Tarihi Eserler

Aziz Mah­mud Hüdayi Külliyesi Tarihi, Mimari, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Aziz Mah­mud Hüdai Külliyesi, İstanbul Üsküdar’da banisi Aziz Mahmud Hüdâyî’nin adıyla anılan külliye.

Doğancılar’da Ahmet Çelebi Mahallesi’nde, bugün Hüdâî Mahmud, Aziz Mah­mud ve Aziz Efendi Mektebi sokakları­nın kuşattığı bir arsa üzerinde 997-1003 (1589-1595) yılları arasında kurulmuş­tur. Aziz Mahmud Hüdâyî’nin tekke ve türbesi etrafında teşekkül eden bu külliye, âsitâne ve pîr evi sıfatları ile, Cei­vetiyye tarikatının merkezini teşkil et­miş olan büyük ve önemli bir tekkedir. Nitekim Osmanlı kaynaklarında Hazret-i Hüdâyi Asitânesi, Hüdâyî Mahmud Efen­di Âsitânesi, Pîşvây-ı Tarikat-ı Aliyye-i Ceivetiyye, Aziz Mahmud Hüdâyî Efendi Hankahı, Hankâh-ı Cefvetî, Hazret-i Hü­dâyî Aziz Mahmud Efendi Dergâhı ve Hü­dâyî Aziz Mahmud Efendi Tekkesi gibi adlarla anılmaktadır.

Külliyenin çekirdeğini oluşturan tek­kenin banisi Aziz Mahmud Hüdâyî tek­kenin arsasını 1589’da satın almış ve aynı yıl inşaatı başlatmıştır. Muhteme­len mensupları ve muhiblerinin de kat­kıları ile 1003’te (1595) tamamlanan ilk tekke aynı zamanda tevhidhâne olarak kullanılmıştır. Burası 1007’de (1598-99) bizzat banisi tarafından minber ilâve­siyle camiye çevrilmiştir. Külliye bu tev­hidhâne ile bunun etrafında yer alan der­viş hücreleri, aşhane-imaret niteliğinde büyük bir mutfak, taamhâne, biri ken­disine, dördü de kızlarına tahsis edilmiş toplam beş meşrutahâne ve cümle ka­pısı ile yanındaki iki çeşmeden meyda­na gelmekteydi. Bu yapılara, baninin ha­yatının sonlarına doğru inşa edilen tür­besini de ilâve etmek gerekir.

Hüdâyî Külliyesi’nin kuruluşundan XIX. yüzyıl ortalarına kadar çeşitli tamirler geçirdiği, zaman zaman bazı eklerle bü­yütüldüğü ve kalabalık bir derviş züm­resini besleyebilecek güçte maddî kay­naklarla bunları barındırabilecek ölçüde mekânlara sahip olduğu anlaşılmakta­dır. Ancak 1850’de Üsküdar Çarşısı’nda çıkan ve külliyenin bulunduğu yamaca doğru yayılan bir yangın sonucunda Hü­dâyî Türbesi dışında kalan binalar orta­dan kalktığından türbe kısa bir müddet tevhidhâne olarak kullanılmıştır. 1272′-de (1855-56) Sultan Abdülmecid tarafın­dan türbe de dahil olmak üzere külliye yeni baştan inşa ettirilmiştir. Külliyenin bu ikinci inşasında geniş mimari prog­ramı ve yerleşim düzeni hemen hemen aynen korunmuş, ancak cami-tevhidhâ-neye hünkâr mahfili ile arsanın güney kesimine bir sibyan mektebi ilâve edil­miştir. Yine bu dönemde Sultan II. Abdülhamid’in yakın adamlarından Lutfi Bey 1317’de (1899-1900) cami-tevhidhâ-nenin karşısına, içinde bir kısmını kendi­sine ve aile fertlerine türbe olarak tah­sis ettiği müstakil bir kütüphane binası yaptırmıştır. Bundan bir yıl sonra külli­ye, masrafları hazîne-i hâssadan karşı­lanmak suretiyle tamir ettirilmiş ve halen ayakta olan harem bölümü (şeyh dai­resi) inşa edilmiştir. 1910 yılında yıldırım isabetiyle yıkılan minare türbenin önü­ne, türbedarlara mahsus bölümün üze­rine devrilerek burayı tahrip ettiğinden minare yeniden inşa edilmiş, ayrıca Mısır Hidivİ İsmail Paşa’nın kızlarından Pren­ses Fatma Hanım tarafından 1912’de türbenin şimdiki camekânlı giriş bö­lümü yaptırılmıştır. Bu haliyle, kapatıl­dığı 1925 tarihine kadar gelen külliye­nin cami-tevhidhânesi bu tarihten son­ra sadece cami olarak hizmete devam etmiş, meşrutahâneler ise cami görevli­leri ve vakıfların kiracılarına mesken ol­muştur. Mutfak, hazîre. çeşmeler, tür­be ve cümle kapısı gibi unsurlar günü­müze aynen gelemedikleri gibi, derviş hücreleri ve selâmlık gibi kullanımlarını kaybeden bazı bölümler de tarihe ka­rışmıştır. Başta cami olmak üzere ayak­ta kalan binaları 197S’te Vakıflar Genel Müdürlüğü tamir ettirmiştir. Son yıllar­da kurulan Aziz Mahmud Hüdâyî Vakfı tarafından külliyenin bakımı hususunda büyük gayret sarf edilmekte, ayrıca ta­lebelere ve muhtaçlara dağıtılmak üze­re her gün aşhanesinde yemek pişiril­mektedir.

Hüdâyî Külliyesi, Osmanlı devri İstan-bulu’nun en parlak tasavvuf kültürü mer­kezlerinden birisi idi. Özellikle banisinin müstesna şahsiyeti bu müesseseyi hü­kümdarlar, hanedan ve saray mensup­ları, devlet büyükleri, ulemâ, sanat ve mûsiki erbabı dahil olmak üzere her sı­nıftan insanın ve diğer tarikatlara men­sup pek çok kişinin feyiz aldıkları bir ir­fan ocağı haline getirmiş ve bu gelenek tekkenin postuna daha sonra oturmuş diğer şeyhlerce de sürdürülmüştür.

Aziz Mahmud Hüdâyî Küliiyesi’nin ilk yapıldığı devirdeki özellikleri hakkında kesin bilgiler vermek mümkün değildir. Yine de ikinci inşasında yerleşim düzeni pek fazla değiştirilmemiş olduğundan cami – tevhidhânenin aynı yerde bulun­duğu, ancak daha küçük Ölçülerde ya­pıldığı anlaşılmaktadır. Evliya Çelebi, ar­sadaki dağılımı ve mimariyi aydınlatıcı açık bilgiler vermemekte, ancak 300 ka­dar dervişin müstakil hücrelerde barın­dığını söylemekle yetinmektedir. XVIII. yüzyıldaki durumunu kısmen gösterme­si bakımından Hafız Hüseyin Ayvansarâ-yFnin verdiği şu bilgi ise kayda değer: “… Câmi-i şerifin avlusunda şadırvanı ve etrafında fevkani ve tahtanı mahfilleri vardır. Ve zaviye kapısında müteaddid çeşmeler vardır. Ve zaviye hücerâtı ca­mi etrafındadır. Şeyh dairesi başka olup müstakil meşruta menzilleri dahi var­dır”. Külliyenin ikinci inşası sırasında ya­pılar, ası! mimarileri hiç hesaba katıl­maksızın, Aziz Mahmud Hüclâyrnin ya­şadığı devre tamamen yabancı düşen ampir üslûbunda yenilenmiştir. Külliye­nin ilk halinden günümüze intikal ede­bilmiş olan unsurlar, cami-tevhidhâne­nin batısındaki açık türbe ile cümle ka­pısının solundaki iki çeşmeden ibarettir.

Batıdan doğuya doğru oldukça meyilli olan külliye arsası çeşitli istinat duvar­ları ile setlere ayrılmış, binalar bu setler üzerine yerleştirilmiştir. Külliyenin tam ortasından geçen ve arsayı doğu – batı doğrultusunda ikiye bölen basamaklı bir geçit, tekke sakinleri ile cami cemaati­nin yanı sıra çevre halkınca da kullanı-lagelmiş ve Hüdâî Avlusu sokağı adını almıştır. Sokak niteliğindeki bu avlunun doğu ucunda Aziz Mahmud Efendi soka­ğına birleştiği noktada külliyenin cümle kapısı yer almaktadır. Köfeki taşından pilastrlar ile iki yandan kuşatılmış olan dikdörtgen açıklıklı kapının üzerinde, mermerden iki silme arasında, külliye­nin Sultan Abdülmecid tarafından ikinci inşasına ait 1272 (1855-56) tarihli man­zum bir kitabe yer almaktadır. Metni Süleyman Senih Efendi’ye ait olan ve ta’lik hatla yazılmış bulunan kitabe iki

parça halinde düzenlenmiş, bunların or­tasına adı geçen padişahın tuğrası kon-durulmuştur. Kapının solunda yan yana iki çeşme mevcuttur ki muhtemelen ilk banileri Aziz Mahmud Hüdâyî’dir. Her ikisi de klasik üslûpta silmeler ve sivri kemerlerle donatılmış olan bu çeşme­lerden soldakinde, kemerin üzerinde, 1033’te (1623-24) yaptırıldığını göste­ren sülüs hatlı Arapça mensur bir kita­be, kemer aynası içinde ise 1272 (1855-56) tarihinde külliye ile beraber Sultan Abdülmecid tarafından tamir edildiğini gösteren, manzum metni Zîver Paşa’ya ait ta’lik hatlı manzum bir kitabe daha bulunmaktadır. Bunun sağında yer alan ve daha ufak ölçülerdeki çeşmede de, son mısraı ebced*le 1019 (1610-11) ta­rihini veren sülüsle yazılmış manzum bir kitabe yer almaktadır. Cümle kapısının sağındaki çeşmede, Lâle Devri’nde 1141 (1728-29) yılında Nevşehirli Damad İb­rahim Paşa’nın oğlu “Genç” lakaplı Da­mad Mehmed Paşa tarafından yaptırıl­mış olduğunu belirten ta’lik hatla yazıl­mış, metni şair Şâkir’e ait manzum bir kitabe bulunmaktadır. Bu çeşmenin ge­rek cephe düzeni gerekse detayları ta­mamen ampir üslûbunda olup 1272’de (1855-56) yenilendiğini ispata yeterlidir. Bu çeşmelerin üstünde, halen imam ve müezzin meşrutası olarak kullanılan bi­rer ahşap mesken vardır. Geçen yüzyılın ikinci yarısında elden geçirildikleri anla­şılan bu evlerden soldaki yakın bir za­manda kagire çevrilerek orijinal şeklini kaybetmiştir. Bunun arkasında, muhte­melen külliyenin ilk İnşasından kalma bir su haznesi ile bir grup hela yer al­maktadır.

Cümle kapısından sonra batıya doğru kademeli olarak devam eden Hüdâî Av­lusu sokağı üzerinde, solda Hüdâyî Tür­besi ile daha sonra buna dışarıdan bi­tiştirilmiş olan ve tekke şeyhleriyle aile fertlerinin gömülü oldukları türbe, Hü­dâyî Türbesi’nin arkasında bu yapıya bi­tişik olarak yer alan cami – tevhidhâne, bunun batısında dar bir aralıktan sonra içinde Kaya Sultan’ın (ö. 16591 kızı Fat­ma Hanım – Sultan’a (ö. 1L40/I727-28) ait açık türbeyi barındıran hazîre par­çası sıralanmaktadır. Bu hazîrenin ba­tısında, Aziz Efendi Mektebi sokağının kuzeye doğru kıvrılan kesiminin arkasın­da, duvarlarla çevrili bir bahçenin için­de harem dairesiyle müstakil mutfağı bulunmaktadır. Hüdâî Avlusu sokağının kuzey yakasında ise en altta küçük meşrutadan sonra sırayla yerden yüksek ha­zîre parçası, mutfak ile buna bitişik hün­kâr mahfili girişi, abdest muslukları, kü­tüphane ve yine bir bölüm hazîre yer al­maktadır. Abdest musluklarının üzerin­de sıralandığı duvar, arsanın kuzey ke­simini işgal eden geniş bir bölümü ayır­maktadır. Musluklar dizisini ikiye bölen bir kapıdan geçilen bu kesimde vaktiyle derviş hücreleri, kahve ocağı, taamhâne ve diğer selâmlık bölümlerinin bulundu­ğu bilinmektedir. Ahşap oldukları anla­şılan bu binalardan günümüzde hiçbir iz kalmamıştır. Hüdâî Avlusu sokağının Hüdâyî Mahmud sokağına birleştiği ba­tı ucunda, cümle kapısı ile aynı üslûpta ve aynı ebatta kitâbesiz ikinci bir kapı görülmektedir. Bu kapının güneyinde sokak üzerinde, külliyeye ait meşruta­lardan ikisi müstakil bahçeler içinde yer almaktadır.

Cami – tevhidhâne dikdörtgen planlı, kagir duvarlı, ahşap çatılı, biri bodrum, biri de mahfillerin teşkil ettiği kısmî üst kat olmak üzere toplam üç katlı fevka-nî bir binadır. Bütün açıklıkların basık kemerlerle geçilmiş olduğu cephelerde kat döşemeleri ve saçak hizalarında ya­tay silmeler dolaşmaktadır. Zemin kat­ta namaza ve âyinlere tahsis edilmiş olan dikdörtgen alan kıble yönünde yer almakta, bunu batıda ve kuzeyde erkek­lere mahsus, zeminleri bir seki ile yük­seltilmiş mahfiller kuşatmaktadır. Bu mahfillerin sınırında ahşap korkuluklar arasında üst kat mahfillerini taşıyan ve kısa bir parapet duvarından sonra tavana kadar devam eden kare kesitli ve pi-lastr başlıklı ahşap sütunlar sıralanmak­tadır. Her sütuna karşısındaki duvarda aynı ebatta bir duvar payesi tekabül et­mekte, bunların arasında altlı üstlü iki­şer pencere yer almaktadır. Batıdaki ze­min kat mahfilleri ortada iki sütun ara­sındaki açıklık boyunca kesintiye uğra­tılarak buraya yalnızca Hüdâyî Tekkesi’-ne mahsus ilginç bir mimari unsur olan “şeyh kafesi” yerleştirilmiştir. Bu deği­şik tertip, Aziz Mahmud Hüdâyî ile Hızır arasında cereyan etmiş olan bir menkı­beye dayanan ve sırf burada icra edilen âyinlerde riayet edilen farklı bir erkân­dan kaynaklanmaktadır. Cuma namaz­larını müteakip icra edilen âyinlerde, cu­ma namazını da bu kafesin içinde eda eden şeyh efendi âyinin belirli bir yerin­de, dervişler kıyama kalktıktan bir müd­det sonra kafesten çıkarak esas tevhid-hâneye girer ve âyindeki yerini alırdı. Gereğinde kapı şeklinde açılan kafesli bölmelerle kuşatılmış olan bu bölümün arkasında, iki ucu kapılı ufak bir kori­dor mahfiller arasındaki bağlantıyı te­min etmekteydi. Şeyhler harem dairesi­nin bulunduğu batı yönünde, binayı ku­şatan dar geçide açılan ve şeyh kapısı olarak adlandırılan müstakil girişi kul­lanırlar ve cemaate görünmeden bu ka­fese girerlerdi. Kafesin kıble yönündeki sınırı hizasında yer alan bir seki, cami-tevhidhânenin ilk inşasındaki güney sı­nırını göstermektedir. Kuzey yönündeki mahfiller de ortada iki sütun arasında­ki açıklık miktarınca kesintiye uğramak­ta ve bu açıklığın ekseninde harimin gü­ney duvarında mihrap, kuzey duvarında son cemaat yerine açılan kapı, bunun da karşısında yapının dış duvarındaki esas kapı yer almaktadır. Dışarıdan bir sıra basamakla ulaşılan ve cami cema-atince kullanıldığı anlaşılan bu kapının üzerinde, ortada Sultan Abdülmecid’in tuğrasının yer aldığı, şair Zîver’in kale­minden çıkmış ve ta’likle yazılmış 1272 (1855-56) tarihli bir kitabe bulunmakta­dır. Bu esas kapının batı yönünde, aynı şekilde önü basamaklı daha ufak boyut­lu diğer bir kapı daha vardır ki tevhid­hâne kapısı olarak adlandırıldığma göre daha çok tekke sakinlerince kullanılmış olduğu anlaşılan bu girişin üzerindeki kitabe levhasında, sülüsle yazılmış ve Aziz Mahmud Hüdâyfye ithaf edilmiş bir beyit yer almaktadır. Son cemaat yeri­nin doğu ucundan geçilen minare, dışa­rı taşkın kare bir kaide üzerinde yük­selen daire kesitli gövdesi, basit şere­fesi ve kurşun kaplı koni biçimindeki ahşap külahı ile iddiasız bir görünüm­dedir.

İçinde birçok sofalarla odaların ve bir helanın bulunduğu hünkâr mahfili giri­şi cami – tevhidhânenin kuzeyinde, Hü­dâî Avlusu sokağının öbür yakasında yer alan kısmî bir zemin kattan temin edil­miştir. Duvarları içeriden bağdadî sıva, dışarıdan ahşap kaplama ile donatılmış olan ve bir hünkâr kasrı niteliği arze-den bu bölümün üst katı, iki çift ahşap sütunun yardımı ile sokağı köprü gibi geçerek yapıya bağlanmaktadır. Cami-tevhidhânenin kafeslerle donatılmış olan üst kat mahfillerinin kuzey kanadı hün­kâr ile maiyetine ve hanedan mensup­larına, batı kanadı ise hanımlara ayrıl­mıştır. Ahşap bölmelerle taksim edilmiş olan bu mahfillere biri son cemaat ye­rinden, diğeri de batı yönündeki geçit­ten hareket eden iki merdivenle ulaşı­labilmektedir.

Bodrum katının, ilk mescid-tevhidhâ-nenin altına tekabül eden kuzey kesimin­de dar uzun koridorlara açılan ve ufak pencerelerden az miktarda ışık alan hal-vethâne (çilehâne) niteliğinde mekânlar vardır. Güney kesiminde ise 1272’deki (1855-56) genişletme sırasında içeriye alınarak bir türbe hüviyeti kazanmış olan hazîre parçası yer almaktadır. Ampir üs­lûbuna has sadeliğin hâkim olduğu ca­mi – tevhidhâne cephelerinde herhangi bir süsleme unsuru göze çarpmaz. İçe­ride de süsleme asgari ölçülerde tutul­muştur. Profilli çıtalarla meydana geti­rilmiş geometrik taksimata sahip ta­vanda ve pencere sıralan ile alt ve üst kat mahfilleri arasındaki kuşakta pas­tel renkler kullanılarak ampir üslûbun­da stilize çiçekler ve dal kıvrımlarından oluşan bir tezyinat uygulanmıştır. Ayrı­ca üst kat pencereleriyle üst kat mah-

fillerinin kafesleri oymalı ve yaldızlı ho­tozlarla taçl andırıl mı ştır. Bu hotozların tepelerinde, zemini siyaha boyalı daire­ler içine, zerendûd tekniğiyle ve sülüs hatla, camilerdeki alışılmış düzene uyu­larak “Allah”, “Muhammed” ibareleriyle dört halifenin isimleri yazılmıştır. Min­ber ile şeyh kafesinin önünde yer alan vaaz kürsüsü ahşaptan yapılmış olup S ve C kıvrımlarını ihtiva eden ve daha çok barok üslûba bağlanan kabartmalarla süslüdür.

Aziz Mahmud Hüdâyî’nin türbesi, ve­fatından 1925’e kadar Celvetiyye men­suplarınca bayram arefelerinde, âsitâne şeyhinin riyasetinde debdebeli bir şekil­de ziyaret edilmiş, ayrıca İstanbul’daki velî türbeleri içinde en çok rağbet gö­renlerden birisi olma vasfını da günü­müze kadar sürdürmüştür. Cami – tev-hidhâne ile aynı inşaî ve tezyini özellik­leri paylaşan türbe, kuzeyden güneye doğru sıralanan camekânlı bir giriş bö­lümü, türbedarların nöbet tuttukları pi­ramit biçiminde bir külahla örtülü oda ve esas harimden oluşmaktadır. Harım kapısı üzerinde Aziz Mahmud Hüdâyî’nin vefat tarihini (1038/1628) veren talik hatlı Arapça mensur bir kitabe vardır. Dikdörtgen planlı harimin ortasında dai­re kesitli dört mermer sütuna oturan ve içeriden Celvetî tacınin tepeliği gibi on üç dilime taksim edilmiş olan bir ahşap kubbe yükselmektedir. Pîrin yaldızlı de­mir şebekelerle kuşatılmış olan ahşap sandukası bu kubbenin altındadır. Çev­resinde çocuklarına ve bir torununa ait on sanduka sıralanmaktadır. Duvarların üst kesiminde hattat Mahmud Celâled-din’in kaleminden çıkmış, Mülk sûresi­ni ihtiva eden sülüs bir yazı kuşağı do­laşmaktadır. Türbede bulunan sandıklar İçinde Aziz Mahmud Hüdâyî’nin birtakım emanetleri muhafaza edilmektedir. Bu türbenin doğusunda, önceleri açık hazîre şeklindeyken sonradan muhtemelen 1272’de (1855-56), üstü örtülerek tür­beye tahvil edilmiş olan bölüm vardır. Tekke şeyhlerinden, mensuplarından ve aile fertlerinden birçok kişinin gömülü olduğu bu ikinci türbenin çatısı Cumhu­riyet devrinde ortadan kalkınca ahşap sandukaların yerlerine çimentodan ga­rip lahitler kondurulmuş, üzerlerine de bir kısmı hatalı Latin harfli ufak kimlik levhaları iliştirilmiştir. Külliyenin hazîresinde, birçoğu hat ve oymacılık sanatla­rı açısından dikkat çekici nitelikte me­zar taşları bulunmaktadır. Cami-tevhid-hânenin batısındaki hazîre parçası içinde yer alan Fatma Hanım – Sultan Tür­besi, hepsi mermerden yontulmuş sekiz adet sekizgen kesitli ve baklavalı baş­lıklı sütunları, bunlara oturan sivri ke­merleri, sütunların arasını kapatan tunç­tan dökülmüş nefis şebekeieriyle, em­sali olan açık türbeler içinde müstesna bir yere sahiptir.

Külliyenin mutfağı kagir duvarlı ve ahşap çatılı olup biri büyük, diğeri daha küçük içice iki bölümden oluşmaktadır. Basık kemerli kapılar ve pencerelerle donatılmış olan bu mekânlardan büyük olanında tuğladan örülmüş kemeriyle muazzam ocak yer almaktadır. Dikdört­gen planlı olan kütüphanenin duvarları sarı renkli yumuşak bir taşla kaplanmış­tır. Üzeri tuğladan örülmüş bir tekne to­nozla örtülü olan bu yapının girişi, ca-mi-tevhidhâneye bakan güney cephesi­nin ortasındadır. Gerek bu kapı gerekse pencereler, kilit taşlan konsollarla belir­tilmiş yarım daire kemerlere sahiptir. Aralarında, duvara gömülmüş ve İyon nizamında başlıklarla donatılmış yivli sü­tunlar vardır. Başlıkların üstünde de çe­şitli silmelerle teçhiz edilerek “architrave” görünümü kazandırılmış bir kuşak uzanmaktadır. Cephenin en üst kesimi, sütunların hizasında yer alan, ortaları birer kabartma rozetle süslenmiş küçük pilastrlarla üçe taksim edilmiş, bu bö­lümlere bani Lutfi Bey’in adını ve ebced-le 1317(1899-1900) tarihini veren talik­le yazılmış manzum kitabenin mısrala­rı yerleştirilmiştir. Halen Aziz Mahmud Hüdâyf Vakfi’nın idare binası olarak kul­lanılan kütüphanenin batı kesimi demir parmaklıklarla tecrit edilerek bani ile ailesine ait sandukaları ihtiva eden bir türbe haline sokulmuştur. Ampir üslû­bunun antik tapınak cephelerini taklit eden ve Osmanlı mimarisine çok yaban­cı düşen bir uygulamasını sergileyen bu binanın tonozlu örtüsü üzerinde de baş­ka yerde benzerine rastlanılmayan koni biçiminde üç madenî alem sıralanmak­tadır. Hepsi geçen yüzyılın ikinci yarısı içinde yenilenmiş olan meşrutahâneler-den harem dairesi, zemindeki kagir, di­ğerleri ahşap olmak üzere üç katlı, ol­dukça büyük, tipik bir eski İstanbul ko­nağıdır.

Bu arada külliyenin yakın ve uzak çev­resinde yer alan ve onunla ilgili sayılan bazı yapıları da zikretmek gerekir. Bun­lar arasında, Aziz Mahmud Hüdâyî’nin halifelerinden olan tekkenin üçüncü post-nişini Ehl-i Cennet Şeyh Mehmed Fena-yî Efendi’nin (o. 1664) cümle kapısının karşısında yer alan türbesi; yine baninin mensuplarından olup mürşidine duydu­ğu hürmetten ötürü kendisini onun tek­kesinde “kapıcı” olarak vasfeden Kayse­rili Halil Paşa’nın (ö. 1629) külliyenin gü­neydoğusunda ve az ilerisinde inşa et­tirmiş olduğu Kapıcı Tekkesi ile Çamlı­ca’da Bulgurlu köyü yakınlarında, Aziz Mahmud Hüdâyî’nin çileye soyunduğu mahal olan ve bu yüzden Çilehâne adını alan mevkide 1024’te (1615) inşa etti­rilen mescid – zaviye bulunmaktadır.

Diyanet İslam Ansiklopedisi