Nedir ?

Barut Nedir, İcadı, Ne Zaman, Kim Buldu, Tarihi, Hakkında Bilgi

Barut, Arapça’da neft kelimesiyle ifade edil­mişse de bazı Arap ülkelerinde barut kelimesi de kullanılmıştır. Menşei halen karanlık oian barut kelimesine muhte­melen ilk defa İbn Baytâr’ın (ö. 1248) el-Cdmjc li-müfredâti’I-edviye ve’l-ağ-ziye adlı eserinde yer verilmiştir. Daha sonra İbn Fazlullah el-Ömerînin (ö. 3348) et-Tarif bil – muştolahi’ş – şerifinde geçen kelime Türkçe’de de kullanılmış, Farsça’ya ve bazı Balkan dillerine Türk­çe’den geçmiştir.

İlk defa Çinliler tarafından bulundu­ğuna, XII. yüzyılda bütün Asya kıtasına, bir süre sonra da Avrupa’ya yayıldığına dair yaygın bir kanaat vardır. Bununla beraber ilk defa nasıl kullanıldığı, kimin tarafından geliştirildiği, hatta kıtalar ara­sında nasıl yayıldığı hakkındaki bilgiler azdır. Barutun insan toplulukları üzerin­deki etkisi büyük oldu. Barut toplumla­rın ve devletlerin yapısını değiştirdiği gi­bi orduların güçleri de onu kullanan dev­lete göre arttı. Gemilerde kullanılması, top atışlarının farklı şekiller almasına ve deniz kıyısındaki devletlerin siyasetlerini değiştirmelerine yol açtı. Barutun İslâm âlemine girişi ve ateşli silâhlarda kulla­nılması, Türk tarihi içinde belirli merha­leleri de beraberinde getirdi. Silâh sa­nayiinin gelişmesi, çok değişik büyüklük ve ağırlıkta silâhların kullanılmaya baş­lanması, siyasî tarih kadar devletlerin iktisadî yapısına, hatta hukuk kavram­larına da tesir etti.

Barutun kullanılması büyük ölçüde Haçlı seferlerinden sonra gelişme gös­terdi. Doğu ile Batı âlemlerinin birbirini tanımada önemli rol oynayan bu seferler sırasında İslâm dünyasında yaygın olan barut, kale kuşatmalarında hem kuşa­tan hem de kuşatılanların büyük ölçü­de işine yaradı. Batı âlemi bu patlayıcı maddenin gücünü İspanya’daki Endülüs Emevî Devleti aracılığı ile öğrendi. As­kerî alandaki kullanımı kısa zamanda giderek artan barutun kimyevî özellik­leri de dikkati çekti ve nerede, nasıl kul­lanılması gerektiği hususunda simyacı­lar, fizikçiler ve mühendisler faaliyete ge­çirildi. Bizans İmparatorluğu zamanın­da kullanılan ve gregeois diye adlandırı­lan ateşin bir özel kimya birleşiminden meydana gelen barut çeşidi olduğu ileri sürüldü (bk. Ateş-i RÛMİ). Ancak baru­tun çeşitli silâhlarda başarıyla kullanıl­ması İslâm dünyasında daha yaygındır. XIII. yüzyılda kömür, kükürt ve güherçileden meydana gelen “kara barut” ise (bk. baruthAne-i Amire) çok daha hızlı bir şekilde yayıldı. Şehir kuşatmaları sı­rasında surların altında açılan dehlizle­re yerleştirilen bu patlayıcı madde ku­şatılanların gücü üzerinde olumsuz ha­va meydana getirdi. Barutu en iyi tanı­yan ve kullananların başında Anadolu Selçukluları geliyordu. Çünkü kısa süre içinde Karamanoğulları top imalinde ile­ri gittiği gibi ele geçirilen kalelere neft atıcılar, zenberekçiler ve topçular koy­dukları da bilinmektedir.

İslâm âleminde barutun yaygınlaşma­sı Osmanlı Devleti zamanında hızlandı. Kısa sürede kuvvetli bir devlet kurmayı başaran Osmanlılar fetihlerde silâh ola­rak toptan çok faydalandılar. İlk defa Kosova Meydan Muharebesi’nde (1389) kullanıldığı ileri sürülen topun daha ön­ce Orhan Gazi zamanında kullanıldığı da nakledilmektedir. 1453’te İstanbul’un fethi sırasında Türk­ler geliştirdikleri ileri teknik sayesinde büyük toplar döktüler ve uzun süre Av­rupa devletlerine karşı üstünlüklerini korudular. Tüfeğin icadı ve kısa zaman­da yayılmasından sonra barutun kulla­nım alanı daha da genişledi. Bilhassa Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı ordusunda tüfekli askerler önemli yer tuttu. Bu arada topçuluk alanında yapı­lan yenilik ile sabit toplara paralel ola­rak hareket eden top sistemi de geliş­tirildi.

İslâm dünyasında ateşli silâhların kul­lanımında Memlûk Devleti’nin özel bir yeri bulunmakla birlikte, Memlükler top­çuluk konusunda Osmanlılarca boy ölçü­şemediler. Silâh yapımında Kansu Gavri devrinde bir reform teşebbüsünde bulunulduysa da herhangi bir ilerleme sağ­lanamadı. Bir taraftan Akdeniz’e, diğer taraftan da Kızıldeniz yolu ile Hint Okyanusu’na açılan bu devletin denizlerde ve kara taraflarında ateşli silâhlara bü­yük ihtiyacı olmakla beraber maden az­lığı ve kullanacak yetenekli insanların bulunmaması sebebiyle silâh üstünlüğü devamlı olarak geriledi. Mısır’ın Osman­lı topraklarına katılması ise dünya siya­setine ve silâh üretimine değişik bir yön verdi.

İran topraklarında kurulan devletler, ateşli silâhların ve bu arada barutun kullanılması hususunda Batılı devletlere başvurdular. Meselâ Akkoyunlu Hüküm­darı Uzun Hasan zamanında Venedik Cumhuriyetinden topçu ustaları çağırıl­dı ve askeri alanda bir yenilik yapılması istendi. Fâtih’in Otlukbeli Zaferi’nden sonra Doğu tehlikesi bertaraf edildiyse de XVI. yüzyılda İran şahlan da bu siya­setlerinden vazgeçmediler. Ancak top­çuluk için yaptıkları bir dizi teşebbüsle­re rağmen Osmanlılar’a karşı üstünlük sağlayamadılar. Osmanlılar sınır boyla­rındaki kale ve palankalara silâhlı sa­vunma aletleri koydular. Hatta Hindis­tan’a ve silâh yardımı isteyen diğer bazı İslâm ülkelerine silâh uzmanları yolladı­lar. Osmanlı topçuluğu bilhassa maden­lerin bulunduğu yörelerin ele geçirilme­sinden sonra büyük bir hamle içine gir­di. Baruthanelerin kurulması ve işlet­meye açılması, yeni iş alanlarını da be­raberinde getirdi. Başta İstanbul olmak üzere imparatorluğun çeşitli yerlerinde kurulan baruthaneler çok sıkı kayıtlar altında çalıştırıldı. “Tophane” denilen top döküm ve tamir yerleri devletin büyük bir titizlikle koruduğu yerlerdi. Edirne’­den başka Gelibolu’da da kurulan ba­ruthane, bilhassa Rumeli fetihlerinde ve bu arada deniz harekâtında çok ya­rarlı görevler üstlendi.

Ateşli silâhlar XVI. yüzyılın ikinci yarı­sından sonra hızla yayıldı. Gerek dışarı­ya karşı gerekse iç isyanların bastırıl­masında barutun kulianilmasının büyük tesiri oldu. İsyanların etkili olmasının da barutun kullanılmasından kaynaklandı­ğını söylemek mümkündür. Bütün bu iç ve dış çekişmeler devletin malî durumu­nu sarsmakla beraber yeni birtakım bu­luşları da beraberinde getirdi. XVII. yüz­yılda devleti uzun süre uğraştıran Aba­za Hasan Paşa İsyanı’nın bastırılmasın­da güçlü silâhların devlet kuvvetlerin­ce kullanılmasının büyük rolü oldu. Aynı asırda devleti uğraştıran başka isyanlar çıkmakla beraber âsiler uzun süre da­yanamadılar.

Donanmada da kullanılmaya başlanan ateşli silâhlar, XVI. yüzyılda Akdeniz’de oluşturulan Osmanlı gücünün en önem­li özelliği idi. Çeşitli gemilerde kullanılan toplar, Venedik donanması başta olmak üzere Akdeniz’de dolaşan ileri teknolo­jiye sahip gemilere karşı Türk üstünlü­ğünü tanıttı. XV. yüzyıl ortalarında baş­layan bu üstünlük 1571 İnebahtı Deniz Savaşı’na kadar devam etti. İnebahtı boz­gunu devletin deniz politikasında temelden bir değişikliğe yol açtı. Başta İngil­tere ve Hollanda olmak üzere Avrupa devletlerinin, gemi çeşitlerinde yenilik yapmaları ve büyük gemileri gerek tica­ret gerekse askerî alanda kullanmaları Osmanlı Devleti’nin gerilemesine yol açtı. Artık eski tersaneler ve buralarda yapı­lan gemiler çağdaş olmaktan uzak kal­dığı gibi değişik ve gelişmiş silâh türle­rinin de devreye girmesi Türk dünyasını tehdide başladı. Yeniliklere uzak kalma­nın bedelinin ödendiği ilk örneklerden birisi, yirmi beş yıl devam eden Girit Savaşı’dır. Çok defa deniz muharebelerin­de üstün gelen Venedik donanması bu sırada Çanakkale Boğazı’nın önünü ka­pattı ve İstanbul’un tehlike içinde bu­lunduğu haberini yaydı. Osmanlılar teh­likeden, kara tarafından gerçekleştiri­len top atışları sayesinde kurtuldular. Bu bombardımanlardan Venedik kaynakla­rında sitayişle bahsedilmektedir. Fakat başta Avusturya olmak üzere Avrupa cephesinde bir dizi yenilikler birbirini ta­kip ederken Osmanlı Devleti’nde gerile­me başladı. Denizlerde devam eden ba­şarısızlıkların sebeplerinden biri ateşli silâh alanında yeniliklere ayak uyduru-lamayışıdır. Bununla beraber bazı dev­let adamları kötü gidişi durdurmak için bir dizi tedbir almaktan geri kalmadılar. Bilhassa XVIII. yüzyılda ülkenin içinde bulunduğu askeri buhranı çözmek için harp okullarında köklü yenilikler yapıl­dı. Kara ve Deniz Harp akademilerinin çekirdeği sayılan bu okulların kurulma teşebbüslerinden sonra geleneksel sı­nıflara bir canlılık verilmesi yolunda ça­balar gösterildi. Ancak harp meydanla­rında birbirini takip eden yenilgiler, dev­let kademelerinde belirgin bir yılgınlığın doğmasına yol açtı. XIX. yüzyılda ise Av­rupa’dan teknik yardım istendi ve Prus­ya’dan uzmanlar getirtildi. Moltke baş­kanlığında gelen bu uzmanlar, geçici ba­zı başarılara rağmen, XIX. yüzyılın so­nundaki ve bilhassa asrımızın başında­ki savaşlarla Balkan savaşları ve I. Dün­ya Savaşı’ndaki bir dizi yenilgiyi ve dev­letin parçalanmasını engelleyemedi. İs­tiklâl Harbi sırasında Türk topçuları müs­tesna bir başarı gösterdiler. Cumhuriyet’in kurulmasından sonra tophane ve baruthanede birtakım yenilikler yapıldı. İstanbul Zeytinburnu’nda silâh fabrika­sı kuruldu, kışlalar genişletildi. Barutla kullanılan silâhlar II. Dünya Savaşı sıra­sında temelden değişiklik geçirdilerse de silahlanmada barut hâlâ ilk malze­me olma özelliğini korumaktadır.

Diyanet İslam Ansiklopedisi