Tarih

Balkan Savaşı Tarihi, Nedenleri, Sonuçları, Hakkında Bilgi

Balkan Savaşı, Osmanlı Devleti ile Balkan devletleri arasında iki safhada yapılan savaş (8 Ekim 1912 – 29 Eylül 1913).

Savaşın çıkmasında Rusya’nın takip et­tiği panslavizm siyasetinin ve Balkanlar’ı paylaşma konusunda Rusya ile Avustur­ya arasında devam eden rekabetin bü­yük etkisi oldu. Berlin Antlaşması (1878) Rumeli topraklarının büyük bir kısmını Osmanlı Devleti’nden kopardığı halde bu topraklar üzerindeki taksim mücadele­sini durduramamiş, aksine daha da şid­detlendirmiştir. Aslında Balkan devlet­lerinin kendi aralarında da Osmanlı Devleti’ne karşı birleşmelerini önleyen bir­takım meseleler vardı. Bunların başın­da, Bulgar kilisesinin Rum-Ortodoks ki­lisesinden ayrıldığı tarihten beri Make­donya’da birçok kilise ve mektebin ki­me ait olduğu meselesinden doğan “ki­liseler meselesi” geliyordu. Ayrıca Sırbis­tan, Bulgaristan’a bırakılan Makedonya’­da hak iddia ettiği gibi, Yunanistan da kuzeye doğru genişlemeye çalışıyordu.

Sultan II. Abdülhamid, tahtta kaldığı sürece Balkan devletleri arasındaki bu anlaşmazlıkları körükleyerek onların Os­manlı Devleti’ne karşı ittifak etmelerini önlemeye çalıştı. Fakat II. Meşrutiyet’in İlânından sonra, İtti­hat ve Terakki Cemiyeti’nin Sırp, Bulgar ve Yunan komiteleriyle iş birliği yapma­sından dolayı çete hareketleri geçici ola­rak durdu. Bunun üzerine Avrupa dev­letleri Makedonya ıslahatı üzerindeki kontrolün kaldırıldığını bildirdiler. İki gün sonra Avusturya, Berlin Antlaşması’ndan beri işgal ettiği Bos­na-Hersek’i ilhak etti. Ardından Osman­lı Devleti’ne bağlı muhtar Bulgaristan Prensliği istiklâlini ilân etti. Ertesi günü de Girit Yunanistan’a katıl­dığını açıkladı.

Osmanlı hükümetinin Yunanlılar’a kar­şı Sırbistan ve Bulgaristan’ı kazanmak için giriştiği faaliyetler bu üç devletin ittifak etmesine engel olamadı. İttihat ve Terakki yönetimi, Balkan devletleri arasındaki anlaşmazlıkların en önemli­si olan kiliseler meselesini 3 Temmuz 1911de çıkardığı bir kanunla halletti. Bununla ihtilaflı kilise ve mekteplerin nüfus nisbetine göre aidiyeti tesbit edi­lecekti. Böylece Balkan milletleri ara­sındaki en önemli mesele de halledilmiş ve bu milletlerin aralarında anlaşmaları kolaylaştırılmış oldu.

Osmanlı Devleti’nin iç ve dış gailelerle meşgul olduğu bir sırada Rusya, Balkan devletlerinin bir birlik içinde bulunma­larını engelleyen Türkiye’ye ait Makedon­ya’nın taksimi konusunu ele aldı. Rus­ya’nın bu kışkırtmaları sonunda Osman­lı Devieti’ne ait toprakların taksimi esa­sı üzerinde 13 Mart 1912’de Bulgaris­tan – Yunanistan, Ağustos 1912’de Ka­radağ – Bulgaristan ve 6 Ekim 1912’de de Karadağ – Sırbistan arasında ittifak antlaşmaları yapıldı. Böylece II. Abdülhamid’in büyük bir maharetle önleme­ye çalıştığı Balkan ittifakı ortaya çıkmış oldu.

Ancak Babıali’nin Balkanlar’daki bu gelişmelerden haberdar olmadığı anla­şılmaktadır. Said Paşa kabinesi, Fransa’nın ikazlarına ve Atina’daki Türk mas­lahatgüzarı Galib Kemâli Bey’in (Söylemezoğlu) ihtarlarına rağmen Balkan itti­fakının kurulacağına inanmıyordu. Ni­tekim Sofya elçiliğinden Hariciye nazır­lığına getirilen Asım Bey, 15 Temmuz 1912’de Meclis-i Meb’ûsan’da yaptığı bir konuşmada Balkanlar’dan imanı kadar emin olduğunu, burada Osmanlı Devle­ti’ne karşı bir ittifakın kurulamayacağı­nı söylüyordu. Bu düşünceler içinde bulunan hükümet, Sırbistan’ın Avrupa’dan satın aldığı silâhların Selanik Limanı’ndan Belgrad’a sevkedilmesine bile izin vermişti.

Bu sırada devlet en buhranlı günleri­ni yaşıyordu. 1911 Eylülünde başlayan Trablusgarp Savaşı devam ediyordu. İtal­yanlar Oniki Ada’yı işgal ettikten sonra Çanakkale’ye dayanmışlar ve İstanbul’u tehdit etmeye başlamışlardı. 1910’da çı­kan Arnavutluk isyanı yabancı güçlerin tahrikleriyle yeniden alevlenmişti. Arna­vutluk isyanının bastırılması sırasında ordu içindeki muhalif subaylar “Halaskâran / Halaskar Zâbîtân” adıyla siya­sî bir grup kurarak dağlara çıktılar. Bu grubun İstanbul’daki mensuplarının bas­kıları sonunda Said Paşa kabinesi istifa etti. Böylece İttihat ve Terakki yönetimi sona ermiş oldu.

22 Temmuz 1912’de Gazi Ahmed Muh­tar Paşa’nın kurduğu, “büyük kabine” veya “baba-oğul kabinesi” adı verilen ye­ni hükümet de Balkan milletlerinin Os­manlı Devleti aleyhine birleştiklerini farketmedi. Hatta Balkan ittifakını el al­tından destekleyen Rusya’nın savaş ol­mayacağı konusunda Hariciye Nâzırı Noradungiyan (Noradounghian) Efendi’ye ver­diği teminata güvenerek Rumeli’deki 120 tabur talimli askerini terhis etti. Muha­lefette bulunan İttihat ve Terakki de mu­hakkak bir mağlûbiyet yüzünden hükü­metin düşmesini sağlamak için şiddetli harp taraftarlığına başladı. Darülfünun talebelerini kışkırtarak savaş lehinde gösteriler yaptırdı.

Arnavut isyancıların Karadağ’a sığın­maları üzerine Osmanlı Devleti buraya asker sevketti. 3 Ekim 1912’de Bulga­ristan, Sırbistan, Yunanistan ve Karadağ hükümetleri Babıâli’ye ortak bir nota vererek Türk hükümetinden üç gün için­de eski Sırbistan, Makedonya, Arnavut­luk ve Girit’e muhtariyet verilmesini is­tediler. Sürenin bitiminde isteklerini tek­rarlayarak yeniden üç günlük süre tanı­yan Balkan devletleri Batılı devletlere de ortak nota vererek istekleri kabul edilmediği takdirde silâhla kabul ettireceklerini bildirdiler. Nihayet 8 Ekim 1912’de Karadağ’ın Osmanlı Devleti’ne savaş ilân etmesiyle Balkan savaşları­nın birinci safhası başlamış oldu. Diğer müttefiklerde 13 Ekim’de ortak bir no­ta vererek Rumeli’nin milliyet esasına göre muhtar idarelere ayrılmasını iste­diler. Babıâli buna cevap vermediği gibi sınırlarını tecavüz eden Sırbistan ve Bul­garistan elçilerinin pasaportlarını elleri­ne verdi. Ertesi gün bu iki devlet de Osmanlı Devleti’ne savaş ilân etti. Arkasından Yunanistan da bir nota vererek onlara katıldı.

Balkan Savaşı, doğu (Trakya) ve batı (Makedonya ve Arnavutluk) olmak üzere iki cephede cereyan etti. Doğu cephesin­de Bulgarlar’la. batı cephesinde ise bü­tün müttefiklerle savaşıldı. Ayrıca de­nizde de Yunan donanmasıyla harbedildi. Savaş sırasında ordu içindeki siyasi görüş ayrılıkları yenilgide büyük rol oyna­dı. Osmanlı şark ordusu 23 Ekim 1912′-de kendisinden üç kat fazla olan Bulgar ordusuna yenilerek Çatalca’ya kadar çe­kildi. Garp ordusu 23-24 Ekim’de Komanova’da Sırplar’a yenildiği gibi Tah­sin Paşa da 35.000 kişilik ordusu ile Se­lanik’te Yunanlılar’a teslim oldu. Bu ba­şarısızlıklardan dolayı 29 Ekim’de Ga­zi Ahmed Muhtar Paşa kabinesi istifa etti.

Bu sırada Selanik’te sürgün hayatı ya­şayan II. Abdülhamid. düşmanın ilerle­mesi karşısında Selânik’in tehlikeye düş­mesi üzerine 1 Kasım’da İstanbul’a nak­ledildi. Kendisine gazete verilmediği için Balkan Savaşı’nın çıktığından haberi da­hi olmayan eski padişah, Balkan ittifa­kına ve Babıâli’nin böyle bir ittifaktan haberdar olmamasına hayret ederek ki­liseler meselesini sordu. Halledildiğini öğrenince de ittifakı tabii karşıladı.

Yeni kurulan Kâmil Paşa kabinesi bü­yük devletlerden ateşkes için ara bulu­culuk etmelerini istedi. Görüşmelerin devam ettiği bir sırada Balkan yenilgi­sini iç politika malzemesi yapan İttihat ve Terakki Fırkası kanlı bir darbe ile hü­kümeti ele geçirdi[111]. 3 Şubat 1913’te savaş yeniden başladı. Yunanlılar 6 Mart’ta Yanya’yı, Mehmed Şükrü Paşa’nın kahramanca savunma­sına rağmen, Bulgarlar 26 Mart’ta Edir­ne’yi, Eşad Toptani Paşa’nın ihaneti üze­rine Karadağlılar da 23 Nisan’da İşkod-ra’yı işgal ettiler. Arnavutluk’taki son Osmanlı birliğinin Sirplar’a teslim olması üzerine, Edirne’yi kurtarmak iddiasıy­la iktidarı ele geçiren İttihat ve Terakki Fırkası Kâmil Paşa’nın kabul etmediği şartlan kabul etmek zorunda kaldı.

Londra sefiri Tevfik Paşa vasıtasıyla devletlerin aracılığının kabul edileceği bildirildi. Bir ay sonra 31 Mart’ta İstan­bul’daki büyükelçiler Hariciye Nâzın Sa-id Halim Paşa’ya verdikleri dört madde­lik bir ortak nota ile antlaşma esasları­nı tebliğ ettiler. Notanın Türk hükümeti tarafından kabul edilmesi üzerine tek­rar başlayan Londra Konferansı, 30 Ma­yıs 1913’te Osmanlı Devleti ile Balkan devletleri arasında imzalanan bir antlaş­ma ile sona erdi. Midye-Enez hattı Osmanlı-Bulgar sınırı olarak kabul edildi. Edirne, Trakya ve Dedeağaç Bulgaris­tan’a; Selanik, Güney Makedonya ve Gi­rit Yunanistan’a; Kuzey ve Orta Make­donya Sırbistan’a; Silistre de Romanya’­ya bırakıldı.

1. Balkan Savaşı’na katılmamış olan ve Bulgaristan’ın büyümesinden rahat­sız olan Romanya, Silistre’nin Bulgaris­tan’dan alınarak kendisine verilmesin­den de tatmin olmadı. Ayrıca Makedon­ya’nın büyük bir kısmının Bulgaristan’a bırakılmasına Sırbistan ve Yunanistan itiraz ediyorlardı. Bulgaristan 23 Hazi­ran 1913’te Sırbistan. Karadağ ve Yu­nanistan’a karşı savaşa başladı. 10 Temmuz’da Romanya da Bulgaristan’a savaş ilân etti. Böylece Osmanlı mirasını paylaşamamalanndan dolayı Balkan müt­tefikleri arasında II. Balkan Savaşı baş­lamış oldu.

Müttefiklerin Sofya’ya doğru ilerle­dikleri bir sırada İttihat ve Terakki yönetimi fırsattan faydalanarak Edirne’yi kurtarmak üzere harekete geçti. Londra Antlaşması’nda kabul edilen Midye-Enez hattının belirlenmesine yanaşmayan Bul­garistan’ın tutumundan şikâyet edilerek 19 Temmuz 1913’te büyük devletlere bir nota verildi ve Meriç sınırının tecavüz edilmeyeceği belirtildi. Dört devletle bir­den savaşan Bulgaristan’ın kuvvetsiz bı­raktığı Edirne hiçbir mukavemet görül­meden 21 Temmuz’da Bulgarlar’dan ge­ri alındı.

II. Balkan Savaşı 10 Ağustos 1913’te Bulgaristan’la Sırbistan, Yunanistan ve Karadağ arasında imzalanan Bükreş Ant­laşması İle sona erdi. Osmanlı – Bulgar antlaşması da 29 Eylül 1913’te İstan­bul’da imzalandı. Yirmi maddeden olu­şan İstanbul Antlaşması’na göre. Edir­ne ile batı tarafında çapı 30 km. tutan yarım daire şeklinde bir toprak parçası Osmanlı Devleti’nde kaldı. Batı Trakya ise Bulgaristan’a iade edildi. Meriç neh­ri iki devlet arasında sınır kabul edildi. Antlaşmaya eklenen “müftülere müte­allik protokol”e göre, Bulgaristan’da ka­lan müslümanlar kendi müftülerini se­çecek, bu müftüler de kendi araların­dan birini başmüftü seçeceklerdir. Bul­gar Mezâhip Nezâreti başmüftünün se­çilişini Sofya’da bulunan Osmanlı büyü­kelçisi vasıtasıyla İstanbul’daki şeyhülis­lâma bildirecek, şeyhülislâmın tasdikiy­le başmüftü ve ona bağlı diğer müftüler vazifelerine başlayabileceklerdir. Baş­müftünün vazifesi, Bulgaristan’daki müf­tülerle Osmanlı şeyhülislâmlığı ve Bulgar Mezâhip Nezâreti ile olan ilişkilerde onlara aracılık etmektir. Müftülerce ve­rilen hükümleri şeriat adına başmüftü tasdik edebileceği gibi taraflar isterler­se şeyhülislâma da gönderebilecekler­dir. Başmüftü nikâh, boşanma, vasiyet, veraset, vesayet, nafaka ve yetim mal­larının korunması gibi konularda diğer müftülere tavsiye ve tebligatta buluna­bilecek ve bu konudaki davalara baka­bilecektir. Müftüler İslâm vakıflarının idaresinden de sorumlu oldukları için başmüftü onlardan hesap sorabilecek ve hesap defterleri isteyebilecektir. Baş­müftü ve müftüler Bulgaristan’daki İs­lâm mektep ve medreselerinin teftişin­den sorumlu olacak, gerekli yerlerde ye­ni okullar açabileceklerdir. Müftülerin maaşı Bulgaristan hükümeti tarafından verilecek, hükümet masrafı kendisine ait olmak üzere müslümanlar için ilk ve orta okul seviyesinde eğitim kurumlan açacaktır. Buralarda eğitim Türkçe ya­pılacak, fakat Bulgarca öğrenmek mec­buri olacaktır. Nüfusunun çoğunluğu müslüman olan yerlerde İslâm cemaati meclisleri kurulacak, eğitim ve evkaf iş­leri bu cemaat tarafından yürütülecek­tir. Bütün mezarlıklar İslâm cemaatine ait vakıflardan sayılacak ve cemaat bun­ları istediği şekilde kullanabilecektir. İs­lâm vakıf malları, ait olduğu cemaate bedeli ödenmedikçe hiçbir şekilde istim­lâk edilmeyecek, mecburiyet olmadıkça hiçbiri yıkılmayacak, yıkılması gerektiği takdirde aynı değerde başka bir arsa verilecek ve binanın bedeli cemaate öde­necektir.

Osmanlı-Yunan Antlaşması 14 Kasım 1913’te Atina’da imzalandı. Bu antlaş­ma iie de Bulgaristan’da olduğu gibi, Yu­nanistan’da kalan müslümanlara Rum­larla eşit haklar tanındı. Onların İstan­bul’daki şeyhülislâmlığa bağlı müftü­lerle İlişkilerinde güçlük çıkarılmayacak­tı. Yunanistan’daki müslümanlar da müf­tülerini kendileri seçecek, vakıflar ve eğitim kurumlan İslâm cemaat meclis­leri tarafından yönetilecekti. Adalar me­selesinin halli Londra Antlaşması’nın 5. maddesi gereğince büyük devletlere ha­vale edildi. Bu devletler de 16 Aralık 1913’te tebliğ ettikleri bir kararla İm­roz, Bozcaada ve Meis’i Türkiye’ye bıra­karak diğer bütün adaları, I. Balkan Savaşı’ndan beri bunları işgal altında tu­tan Yunanistan’a verdiler. Rumeli’deki Osmanlı topraklarının kaybedilmesinden dolayı artık Sırbistan’la bağlantı kalma­mış olmakla birlikte onunla da 14 Mart 1914’te genel mahiyette bir antlaşma imzalandı.

Balkan savaşları Osmanlı tarihinde bir dönüm noktası oldu. Asırlardır Rume­li’de yaşayan binlerce müslüman nüfus katliama mâruz kaldı. Pek çoğu hunhar­ca öldürüldü. Büyük bir kısmı malını mül­künü terkederek Anadolu’ya sığındı. Sa­dece Edirne’de 225.000’den fazla müs­lüman Bulgar ordusunun esareti altın­da açlıktan hayatını kaybetti. Savaştan sonra imzalanan antlaşmalarla Rumeli’­de kalan müslümanların haklan tasdik edildiği halde müslüman Türkler’e yapı­lan baskılar durmadı. Pek çok Türk asıl­lı müslümanın göçü günümüze kadar devam etti.

Diyanet İslam Ansiklopedisi

İlgili Makaleler