Tarihi Eserler

Babüsselam Kapısı Tarihi, Mimari, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Babüsselam, Topkapı Sarayı’nın ikinci avlusuna geçişi sağlayan en büyük kapısı.

Bâb-ı Hümâyun’dan geçilerek girilen Fodlahâne, Odun Anban, İç Cebehâne vb. hizmet binaları ile buralarda hizmet edenlerin koğuşlarının bulunduğu birin­ci avlunun sonunda, evvelce Sarây-ı Cedîd denilen Topkapı Sarayı’nın esas giri­şi olan Bâbüsselâm bulunmaktadır. Or­ta Kapı olarak da adlandırılan bu giriş. İki tarafında yükselen kulelerin arasın­da ihtişamlı bir görünüşe sahiptir. Sa­rayın yüzyıllar boyunca geçirdiği değişik­likler neticesinde Bâbüsselâm’ın ilk bi­çimi de değişmiştir. Gerçek Sarây-ı Hü­mâyun ancak bu kapıdan itibaren baş­lamaktadır. Kapının yanında kapucubaşı dairesi ile kapucular koğuşu bulunu­yordu.

İlk yapıldığında Bâbüsselâm’ın sara­yın etrafını çeviren duvarda açılan basit bir geçit halinde olduğu tahmin edilmek­tedir. Her ne kadar Hartmann Schedel’in Nürnberg’de 1493’te basılan Weltchronik adlı dünya tarihine ait eserindeki tahta oyma baskılı gravürde (s. 257) iki kule teşhis edilmekte ise de bunların, Bâbüsselâm’ın daha XV. yüzyılda çifte kuleli olabileceğini isbata yeterli oldu­ğunda şüphe edilir. Bâbüsselâm şimdi­ki görünüşünün esasını XVI. yüzyılda Ka­nunî Sultan Süleyman zamanında almış­tır. Çifte kapıdan, dıştakinin dövme de­mir kanatlarından soldakinde görülen tunç kakma olarak işlenmiş “amel-i îsâ b. Mehmed” ibaresi ve 931 (1524-25) tarihi. Bâbüsselâm’ın bu biçimini alışı­nın tarihi olarak kabul edilebilir. XVI. yüzyılın sonlarına doğru Seyyid Lokman tarafından hazırlanan Hünernâme min­yatürlerinin ikisinde bu kapı, iki yanın­daki sivri külâhlı kuleleri ve üstünde den-danlı duvarı ile belirtilmiştir. Bu duvarın yukarısında, herhalde kapı geçidinin üs­tünde pencereli bir köşkün varlığına sa­dece bir minyatürde işaret edilmiştir. Diğer resimde böyle bir köşke rastlan­maması ise şaşırtıcıdır. E. Hakkı Ayverdi, “Kuleler ebat itibariyle bir kale bur­cu olmaktan uzaktır; bununla beraber ilham Kanûnî’nin Macaristan fütuhatın­da gördüğü kaştellerden alınmış ve ku­leler onun tarafından yaptırılmıştır. Bu kulelerde bir XV. asır Orta Avrupa ve Ak­deniz kokusu aşikârdır” demektedir.

XVIII. yüzyıla ait bir resimde Bâbüs­selâm’ın dış görünüşünün şimdiki gibi olduğu açıkça görülmektedir. Esas kapı menfezinin üstünde Kanunî devrine ait olduğu sanılan büyük bir “kelime-i tevhid” yazısı yer almakta, bunun altında giriş kemerinin ortasında ise Sultan II. Mahmud’un tuğrası bulunmaktadır. Ka­pı sövelerinin iki yanında sekizer beyit-lik birer manzum kitabe. Bâbüsselâm’ın Sultan II). Mustafa tarafından 1172’de (1758-59) tamir ettirilmiş olduğunu an­latmaktadır. Üzerlerinde ayrıca aynı pa­dişahın tuğrası olan bu manzum kita­belerin metni şair Zihnî’nindir. Son ta­rih mısraında buraya hem Bâbüsselâm hem de Orta Kapı denildiği de açıklan­mıştır. Giriş dehlizi içinde barok üslû­bunda bir çeşmenin üzerinde yine şair Zihnî tarafından yazılmış dört beyitlik manzum tarihte de Sultan III. Musta­fa’nın adı ve 1172 (1758-59) tarihi ve­rilmiştir. Böylece Bâbüsseiâm’da büyük ölçüde bir tamir ve değişikliğin 1172 yı­lında yapıldığı bir defa daha belli olmak­tadır. Girişin yanındaki uzun kitâbelerden tarihli olanının son beytine eklenen 1272 (1853-56) tarihi de herhalde kü­çük ölçüde bir tamir ile ilgili olmalıdır. Sultan III. Mustafa tarafından yaptırılan tamiri bildiren iki manzum kitabedeki bilgiler, kapının ikinci avluya bakan ar­ka yüzüne yerleştirilen iki başka kita­bede de tekrarlanmıştır.

Bâbüsselâm’ın Alay Meydanı ve Divan Avlusu da denilen ikinci avlu tarafına sü­tunlara dayanan geniş saçaklı bir ahşap sundurma vapılmıs. bu sundurma ile saçağın alt yüzleri ve duvarlar zengin şe­kilde nakışlarla bezenmiştir. Bunların üs­lûpları geç bir devirde yapıldıklarını gös­terir. Hatta bu geniş saçaklı sundurma­nın üslûp bakımından III. Mustafa dev­ri tamirine ait olduğunu da söylemek mümkündür. Geçen yüzyılda bu süsle­me çirkin bir kalem işi bezeme ile örtül­müştür. Manzara resimleri halinde olan bu nakışlar 1940’larda kazınarak altla­rından XVIII. yüzyıla ait olanlar meyda­na çıkarılmıştır. Son yıllarda Bâbüsse-lâm’ın bilhassa ikinci avlu tarafındaki sundurması ve buradaki cephesi yeni­den elden geçirilip nakışları tamir edile­rek tamamlanmıştır.

Bütün Osmanlı’devri boyunca Bâbüs-selam’ın sık sık adı geçmiştir. Bâbüsse­lâm Osmanlı Devleti’nin bir bakıma sem­bolü olmuştur. Kapının dışarı dönük hey­betli görünümü de bu fikri vurgular. Halk dilindeki “kapı” kelimesinin “dev-lef’i bu kapıda mimari bir varlık halin­de temsil ettiği söylenebilir. Saray res­men buradan başladığından sadrazam­lar bile bu kapıdan içeri ancak yayan gi­rebiliyordu. Kapının iki yanındaki odalar ve XVI. yüzyılda kuleler yapıldıktan son­ra bunların zemin katındaki hücreler, gözden düşen ve haklarında karar alı­nacak devlet ileri gelenlerinin kısa sü­re kapatıldıkları yerlerdi. Nitekim bun­lardan bazıları da burada İdam edilmiş­tir. Devletin önde gelen makam sahip­lerinden olan kapucubaşılara dergâh-ı âlî kapuculan denilirdi. Padişahın huzu­runa girmek üzere gelen yabancı elçiler bu kapıdan girdiklerinde önce bir süre kapucubaşı ağanın dairesinde misafir edilirdi. Devletin birçok önemli işleri de kapucubaşılara havale edilirdi. Orta Ka­pı bütün haşmetli görünüşüne rağmen bazı ayaklanmalarda kapatılamamış ve müdafaaya geçilmemiştir. Halife Abdül-mecid Efendi, beyaz at üzerinde evvel­den beri yapılan teşrifata uygun biçim­de bu kapıdan cuma selâmlığına son de­fa olarak çıkmıştır. Topkapı Sarayı mü­ze olduktan sonra kapı dehlizi bilet ve kontrol yeri haline getirilmiş, son yıllar­da bunlar camekânlı kapalı mekânlar biçimine sokulmuştur.

Fâtih devrine ait duvarda açılan kapı­dan dikdörtgen geçit dehlizine (10.15 x 6.75 m.] geçilir. Bunun sağında iki oda, solunda ise tek oda vardır. Kanunî tara­fından yaptırılan eklemede girişin iki ya­nına buraya bir şato görünüşü veren çif­te kule inşa edilmiştir. Muntazam işlenmiş taşlardan olan bu kuleler beş köşe­li olarak dışarıya taşmaktadır. Esas gi­riş ile daha ileride olan kuleler arasın­da, dışarıya yüksek bir kemerle açılan beşik tonozlu bir eyvan yapılarak bu ka­pının estetik bütünlüğü sağlanmıştır. Eyvanın iki yan duvarında karşılıklı ola­rak sivri kemerli birer nöbetçi hücresi görülür. Kulelerin gövdelerinde sadece dar mazgallar açılmıştır. Tepelerinde bir­birlerine yarım yuvarlak kemerlerle bağ­lanmış konsollar ile hafifçe dışarı taşan pencereli birer üst oda vardır. Kulelerin üstlerinde Kanunî devrinden beri kur­şun kaplanmış sivri külahlar bulunmak­tadır. Giriş eyvanının üstündeki duvar­da da yine konsollar yardımıyla dışarı taşan dendanlı bir korkuluk vardır.

Giriş dehlizinin yanındaki ocakiı oda­lar kagir tonozlarla örtülüdür. Sonraları bunlara ahşap tavanlar yapılmış, ayrıca içlerine asma katlar ilâve edilmiştir. Deh­lizin işlemeli ahşap tavanı ise XIX. yüzyıl işidir. Kapının ikinci avluya açılan cep­hesinde methalin üstünde. “İşte Adn cennetleri, oraya girecekler için bütün kapılar açılmıştır” mealindeki Sâd süre­sinin 50. âyeti yazılmıştır. Burada ayrı­ca cephenin iki yanında ikişer metre ça­pındaki madalyonlar içinde dörtlü ola­rak istiflenmiş “Allahu rabbî” ve “Muhammed nebi” yazıları görülür. Son ta­mirlerde sıva altında bulunan bu yazıla­rın birer parçalan Sultan III, Mustafa’nın kitabeleri yerleştirilirken tahribe uğra­dıklarına göre 1172 yılı tamirlerinden da­ha önce yazılmış olmalıdırlar; bunların XVII. yüzyıla ait oldukları tahmin ediiir.

Bâbüsselâm’ın ikinci avluya açılan cep­hesine, herhalde III. Mustafa devrinde sütunlara dayanan geniş bir sundurma eklenmiştir. Stalaktitli başlıklı on sütu­na oturan bu sundurmanın orta bölümü çatı içinde gizli ahşap kubbelidir. Bu kub­benin çok itinalı bir işçilikle yapılmış olan kabartma çiçekli göbeği bilhassa dikka­ti çekmektedir. Demir gergi kirişleriyle birbirlerine ve ana  duvara  bağlanmış olan bu sütunlar ve başlıklarının daha eski bir Türk yapısından alınarak devşir­me malzeme olarak kullanıldıkları tah­min edilmektedir. Sivri kemerli olan sun­durma XIX. yüzyıl başlarında (II. Mahmud devri |?l] geniş bir saçakla uzatılmış, ke­merlerin biçimleri değiştirilmiştir. Sun­durmanın kubbeli orta tavanı, diğer böl­meleri ve saçağın tavanları XIX. yüzyılın zengin süslemesiyle kaplanmıştır.

Diyanet İslam Ansiklopedisi