Ayrılık İlkesine Dayalı Laik Modeller
Ayrılık İlkesine Dayalı Laik Modeller
Kilise ile devlet arasındaki ayrılık modelinin tipik örneği Amerika’da görülmektedir. Amerika’da devletin dinler arasında tümüyle tarafsız olduğunu ifade eden “pasif” bir laiklik anlayışı gelişmiştir. Amerikan laiklik modelinin temeli Amerikan anayasasına dayanmaktadır. Amerikan anayasasına göre devletle din arasında bir ayrılık duvarı bulunmaktadır. Ayrılık duvarına göre devlet kiliselere hiçbir şekilde müdahil olmaz, onlara karışmaz. Öte yandan kiliseler de devlete herhangi bir müdahalede bulunmazlar. Amerikan laiklik modeli devleti kiliseye karşı bağımsız kılarken kiliseleri de devlete karşı bağımsız kılmıştır. Amerikan modernleşmesine göre laiklik büyük ölçüde kiliselerin devlete karşı bağımsızlığını ifade eder. Amerikan modernleşmesi, “Tanrı inancı” ile “özgürlük” düşüncesinin sentezini öngören bir modele dayanmıştır. Başka bir deyişle, Amerika’da modernleşme dini, din de modernleşmeyi dışlamaz. Bu bakımdan Amerika’da devlet laiklik politikasıyla kiliseler üzerinde baskı kurmamış; aksine onları tümüyle serbest bırakmıştır.
Avrupa’da Amerika’ya benzeyen laik modeller bulunmakla birlikte büyük ölçüde farklı laiklik türleri de gelişmiştir. Amerika ile tümüyle zıt bir laiklik anlayışına sahip olan ülke Fransa’dır. Fransa uzun zaman Katolik Kilisesi’nin tahakkümü altında kaldığı için burada dinle devlet arasındaki ilişki husumete ve çatışmaya dayanmıştır. Bunun sonucunda da Fransa’da radikal bir laiklik anlayışı gelişmiştir. Tarihte Hristiyanlığı topluca kabul eden ilk millet Fransız kimliğinin ana unsuru olan Franklar olmuştur. Frankların beşinci yüzyılda millet olarak Hristiyanlığı kabul etmesinin sonucunda Papalık Fransa’yı “kilisenin büyük kızı”, Fransızları da “Tan- rı’nın gölgesinde bir millet” olarak ilan etmiştir. Bu tarihten itibaren Fransa’da yönetim ile Katolik inanç içiçe geçmiştir. Fransız Devrimi’nden önce Roma Katolik Kilisesi tarafından atanan kardinaller Fransız kralının başbakanı statüsüne sahipti. Kralların taç giyme merasimi kilise tarafından hazırlanır, krallar papanın elinden taç giyerlerdi. On altıncı yüzyılda Fransa’da ortaya çıkan aydınlanma hareketiyle dinde reform hareketlerine karşı Kral ile Fransız Katolik kilisesi birlikte mücadele etmiştir. Fransız Devrimi’ne giden sürece kadar yüz binlerce Protestan Fransa’da katliama uğramıştır.Amerika sisteminin belli başlı üç değeri vardır ve Amerikan laikliği de büyük ölçüde bu değerler üzerine bina edilmiştir. Bu değerler özgürlük, eşitlik ve çeşitliliktir. Amerikan sistemi, insan haklarını ihlal etmedikçe tüm inançların özgürce yaşamasını, kendi kurumlarını ve değerlerini hayata geçirmesini ve kamusal alanda sesini duyurmasını mümkün kılmaktadır. Eşitlik ilkesi gereğince bir inanca karşı sergilenen muamelenin diğer inançlara karşı da sergilenmesi gerekir. Bu bakımdan devlet inançlar arasında eşit muamele ile yükümlüdür. Amerikalılar buraya akan değişik ülkelerden nüfustan dolayı tek-tip bir vatandaş anlayışını öngörmemiştir. Zira Amerikan kıtası keşfedildikten sonra Avrupa’daki hemen hemen tüm ülkelerden buraya önemli bir nüfus akını olmuştur. Amerikan kurucu babaları bu bakımdan Amerika’yı çoğulcu bir temel üzerine inşa ettiler ve çoğulcuğun gelişmesine uygun bir sosyal ve siyasal ortam hazırladılar. Bu çoğulcu yapıdan dolayı bugün Amerika’da sadece Protestanlık içinde iki binin üzerinde farklı inanç
Fransa’da din ile devlet arasındaki ilişki 1801 yılından başlayarak yüz yıl boyunca Fransa ile Roma Katolik Kilisesi arasında imzalanan Konkordata göre işlemiştir. Konkordata göre Katolizm Fransız halkının çoğunluğunun dini olacak. Ancak bunun karşılığında kilise devletin kontrolü ve vesayetini kabul edecek, papazlar devletin birer memuru hâline gelecek, maaşları devlet tarafından ödenecek, Katolik piskoposların atanması devlet tarafından yapılacak, Katolik papazlar Fransız devletine sadakat göstereceklerine dair yemin edecek, kilisenin herhangi bir siyasi iddiası olmayacak, sadece dinî işlerle uğraşacaktır. Bu konkordat Ayrılık Yasası’nın devreye girdiği 1905 yılına kadar yürürlükte kalmıştır. 1905 yılında çıkarılan Ayrılık Yasası ile dinle devlet birbirinden ayrılmıştır. Yasa, başta Katolizm olmak üzere, tüm dinleri, “din” olarak değil “kült” olarak kabul etmiştir. Ayrılık Yasası’na göre devlet okullarında dinî eğitim verilmez. Ancak özel okullar istedikleri müfredatı uygulamakta serbesttirler. Devlet 1959’da uygulamaya koyduğu bir yasa gereği özel okullarla yaptığı bir anlaşma kapsamında okulların masraflarının bir kısmını karşılamakta ve öğretmenlerin maaşlarını ödemektedir. Bu anlaşmaya göre özel okullar devletten yardım almak için kendi müfredatlarının yanında Milli Eğitim’in müfredatını da uygulamak durumundadır. Bu anlaşma en fazla Katolik okulların işine gelmektedir. Zira Fransa’da özel okullar çoğunlukla Katoliklere aittir. Bugün ilk ve orta öğretim öğrencilerinin yaklaşık yüzde 20’si Katolik okullarda okumaktadır (Bauberot, 2008).Bu bakımdan Fransız Devrimi’ni yapan cumhuriyetçiler hem kralı hem de Katolik kilisesini ortak düşman kabul etmiştir. Devrim sonrasında harekete geçirilen politikalarla Katolik Kilisesi’nin Fransız toplumundaki toplumsal, siyasal ve ekonomik gücüne büyük darbe indirildi. 1790’dan itibaren yapılan değişik yasal düzenlemelerle kilisenin elindeki mülkler kamulaştırılarak elinden alınmış, manastır yeminine son verilmiş, ruhban sınıfıyla ilgili yeni bir düzenleme yapılmış, binlerce papaz öldürülmüş veya yurt dışına çıkarılmıştır. Bununla birlikte Katolik Kilisesi’nin tekelindeki doğum, ölüm, evlilik gibi hususların kontrolü ve kayıtları kiliseden alınıp belediyelere verilmiş; evlilik sivil bir tören eşliğinde resmî nikâhla gerçekleştirilmiş ve boşanma hakkı sağlanmıştır. Devrim’den sonra kabul edilen İnsan ve Yurttaş Haklan Bildirgesi, egemenliği Tanrı’dan ve onun temsilcisi olan Ki- lise’den alıp halka vermiştir. Fransa böylece fiilî olarak birbiriyle çatışan iki cephe
ye bölünmüştür. Bunlardan biri laiklik yanlısı cumhuriyetçiler diğeri ise kral yanlısı Katolikler olmuştur. Bu çatışma İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar devam etmiş ve cumhuriyetçilerin lehine sonuçlanmıştır (Kuru, 2009).
Avrupa’da Almanya, Avusturya, Belçika, Hollanda, İspanya, İtalya, İsveç ve Polonya gibi başka ülkeler de dinle devlet arasındaki ilişkiyi ayrılık modeline göre düzenlemiştir. Ancak bu ülkelerde ayrılık (separation) ilkesinin yanında iş birliği (cooperation) anlayışı da benimsenmiştir. Dolayısıyla bu ülkelerde Fransa’dakinin aksine ılımlı bir laiklik anlayışı gelişmiştir. Bu ülkelerin çoğunda devlet kendisini laik olarak tanımlamadığı gibi herhangi bir inancı da resmî olarak tanımaz. Bu ülkelerde genel olarak benimsenen ilkeler tarafsızlık, hoşgörü, eşitlik ve din özgürlüğü ilkeleridir. Bu ülkelerde dinî kurumların hukuksal statüsü ve finansmanı, dini topluluklarla ilişkiler, din eğitimi, din hizmetleri, kilise ve cemaat okullarının finansmanı, bunların sosyal yapı içindeki yeri, Hristiyan olmayan inançlarla ilişkiler gibi konularda genel olarak özgürlükçü ve eşitlikçi bir anlayış hakimdir. Bu ülkelerin tümünde dinî cemaatlerin kamusal alandaki her tür faaliyeti serbesttir; hatta bazılarında devlet dini cemaatlerin faaliyetlerini sübvanse eder.
Mesela Almanya’da devlet kilise vergisinin toplanmasına yardım eder. Kendisi de kiliseleri ve dinî cemaatleri, bunların ticari faaliyetlerini ve yürüttükleri hizmetleri vergiden muaf tutar. Bununla birlikte okullarda herhangi bir inanca bağlı olmadığını beyan etmedikçe din dersleri zorunlu olarak okutulur. Devlet din eğitimini cemaatlerle birlikte düzenler (Robbers, 2008). Diğer ülkelerde de benzer biçimde devlet kilise ve dinî toplulukların faaliyetlerine değişik yollarla yardım sağlar. Bu yardımlar vergi muafiyeti, hizmetlerin sübvanse edilmesi, bazı dinî hizmetlerin devlet tarafından üstlenilmesi ve kilise cemaatleri tarafından kurulan okulların devlet tarafından desteklenmesi gibi yollarla sağlanır. Yukarıda sayılan ülkelerin okullarında verilmekte olan din dersleri eğitimi genel olarak cemaatlerle birlikte düzenlenir. Kısaca, Avrupa’da dinle devlet arasındaki ilişkiyle ilgili yaygın olan model ayrılık ilkesi olmasına rağmen çoğunda resmî veya fiilî düzeyde iş birliği söz konusudur.