Tarihi Eserler

Bahariye Mevlevihanesi Tarihi, Mimari, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Bahariye Mevlevîhânesi, İstanbul Eyüp’te Haliç kıyısında 1874-1877 yılları arasında inşa edilmiş ve günümüzde ortadan kalkmış bulunan bir Mevlevi tekkesi.

Eyüp’te XX. yüzyıl başlarına kadar, ya­lılar ve sahilsaraylar ile doiu olan Baha­riye kıyısında yer almaktaydı. İstanbul’­daki Mevlevî âsitânelerinden biri olan tekke, Beşiktaş Mevlevîhânesi’nin yıkıl­ması üzerine yaptırılmıştır. Çırağan Sarayı’nın inşası yüzünden 1867-1868’de yıktırılan Beşiktaş Mevlevîhânesi önce geçici olarak Fındıklı’da Karacehennem İbrahim Paşa Konağı’na, 1870’te de Maç­ka sırtlarında yaptırılan ve Maçka Mev­levîhânesi olarak anılan yeni binaya ta­şındı. Burası da 1874’te bugün İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi ola­rak kullanılan kışlanın yapımı için tekrar yıktırılınca, mevlevîhânenin son postni-şini Şeyh Hüseyin Fahreddin Dede, bu defa Eyüp’te 1874-1877 yılları arasında, Hatap Emini Mustafa ve Hüseyin efen­dilerin yalılarının bahçesine daha sonra Bahariye Mevlevîhânesi adı verilen bina­yı tesis etti. Kuruluş safhasında Hüse­yin Fahreddin Dede’nin mensup ve mu-hiblerinden birçok kimsenin, ayrıca in­şaat devam ederken tahta çıkan II. Abdülhamid’in katkıları olduğu bilinmekte­dir. II. Abdülhamid mevlevîhânenin ku­ruluşundan bir müddet sonra ayrıca ilk iki katı harem, üçüncü katı da selâmlık olarak kullanılmak üzere yirmi sekiz oda­lı bir meşrutahâne de yaptırmıştır. De-degân hücreleri, somathâne, matbah-ı şerif, hamam, helalar ve harem mutfa­ğının da bu sırada inşa edildiği anlaşıl­maktadır.

İnşasının üzerinden çeyrek yüzyıl gibi oldukça kısa bir süre geçmiş olmasına rağmen Haliç kıyısının yoğun rutubeti yüzünden harap olan mevlevîhâne, Mev­levî muhibbi Sultan Mehmed Reşad’ın delaletiyle Evkaf Nezâreti’nce 1910’da esaslı bir tamir ve tadilâta tâbi’ tutul­muştur. Bu sırada semahane-türbe bi­nası bütünüyle elden geçirilerek içinde birtakım değişiklikler yapılmış, Halic’e bakan üst kat çıkmalarının ahşap payan­daları İptal edilerek yerlerine aynı mal­zemeden sütunlar konmuş, zemin kat­ta batı yönünde bulunan kadınlar mah­fili üst kata taşınarak yeri “züvvâr mak-sûresi”ne katılmıştır. Öte yandan selâm­lık – harem binasının selâmlığa ayrılan üçüncü katı iptal edilerek semahane -türbenin batısında tek katlı müstakil bir selâmlık inşa edilmiştir. Bu arada hare­min de elden geçirilmiş olduğu ve Ha­lic’e bakan pencerelerinin büyütüldüğü anlaşılmaktadır. Ayrıca cümle kapısı ile yakınındaki mescid de bu tarihte inşa edilmiştir. Mevlevîhânenin tamamını içi­ne alan bu ihya ameliyesinin, dönemin Evkaf Nezâreti inşaat ve tamirat müdü­rü olan Mimar Kemâleddin Bey tarafın­dan idare edildiği, cümle kapısı ile mes­cidin bizzat kendisi tarafından tasarlan­dığı tahmin edilmektedir.

Bahariye Mevlevîhânesi’nin mülkiyeti, tekkelerin kapatıldığı 1925’ten sonra ba­ninin veresesi ile hazine ve vakıflar ara­sında uzun süren bir davaya konu ol­muş, bu arada son postnişin Bahâeddin Efendi ile hanımının ikamet ettikleri se­lâmlık dışında kalan diğer bölümler ba­kımsızlıktan hızla harap olmaya başla­mıştır. 1935’te vakıflar semâhâne-türbe binasını yıktırmış, harem 1938-1939’da çıkan bir yangında yok olmuş, arsa ile geriye kalan yapılar 1968’de davayı ka­zanan verese tarafından satılmış, daha önce içinde bir tuğla imalâthanesi bulu­nan arsada bu tarihten sonra Gislaved ve Aydın Yün Mensucat fabrikaları kurul­muştur. Bu arada türbedeki naaşlar ve­rese eliyle, Silâhtarağa caddesinin mev-levîhâne ile Eyüp” ün merkezi arasında kalan kesimi üzerinde, yamaç tarafında bulunan 16 Mart şehidlerinin eski yeri­ne taşınmış, 1970 yılı başlarında selâm­lık ile cümle kapısı yeni mal sahiplerin­ce ortadan kaldırılmış, tuğla deposu ola­rak kullanılan mescid ise son yıllarda aslî şekline uygun olmayan bir biçimde ona­rılarak camiye dönüştürülmüştür. 1986′-dan itibaren İstanbul Belediyesi çevre­deki birçok yapı gibi mevlevîhâne arsa­sında yer alan fabrikaları da kamulaş-tırarak yıktırmış ve günümüze bu ünlü âsitâneden, cümle kapısından bir söğe parçası, hamama ait bazı duvar kalıntı­ları ile çoğu kırık bazı kabir taşları inti­kal edebilmiştir. Bahariye Mevlevîhâne-si özellikle banisi Hüseyin Fahreddin De­de Efendi’nin meşihati boyunca (1874-1911) çok verimli bir tasavvuf, kültür ve sanat merkezi olmuş, Mevlevî edebiyatı, mûsikisi ve zarafetinin son büyük tem­silcilerinin barındığı bir ocak haline gel­mişti.

Mevlevîhânenin arsası, Eyüp’ün mer­kezi ile Halic’in bitimi arasında uzanan ve özellikle ilkbaharda bitki örtüsünün zenginliğinden ötürü Bizans döneminde “Kozmidion”. Osmanlı döneminde de “Ba­hariye” adları ile anılan kıyı şeridinde yer almaktadır. XX. yüzyılın ilk çeyreğine ka­dar Bahariye mîrî sah i (saraylarının yanı sıra devlet ricali ile zenginlere ait yalı­larla dolu idi. Yakınında bulunan Sâdâ-bâd’ın revaç bulması üzerine Lâle Devri’nde iyice yıldızı parlayan bu kıyı, Sul­tan II. Mahmud’un birtakım sarayları yıktırıp yerlerine İplikhane Kişlasfnı in­şa ettirmesi ile gözden düşmeye başla­mış, I. Dünya Savaşı’ndan sonra da fabrikaların hücumuna uğrayarak mesire niteliğini tamamen kaybetmiştir. Deniz seviyesinden pek az yüksekte olan ar­sanın içinde yapıların dağılımı ve mima­rî özellikleri şöyle idi: Kuzeyde Silâhta­rağa caddesi boyunca tekkeye ait bos­tanlar bulunmakta, doğu-batı doğrul­tusunda uzanan bir duvar bostanlar ile tekke binalarının yer aldığı kesimi ayır­maktadır. Arsanın güneydoğu köşesinde, caddeden Halic’e doğru ilerleyen Mevle­vîhâne Çıkmazı’nın sonunda cümle ka­pısı yer alır. Kesme köfeki taşından titiz bir işçilikle örülmüş olan kapıda yanlar­da yer alan silindir gövdeli babalar, ba­sık kemerin üzengi hizasında bulunan kabaralar, cephe ile açıklığı kuşatan ka­val silmeler, mukarnaslı ve baklavalı sa­çak altı silmeleri neo-klasik üslûbu yan­sıtır. Dışa bakan cephede kemerin üs­tünde, metni Üsküdar Mevlevîhânesi’nin son postnişini Ahmed Remzi (Akyurek) Dede’ye ait 1328 (1910) tarihli ta’lik hat­lı manzum kitabe bulunmaktaydı.

Avluya girince hemen solda meydân-ı şerif olarak kullanılan küçük bir mescid bulunmaktadır. Köşeleri pahlanmış ka­re planlı mescid, tuğladan örülmüş du­varları, doğu cephesindeki basık kemer­li girişi, sivri kemerli pencereleri ile neo-klasik üslûpta mütevazi bir yapıdır. İçe­ride kuzey duvarı boyunca uzanan ka­dınlara mahsus ahşap fevkanî mahfil ile duvarları ve tavanı süsleyen eklektik ka­lem işleri görülmektedir. Son yıllarda du­varlar badanalanmış, ahşap tavan beto­narme olarak yenilenmiş, mahfil iptal edilmiş, kuzeybatı köşesine çirkin olmak­la birlikte yapının nisbetlerine ters düş­meyen minyatür bir minare eklenmiş, içeriye de basit bir ahşap minber kon­muştur.

Mescidin hizasında batıdan doğuya doğru, üstü kapalı geçitlerle birbirlerin­den ayrılmış olarak neyzenbaşı, kudüm-zenbaşı ve aşçı dedeye ait üçlü bir hüc­re grubu, on beş hücreden oluşan diğer bir grup ve helalar sıralanmaktadır. Bu yapı dizisi ile bostan duvarı arasında üs­tü örtülü bir geçit uzanmakta, aradaki geçitler buraya açılmaktadır. Helalardan itibaren güney-kuzey doğrultusunda Ha­liç yönünde, arsanın doğu kesimini işgal eden ve inek ahırlarını barındıran arka bahçeye açılan bir geçit, birbirine biti­şik somathâne ile matbah-ı şerif yer al­maktadır. Hücreler dizisinin avluya ba­kan cephesi boyunca devam eden ahşap direkli sakıf güneye doğru dönerek so-mathâne-matbah-ı şerif kitlesini de ku­şatmaktadır. Hepsi ahşap duvarlı, ahşap çatılı, dikdörtgen planlı ve tek katlı olan bu birimlerden sonra, matbah-ı şerifin güneyinde arka bahçeye açılan diğer bir geçit ile harem binasına bitişik erkek hamamı -harem hamamı- harem mut­fağı kitlesi bulunmaktadır. Haliç boyun­ca uzanan moloz taş örgülü bir rıhtım ile bunun az gerisinde doğudan batıya doğru harem, semâhâne-türbe ve se­lâmlık binaları bağımsız kitleler olarak sıralanmaktadır. Bu yapıların arasında kagir babalara oturan demir parmaklık rıhtımı bahçeden ayırır. Haliç kıyısında­ki bu yapı dizisi ile kuzeydeki binalar arasında kalan saha, ortada fıskiyeli ha­vuzu, sarmaşık güllerinin gölgelendirdi­ği kameriyesi ve meyve ağaçlan ile bir iç bahçe şeklinde düzenlenmiştir. Ay­rıca haremin doğusunda nisbeten ufak boyutlu bir harem bahçesi bulunmak­tadır.

Mevlevîhânenin merkezini oluşturan ve leb-i derya konumu ile olduğu kadar dış görünüşü ile de geçen yüzyıla ait bir İstanbul yalısını andıran ahşap iskeletli, iki katlı semâhâne-türbe binası, tarikat yapılarının sivil mimariden ne ölçüde et­kilendiklerini ispat etmektedir. Söz ko­nusu bina, zemin rutubetinden ahşap malzemeyi korumak amacıyla, moloz taş duvarlı bir bodrum katı üzerine inşa edil­miştir. En önemli bölümler oian sema­hane ile türbenin yanı sıra bunlarla bağ­lantılı hünkâr mahfilini, âyini takip eden erkek ziyaretçilerle hanımlara ve mutri-be mahsus maksureleri ve şerbethâneyi barındıran yapının duvarları içeriden bağdadî sıva. dışarıdan ahşap malzeme kaplıdır. Dikdörtgen açıklıklı kapılarla pencereler ise pervazlar ve küçük alın­lıkların yanı sıra zemin kattan demir parmaklıklar, üst katta kafeslerle dona­tılmıştır. Tepe noktasında destarlı Mevle­vî sikkesi biçiminde madenî bir alem ta­şıyan ahşap çatı alaturka kiremitle kap­lıdır. Kuzey-güney doğrultusunda orta­sından geçen bir eksene göre simetrik olarak tasarlanmış binanın dört girişi bulunmaktadır. Kuzey cephesinin orta­sında yer alan esas girişin üzerinde, Be­şiktaş Mevlevîhânesi’nden getirildiği an­laşılan, metni Müsâ Kâzım Paşa’ya ait 1276 (1859-60) tarihli manzum bir kita­benin bulunduğu bilinmektedir. Yapının kuzeydoğu köşesinde doğrudan türbeye açılan diğer bir giriş mevcuttur. Ha­lic’e komşu olan güneybatı ve güneydo­ğu köşelerinde de semahaneden duvar­larla tecrit edilmiş, eş boyutlu, simetrik konumda, cephelerde taşma yapan mer­diven kuleleriyle donatılmış birer giriş görülmektedir. Bunlardan birincisi do­ğuya, harem binası yönüne açılmakta ve üst kattaki hünkâr mahfiline bağlan­maktadır. Güneye Haliç yönüne açılan diğeri ise kadınlara mahsus bacılar mak­suresine geçit vermektedir. 1910’daki tadilât sırasında hünkâr girişi ile hanım­lar girişinin bunlarla bağlantılı olarak üst kattaki mahfillerin yer değiştirmiş olduğu tahmin edilebilir. Bütün bu giriş­lerin önlerinde dörder basamaklı sahan­lıklar, ayrıca esas giriş ile hünkâr girişi önünde camekânlı bölmeler bulunmak­taydı.

Yapının merkezinde köşeleri çeyrek dairelerle yumuşatılmış kare planlı, iki kat boyunca yükselen esas semahane yer alır. Bu alanı sınırlayan çizgi üzerin­de “nezr-i Mevlânâ”ya tekabül eden on sekiz adet sekizgen kesitli, gömme baş­lıklı, yalancı mermer boyamalı ahşap sü­tun sıralanmaktadır. Bunlardan sekizi çeyrek dairelerin başlarına, dördü kuzey kenarına, geriye kalan altısı da diğer üç kenara ortada daha geniş, yanlarda da­ha dar açıklıklar bırakacak şekilde yer­leştirilmiştir. Bunların arası, esas girişin önündeki açıklık dışında ahşap korku­luklarla kapatılmıştır. Semâ alanını sı­nırlayan bu sütun-korkuluk dizisi ile dış duvarlar arasında kalan sahanın, cümle kapısının önündeki giriş bölümü ile bu­nun tam karşısındaki mihrap önü bölü­mü dışında kalan kesimi doğuda türbe­ye, diğer yönlerde de erkek seyircilere mahsus züvvâr maksuresine ayrılmıştır. Ahşap sandukaları barındıran türbe do­ğuda ortadaki sütun açıklığı ile bunun kuzeyindeki açıklık boyunca devam et­mektedir. Zeminleri semâ alanından bir seki ile yükseltilmiş olan bu kesimler birbirlerinden ahşap korkuluklarla ay­rılmıştır. Semahane ile tarikat yapıları­na has bir mekân bütünlüğü içinde olan türbenin korkulukları ince bir işçilik ser­gileyen barok üslûpta süsleme unsurla­rı barındırmakta, babalarının ve küpeş­tesinin üstünde de ahşaptan yapılmış Mevlevi sikkeleri sıralanmaktadır. Diğer korkuluklar ise dekupaj tekniği ile basit bir biçimde süslenmiştir. Güney duvarı­nın ekseninde yarım daire planlı mih­rap, semâ alanının batı kenarında mes-nevihan kürsüsü, zemin katın kuzeybatı köşesinde ise kapının yanı sıra bir ser­vis penceresi ile donatılmış (L) planlı şer-bethâne yer almaktadır. Esas girişin yan­larından hareket eden tek kollu ahşap merdivenlerden bu bölümün üstünde yer alan mutrip maksuresine çıkılır.

Üst katta, ortadaki semahane boşlu­ğunun çevresinde zemin kattakilerle ay­nı hizada yer alan ve çatıyı takviye eden on sekiz adet daire kesitli ve korint baş­lıklı ahşap sütun sıralanır. Jki sütun di­zisi arasında, semahaneye bakan yüzeyi üçüz yiv dizileri ve dikdörtgen çerçeve­lerle süslenmiş bir korkuluk yer almak­tadır. Mihrap önü bölümünün ve türbe­nin üstü boş bırakılmış, mihrabın kar­şısına gelen açıklık ile buna komşu olan birimler mutrip maksuresine, güneydo­ğu köşesi hünkâr mahfiline, batı kana­dını oluşturan alan da bacılar maksure­sine ayrılmıştır. Kavisli bir çıkma ile ge­nişletilmiş ve bacılar maksuresinden bir duvarla tecrit edilmiş olan mutrip mak­suresi süslü parmaklıklarla, Haliç yönü­ne doğru simetrik birer çıkma ile ge­nişletilmiş olan hünkâr mahfili ile bacı­lar maksuresi ise ahşap kafeslerle do­natılmıştır. Mevievîhânenin ilk yapısında söz konusu çıkmaları taşıyan üçgen bi­çimindeki iri payandalar 1910’daki ona­rımda iptal edilerek yerlerine, ikisi bina­nın cephesine bitişik olmak üzere, kare kesitli ve gömme başlıklı altışar sütun konmuştur. Her iki katta da bol miktar­da pencereden ışık alan binada zemin kat mahfillerinin tavanları “çubuklu” de­nilen türdedir. İçbükey bir kuşakla çe­peçevre sarılarak büyük bir aynalı to­noz görünümü kazanmış olan semaha­ne tavanı bağdadî sıvalıdır. Bu kuşakta rûmî ve palmet gibi klasik süsleme un­surlarının yanı sıra geç devir Endülüs üslûbunu hatırlatan damarlı kıvrık yap­rakları ihtiva eden yoğun bir süsleme göze çarpar. Üst kat sütunları ile tavan arasında zerendüd tekniği ile yazılmış ta’lik hatlı mısraları ihtiva eden kartuş­lar sıralanır. Hünkâr mahfilinin, mihrap önü bölümünün ve türbenin tavanları da aynalı tonoz ya da tekne tonoz biçi­minde göçertilmiş, branda üzerine se­mahane tavanındakileri hatırlatan ek­lektik süslemeler yapılmıştır.

İlk yapıldığında üç katlı olduğu, yirmi sekiz odayı barındırdığı ve selâmlık ola­rak kullanılan son katının 1910’daki ona­rım sırasında iptal edildiği bilinen ha­rem kısmı, malzeme ve inşaat tekniği açılarından semâhâne-türbe binası ile aynı özellikleri paylaşmaktadır. Planı tam olarak tesbit edilemeyen, ancak cephe­lerde geriye çekilmiş “zülvecheyn” sofa­larla bunlara açılan simetrik mekânları barındırdığı tahmin edilen yapı, hareket­li cepheleriyle son devir yalı mimarisi­nin bütün özelliklerini yansıtmaktaydı. Aynı malzeme ve konstrüksiyon özellik­lerini sergileyen tek katlı selâmlık şeyh odası, kahve ocağı ve kütüphane odası türünden mekânları ihtiva etmekteydi. Buranın merkezî bir sofa çevresinde sı­ralanan ve cephelerin ortasında dışa ta­şan çeşitli birimleri barındırdığı anlaşıl­maktadır.

İlgili Makaleler