Nedir ?

Ayazma Nedir, Neresi, Nerededir, Tarihi, Hakkında Bilgi

Ayazma, Rum Ortodokslar’ın kutsallaştırıp bir kült yeri haline getirdikleri su kaynaklarına verilen ad.

Türkçe’deki ayazma adı Grekçe hagi-asmadan gelmiştir. İncil’de “mübarek, kutsal yer” mânasına gelen bu kelime, sonraları içinde kutsallaştırılmış su bu­lunan yerleri ifade etmek için kullanıl­mıştır. Bu su bir kuyu, pınar, kaynak ola­bileceği gibi sızma veya damlama, hat­ta birikme suretiyle de meydana gelmiş olabilir. İlkçağ’da paganismada (putpe­restlik) su kaynaklan birtakım su perileriyle ilgili görülmüştü. Hatta her suyun ve bilhassa denizlerle ırmakların canlı bi­rer varlık halinde temsil edilebileceğine inanılmış, bu yüzden de deniz ve akar­suların birer tanrıları olduğu kabul edil­miştir. Hıristiyanlık’ta ise bilhassa Or­todoks (Doğu hıristiyanları) topluluğunda su çıkan çeşitli yerlere (kuyu, kaynak, pı­nar) bir aziz veya azizenin adı verilerek buralar onun manevî koruyuculuğuna bı­rakılmıştır. Halk genellikle bu suların, hi­mayesinde bulundukları aziz veya azize sayesinde insanlara yardımcı oldukları­na, bilhassa mucizevî tedaviler yaptıkla­rına inanırdı. Ayazmalar onların hassa ve güçlerine inananlar tarafından her za­man ziyaret edilmekle beraber Ortodoks takviminde o ayazmaya adını veren aziz veya azizenin yortu gününde çok kala­balık bir cemaate açık olur ve bütün bir gün ayazmanın önünde geçirilirdi. Bu sırada burada büyük bir dinî âyin de ya­pılırdı. Suyunun şifalı olduğuna inanılan bazı ayazmaların hıristiyanlarla birlikte müslümanlarca da ziyaret edildikleri ve onların suyundan bazı dertlere şifa umul­duğu bilinmektedir.

Başlangıçta az sayıda olan ayazmala­rın Osmanlılar döneminde büyük bir hoşgörü ile çoğalmalarına göz yumulmuş­tur. O kadar ki hemen hemen her pınar, her su bir ayazma mahiyetini almıştır. Bu husus, bir hıristiyan olan Fransız viskonsolosu E. Dutemple’ın alaylı bir ten­kidine de konu olmuştur. Bursa’nın sa­nayi ve ticareti hakkında değerli bir ki­tap yazmış olan E. Dutemple, fikrini şu cümlelerle ifade eder: “Osmanlı idaresi­nin son yıllarında Rumlar bir yerde bi­raz kuvvetlenip kiliselerini inşa edince, derhal gürültülü nümayişlere girişmek­te, bu arada her su kaynağını takdis et­tirerek, bunlara aziz ve azizelerin adla­rını verip, uydurdukları bu koruyucula­rın renkli resimlerini buralara asmak su­retiyle ayazma haline sokmakta ve bu suretle de bağış toplamaktadırlar”. Dutemple’a göre Rum Ortodoks toplulu­ğunda âdeta bir çılgınlık halini alan bu tutum, ruh hastalıkları uzmanlarını ilgi­lendiren bir klinik vak’a ve bir sabit fi­kirdir. “Bereket ki bu davranışa Türkler kayıtsız kalmaktadır. Yoksa nerede ise artık hıristiyan takdisinden geçmemiş pınar kalmayacağından, müslümanlar, dinlerine karşı gelmeksizin içecek su bu­lamayacaklardır” (s. 45-46).

İstanbul’da gerçekten Bizans döne­mine ait ayazma pek azdır. Bunlardan büyük saygı gören Hodegetreia (yol gös­terici Meryem) ayazması, Gülhane’de Topkapı Sarayı’nın Marmara’ya bakan ya­macının eteğinde bulunuyordu. Antik-çağ’a ait su ile ilgili bir mabedin yerin­de, hatta kalıntıları üstünde yapıldığı sa­nılan ve ortasında altıgen büyük bir mer­mer havuz bulunan bu ziyaret yeri sonra­ları ortadan kalkmış, ancak 1920-1922 yıllarında, Mütarekede Fransız işgal kuv­vetleri tarafından yapılan kazıda tekrar meydana çıkarılmıştır. Yedikule semtin­de 461 yılında Studios tarafından yaptı­rılan Aziz İoannes (Yahya) Kilisesi’nin ve bugün ortada hiçbir izi kalmayan manastırının altındaki sarnıcın bitişiğinde de ayazma olması muhtemel bir mekân bulunmaktadır. 7.24 x 5.20 m. ölçüsün­de dikdörtgen biçimindeki bu mekânın tonozları ve kemerleri iki sütun tarafın­dan taşınmaktadır. Doğu tarafında ise küçük bir apsis (mihrap nişi) bulunmakta­dır. Yüzyıllardan beri kuru olan bu ayaz­manın suyunun nereden geldiği ise bi­linmemektedir. Belki bitişik sarnıçtan, batı duvarındaki 2 x 2 m. ölçüsündeki nişe gelen su bu ihtiyacı karşılıyordu. Surlar dışında bulunan Zoodokhos Pighi Ayazması’ise Türk devrinde de günümü­ze kadar Rumlar’ın elinde kalmış kutsal bir sudur. Türkler”ce XVII. yüzyıldan iti­baren Balıklı Manastır ve Kilisesi olarak tanınan bu ayazma, “hayat verici kaynak Meryem”e ithaf edilmiştir. Bizans dev­rine ait bir rivayete göre bu suyu ilk bu­lan ve ayazmayı yaptıran İmparator
1. Leon’dur (457-474), Daha inandırıcı olan diğer bir rivayete göre İmparator İustinianos VI. yüzyılda Ayasofya’nın yapısın­dan artakalan malzeme ile bu kutsal su­yun üzerine ayazma binasını inşa ettir­miştir. Pek çok defa yenilenen bu bina ve üstündeki kilise, XVIII. yüzyıldan iti­baren padişahların fermanları ile himaye altına alınmıştır. Kilise II, Mahmud döne­minde 1833-1835 yılları arasında yeni­den yapılmıştır. Ayazma, on dokuz basa­maklı merdivenle inilen bir mekân ha­lindedir ve içinde havuz vardır. Esası Bi­zans devrine kadar dayanan diğer bir ayazma ise Ayvansaray ile Eğrikapı ara­sında, surların iç tarafındaki Blakhernai (Vlaherne) ayazmasıdır ki o da Meryem’e ithaf edilmiştir. Bizans devrinde impa­ratorlar her 15 Ağustos günü bu ayaz­mayı ziyaret ederek bir Meryem kabart­masından fışkıran kutsal suyun toplan­dığı bir havuza üç defa dalıp çıkarlardı. Bugün damla hafinde akan su mermer teknelerde toplanmakta ve şifa bekleyen insanlar tarafından içilmektedir. Ayaz­manın mimari bakımdan bir özelliği yok­tur. Kilise ise son devir mimarisi tarzın­da inşa edilmiştir.

İstanbul’da ayazmalar en olmayacak yerlerde “keşfedilerek” ziyarete açılmış­tır. Bunların en göze batan örneği, Sirkeci’de PTT atölyesi girişi ile Alay Köş­kü arasında “Sür-ı Sultânı” denilen sa­ray surlarının dibinde bulunan, çok ya­kın tarihlere kadar ziyaret edilen ve ta­rihî bir hüviyeti olmayan ayazmadır. Ay­nı şekilde saray surlarının Marmara ta­rafında da çok daha önemli bir ayazma vardı. Sinan Paşa tarafından mimar Dâvud Ağa’ya yaptırılan İncili Köşk’ün al­tında bulunan bu ayazma bütün Osman­lı devri boyunca büyük bir hoşgörü ile Rumlar’a açık tutulmuştu. Herhalde esa­sı Bizans devrine kadar giden bu ayaz­mayı “suretin değişmesi” günü olan 6 Ağustos’ta ziyarete ve suyundan içme­ye gelen Rumlar, her yıl kıyıdaki çakıllı plaj üzerinde bir panayır kurarlar, padi­şah da İncili Köşk’ün pencerelerinden onları seyrederdi. Bu ayazma 1821 Yu­nan ayaklanmasına kadar açık kalmış­tır. 1920-1922’de Gülhane’de Fransız iş­gal kuvvetleri tarafından yapılan kazı­larda köşkün hâlâ duran yüksek kemer­li alt yapısı içinde ayazmanın kuyusu bu­lunmuştur.

İstanbul’da Zeyrek semtinde Haydar mahallesinde Bıçakçı Çeşmesi sokağında­ki Hagia Theodosia Ayazması ise 1890′-lardan beri bilinmekle beraber 1949 Ni­sanında yeni bir keşif gibi gazetelere geçerek Bizans devrine ait bir eser ola­rak tanıtılmıştır. İçine bir merdivenle ini­len ayazma, üstü beşik tonozlu bir hol ile bunun önündeki 5 x 3 m. Ölçülerinde yine beşik tonozlu bir mahzenden iba­rettir. Holün mahzene taşan sekisinin etrafı mermer korkuluk levhaları ile çev­rilmiş olup, bir menfezden giren su mah­zenin tabanında toplanıyor, fazlası da başka bir menfezden gidiyordu. İçindeki mermer levhalar V-VI. yüzyıl işi olmak­la beraber ayazmanın bu kadar eski ol­masına ihtimal verilemezdi.

Evliya Çelebi de İstanbul’da şifalı su­ları olan bazı ayazmalardan bahseder. Bunlardan bir tanesi, suyu “âb-ı hayât­tan nişan verir” denilerek Övülen, Eyüp’­ten Kâğıthane’ye giden yolun kenarın­daki tepecik üstünde olan Küplüce Ayazmasıdır. Merkez Efendi Dergâhı’nda bir ziyaret yeri olan ve bir merdivenle inile­rek dar bir dehlizle ulaşılan kuyunun da eski bir Bizans ayazmasının kalıntısı ol­ması muhtemeldir.

İstanbul ve çevresiyle Boğaz’ın iki ya­kasının muhtelif yerlerinde hemen he­men hepsi çok eski olmayan ve çoğu­nun mimari herhangi özelliği bulunma­yan ayazmalar vardır. Bunların büyük bir kısmı unutulmuş, evlerin ve yalıla­rın bahçelerinde kalmış veya doldurul­muştur.

İstanbul dışında da pek çok yerde ayaz­malar vardı. Bunlardan, Bizans’ta ikonoklasma devrine (VHI-K. yüzyıl) ait ol­duğu sanılan ve yapısı bakımından eş­siz olan bir tanesi, Trakya’da Karadeniz kıyısında eski adı Midye olan bugünkü Kıyıköy’de bulunmaktadır. Gerilerde bir vadinin içindeki bir tepenin eteğinden iti­baren oyulmak suretiyle yapılan bu dini tesis, bütün aksamı ve süslemesi oyul­mak ve işlenmek suretiyle meydana ge­tirilmiş kilise ile yanında yine bütün ak­samı tabii kayanın oyulması ve işlenme­siyle oluşmuş, ortasında suyun taban­dan kaynadığı esas ayazma mekânın­dan ibarettir. Burası, içine merdivenle inilen kare planlı bir yer olup üstü kub­be biçiminde yontulmuştur. Bizans dev­rine ait olduğu şüphe götürmeyen bu yapının bir ayazma olduğu, kilisesinin apsisindeki büyük kemerde boya ile ya­zılı kitabede de belirtilmiştir.

İznik’te 1922’de tamamen yıkılan Koi~ mesis (Meryem’in göğe çıkışı) Kilisesi’nin komşusu olan Böcek ayazması da kub­beli basit bir mekândan ibaret olup bu­rada da kutsal su tam ortada tabandan çıkmaktadır. Konya ile Sille arasındaki Akmanastır adıyla tanınan tesis de Bi­zans devrinden kalmıştır. Kısmen bir te­penin içine oyularak kurulan Hagios Khariton Manastın avlusunda da bir kuyu dibinde kutsal bir su kaynamaktadır. Ahmed Eflâkî Menâkıbü’l-ârifinle, Mevlânâ’nın o devirde “Deyr-i Eflâtun” diye adlandırılan bu manastırda yaşayan en­gin bilgiye sahip başpapazı ziyarete git­tiğini ve bu sırada yedi gün yedi gece bu kuyudaki soğuk suyun içinde kaldı­ğını yazar.

Müslümanlarca da kutsallığına ina­nılan çok daha değişik bir ayazma ise Trabzon’un Maçka ilçesinde bulunan Meryem Sumela Manastın’ndadır. Fa­kat burada bir ayazma binası yoktur. Şifalı Özellikleri olduğuna inanılan su, manastırın çekirdeğini teşkil eden ta­bii bir mağaranın yukarısından aşağı­daki bir taş çanağa damlamaktadır. Bu manastırın kuruluşunu çok eski tarih­lere indiren efsane ise pek inandırıcı ol­mayıp bazı belgelerden bu dinî tesisin XIV. yüzyılda Trabzon Komnenos Krallı­ğı döneminde yapıldığı anlaşılmaktadır.

Burada, esasları Bizans devrine inen ve çeşitli biçimlerde suyun geldiği (kuyu, sarnıç, kaynak, pınar, damlama) bazı ayaz­malardan bahsedilmiştir. Mimari veya tarihî bakımdan belli bir değere sahip olan bu ayazmaların dışında, özellikle İstanbul’da 150 kadar ayazma tesbit edilmiştir. Hepsi de Osmanlı Devleti’nin hükümran olduğu yıllarda ve bilhassa geçen yüzyıl içerisinde tesis edilen bu ayazmaların belirli bir mimarileri yok­tur. Son yıllarda ise bunlar terkedilmiş, çoğu da unutularak kaybolmuştur

Diyanet İslam Ansiklopedisi