Tarihi Eserler

Aynalıkavak Kasrı Nerede, Tarihi, Mimari, Hakkında Bilgi

Aynalıkavak Sarayı, İstanbul’da Haliç kıyısında Kasımpaşa ve Hasköy arasında büyük bir sahilsarayi.

Evliya Çelebi’nin yazdığına göre, fet­hin hemen arkasından burada otâğ-i hü­mâyun kurularak ganimetler dağıtılmış ve Fâtih Suitan Mehmed aynı yerde bir kasır, sofalar ile havuz, şadırvanlar ve hamam yapılmasını ferman etmiş, ayrı­ca 12.000 servi ağacı dikilmesini de is­temiştir. Verilen sayı biraz mübalağalı da olsa buranın bir orman halinde oidu-ğu bir gerçektir. Tersane bahçesi olarak adlandırılan bu yerde Fâtih devrinde bir kasrın yapılıp yapılmadığını kesin biçim­de aydınlığa çıkarmak mümkün değildir. Ancak Tersane’nin XVI. yüzyıl başlarında Haliç’te Kasımpaşa’ya yerleşmesi üzeri­ne kıyı ile Okmeydanı’nın sahile bakan yamaçları arasındaki geniş arazi de Ter­sane bahçesi haline gelmiş ve buraya padişahlara mahsus olduğundan Has-bahçe denilmiştir. Burada sarayın çeşitli sebzelerinin yetiştirildiği bostanlar ve bir de hünkârın atlarına mahsus Has Ahur vardı.

Tersane bahçesinde yapımı belgelenen en eski kasır, Sultan I. Ahmed’in (1603-1617] emri üzerine inşa edilmiştir. Sultan Ahmed zaman zaman Tersane bah­çesine gelir ve yaya olarak Sütlüce üze­rinden Eyüp’e ziyarete giderdi. Naîmâ’nin bildirdiğine göre hünkâr 1022 son­larında (1613) Edirne’de kaldığı günler­de Tersane bahçesinde bir kasır yapılma­sını ferman etmiş ve 1023 Muharremi başlarında (Şubat 1614) İstanbul’a dön­düğünde yapımı henüz biten bu kasır­da kalmıştır. Bu arada kasrın harem bahçesine devlet ileri gelenleri tarafın­dan hediye edilen çiçekler dikilmiştir. Tersane Bahçesi Kasn’nın müştemilâtı yeterli olmadığından maiyetin bir kısmı Halic’in daha içeri kısmındaki Karaağaç Kasrı ile bitişiğindeki Yûsuf Efendi bah­çesinde barınmıştır.

Tersane Bahçesi Sarayı’nda doğan Sul­tan İbrahim, sarayın sınırları içinde Ha­liç kıyısında bir kasır daha yaptırtmış, XVII. yüzyılın diğer padişahları da sarayı imardan geri kalmamışlardı. Bu sırada bahçenin bakımı ile görevli geniş bir per­sonel kadrosunun bulunduğu da yine Evliya Çelebi’den öğrenilmektedir. Çok sevilen bir spor dalı olan okçuluk sara­yın arkasındaki Okmeydanı sırtında ya­pıldığından padişahlar sık sık buraya ge­liyor ve burada kalıyorlardı. Sultan İbra­him 1057’de (1647) sarayın harem kıs­mının denizi görmesini Önleyen yüksek duvarı yıktırtmış. böylece haremin cep­hesi açılmıştır.

Tersane Bahçesi Sarayı IV. Mehmed devrinde 1089 Muharremi ortalarında (Mart 1678) bir yangın felâketi geçirmiş, haremden çıkan ateş kısa sürede bu­rayı sarmış, oradan da padişah kasrına atlamıştır. Tarihçi Fındıklılı Silâhtar Meh­med Ağa da bostancılardan olduğun­dan bu yangını söndürme işine katılmış ve ancak bir duvar örülerek yangın ön­lenebilmiştir. IV. Mehmed derhal sara­yın tamirini emrettiğinden kısa bir müd­det sonra inşaat tamamlanmıştır. Nite­kim padişah 1090 Muharreminde (Şubat 1679) Polonya seferinden döndüğünde Haliç’te kayıklarla yapılan geçit törenini sahildeki kafesli köşkten seyretmiştir. XVIII. yüzyılda Tersane Bahçesi Sarayı eskiden olduğu gibi parlak durumunu korumuştur. Ilh Ahmed devrinde Haliç ve bilhassa buraya dökülen Kâğıthane deresi sevilen bir mesire yeri olduğun­dan saray da bakımlı tutulmuştur. Bu sırada Venedik Cumhuriyetiyle 1718’de imzalanan barış antlaşmasının arkasın­dan Venedik’ten hediye olarak büyük ve değerli aynalar gelmiş ve bunlar Ter­sane Sarayı’nın iç duvarlarını süsleme­de kullanılmıştır. Bu sebeple “Kavak ka­dar uzun endam aynaları” sözünün Aynalıkavak adına dönüşmüş olduğu ve buranın artık bu adla tanındığı söylen­mektedir.

XIX. yüzyılda Mıgırdıç Melkon adında bir sanatkârın yaptığı ve Aynalıkavak Sarayı’nı gösteren kabartma bir resimde ise sarayın dışındaki kavak ağaçlarından birinin gövdesine bîr ayna parçasının gö­mülmüş olduğu görülmektedir, III. Ah­med devrinde İstanbul’a gelen ve Ayna­lıkavak Sarayı’na girme imkânını bulan Aubry de La Mortraye, sarayın bu adı odalarındaki irili ufaklı aynalardan aldı­ğını bildirir. La Mortraye’e göre, divan­hanesinin büyük bir kısmı denize çakılı kazıklar üstünde olan saraydan Halic’in manzarası çok güzel görünür. İçi zengin nakışlarla süslü bir kubbe bu salonu ör­ter. Yanlardaki odalar da aynı derecede bezenmiştir. Ayrıca burada çok güzel bir hamam vardır. La Mortraye’in ziyaretin­de çinileri tamir edildiğine göre duvar­lar çini kaplı idi. Melling ise buranın adı­nın hep yanlış açıklandığını, aslında gü­neş vurduğunda yaprakları ayna gibi parıldiyan bir çeşit kavak ağacına bu adın verildiğini ve burada evvelce bu cins çok yaşlı bir kavağın bulunduğunu yazar. Hal­buki saray çok daha önceleri bu adla bi­liniyordu. 1639 Kasımından 1641 Şubatı­na kadar İstanbul’da kalan Du Loir, du­varların delik olduğunu, bu yüzden de sadece aynalardan yapılmış hissi verdiği­ni ve buraya Ayna Saray denildiğini yazmistir. 1710’da sarayın resimlerini ya­pan İsveçli mühendis Loos da burayı Ay­na Sarayı (Spiegel Serail – Sale de Mİroirs) olarak adlandırır. Şu halde Tersane Sa­ra yi’na verilen ad Venedik’ten gelen ay­nalarla ilgili olmayıp daha eskidir. İ. H. Konyalı’nın ileri sürdüğü bir başka görü­şe göre ise ok hedeflerine ayna ve bun­ların desteklerine kavak denildiğinden saray adını komşusu Okmeydanı ‘ndan almıştır. Sultan III, Ahmed’in şehzade­lerinin sünnet düğünü 1132 Şabanında (Haziran 1720) on beş gün boyunca Ok­meydanı ‘nda yapılırken padişah da bü­tün harem halkı ile birlikte Aynalıkavak Şarayı’nda kalmıştır. Bu muhteşem eğ­lencenin tasviri ve minyatürleri Seyyid Vehbfnin Sumâme’sinde bulunmaktadır. Sultan İli. Osman’ın da 1169’da (1755-56) bu sarayda kaldığı bilinmektedir.

Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 1774’te imzalanan Küçük Kaynarca Ant­laşmasının bazı maddelerinin açıklığa ka­vuşması için iki devletin temsilcileri Ay­nalıkavak Şarayı’nda bir araya gelerek görüşmüş (1779) ve bu görüşmeler so­nunda Aynalıkavak Tenkihnâmesi adıy­la anılan yeni bir antlaşma imzalanmış­tır. Fakat saray bu sırada artık harap ol­maya başlamıştı. Sultan
1. Abdülhamid’in son yıllarında 1201 ‘de (1787) Sadrazam Koca Yûsuf Paşa sarayı birkaç defa ge­zerek acele tamir edilmesi gerektiğini görmüş ve 22 Şevval 1201 ‘de (7 Ağustos 1787) tamir çalışmalarına başlanmıştır. Bu tamirle İlgili tarihler şair Sürûrî’nin divanında bulunmaktadır. XVIII. yüzyıl sonlarında Aynalıkavak Sarayı’nın yaban­cı elçi ve temsilcilerle yapılacak görüş­melerde kullanıldığı, bir çeşit Hariciye konağı durumuna girdiği görülür. Ah-med Vâsıf Efendi’nin Tdrih’inde, bura­da Rus (Moskof) ve İngiliz elçileriyle ya­pılan görüşmeler anılmaktadır. Tamir­den önce Rus elçisi ile İstanbul kadısı ve reîsülküttâb. 1179 Muharreminde (Tem­muz 1765) aynı elçi ile sadrazam, kap-tanpaşa ve öncekiler Safer ayında tek­rar görüşmüşler, daha sonra Avustur­ya (Nemçe) elçisiyle kadı ve reîsülküttâb arasında pazarlıklar yapılmıştır. Önemli bir görüşme ise İngiliz elçisiyle sadra­zam arasında cereyan etmiştir.

Sultan III. Selim (1789-1808) burada sadece bir ilkbahar geçirmiş ve salta­natının ilk yıllarında Kaptanıderyâ Kü­çük Hüseyin Paşa tarafından sarayın ta­mirine girişilmiştir. Bu tamir büyük bir ihtimalle, Tersane Sarayı’nın birçok bö­lümlerinin ve bu arada Haliç kıyısına ay­rı bir güzellik katan sahil kasrının yıktırılması, buna karşılık eski Has Oda Köşkü’nün yerinde kısmen onun ana yapısı kullanılarak şimdiki kasrın yapılması ile ilgili olmalıdır. Melling’in yazdığına gö­re Fransız elçisi General H. Sebastiani, 1806’da Osmanlı saray âdabına ve ge­leneklerine çok aykırı bir kıyafette padi­şahın huzuruna Tersane Köşkü’nde çık­mıştır ki bu herhalde yeni yapılan ve şimdi mevcut olan bina olmalıdır. Eski sarayın yeri büyük ölçüde Tersane’ye ka­tılırken taşlan da Eyüp’te Mihrişah Va­lide Sultan Medrese ve Türbesi’nin ya­pımında kullanılmıştır.

Bugün Aynalıkavak Kasrı denilen bi­na ise çok geniş bir sahaya yayılan ve birçok yapıdan meydana gelen Tersane Sarayı’nın, esası1. Ahmed’e kadar inen bir yapısının, belki de Has Oda Köşkü’-nün III. Şelim’in ilk yıllarında iç mima­risinin yeniden düzenlenmesi suretiyle meydana gelmiştir. İç kapıları üstünde­ki kasidelerde Sultan Selim anılmakta ve 1206 (1791-92) tarihi verilmektedir. Bunlardan şair Enderunlu Fâzıl’ın tarih manzumesi, Yesârî Mehmed Efendi’nin ta’lik hattı ile yazılmıştır. Odalardan di­ğer birinde bulunan başka bir tarih man­zumesi ise Şeyh Galib’indir. Bu manzu­melerin ebcecTleri II195 ve 1208 şeklin­de) değişik olarak hesaplanabilmekle be­raber hepsinde de ayrıca rakamla 1206 tarihi bulunmaktadır. Kasrın mimarı ola­rak Kirkor Balyan kalfa (1767-1831) gös­terilirse de bu sıralarda henüz yirmi üç yirmi dört yaşlarında olan Balyan’ın bu köşkü temelden yaptığına ihtimal veri­lemez. Herhalde Balyan, esası XVII-XVIII. yüzyıllara ait olan binanın içinin yeni zev­ke göre tezyinine nezâret etmiş olmalıdır.

Artık dar bir saha içinde kalmış olan Aynalıkavak Kasn’nda, 1876 yılı sonların­da bir ay kadar süren Meclis-i Mükâle-me denilen Tersane Konferansı’nın top­landığı söylenirse de bu önemli toplan­tının Kasımpaşa’da Bahriye Nezâreti bi­nasında yapıldığı yolundaki bilgiler da­ha doğrudur. I. Dünya Savaşı yıllarında. Bahriye nazırlığı sırasında Cemal Paşa kasrın bahçesinin bir kısmını daha ter­saneye vermiş, kasrı tamir ettirirken ek binaları ve bu arada herhalde harap hal­deki hamamı da kaldırtmıştır.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında 1924’te Türk-İngiliz Musul Konferansı’nın bura­da yapıldığı söylenmektedir. Uzun süre Deniz Kuvvetlerinin denetimi altında olan Aynalıkavak-Hasbahçe Kasrı son yıllar­da Millî Saraylar İdaresi’ne verilmiş ve yeniden döşenerek ziyarete açılmıştır.

Sarayın geniş arazisi ve bahçesinde bahriye için sekiz taşlı büyük bir değir­men ile fırın ve ambarın yapımına 1236′-da (1820-21) başlandı ve kitabesine gö­re 1247’de (1831-32) tamamlandı. Son­raları yanan bu fırın ve değirmen 1301′-de (1883-84) tekrar yapılmıştır. Aynı ara­zide 1249’da (1833-34) ayrıca bir had­dehane, makine ve personel daireleri ya­nına da Haddehane Mektebi denilen bir de teknisyen okulu inşa edilmiştir. Ge­ne aynı yıl dökümhane ile demirhane, 1267’de (1850-51) ise çekichâne yapıl­mıştır. Aynı yerde Valide kızağı, Taşkı-zak, Ağaçkızak olarak tanınan üç gemi kızağı ile 1304’te (1886-87) bir kazan atölyesi, çelik fırını ve ertesi yıl model-hâne de inşa edilmek suretiyle Aynalı­kavak Sarayı’nın bütün arazisi, yalnız Has Oda Kasrı istisna edilerek sanayi böl­gesi olmuştur.

Geniş bir koruluk içinde inşa edilen Aynalıkavak Sarayı’nın başta Has Oda Kasrı oimak üzere çeşitli yapılardan mey­dana geldiği, içinde bir de hamamın bu­lunduğu, Hasköy tarafında ise saltanat kayıklarına mahsus küçük bir limanı ol­duğu anlaşılmakta ve saray arazisinin etrafını yüksek bir duvar çevirmekteydi.

Aynalıkavak Sahilsarayı’nın en önemli kısımlarını gösteren resimler, Seyyid Veh­bî’nin Surndine’sindeki minyatürlerdir, XVIII. yüzyıla ait bu resimlerde padişah kısmen su üzerinde olan geniş saçaklı, cephesinde boydan boya kafesli bir ha­yat (veranda) bulunan bir köşk içinde Ha­liç’te yapılan oyunları seyretmektedir. Esas köşkün büyük salonunu ve hama­mın içini tasvir eden ve bütün ayrıntıla­rı belirten resimler ise 1710’da Kral XII. Cari (Demirbaş Şarl) ile İstanbul’a gele­rek son derece değerli desenlerle geri dönen İsveçli mühendis Loos tarafından çizilmiştir. Bunlarda esas kasrın duvar, tavan ve kubbe süslemeleri, setsebil, pencere ve dolapları, ocak yaşmağı, du­var çinileri ve hatta yerdeki halılar dik­katle belirtilmiştir. “Tersane Sarayı’nda Kadın Sultan’ın hamamı” kaydı ile ha­mamın içi de bütün bölümleri, duvarla­rındaki çiniler, tonoz ve kubbe nakışları ile çizilmiştir. Bu resimler Aynalıkavak Sarayı’nın Hünkâr Kasrı olan Has Oda Köşkü’nü, XVIII. yüzyıldaki değişiklikler­den önce, I. Ahmed ile Sultan İbrahim’in yaptırdıkları görünüşü ile aksettirirler. XVIII. yüzyıl sonlarında ise gerek Fran­sız elçisi Comte de Choiseul-Gouffir’in yanındakiler, gerekse başka Batılı res­samlar sarayın Haliç’ten görünüşünü bel­geleyen resimler bırakmışlardır. III. Se­lim zamanında saray ile çok yakın bağ­lantısı olan Melling’in eserinde ise Ay­nalıkavak Sarayı sadece bir resmin ke­narında belirtilmiştir. Yine de bütün bu resimler Hasbahçe Kasrı hakkında ye­terli bir fikir edinilmesi için kâfidir.

Bunların dışında Aynalıkavak Sarayı’-nın henüz bütünlüğünü koruduğu sıra­larda yazılmış iki arşiv belgesi de Haliç kıyısındaki bu büyük saray topluluğu­nun genel düzeni hakkında bilgi vermek­tedir. Bunlardan ilki 1180 (1766-67) ta­rihli olup “Aynalıkavak Sarây-ı Hümâyunu’nda vâki Balıkhane Kasrı tabir olu­nan Kasr-ı Hümâyun” hakkında bir ke­şif raporudur. Burada ahşap kubbeli bir kasır, bitişiğinde bir abdest odası, iki adet Taht-ı Hümâyun Kasrı ve hamam­dan bahsedilerek bunların tamiri için gerekli ödenek gösterilmiştir. Saffet Bey tarafından bahriye arşivinde bulunan 1220 (1805) tarihli ikinci belge ise sa­ray yıkılmadan önceki durumu ortaya koyar. Bu keşfe göre, o sırada Aynalı­kavak Sarayı sınırları içinde üçü büyük üçü küçük altı köşk vardır. Bunların dör­dü haremde, ikisi mâbeyndedir. Büyük köşklerden biri, üzeri kiremit örtülü, iki katlı Dâire-i Hümâyun olup 1162 zira yer kaplar. İkincisi, kurşun örtülü, içi işleme­li ve kıyıda olan 264 zira yer kaplayan Namazgah Köşkü’dür. Üçüncü köşk ise 979 zira büyüklüğünde Has Oda Dâire-i Hümâyunu’dur. Sarayın bütünü 15.000 kare arşın büyüklüğünde bir sahayı kap­lıyor, arkada setler halinde yükselen 9000 kare arşın ölçüsünde bir de bahçesi bu­lunuyordu. Haliç’ten bakıldığında 4300 arşın ölçüsündeki iki katlı harem daire­si görülürdü. Kurşun kaplı kubbeli, ale­mi ve feneri altın yaldızlı Has Oda’nın bir kısmı divanhane idi. Bu bölümün etra­fında Enderun Dairesi ile hamam, daha ileride ise Silâhtar Ağa ve Has Odabaşı daireleri vardı. Has Oda Köşkü ile kıyı arasında birbirine bir geçitle bağlantılı küçük bir cami ile Namazgah Köşkü bu­lunuyordu. Kagir hazine dairesi, Hazine­dar ustalar dairesi yanında idi, yanında da Dârüssaâde ağalan dairesi bulunu­yordu. Gerilerde ise diğer ağa ve bekçi­lere ait daireler vardı. Saray meyilli bir araziye yayıldığından setler halinde yük­seliyor ve dolayısıyla arkadaki binaiar, hatta büyük havuz da Haliç’ten görüle­biliyordu.

Bugün Topkapı Sarayı denilen Sarây-ı Cedîd dışında Haliç kıyısında en büyük saray topluluğu olan Aynalıkavak veya Tersane Sarayı, yenileşme ve tekniğin yurdumuza gelmesi için çabalayan III. Selim tarafından Tersane’nin genişletil­mesi uğruna yıktırılmaya başlanmış, sa­dece büyük Has Oda Köşkü, içi tama­men yenileştirilerek bırakılmıştır. Böy­lece bu kasır, artık hünkârın harem ve saray halkı ile ilkbaharda içinde yaşayıp Haliç ve Okmeydanı’ nda ki gösterileri sey­rettikleri bir yer olmaktan çıkarak, bir askerî sanayi merkezi halini alan Has-köy’de bu tesisleri arada bir ziyaret sı­rasında kısa süre kaldığı bir “biniş kas­rı” olmuştur. Artık burada padişah yeni yapılan gemilerin suya indirilişlerini sey­rediyordu.

Kasrın etrafını bir avlu duvarı çevir­mekte, Hasköy, Tersane ve Okmeydanı kapıları adlarındaki üç kapı dışarısı ile bağlantı sağlamaktadır. Bunlardan Ok­meydanı kapısı üstünde Şeyh Galib’in 1206 (1791 -92) tarihli manzumesi ta’lik hatla işlenmiştir. Bunun üstünde ise II. Mahmud’un 1233 (1817-18) tarihli tuğ­rası vardır.

Aynalıkavak Kasrı bugünkü biçimi ba­kımından, uzun bir eksen üzerinde bulu­nan çifte divanhane etrafında kurulmuş­tur. Eksen ve sofaların bir tarafında Arz Odası, iki oda, iki hela ve alt kata inen merdiven, diğer tarafta iki oda, hela ve giriş sofası yer alır. Kasır meyilli arazi üstünde olduğundan altında bir bodrum katı bulunmaktadır. Okmeydanı tarafın­daki divanhanenin dışında ileriye taşkın ve III. Selim zamanında yapılmış bir sun­durma vardır. Okmeydanı tarafındaki di­vanhanenin üstünde içeriden belirlen­meyen dilimli ahşap bir kubbe bulunur. Daha eski yapı elemanlarının üstlerine III. Selim zamanında kaplama yapılarak yeni zevke göre alçı pencereler, duvar ve tavan süslemeleri işlenmiştir. Sarayın eski eşyasından büyük bir avize, değerli bir mangal ile altın yaldızlı bir kanepe kalmıştır. Kasrın bahçesinin dışarı açı­lan avlu kapılarından Tersane kapısının üstünde, pencereli yüksek kasnaklı bir kagir kulübe vardır ki padişahın Tersane’yi seyretmesi için yapıldığı söylenir. Bu ufak eklentinin Bizans mimarisi üs­lûbunda oluşunu, Türk sanatına XVIII. yüzyılda giren yabancı tesirlerin bir işa­reti olarak kabul etmek mümkündür.

Uzun yüzyıllar Haliç kıyılarına güzellik katan Aynalıkavak veya Tersane Sarayı’nın ihtişamından bugün hiçbir iz kal­mamış olmakla beraber, mevcut Aynalı­kavak Kasrı bu güzelliklerin geç bir dö­nemden de olsa son hâtırasını teşkil et­mektedir. Ayrıca bu yapı Türk köşk ve kasır mimarisinin henüz eski gelenekle­rin yaşatıldığı son ve çok başarılı örnek­lerden biri olarak sanat tarihinde de özel bir yere sahiptir.

Diyanet İslam Ansiklopedisi

İlgili Makaleler