Nedir ?

Beytülhikme Nedir, Tarihi, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Beytülhikme, Ortaçağ İslâm ilim ve kültür tarihinde tercüme ve yüksek seviyedeki ilmî araştırmaların yapıldığı merkezlere verilen ad.

İlk defa kimin tarafından ve ne zaman kurulduğu tartışma konusudur. Kaynak­ların çoğunda Abbasî halifelerinden Me’mûn tarafından 830’da Bağdat’ta ku­rulduğu zikrediliyorsa da bunun düşün­ce ve teşebbüs olarak Mansûr dönemi­ne (754-775) kadar uzandığı anlaşılmak­tadır. İslâm coğrafyasının genişlemesiy­le müslümanların Helenistik, İran, Hint ve diğer kültürlerle temasları sonucu bunlara karşı kendilerinde geniş bir il­gi ve merak uyanmıştı. Ayrıca bu farklı kültürler arasında ortaya çıkan birtakım sürtüşme ve tartışmalarda müslüman-lar kendi inanç ve düşüncelerini tutarlı bir şekilde savunmak ve İslâm’ın üstün­lüğünü göstermek için bu kültürleri çok iyi tanımak zorundaydılar.

Bu gibi sebeplerden ötürü antik dün­yanın bilinen ilmî ve felsefî eserlerini Arapça’ya çevirmek ihtiyacı doğdu. Beytülhîkme kuruluncaya kadar bu alanda­ki çalışmalar bazı şahısların, prens ve halifelerin özel merakı çerçevesinde bir asırdan fazla bir zaman içinde şahsî fa­aliyetler olarak devam etti. Bu alanda ilk teşebbüste bulunan Emevî prensle­rinden Hâlid b. Yezîd b. Muâviye’dir (o. 85/704). Hâlid tıp, astronomi (astroloji ile karışık), kimya (simya ile karışık bîr şekil­de) gibi ilimlere merak salmış ve bu ko­nularda yazılmış Grekçe ve Koptça eser­leri İskenderiyeli birer rahip olan Staphon ve Maraianos’a tercüme ettirmişti. Bu şekilde baş­layan tercüme hareketi, Emevî halifele­rinden Mervân b. Hakem (684-685) ve Ömer b. Abdülazîz (717-720) dönemlerin­de toplumun ihtiyacı olan tıpla sınırlı ka­lırken ikinci Abbasî halifesi olan Mansûr tercümenin alanını genişleterek bu harekete büyük bir hız kazandırdı. Ken­disi hadis, fıkıh, dil ve edebiyat gibi ge­leneksel ilimlerin yanı sıra mantık, fel­sefe, matematik, geometri, astronomi ve tıp gibi aklî ve tecrübî ilimlere karşı büyük ilgi duyuyordu. Bu sebeple İranlı bir mühtedi olan Abdullah b. Mukaffa’a Aristo’nun Organon adlı mantık külliya­tının ilk üç kitabı ile Porphyrius’un Eisagoge’sini {îsâğücî) ve Kelîle ve Dinme’yi Farsça’dan Arapça’ya tercüme ettirdi. Yine bu dönemde Hintli bir seyyahın be­raberinde getirdiği matematik ve astro­nomiyle ilgili iki kitap tercüme edildi ve böylece Hint rakamları İslâm kültür dün­yasına girmiş oldu. Bunlardan astrono­miyle ilgili olan Sind-Hind adıyla, ayrı­ca Batlamyus’un Sintaksis’i el-Mecistî, Öklid’in Elemento Geometricae”sı Usû-lü’l-hendese adıyla tercüme edilmişti. Bu sırada Cündişâpûr tıp okulunun rei­si olan Curcîs b. BuhtTşû’ Bağdat’a davet edildi ve Mansür’un sarayında başhekim sıfatıyla tıp alanında Grekçe ve Farsça’­dan tercümeler yaptı. Halife Mansûr dil, edebiyat ve dinî ilimlere dair eserlerin yanı sıra aklî ilimlerle ilgili olarak Grek­çe, Süryânîce, Sanskritçe ve Farsça’dan tercüme ettirdiği bu eserler için kütüp­hane olarak sarayında bir yer tahsis et­ti ve buraya Hizânetü’l-hikme adı veril­di. Beytülhikme’nin çekirdeğini Bağdat’­ta kurulan bu kütüphane oluşturuyor­du. Mansûr, oğlu Mehdfye de bu yönde gerekli tavsiyelerde bulunmuştu. Fakat Mehdî döneminde (775-785] daha çok yabancı kültür mihraklarından kaynak­lanan zenâdıka* hareketi baş gösterdi­ği için tercüme işine gereken önem ve­rilemedi. Hârûnürreşîd dönemine (786-809) gelindiğinde telif ve tercüme hare­ketinin yeniden hız kazandığı görülür. Özellikle Ankara ve Ammûrîye’nin (Emir­dağ yakınlarında eski bir şehir] fethinden sonra buralardan elde edilen kitaplar Bağdat’a götürüldü ve Yuhanna b. Mâseveyh başkanlığında kurulan bir heyet tarafından Arapça’ya tercüme edildi. Ay­rıca İranlı bir mühtedi olan Ebü Sehl el-Fazl b. Nevbaht da Hârünürreşîd’in em­riyle Farsça’dan tercümeler yapıyordu. Telif ve tercüme edilen eserler Mansûr’-un kurduğu Hizânetü’l-hikme’ye sığmayacak kadar çoğalınca sarayda kütüp­hane olarak daha geniş bir yer ayrıldı. Kaynaklarda buranın adı bazan Hizâne­tü’l-hikme, bazan da Beytülhikme ola­rak geçmektedir. Nitekim Yâküt el-Ha-mevî, İran asıllı bir ensâb* âlimi olan Al­lan el-Verrâk’ın. Beytülhikme’de çalışa­rak kendileri için eserler istinsah etti­ği devlet adamları arasında Hârûnürre-şîd’in ismini de zikretmektedir.

Bütün bu olumlu gelişmelerden son­ra Beytülhikme’yi daha da geliştirerek Ortaçağ’ın âdeta bir ilimler akademisi hüviyetine kavuşturan Halife Me’mûn olmuştur. Me’mûn 830’da Bizanslılar’a karşı başarıyla sonuçlandırdığı seferden dönerken oralardan toplattığı kitapları beraberinde Bağdat’a getirdi. Ayrıca kü­tüphaneyi zenginleştirmek için büyük bir para ayırdı ve Beytülhikme’nin mü­dürü Selm ile İbnü’l-Bıtrîk. Haccâc b. Matar ve Yuhannâ b. Mâseveyh’ten olu­şan bir heyeti Bizans’a göndererek bu heyetin kütüphanelerden seçeceği kitap­ların kendisine gönderilmesini impara­tordan rica etti. O dönemde bazı zengin ailelerin de özel kütüphane kurarak te­lif, tercüme ve ilmî araştırmalara bü­yük paralar yatırdığı bilinmektedir. Me­selâ tarihte Benî Mûsâ diye bilinen Muhammed, Ahmed ve Hasan adlarındaki üç bilgin ve kâşif kardeş Huneyn b. İs-hak’ın başkanlığında bir başka heyeti Bizans’a göndererek büyük paralar kar­şılığında kitaplar temin etmişlerdi. Ge­rek imparatorluk sınırları içindeki kili­se okullarından, gerekse komşu ülke­lerden ve Kıbrıs’tan getirtilen kitaplarla Beytülhikme Ortaçağ’ın en zengin kü­tüphanesi ve yoğun ilmî araştırmaların feyizli bir merkezi haline geldi.

Yapılan araştırmalar, Bağdat’taki Bey­tülhikme’nin bağımsız bir yapı olmayıp saray müştemilâtı içinde çeşitli bölüm­ler ihtiva eden bir bina olduğunu gös­termektedir. Burada kitapların korun­duğu hücreler, müellif, mütercim, kâtip, müstensih ve mücellitler için ayrılan oda­lar ve bir de okuma salonu bulunuyor­du. Buna göre Beytülhikme’nin kadro­su, “sâhibü Beytülhikme” unvanıyla anı­lan bir müdür, müellifler ve mütercimler, bunların emrinde çalışan kâtipler, yazı­lan kitapları çoğaltan müstensihler, verrâk’lar ve mücellitlerden oluşmaktaydı.

Beytülhikme’yi bizzat görmüş ve kü­tüphaneden faydalanmış olan İbnü’n-Nedîm bu konuda çok değerli bilgiler ver­mektedir. Onun tesbit ettiği mütercimler listesine  göre Grekçe’den  Süryânîce’ye, oradan da Arapça’ya veya doğrudan Grekçe’den Arapça’ya tercüme yapanla­rın sayısı kırk yediyi buluyordu. Farsça’­dan tercüme yapanlar on altı, Sanskritçe’den tercüme yapanlar üç kişi idi. İbn Vahşiyye de birçok kitabı Nabatî dilinden Arapça’ya çevirmişti. Rivayete göre Halife Me’mûn sa­dece Grekçe’den yaptırdığı tercümeler için 300.000 dinar vermişti. Hatta bazı tercümeler terazinin bir ke­fesine konuyor ve altın tozuyla tartılarak mütercim ödüllendiriliyordu. İlim alanın­daki bu yatırımlar kısa zamanda feyizli ürünlerini vermiş, müslümanlar arasın­dan büyük bilginler, filozoflar, kâşif ve mucitler yetişmişti. Meselâ Me’mûn Be­nî Musa’dan dünyanın enlem ve boyla­mını ölçmelerini istemiş, onlar da Sincar ve Küfe ovalarında yaptıkları iki ayrı deney sonucunda bir meridyen yayının 360 derece ve bir dereceye tekabül eden mesafenin 106 J- km., ayrıca dünyanın çevresinin 8000 fersah = 38.400 km. ol­duğunu tesbit etmişlerdi.

Beytülhikme’nin bünyesinde bir de ra­sathanenin bulunduğu yolundaki iddia­lar abartılmış sayılmakla beraber, Me’mûn’un Bağdat yakınlarındaki Semmâsiye’de kurdurduğu rasathanede araş­tırma yapan astronom ve matematikçi­lerin çoğunun Beytülhikme kadrosunda bulunan âlim ve kâşiflerden olduğu bi­linmektedir. Batlamyus’un el-Mecistî’-sindeki bilgileri ve astronomiyle ilgili öl­çüm araç ve gerekçelerini yetersiz bu­lan Me’mûn daha geliştirilmiş gözlem âletleri yaptırarak kozmografik haritalar hazırlatmıştır.

Öyle anlaşılıyor ki ilk dönemlerde bir tercüme bürosu ve bir kütüphane ola­rak kurulan Beytülhikme giderek fizikî ve fonksiyonel açıdan gelişip genişlemiş, özellikle pozitif ilimlerin araştırıldığı bir merkez ve bir eğitim kurumu haline gel­miştir. 500 yıldan fazla İslâm ilim dünya­sına kaynak teşkil eden bu merkez 1258’de Hülâgû tarafından yakılıp yıkılmıştır.

X. yüzyılın başlarında Tunus’un Kayrevan şehrinde de Bağdat’takine benzer bir müessesenin kurulduğu bilinmekte­dir. Ağlebîler Devleti, Tunus’ta kuruldu­ğu 800’den 909’a kadar geçen bir asır içinde çeşitli ilimler alanında, özellikle tp ve felsefede önemli gelişmeler gös­termiş, Mısır, Şam, Irak ve Horasan gi­bi kültür merkezlerinden temin ettiği kitaplarla, ayrıca Sicilya’dan davet etti­ği hıristiyan din adamlarına Grekçe’den yaptırdığı tercümelerle büyük bir kütüphane kurmuştur. Kayrevan’daki Beytül-hikme’yi ilk kuranın III. Ziyâdetullah (903-909) olduğu söylenir. Beytülhikme, Kay-revan’ın en büyük caddesi üzerinde Ulu-cami yakınında bir yerde İdi. Kütüpha­nenin yanında telif ve tercüme heyetle­ri için ayrılan odalardan başka tıp, ec­zacılık, matematik, geometri, astrono­mi ve botanik alanlarında araştırma ve öğretim yapılan bölümler vardı. Ayrıca Beytülhikme kadrosuna dahil ilim adam­larının ikametlerine ayrılan yerler ve her türlü sosyal ihtiyaçlarını karşılayacak te­sisler bulunuyordu.

Kayrevan’da Bağdat’takine benzer yük­sek düzeyde ilmî araştırmalar yapacak böyle bir merkez ve kütüphanenin ku­rulması konusunda III. Ziyâdetullah’ı teş­vik eden İbrahim b. Ahmed eş-Şeybânî’-dir (ö. 298/910). Riyâzî unvanıyla anılan bu değerli âlim Bağdat’ta yetişmiş, Câhiz, İbn Kuteybe ve Müberred gibi dev­rinin en ünlü bilginleriyle beraber bulun­muş ve doğu İslâm memleketlerindeki ilmî faaliyetleri Kayrevan’a taşımayı ba­şarmıştı.

Ağlebîler Devleti Fâtımîler tarafından yıkıldıktan sonra (909) Beytülhikme’nin akıbeti hakkında bilgi mevcut değilse de buradan yetişen ilim adamlarının En­dülüs’e geçerek çalışmalarını daha uy­gun bir ortam olan Kurtuba’da sürdür­dükleri tahmin edilmektedir.

Diyanet İslam Ansiklopedisi

İlgili Makaleler