Tarihi Eserler

Balat Camii ve Tekkesi Tarihi, Mimari, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Balat Camii ve Tekkesi, İstanbul’un Balat semti Molla Aşkî mahallesinde bir cami-tekke.

Mahkemealtı caddesi ile Ferruh Kâh­ya, Kahkaha ve Çavuş Hamamı sokak­larının sınırladığı arsa üzerinde 970’te (1562-63) inşa edilmiş olan, kaynaklar­da Ferruh Kethüda ve Ferruh Kâhya ad­larıyla da anılan bu tekkenin banisi, Kanunî devri ricalinden Veziriazam Semiz Ali Paşa’nın kethüdası Ferruh Ağa’dır. İnşası aynı yıl tamamlanan ve tekkenin tevhidhânesi olarak da kullanıldığı an­laşılan caminin tasarımı mimar Koca Si­nan’a aittir. Bu cami-tevhidhâne, günü­müze ulaşmamış olan tekke müştemi­lâtı, mahkeme binası ve çeşmeden olu­şan ufak çapta bir külliyenin merkezini teşkil ediyordu. Mihrap XVIII. yüzyılın ilk çeyreğinde Tekfur Sarayı’nda imal edi­len çinilerle kaplanmış, minare kaideden itibaren aynı yüzyılın ikinci yarısı içinde, muhtemelen 23 Mayıs 1766 depremin­den sonra yenilenmiştir. Geçen yüzyılda büyük bir ihtimalle 1877’deki Balat yan­gınında ahşap son cemaat yeri ile tek­ke müştemilâtının ve mahkeme binası­nın ortadan kalktığı, son cemaat yerinin daha sonra ihya edildiği anlaşılmakta­dır. Tekke kuruluşundan kapatılışına ka­dar Halvetiyye tarikatının Sümbüliyye koluna bağlı kalmıştır. Tekkelerin kapa­tıldığı 1925’ten sonra harap olan cami-tevhidhâne, çevre sakinlerinin 19S3’te kurduğu Ferruh Kâhya Camii Onarma ve Koruma Cemiyeti eliyle tamir edilmeye başlanmış, mali sıkıntılar yüzünden ke­sintiye uğrayan tamirat Vakıflar İdaresi’nin katkıları ile 1960’larda tamamla­nabilmiştir.

Düzgün olmayan yedigen şeklindeki ar­sa moloz taş örgülü ve kesme taş har-puştalı bir duvar ile kuşatılmıştır. Farklı yönlere açılan basık kemerli beş kapısı vardır. Cami-tevhidhâne güneyde ihata duvarına iki noktada temas edecek şekil­de yerleştirilmiştir. Yapı ile duvar arasın­daki alan hazîreye ayrılmıştır. Hazîrenin bir parçası da kuzey duvarının önünde yer alır. Avlunun batı ve kuzey sınırları boyunca derviş hücrelerinin, doğuda cad­de üzerinde dükkânlar ile mahkeme bi­nasının sıralandığı tahmin edilebilir. Çeş­me arsasının kuzeybatı köşesinde sokak­ların kavşağında bulunmaktadır.

Cami-tevhidhâne aynı ahşap çatı ile örtülü olan zâviyeli planlı bir harim ile enine dikdörtgen planlı bir son cemaat yerinden meydana gelir. Koca Sinan’ın altı ya da sekiz destekli, merkezî kub­beli bazı camilerinde uyguladığı mihrap çıkıntısının ahşap çatılı bir yapıda görül­mesi dikkat çekicidir. Son cemaat yeri­nin ilk yapıldığında, kare kesitli taş kai­delere oturan sekiz adet ahşap dikme­nin taşıdığı açık bir sundurma şeklinde olduğu tahmin edilebilir. Dikmelerin ara­sı geçen yüzyılın son çeyreğinde ahşap duvarlarla, son onarımda ise demir doğ­ramalı büyük camekânlarla kapatılarak yapıya bir sivil mimari çeşnisi katılmış, böylece son cemaat yeri özelliğini kay­betmiştir.

Harimin duvarları bir sıra kesme kö-feki taşı ve iki sıra tuğla ile almaşık ola­rak örülmüştür. Kuzey duvarının ortasın­da yer alan giriş breş taşından kalın sö-ğeler ve beyaz mermerden kaval silme­lerle kuşatılmış, alçak kabartma rûmîlerin yer aldığı bir alınlık ile taçlandırılmıştır. Basık kemerli açıklığın üzerinde ba­ninin adı ile kimliğini, ayrıca binanın 970 (1562-631) olarak inşa tarihini veren, is-tifli sülüsle yazılmış Arapça mensur ki­tabe görülür. Evliya Çelebi bu kuzey du­varının son cemaat yerine bakan sathın­da hac yolundaki çeşitli menzilleri ve ge­çitleri gösteren manzara resimlerinin bulunduğunu bildirmektedir. Geç devir Osmanlı camilerinde görülen manzara resimlerinin oldukça eski bir geleneğe dayandığını belgeleyen bu örnekler ma­alesef ortadan kalkmıştır. Harimin du­varlarında iki sıra halinde düzenlenmiş pencereler yer almaktadır. Dikdörtgen açıkîıklı olan alttakiler kesme köfekiden söğeler, demir parmaklıklar, almaşık ör­gülü sivri tahfif kemerleri ve köfekiden kemer aynaları ile, sivri kemerli olan üst­tekiler ise çift cidarlı alçı revzenlerle do­natılmıştır. İçeride kuzey duvarı boyunca altta bir maksure, üste bir mahfil uza­nır. Süsleme açısından cami-tevhidhâ-nedeki en dikkat çekici unsur mihraptır. Mermerden kaval silmeli çerçeve ve aitı sıra mukarnaslı kavsara dışında kalan satıh XVIII. yüzyılın birinci çeyreği içinde İstanbul’da Tekfur Sarayı imalâthanesin­de yapılmış sıraltı tekniğinde çini levhalar ile kaplı idi. Klasik dönemin İznik çinileri­ni taklit eden bu levhalarda beyaz zemin üzerine kırmızı, yeşil, fîrûze ve lâcivert kullanılarak şakayık ve hançer yaprağı gibi natüralist motifler işlenmişti. Mih­rap hücresinin içinde yer alanlar hariç diğer çiniler 1938-1947 arasında yerle­rinden sökülerek kayıplara karışmıştır. Ayrıca pencerelerin içlerinde, zeminde beyaz mermere renkli taş kakılmak su­retiyle vücuda getirilmiş dikdörtgenler, mihrap şamdanlarının arkasında, sü­pürgelik hizasında yer alan Bursa ke­merli ve palmetli mermer levhacıklar, mukarnaslarla donatılmış ahşap mahfil sütunları ile dışarıda güneybatı köşesin­de yer alan güneş saati de kayda değer unsurlardır. Ahşap minber, kalem işleri ve alçı revzenler ise son tamiratta kon­muş olup İlk yapıdan kalma değildir. Ha­len çıtalar ile taksim edilmiş düz bir sat­ha sahip olan ahşap tavanın ortasında vaktiyle, çatı altında gizlenen ahşap bir kubbenin var olduğu bilinmektedir. Ha-rimin kuzeybatı köşesinde yükselen mi­nare bütünüyle kesme köfekiden örül­müş olup iki yapıdan kalma yarım se­kizgen kaidesi, barok üslûbu aksettiren kesik koni biçiminde pabucu, daire ke­sitli gövdesi, kaval siimeli şerefesi ve kurşun kaplı konik ahşap külahı ile dik­kati çeker.

Diyanet İslam Ansiklopedisi