BARIŞ
Tarihsel bakımdan
birden çok barış kavramına rastlanır. Bu kavramlar genellikle verilenden daha
zengin bir barış kavramını :>rtaya çıkarmak üzere bir araya getirilebilecek
farklı düşüncelerin taşıyıcısıdırlar. Balı düşünce geleneğinde en önemli olanı
Roma’nın “pax ab-sctİlia belli” anlayışı olup, barışın, zıddı olan
bir kavramla açıklanması ve ülkeler arasında savaşın olmayışıdır. Yunanca,
divite, Arapça selâm, İbranice şııloın, Japonca keİwa, Çince clunva kelimeleri,
Batılı Pav’dan farklı bir anlam ifade ederler. Bu kelimeler adalcl ve ahenk
(kurtuluş) gibi kelimeler yardımıyla daha İyi anlaşılabilecek kavramlardır.
Hindu kültüründe Gandİci ve Jainist Budist getenekter-dekiy/zm kelimesi, ahenk
anlamına ağırlık verilerek anlaşılacağı gibi, ahimsıt (lıiıma’run, şiddetin
zıddı) da yumuşaklık unsuruna ağırlık verilerek anlaşılabilir. Bütün
kültürlerde “barış” (veya “barış” diye tercüme etmemizi gerektiren
kavram) olumlu değer taşıyan, İnsan toplumlarının varmayı devamlı arzuladıkları
yüce amaçlardan birini temsil etliği için önemli biryere sahiptir.
Barış kavramı, sosyal
ideolojinin herkes tarafından kabul gören bir bölümü haline gelmekledir.
Barışın, sağladığı iktisadî imkan itibariyle ilk anda bir sınıf karakteri
taşıdığı görülmektedir. “Savacın olnıayışı”ndan öncelikle acı
çekenler, daha adil bir dünya için mücadele verenler değil, daha çok,
devletlerarası barışçı ilişkilerden kâr sağlayacak olan tacirler istifade
edeceklerdir. Devletlerarası ticareti ve her türlü iktisadî münasebetlerin
gelişmesine imkân tanıyan barış, tarihin bütün dönemlerinde toplumların ve
medeniyetlerin yıkılmasına sebep olan savaşın karşısında insanlığın gelişmesi
için gerekli teme! şartlardan birisi olmuştur.
1950’lerin sonlarında
şekillenen barış araştırmalarına göre, bu kavramın anlamı çevresinde doğmuş
bulunan tartışma verimli bir sonuca ulaşmıştır. Başlangıçtan beri barışın
anlamı İkili bir tasnife İmkân verir görünüyordu: ‘O-lumsuz barış’, savaşın ve
şiddetin (her türden yıkıcılığın) yokluğu anlamına geliyordu; ‘()-lumlu barışda
bütünleşmeye, yahut birliğe, ahenk ve adalete daha yakın çağrışımlara sahipti.
Fakat barışın mevcut olması için (asgarî şart olarak ileri sürülen) şiddet ve
yıkıcılık da kendi İçinde farklılıklar gösterir. Bir yanda çoğu kimsenin
aklına gelen doğrudan şiddet vardır. Bu tarz şiddet, derhal yıkar ve çoğu kez
bu yıkıma niyetlenen kişi tarafından yönlendirilir. Diğer yanda yapısal şiddet
vardır ve bu tarz şiddet toplumsal yapı İçinde yer alır. Bu şiddetin de açlık,
sefalet ve hastalık aracılığıyla yavaş yavaş gerçekleştirilen bir öldürme gücü
vardır. Kural olarak burada açık seçik teşhis edebileceğimiz bir niyetle
sevkedilen, yönlendirilen bir öldürme eylemi bulamayız. Şİd-det sadece
yiiıiuiüktediı: Yapısal şiddet kurumlaşmış şiddete benzemez. Kan davası gibi
doğrudan şiddetin kurumlaşması olan kurumlaşmış şiddet sosyal hiyerarşiyle,
toplumun sosyal yapısıyla ve sosyo-psİkolojİk Özelliklerle ya-kından bağlantılıdır.
Yapısal şiddetin derecesi, doğrudan şiddet gibi, meydana getirdiği tahrip ve
hasarın ölçüsüyle orantılıdır.
Barış teorisinde en
çok bilinen, ayrımlaşma siyasetidir. Bu siyasetin amacı ‘güvenlik1 elde
etmektir. Bu, mesafenin muhafazası aracılığıyla gerçekleştirilir. Ya tabiî
sınırlar (nehirler, dağ silsileleri) sağlayarak, aradaki büyük mesafeler
(okyanuslar, çölleri) korunarak bir tarafın kendini muhiemel düşmanlarından
ayır-masıyla veya kuvvetle korunan sosyal sınırların sosyal mesafeyi arı imlasıyla
(ön yargılar, ayrımcılık) elde edilir. Bu dört yaklaşımın düzenlenmesiyle
1- olumlu,
2- olumsuz,
3- tabiî,
4- sosyal bir kuvvet dengesi sistemiyle kurulmuş millî
devlete ulaşılmış olur. Söz konusu sistemin geçmişi 1648 VVestphalİa Barışı’na
kadar uzanmaktadır.
Bugün bu sistem bir
çok yönden zayıflamış olup tabiî sınırlar ve mesafeler roket çağında gülünç
hale gelmiştir. Gittikçe artan karşılıklı etkileşim, çağımızda millî ön
yargıların parçalanmasına ve daha evrensel anlayışların gelişmesine imkân
vermektedir. Çok boyutlu silah sistemleri çağında kuvvel dengesinin kullanılması
da son derece zor hale gelmiştir. Çünkü ne kadar silahın ne kadar silaha eşit
olacağını tespit eimck mümkün olamamaktadır (kon-vansiyonel, nükleer, biyolojik
vb.). Her hangi bir saldırı için hazırlanan silahların gerçekle, bütünüyle
savunma niyetiyle geliştirilmiş oldu-* ğu söylenemez ve saldırı görü müsü tiden
tama-mıylc arındırılamaz. Dolayısıyla karşılıklı silahlanmayı hızlandırmadan
başka bir yol kalmamakladır.
Yakınlaşmacı,
beraberlikçi yaklaşım ise tamamen aksi istikamette bir düşünceye dayandırılmıştır.
Barışı temin edecek yapı, tarafları ayrı tutarak değil bir araya getirmek
sureliyle kurulabilir. Böyle bir siyaset ancak tarafların görece eşit
oldukları, birbirlerinin karşılıklı bağımsızlığını tanımakla kalmayıp
kendileriyle aynı düzeyde ele alınabileceğini kabul eden İli§kiler içinde
bağlantı kurdukları, kurmayı kabul ettikleri şartlar içerisinde başarıya ulaşabilir.
Taraflar arasında İlişkilerin bütün akınlarda ve bütün seviyelerde artırılması
gerekir. Her iki strateji arasındaki farkların tamamiylc ortaya çıktığı İkinci
Dünya Savaşı öncesinde ve bugün F .Almanya ve Fransa arasındaki ilişkiler
karşılaştırılacak olursa, bu tür bir sonuca varılabilir.
(SBA)
Bk. Hıınş Düşüncesi;
Çatışma Teorisi; (iüç Dengesi; Savaş.