Tarih

Azınlıklar Milli Mücadele ve Sonrası Ekonomik, Eğitim-Kültür, Basın Faaliyetleri

Azınlıklar tarih-2/azinlik-ermeni-ceteciler” 307″ 213″

Azınlıklar, eskiden beri bir ülkeye yerleşmiş bulunan, fakat ülke halkının çoğunluğundan ırk, dil, din v.b. bakımlardan ayrılan topluluklardır.

Türkiye’de günlük dilde, azınlık denince sosyolojik ya da demografik anlamdaki azınlıklar değil (özellikle Osmanlı tarihinde) müslüman olmayan azınlıklar, yani Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler anlaşılır. Gerçekten de, yüzyıllardır Türk halkı içinde özümlenmiş, Türklük kavramımn kapsamında yer alan toplulukları azınlıktan saymak, Çerkez, Kürt ve Laz diye ayırımlara girişmek Türkiye’nin etnik yapısına aykırı düşen ve Milli Mücadele’yi baltalamak için İngilizler’in ortaya attığı «Türk’ü Türk’e karşı kullanma» propagandasından etkilenen bir tutumdur. Türkiye’deki azınlıklardan özellikle Rumlar ve Ermeniler, Millî Mücadele döneminde Yunan kuvvetleriyle ve İtilâf Devletleriyle işbirliği yaparak Türkler’in kurtuluş çabalarını baltalamak için çeşitli örgütler kurdular. Rum örgütlerinin en büyük amacı tarihî Pontos Devleti’ni diriltmekti. Mondoros Mütarekesi’ni Osmanlı Devleti’nin sonu sayarı Samsun çevresindeki rumlar önce bölgede tedhiş çeteleri kurdular. Mustafa Kemal Samsun’a vardığında bu çeteler bölgenin bazı kesimlerini ele geçirmişti bile. Türkler’i yıldırmak ve ürkütmek, böylece de bölgeyi boşaltmak isteyen Rumların bu faaliyetini açıkça destekleyen İngilizler, Türkler’in Rumlara işkence yaptığını iddia ederek bölgeye asker gönderdiler. Rumların Türkler’e karşı giriştiği bu baltalama ve işkence hareketlerinin en yoğun olduğu kesim Ege bölgesiydi. Özellikle İzmir’de çok kalabalık bir rum topluluğu barınıyordu; İzmir’den içerilere doğru uzanan kesimdeki şehir ve kasabalarda da önemli rum toplulukları yerleşmişti. Yunan askerlerinin İzmir’e çıkmasından sonra Rumlar, yapısında eridikleri ve her zaman yurttaş muamelesi gördükleri toplumun türk unsurlarına üstten bakmağa başladılar; Yunan kuvvetleri İç Anadolu’ya doğru ilerledikçe oralardaki Rumlar da aynı tavrı takındılar. Yunan ordusunun Eskişehir ve Bursa’ya yaklaştığı sıralarda Ege’de bir İonia Devleti kurma düşüncesi gelişmeğe başlamış ve yunan makamları bu yöndeki çalışmalarını hızlandırmıştı; İtilâf Devletleri bu girişimi yadırgamadığı gibi üstelik gelişme ve hazırlıklara göz yumarak tasarıyı destekliyordu.

Rumların Millî Mücadele yıllarında adlandırılmamış bir başka örgütlenişi de işgal altındaki İstanbul’da görüldü. İşgal Kuvvetleri Yüksek Komiserliği şehir halkının sokağa çıkma saatlerini sınırlayınca Rumlar kendilerine ayrıcalık belgeleri sağlayarak Türkler’i yıldırma hareketlerini hızlandırdılar. Bunlar çoğunlukla İngiliz Muhipleri Derneği’nce korunuyor, adam dövmeden hırsızlığa kadar varan girişimlerinde Türk kolluk makamlarının bir müdahalesiyle karşılaşınca da ellerindeki ayrıcalık belgesini göstererek işgal kuvvetlerine sığmıyorlardı.
tarih-2/ermeni-gonulluler-hincak-alayi
Bu dönemde Ermenilerin Türkler’e karşı örgütlenişi Rumlarınkinden farklı bir gelişim gösterdi. 1915 yılına kadar uygulanan tehcir siyasetiyle Ermeni nüfusu büyük ölçüde dağıldığı ve daha önceden kurulmuş örgütler de bu siyaset nedeniyle etkenliğini kaybettiğinden, olayların yeniden başlayabilmesi için yeni bir ortama gerek vardı; Fransız ve İngiliz işgal kuvvetlerinin Güney ve Güneydoğu Anadolu’daki belirli bölgelere yerleşmesi bu ortamı yarattı. İşgal kuvvetleri, tehcir uygulaması sırasında Türkiye’den ayrılan ve büyük bir kısmı Suriye, Lübnan, Ürdün gibi ülkelere yerleşen veya küçük gruplar halinde Fransa ve İngiltere’ye dağılan ermenileri beraberlerinde Türkiye’ye getirdiler ve bunların özellikle Adana ve çevresinde Ermeni alayları kurmalarına önayak oldular. Bu Ermeni alayları, bir işgal kuvvetinin yardımcı unsurları olmaktan çok birer tedhiş çetesi niteliğindeydi.

Adana’yı kendilerine merkez yapan tedhişçiler bölgedeki Türkler’e karşı yaygın bir yıldırma ve kaçırma kampanyasına giriştiler. Amaçlarına erişebilmek için her çeşit zulmü, hattâ katliamı yapmaktan çekinmiyorlardı. Asıl hedefleri de Kilikya bölgesinde bağımsız bir Ermeni Cumhuriyeti kurmaktı. Zaten Ermeni Bogos Paşa Paris Barış Konferansı’nda bu tezi var gücüyle savunmuş, daha sonra girişilecek hareketlerin gerekçesini de hazırlamıştı. Aynı konferansta İtilâf Devletleri temsilcileri Lloyd George’un, Clemanceau’nun, Orlando’nun Kızılırmak doğusunda bir Ermenistan Cumhuriyeti kurulması fikrini savunmaları, A.B.D. Cumhurbaşkanı Wilson’ın da bu fikre omuz vermesi Ermenileri iyice yüreklendirmişti. Ermeni Cumhuriyeti tasarısını gerçekleştirme çabalarına öncülük eden Hacin’li (Saimbeyli) Çavdaryan 1919 sonlarında ve 1920 başlarında bölgeye fiilen hâkim olmanın ilk adımlarından birini atarak Saimbeyli Hükümet konağını işgal etti ve tasarı halindeki devletin kurulduğunu ilân etmeğe hazırlandı. Ancak, dağılmış millî ordunun görevini yüklenen yerel milis teşkilâtı da, ermenilerin bu girişimlerine aynı şiddetle karşı çıkıyor, işgal ettikleri her yeri baskınlar ve kanlı çarpışmalarla geri alıyordu. Sonunda İngilizler’in işgal bölgesinden çekilme zorunluğunu duymaları, sorumluluğu tek başına yüklenmek durumunda kalan Fransızlar’ın da gerçekte Fransa’ya değil, ermenilerin gizli niyetlerine hizmet ettikleri bilincine varmaları ve Ankara Hükûmeti’yle bir antlaşma imzalamaları sayesinde gelişmenin önü alınmış oldu.

Ermenilerin Güney Anadolu’daki faaliyetlerinin yanı sıra, Sovyet topraklarında kurulan Ermenistan Cumhuriyeti’nin Kuzeydoğu Anadolu’da giriştiği istilâ hareketi de Kâzım Karabekir komutasındaki 15. Kolordu tarafından bastırıldı Üçüncü azınlık grubu olan Musevîler, Millî Mücadele döneminde Rum ve Ermenilerinkine benzer örgütlenme çabalarına girişecek yerde, durumu malî ve ticarî yönlerden kendi çıkarlarına göre değerlendirmekle yetindiler. Zaten onlara vaat edilmiş topraklar Türkiye’nin sınırları dışında olduğu için, Türkiye’de bir devlet kurma çabasına girişmelerine hiç sebep yoktu.

Azınlıkların ticarî ve iktisadî hayattaki yeri

Cumhuriyet’ten önce Türkiye’deki ticari ve iktisadî faaliyet alanlarının yüzde 50’den çoğu azınlıkların elindeydi. Hattâ bankacılık, sigortacılık, ithalât, ve ihracat gibi bazı konularda azınlıkların hâkimiyeti yüzde 90’ı buluyordu. İttihat ve Terakki Fırkası zamanında girişilen, yerli kişilerin ve milli kuruluşların ticari ve iktisadî faaliyeti ele geçirmeleri tasarısı, Kara Kemal gibi sayılı birkaç kişinin kendi adına kazanç sağlamasından başka bir işe yaramamış, İttihat ve Terakki’nîn dağılmasından sonra meydan gene yabancı sermaye-yerli azınlık işbirliğine kalmıştı. Belli başlı faaliyet alanları da bu işbirliği içinde bölüştürülmüş gibiydi: bankacılık ve bankerlik adı altında Fransa, İngiltere, Hollanda, İtalya ve Amerika kökenli yabancı sermayenin söz sahibi olduğu tefecilik faaliyetini büyük ölçüde museviler yürütüyor, ticaret ve sanayi rumların elinde bulunuyor, 1915’teki tehcirden sonra sayılan bir hayli azalan ermeniler ise sanayi ve küçük zanaatları tekellerinde tutuyorlardı. Türkler’in bütün yapabildiği, büyük şehirlerde bu unsurlara işgücü sağlamak, azınlıkların bulunmadığı Anadolu şehir ve kasabalannda perakendecilikle yetinmekti; büyük ticari ve iktisadi konularda işlerini gene azınlıklarla veya temsilcileriyle yürütmek zorunda kalıyorlardı.

Falih Rıfkı Atay, Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi bazı yazarların kişisel gözlemlerine göre temel görevi İmparatorluğun sonu gelmez savaşlarına asker yetiştirmek ve cephelerde dövüşmek olan Türkler, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra nalbantlıktan bankacılığa kadar her türlü ticarî ve iktisadî faaliyeti yeni baştan öğrenmek zorunda kalmışlardı. İşadamı Vehbi Koç da anılarında azınlıklann ticarî hayattaki yerlerini ve bundan doğan refahlarını uzun uzun anlatır. Kurtuluş Savaşı sonrasında azınlıklann söz konusu alanlarda etkenliklerinin azaltılmasına İzmir İktisat Kongresi’nde (1923) alman kararlar öncülük etti. Daha sonra bir kısım rumlann Batı Trakya’daki Türkler’le yer değiştirmesi, geri kalanların da savaş sırasındaki tutumlan yüzünden çekingen davranmak zorunluğunu hissetmeleri bu grubu kendiliğinden arka plana itti. Ticarî ve iktisadî hayatı düzene koyan, şirketleşmeyi kayıtlara bağlayan, bankacılık ve sigortacılık alanlarında aynı biçimde düzenlemeler yapan kanunların kabul edilmesi, devletleştirme girişimleri sonucu Türkiye’de ticari ve iktisadî hayata bu ülkenin asıl sahipleri hâkim olmağa başladı.

Sonraki yıllarda bu azınlık topluluklarından Rumların ve musevilerin özellikle ticaret alanında yeniden üstünlük kazandıkları görüldü. Özellikle iç ticarette dengeyi etkileyebilecek duruma gelmişlerdi; İkinci Dünya Savaşı yıllarının savaş ekonomisi koşulları da bunu kolaylaştırıyordu. Bu gelişme ve doğuracağı sonuçlar 1942’de çıkarılan Varlık Vergisi uygulamasıyle önlenmeğe çalışıldı. Öte yandan, 1964’te başgösteren Kıbrıs bunalımı sırasında, Yunanistan ile Türkiye arasında 25 yılı aşkın bir süreden beri yürürlükte olan İkamet Antlaşması’nın Türkiye tarafından geçersiz sayılması, bu yüzden yunan uyruklu ve çoğu iktisadî hayatta önemli yerler edinmiş büyükçe bir Rum topluluğunun Türkiye’den ayrılmak zorunda kalması da bu yönden etkili oldu.

Kültür

Türkiye’de yaşayan Ermeni ve Rumlar, Osmanlı İmparatorluğu döneminden beri türk kültür ve sanat hayatında etkin olmuşlardır. İmparatorluk döneminde özellikle ermeniler arasında müzik, tiyatro, mimarlık, hattâ şiir alanlarında eser veren başarılı sanatçılar vardı: Tatyos Efendi, Astik Ağa gibi bestecilerle Güllü Agop, Mmakyan gibi tiyatro sanatçıları, hassa mimarları yetiştiren Balyan ailesi, türkçe eser veren Mesihi-i Ermeni, Sarkis Zeki gibi şairler v.b. anılabilir. Cumhuriyet döneminde azınlık ailelerinden gelen sanatçılar özellikle müzik ve sinema alanlarında çalıştılar. Ermeni asıllı udî Hırant, Bimen Şen, kemani Nu-bar Tekyay, rum asıllı kemençeci Aleko Bacanos ile udî Yorgo Bacanos gerek icracı, gerek besteci olarak kendilerini kabul ettirdiler. Batı müziği sanatçılarından ermeni asıllı olanların özellikle İstanbul Şehir Orkestrası’nda görev aldığı görülür. Bunlar arasında birinci keman Yetvart Margosyan, Vahak Arslanyan, ikinci keman Sona Ohanyan, viyolacı Harutyun Hanesyan, Parseh Atmacıyan, Berç Dinanyan, viyolonselci Vartan Arslanyan, fagotçu Harutyun edebi_sahsiyetler/avram-galanti-png” 192″ 130″ Vayloyan, kornocu Zührap Zakaryan, tromboncu Harutyun Haçaduryan v.b. sayılabilir. Soprano Alis Manukyan, Orkestra dergisinin sahibi ve viyolacı Panayot Abacı, hafif batı müziği alanında çalışan Hırant Lusikyan, Berç Minas, Berç Kürkçü v.b. kendi sanat dallarında sivrilmiş kişilerdir. Sinema alanında Nişan Hançer, Arşavir Alyanak, Aram Gülyüz yönetmen olarak, Manasi Filmeridis, Kriton İlyadis kameracı olarak ilk akla gelen isimlerdir. Nubar Terziyan, Figen Say (Meri Özbıyıklı), Kenan Pars (Kirkor Cezveciyan) azınlık ailelerinden gelen ve sevilen beyazperde sanatçılarıdır. Tiyatro oyuncusu Toto Karaca, fotoğrafçı Ara Güler, ressam Agop Arad kendi alanlarında değerlerini kabul ettirmiş sanatçılardır. Azınlıklar içinden Bodrumlu Avram Galanti, Agop Dilâçar gibi dilbilginleri, Kemalizm adlı eserin yazarı Tekinalp (Albert Cohen), sözlük yazarı Pars Tuğlacı gibi Türk kültür hayatiyle yakından ilgilenen araştırmacılar da yetişmiştir.

Eğitim
Türkiye’de İmparatorluk döneminde hıristiyan (Rum, Ermeni, Bulgar) ve musevî azınlıklara tanınmış olan haklar arasında, özel okullar açmak, bu okullarda öğrencilere kendi ana dillerinde öğretim yapmak ve programlarım kendilerinin eğitim, sistem ve yöntemlerine göre düzenlemek yetkisi de verilmişti. Bundan yararlanarak bu okulların programlarında Türkçe ve türk kültürü derslerine yer verilmez, etkinlikleri, devlet denetiminden uzak kalarak sürdürülürdü. İmparatorluğun geniş hoşgörü ve kendi gücüne güven esasına uygun düşen bu davranış, son yüzyıllarda devlet otoritesinin zayıflaması ve Osmanlı birliği aleyhindeki milliyetçi propagandaların etkisi sonucu zararlı oldu. Bunun için 1891’de Genel Eğitim Yönetmeliği’nde (Maarifi Umumiye Nizamnamesi) hıristiyan azınlıklarını elden geldiğince osmanlılaştırmayı amaç edinen bir eğitim sistemi benimsenmişti. Bu okulların Yeni Türkiye’de durumlarının saptanması, Lozan Antlaşmasında kabul edilen maddelerle gerçekleşti.

Basın
Türkiye’deki azınlıkların kendi dillerinde gazete yayımlamaları Takvimi Vahayi’nin çıktığı yıllara (1831) rastlar. Rumca ilk gazete olan Filos to Neon (Gençlerin Arkadaşı) 1831’de yayımlanmağa başlamıştı. Bu yıllarda Tanzimat’ı hazırlayan sosyal ve siyasi koşullar içinde azınlıkların önemi arttığı için, Osmanlı Hükümeti Takvimi Vakayi’nin Türkçeden başka Fransızca, Arapça, Farsça, Ermenice ve Rumca baskılarını da çıkardı. O yıllarda İzmir’de Ermenice olarak İştemaran Bidani Kidelyats (Gerekli Bilgi Topluluğu) 118401, Arşalus Araradyan (Ararat Şafağı) (1840), İstanbul’da Astarar Püzantyan (Bizans Gazetesi) (1840); İzmir’de rumca olarak Amalthia (Bolluk Boynuzu) (1838), Anatolikos Monitor (Anadolulu Öğütçü) (1845), İstanbul’da Byzantis (1850), Telegraphos tou Bosphoros (Boğaziçi Telgrafı) (1850), Neologos (Yeni Söz) 118611 v.d. azınlık gazeteleri yayımlandı. Museviler de Türkiye’de konuştukları eski ispanyolca ile El Tiempo (Vakit) 11850), El Amigo del Puevlo (Halkın Dostu) (1855) gibi gazeteler çıkardılar. Bu gazetelerinden bazıları yayımlarını uzun yıllar sürdürdü. Bunlardan Amalthia 1922’ye kadar, Anatolikos Monitor ise İstanbul’da Anatoli adıyle 1900’e kadar yayımlandı. İkinci Meşrutiyet’ten sonra türk basınında görülen hareketli yayın hayatına azınlık gazeteleri de katıldı. Bu dönemde, bugün hâlâ yayımını sürdüren Ermenice Jamanak (Zaman) [1908] v.d. gazeteler yayımlandı. Bu gazeteler arasında belirli bir ideolojinin sözcülüğünü yapanlar da vardı; örneğin Elenciliği savunan Neologos.

Mütareke yıllarına kadar Osmanlı siyasetinden ayrılmayan azınlık basını, bu yıllarda imparatorluğun parçalanması amacını güden hareketleri destekledi. İstanbul’daki rum gazeteleri bütün Türkler’in İstanbul’dan çıkarılması gerektiğini yazarken, İzmir Rum gazeteleri Aydın vilâyetinin Yunanistan’a verilmesi için kampanya açmışlardı; Trabzon’da çıkan E pota ve Pharos İanadolis (Anadolu Feneri) gazeteleri İzmir’in işgalini büyük sevinçle karşılamıştı.

Ermenice çıkan Rönesans gazetesi de ancak Orta ve Batı Anadolu’nun Türkler’e ait olabileceği görüşünü savunuyordu. Kurtuluş Savaşı sırasında Türkiye’nin manda yönetimine girmesi konusunda Albert Karasu’nun Journal d’Orient (Doğu Gazetesi), Musevîlerin azınlık haklarının korunması şartıyle herhangi bir devletin yönetimini benimseyeceklerini yazıyordu. tarih-2/rum-ceteleri” 227″ 138″

14 mart 1919’da İstanbul’da çıkmağa başlayan Rumca Pontos gazetesi, amacının Trabzon’da bir Rum Devleti’nin kurulması olduğunu söylüyordu.

Sonraki yıllarda azınlık basını bu tutumuna uygun olarak Kurtuluş Savaşı’na karşı çıktı. Osmanlı Hükûmeti’nin sözcülüğünü yapan İstanbul’daki Türk basınını öven azınlık gazetelerinden Rönesans Kuvva-yı Milliye’yi sorumsuz çeteler olarak niteliyordu.

Cumhuriyet döneminde İstanbul’da Ermenice günlük Norlur (Yeni Haber) (1926), Aztarar (İlân) (1927), Aravelk (Doğu) (1931), Hayhosnak (Ermeni Sözcüsü) [1936), Badger (Resim) [1938), Marmara (1940;, haftalık Gavroş (1937), Carakayt (Işın) (1946), Aysor (Bugün) [1947] gibi gazeteler yayımlanmağa başladı. Rumca günlük Metapolitefsis (Devrim) (1937 -1946), Ta Nea (Haberler) [1943-1944), haftalık Hronos (Vakit) [1945-1948), Metaritmisis (Düzeltme) [1946-1946) v.d. gazeteler yayımlandı.

Musevîlerin gazeteleri arasında haftalık Atikva (1947-1948), Şabat . (Cumartesi) (1947), La Luz (Işık) (1950-1954) v.d. gazeteler vardı. Bunlardan La Boz de Türkiye (Türkiye’nin Sesi) (1939-1949), yayımına Türkçe olarak Türkiye’nin Sesi (1949 -1950) adiyle devam etti.

Azınlık gazetelerinden Ermenice Marmara (1940’tan bu yana), Jamanak (1908’den bu yana), Musevice Şalom (Selâm) 1947’den bu yana, Rumca Apoyevmatini (Akşam Postası) [1925’ten bu yana, Embros (İleri) [1953’ten bu yana v.d. yayımlarını sürdürüyor. 1972’de Türkiye’de 8 Ermenice, 2 Rumca, 1 Musevice, 1 Musevice – Türkçe gazete yayımlanıyordu. Türkiye’deki azınlık basının organları genellikle türk basınının verdiği yurt ve dünya haberlerini yansıtır. Bu arada kendi topluluklarıyle ilgili haberlere ve toplumsal kültürel çalışmalara da yer verilir.

Behçet Kâmil, Tarihimizde Rumlar. Patrikhane (İstanbul, 1925). / Cahit Öztelli, Yahudi muhacereti (İstanbul, 1940). / Prof. Yusuf Z. Ülken, Yahudi meselesi (istanbul, 1944). / Avram Galanti, Türkler ve Yahudiler (istanbul, 1947). / Esat Uras, Tarihte ermeniler ve ermeni meselesi (Ankara, 1950). / Dimitri Kitsikis, Yunan propagandası (istanbul). / Sadi Koçaş, Tarih boyunca ermeniler ve Türk-Ermeni ilişkileri (Ankara, 1967). / Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz (istanbul, 1969). / Neclâ Basgun, Türk-Ermeni ilişkileri. Abdülhamid’in cülusundan zamanımıza kadar (Ankara, 1970). /Mahmut Goloflıu, Anadolu’nun milli devleti Pontos (istanbul, 1973).

Türkiye 1923 – 1973 Ansiklopedisi

İlgili Makaleler