Edebiyat

Beyani Kimdir, Hayatı, Eserleri, Edebi Kişiliği, Hakkında Bilgi

Beyânî, (ö. 1006/1597) Osmanlı şairi ve şuarâ tezkiresi yazarı.

Bugün Bulgaristan sınırlan içinde ka­lan Rusçuk’ta doğdu. Bazı kaynakların. önceleri Tekirdağ’ın da aynı adı taşıma­sı sebebiyle Beyânfyi oralı göstermesi doğru değildir. Asıl adı Mustafa olup Cârullahzâde lakabıyla tanınmıştır. Beyânı Rusçuk’ta başladığı Öğrenimine İstan­bul’da devam etti. Buradaki hocaları ara­sında Ebüssuûd Efendi’nin oğlu Mehmed Efendi de vardı. Şair hakkında bil­gi veren kaynaklar onun Mehmed Efendi’den çok faydalandığını ve ondan mü­lâzım olduğunu belirtirler. Halbuki şair kendi tezkiresinde verdiği hal tercüme­sinde Ebüssuûd Efendi’den mülâzım ol­duğunu söylemektedir. Herhalde Beyâ­nı, Mehmed Efendi’den tahsilini tamam­lamış olmasına rağmen mülâzemet rüû-sunu kendisiyle ilişki kurup şiirlerini tah­mis ettiği Şeyhülislâm Ebüssuûd Efen­di’den teberrüken almıştır. Âşık Çelebi. Mehmed Efendi’nin Halep kadılığı sıra­sında Beyâni’nin bir süre onun hizme­tinde bulunduğunu belirtir.

Sükrullah Halîfe’den ta’lik icazeti ala­rak hattat olan Beyânî hocasının tefsiri­ni temize çekmiş, karşılık olarak da 20 akçe ile Kestel Medresesi’ne müderris tayin edilmiştir. Daha sonra Havran ka­dısı oldu. Oradan hac görevini ifa etmek için Hicaz’a gitti. Dönüşünde Okmeydanı’ndaki Sofular Halvetî Tekkesi şeyhi Ekmeleddin Efendi’ye bağlanarak tari­kata girdi; resmî görevlerinden de ay­rıldı. Bir süre Gelibolu zaviyelerinden bi­rinde kaldıktan sonra vefat eden şeyhi­nin vasiyeti üzerine onun yerine geçti (1577). Yirmi yıl kadar Sofular Tekkesi’nde şeyhlik yaptıktan sonra İstanbul’­da öldü.

Beyânî bir divan sahibi olmamakla bir­likte özellikle tarikat çevrelerinde sevi­lip tutulmuş bir şairdir. Onun şiir haya­tını tasavvufa girmeden önce ve girdik­ten sonra olmak üzere iki döneme ayır­mak gerekir. Hayatının birinci devresin­de Beyânî çağının ikinci sınıf şairleri aya­rında şiirler söylemiştir. Fakat tarikata girdikten sonra bu tarz şiirlerden vaz­geçmiş, kendi ifadesiyle “Allah dostları­nın aşk ve muhabbetle ilgili mecazî şiirlerini” benimsemiş ve bu vadide sadece Arapça şiirler söylemeye devam etmiş­tir. Bu şiirler hocası Ebüssuûd Efendi’­nin Arapça şiirlerinin tekrarı mahiyetin­dedir. Bir kısmı da onun şiirlerine nazîre olarak yazılmıştır veya bunların bir kısmının tahmisidir. Beyâni’nin şiirleri bir araya getirilmemiş, devrin şiir mecmu­alarında kalmıştır.

Beyânî’yi edebiyat dünyasında unutul­maktan kurtaran eseri, 1000 (1592) yı­lında tamamladığı ve özel bir adı olma­dığı için müellifinin ismiyle anılan şuarâ tezkiresidir. Bu eser Kmahzâde Hasan Çelebi Tezkiresi’nin (yazılışı 994/1586) kısaltılmış şeklidir. Mukaddimede belirt­tiğine göre Beyânî bu tezkireyi bütünüy­le istinsah edecek vakti olmadığı için sa­dece tanınmış şairleri seçip onlarla ilgi­li bilgileri özetlemiş, şiirlerinden de ör­nek olarak en tanınmış olanları almış­tır. Bu arada Kmahzâde Hasan Çelebi Tezkiresi’nde bulunmayan ve genellik­le daha sonra şöhret bulan bazı şairleri de tezkiresine ilâve etmiştir. Ancak bu yeni isimler hakkında da kayda değer bilgi verilmemiştir. Buna rağmen tezki­renin en önemli yanı, bu şairlerden söz eden tek kaynak oluşudur.

Beyânı Tezkiresi bir mukaddime, iki bölüm ve bir hatimeden meydana gel­mektedir. Mukaddimede. XVI. yüzyılda yazılan diğer tezkirelerin aksine, Osman­lı şiir tarihinin II. Murad devriyle değil Fâtih Sultan Mehmed devrinden başla­ması gerektiğini, çünkü daha önceki dö­nemde yazılan şiirlerin basit ve orta se­viyede (miyâne) olduğunu ileri sürer. Tez­kirenin birinci bölümünde beş padişah ile dört şehzadeye yer verilir. Bunlar sı­rasıyla Fâtih Sultan Mehmed, Cem Sul­tan, II. Bayezid, Yavuz Sultan Selim, Ka­nunî Sultan Süleyman, il. Selim, Şehza­de Mustafa, Şehzade Bayezid ve Şehza­de Murad’dır. İkinci bölümde ise alfa­betik sıraya göre 240 şaire yer verilmiş, böylece tezkiredeki şair sayısı 249’a ulaş­mıştır. Hasan Çelebi’nin eserinde ise 631 şair yer almaktadır.

Beyânî Tezkiresi XVI. yüzyılın tanın­mış öteki tezkireleri arasında bir özet seviyesinde kaldığı İçin yazmaları da yaygın değildir.

Diyanet İslam Ansiklopedisi