, yani
günlük yaşayışı sağlayan davranışların dışında ve sırf Allah’a yaklaşmak için,
yani ibadet maksadıyla yapılan eylem ve kabullenİş bİçİm-leriyle ilgilidir.
Yoksa sözlük anlamıyla, sonradan ortaya çıkan her şey, demek değildir. Allah
Rasülü’nün (s.); “Siz benim ve raşit halifelerimin sünnetine sımsıkı
sarılın”, “dünya işlerini siz iyi bilirsiniz” gibi hadisi şerifleri
bunu anlatır. Bu yüzden bid’atın güzeli (bid’at-ı ha-sene) olmaz diyenler
çoğunluktadır ve görüşleri diğerlerine oranla delilli ve ağırlıklıdır.
Ör-nekvermek gerekirse; ezanda hoparlör kullanmak sonradan ortaya çıkan bir
şey olmakla birlikte bid’at kavramına girmez. Çünkü hoparlör, “dinin
tamamlayıcısı olarak görülen ve kullanılmaması halinde, örneğin ezanda bir
eksiklik oluşturduğu kabul edilen” bir ilave olarak değil, sabit bir dini
emrin faydasını daha daha yaygın hale getirmek için uygulanan bir teknik
olarak kullanılır. Buna göre ezanın hopar-lörsüz olmayacağını söylemek de bidat
olur. Akıl (İçtihat) ve adet sahası dışında olup, ne emredilen, ne de
yasaklanan, fakat asılları itibari ile dini olan ve dinde benzeri bulunan motifler
de dini bir gerek yada herhangi bir ibadetin tamamlayıcısı olarak sanılmadıkça
ve öyte görülmedikçe bidat olmazlar ama, böyle sanılır ve görülür hal alınca
tcrkedilmeleri vacip olan birer bid’at oluverirler. Farz namazlardan önce
müezzinin camide seslice üç ihlas okumasını buna örnek verebiliriz.
“İhlas” okumak dini bir davranıştır. Ancak farzlardan önce
okunması, ya da okunmaması konusunda bir şey yoktur. Konu günlük hayatın
işleyişi ile ilgili ve akılla bilinen bir konu da değildir. Öyleyse cemaate
bunun gerekli olduğu ve onsuz namazın tam ve mükemmel olmadığı izlenimini
verecek şekilde okunması bid’attır ve, mesela önemli bir Hanefi fıkıhçısı olan
İbn Abi-din’e göre bu gibi davranışların terkedilmesi vaciptir.
Bid’atı dar anlamda
sünnetin, geniş anlamda dinin karşılı olarak belirledikten sonra, dinde
yerilen ve yok edilmesi için savaşılması İstenen bir şey olduğu kendiliğinden
ortaya çıkar: “İşte benim dosdoğru olarak yolum budur, ona uyun, diğer
yoilara uymayın ki, bu sizi O’nun yolundan ayırmasın” (Maidc; 153) ayetinde
geçen “diğer yollar”, bidatler diye açıklanmıştır. Allah Rasulii;
“Bu yolumuzda onda olmayan bir şey ihdas eden olursa bu reddedilir”
“Kim yolumuza uymayan bir iş yaparsa o makbul değildir”,
“Sözlerin en iyisi Allah’ın kitabı, yolların en iyisi Muhammed’in (s.)
yolu, işlerin en kötüsü de (dinde) sonradan ortaya çıkarılanlardır ve her
bid’at sapıklıktır”, “Allah her bidatçıya, bidatini tcrkedinccyc dek
tevbe kapısını kapatmıştır” buyurur. Sahabeden Abdullah b. Mes’ud:
“Sünnette orta halli-lik, bidatte yorulmaktan İyidir” demiştir.
Bidatin iyisinin
(hasene) ve kötüsünün (kabı-ha) olup olmayacağı konusu, bidati karışık ve zor
anlaşılır hale getiren meselelerin bağında gelir. Dini ve adete ilişkin diye
ayırmaksızın Rasülullah’tan (s.) sonra ortaya çıkan her şeyi bid’ad olarak
tanımlayanlar, böyle olan her şeyi terkelmenin İmkansız olduğunu görünce bidati
“hasene” ve “kabıha” dîye ikiye ayırmak zorunda kalmış
gibidirler. Halife Ömer’in ce-maatlc kıldırdığı teravih namazı için: “bu
ne güzel bidattir” demesi, Halife Osman’ın cuma günü İkinci bir ezan
okutması, “kim İslam’da güzel bir yol sünnet) oluşturursa hem onu
yaptığının sevabımı, hem de ondan yapanların sevabını alır, onlann sevabından
da hiçbir şey eksilmez..” hadis-i şerifi de bu görüşte olanları destekler
gibi görünpn delillerdendir. Bu yüzdem hatırı sayılır keyliyet ve kemmiyette
İslam ahVni bidati “hasene/=güzel” ve ‘”kabîha = çirkin ,diye
İkiye ayıran görüşü benimsemişlerdir kıV İmanı Safi?’bunların başında gelir.
Izz b. Abdissctom ise dana da detaya İnerek bida-tı beşe ayırmış ve; vacip,
haram, mendup, mekruh ve muDah bidatların olabileceğini söylemiştir ama
aslında bu beş türü yine ikiye indirgemek de mümkündür. Sonraları birçok alim
bu taksimde Izz b. Abdİssclam’ı izlemiş ve bu beşli taksimi sürdürmüştür.
Mesela İbn Abi-din ve İbnü’l Esîr bunlar arasındadır. Ama ne
var ki konuyu spesifik
(tahsisi) olarak inceleyen alimler tek bir çeşit bidat olabileceğini, onun da
yasaklanan ve çirkin (kabîha) olan bidat olduğunu kesin ifade ve delillerle
söylemişlerdir, özellikle İmam Şatıbî “cl-İ’tİsam” adlı çok değerli
eserinde bu görüşün başını çeker. İmam Rabbani ve İmam Birgİvî gibi alimler
de aynı görüştedir. Bu her iki görüşü gerekçeleriyle değerlendirenler de
ikinciye meylederler. Çünkü; bidati kötüleyen, her türünün sapıklık olduğunu
ve cehenneme götürdüğünü bildiren hadisler böyle bir ayrım yapmamışlardır.
Rasululullah’tan sonra ortaya çıkan her şeyi terim olarak bid’at kavramına sokmak
mümkün değildir. Aksine onlar, bid’atın sözlük anlamıyla sonradan ortaya çıkan
şeylerdir. Halife Ömer’in, cemaatle kılınan teravih namazını sözlük anlamıyla
bid’at saymış olabileceği bir yana, sahabenin ve bir hadis-i şerifle özellikle
de Raşid Halifelerin sünnetine de uymamızın istendiğini düşünürsek, bidat’ın
ancak, baştaki tanımından da anlaşılacağı üzere, sahabeden sonra olabileceğini
görürüz. Sonra söz konusu olaya bakıldığında Rasulullah’ın, teravihin cemaatle
kılınmasını farz olur endişesiyle terkettiği, bu tehlikenin Halife Ömer
devrinde artık kalmadığından yine Rasülül-lah’ın arzusuna dönüldüğü
söylenebilir. Sonra sahabe bunu bütünüyle olumlu karşılamış ve “icma”
oluşmuştur. Halife Osman’ın ezanı İçin de aynı şeyler söylenebilir. Söz konusu
hadisin vürud sebebi gözönünde bulundurulduğunda, yeni bir yol (sünnet)
ortaya koymak değil, kaybolan ve işlenmeyen bir sünneti ihyanın kastedildiği
anlaşılır. Nitekim bu açıklamayı destekler mahiyetteki bir hadis-i şerifin anlamı
şöyledir: “Benden sonra ölüp kaybolmuş bir sünnetimi kim diriltir ve
yaşatırsa, onu yapacak olanların sevabından bir şey eksilmeksi-zin onların
sevabı kadar sevap alır. Kim de Allah’ın razı olmadığı sapıklık bir bid’at
ihdas ederse onu yapacak olanların günahından bir şey eksilmcksİzİn onların
günahı kadar günah alır.”
Bid’at terim anlamıyla
mutlaka kötü olduğuna göre diğer masıyetlerle arasında ne fark vardır?
Sorusuna şöyle cevap verilir: Herhangi bir masıyeti (günahı) işleyen kişinin
gayesi bir anlık arzu ve isteklerdir. Bunu, Allah’ı sevdiği ve bağışlamasını
umduğu halde dahi yapabilir ve yaptığının dinen yasak olduğunu İtiraf eder,
onu dinin gereği saymaz. Halbuki, bid’at-çı bunun tam aksi olmakla daha kötü
durumdadır. Bu yüzden bid’atı küfrü gerektiren bid’atçı tevbe etmiş olsa bile
kabul edilmeyip öldürülür. Bİd’atı küfrü gerektirmeyen bid’at-çılar,
bid’atlarının dini bütünlüğü tahrip derecesine göre hapis ve sopa gibi çeşitli
tazir cezalarıyla cezalandırılırlar. Bir grup oluşturuyor ve tehlike
arzediyorlarsa, ya da bid’atlannı propaganda edip yayıyorlarsa bunların da
ba-Şi siyasetten öldürülebilir. İtikadi anlamda bid’atçının imamlık yapması
mekruhtur. Buradan bid’atm kötülüğünün de dereceleri olduğu anlaşılır. Dinin
zaruri esaslarından birine zarar veren bid’at büyük {kebire), vermeyen ise küçük
(sağım)’tüT. Bunun yanında bid’at Şeriatın bütün öğretilerini kapsaması ya da
kapsamaması açısından da “külli ve “cüz’i” olarak ikiye
ayrılır. Bütünüyle kötü kabul edilmekle beraber bid’at bir başka açıdan da şu
çeşitlere ayrılabilir: Dînde aslen meşru olmayan bir şey ihdas etme. Recep
Ayında regaip namazı, Aşure Gecesi namazı gibi. Aslen meşru olan bir şeye
İlave şeklindeki bid’at. Şiilerin ezanda “eşhedü enne Aliyyen
veliyyullah” demeleri gibi. Eksiltme şeklindeki bid’at. Arefe Gecesi
Mina’da gecelemeyi kaldırmak gibi. Meşru bir şeyin yerini değiştirme şeklindeki
bid’at. Bayramların hutbelerini namazdan ön-cj okumak gibi. Mubah ve müsadeli
bir şeyi terketme şeklindeki bid’at. Helal hanımına yaklaşmayı, yemeyi, içmeyi
vb. terketmek gibi.
Bid’at ile ilgili
konulardan birisi de bid’atçili-ğe götüren sebeplerdir. Bunları; uydurma ve
zayıf hadislere tutunma, aklın sahasını aşan koşullarda akla güvenme, Kur’an
ilimlerini bilmediği halde Kur’an’ı tahminlerine göre yorumlama, kesin
nasları bırakıp müteşabihlere meyletme, nefsi arzularına meşruluk kılıfı bulmak
isteme, meşrebine ve üstadına her konuda taassupla bağlı olma vs. şeklinde
özetlemek mümkündür.
Bütün bu
açıklamalardan sonra bid’atlerin
toplu listesi
verilebilir mi, diye akla gelebilir. Bu elbette zor, hatta imkansız bir şeydir.
Ama bid’atı anlatan kitaplarda hemen hemen ittifakla verilen bid’atlerden şu
bir kaç tanesi örnek olarak zikredilebilir: Ücretle Kur’an-ı Kerim okumak,
ölü İçin ziyafet vermek, kabirlere mum yakmak, cenaze, gelin, damat vb. şeyler
önünde sesli zikir yapmak, kabirlerin üzerine bina, türbe vs. yapmak, kabrin
yanında yatmak, nafile namazda ta’dili erkanı terketmek. İmamı geçmek, safları
düzeltmemek, şarkı türkü okumak ve dinlemek, Kur’an okunurken ve zikir
yapılırken lahn {sesi dalgalandırma) yapmak, sallanmak ve raks etmek, hutbe okunurken
salatü selam okumak, amin demek, is-rafçıya ve mescidde dilenene sadaka vermek,
hatim ve gösteriş için ziyafet vermek, kadınların toplanıp sesli
“tevhid” okumaları, bir yabancının evinde tebrik, taziye, hasta
ziyareti, kabir ziyareti vs. için toplanmaları, erkeklerin duyacağı şekilde
mevlit okumaları… İmam Bir-givi ve ona uyarak Hadimi bu saydıklarımızı
bid’atlarm en çirkinleri olarak zikrederler.
Faruk BEŞER Bk.
Sünnet,