Ataerkillik Feminizm
Geleneksel ve liberal feminizm
Geleneksel feminizm, erkek egemenliğin ve kadınların bastırılmasının temel kaynağı olarak aileye dikkat çeker. Geçmişte babanın aileyi ve özellikle kadınları yönetme hakkı kutsaldı ve örfler, âdetler ve geleneklerde ve çoğu kez hukukta cisimleşmişti. Erkek doğal hakkı olarak tam itaat talep edebilir, otoritesini ve cezaları gerekli olduğuna inandığı biçimde uygulayabilirdi. Pek çok ilkel ve geleneksel toplumda kadınlar bir çeşit değiş-tokuş ediliyordu, evlilikleri önceden kararlaştırılmıştı, özgür konuşma ve boşanma hakları yoktu. Hatta günümüzün gelişmiş demokratik toplumlarında bile, eşler ve kız çocukları olarak kadınlar evde erkekler tarafından yönetilirken, erkekler de kocalar ve babalar olarak bütün temel kararları almakta ve evin malî durumunu kontrol etmektedirler. Feministler ev içi şiddetin ve hatta kadının evde katlanmak zorunda kaldığı tacizin yaygınlığına, kız çocuklarının pasif ve kadınsı niteliklerle yetiştirilerek erkek egemenliğinin idealleştirilme ve pekiştirilme biçimlerine dikkat çekmişlerdir. Örneğin Hannah Gavron, 1966’daki çalışmasını Tutsak Eş olarak adlandırarak, pek çok kadın için evin hapishaneye benzer doğasına dikkat çekmiştir. Toplumun ataerkil yapısı, bu nedenle, sadece ev içindeki erkek egemenliğini yansıtmakta ve teşvik etmektedir. Kate Millett’e (1971) göre, “ataerkilliğin temelindeki kurum ailedir”.
Geleneksel feministler erkek egemenliği ve ev dışındaki kadın ayrımcılığı konusunda pek çok örneğe dikkat çekmişlerdir, sözgelimi;
- Çalışan kadınların çoğu sadece (hemşirelik, sekreterlik gibi) ‘kadın işleri’ yapmakta ve hemen her zaman erkeğe göre daha alt kademelerde yer almaktadır;
- İş hayatının hemen her alanında – hatta hemşirelik ve aşçılık gibi görünüşte kadın mesleklerinde bile- erkekler en üst görevlerde yer alırlar. Britanya’da mimarlar, mühendisler, bilim insanları ve avukatların yüzde 5’inden daha azı kadındır ve her alanda hiyerarşi yükseldikçe bulacağınız kadın sayısı azalmaktadır.
- Tıpkı evde olduğu gibi, erkekler ister yönetim kurulunda isterse parlamentoda, en önemli görevlerde ve önemli kararlarda egemen konumlardadır. 650 milletvekilinden sadece 30’u kadındır, ve Britanya ilk bayan başbakanına sahip olmasına rağmen, Bayan Thatcher Kabinesindeki tek kadındı.
Liste uzayıp gider. Fakat ataerkilliğin gerçek gücü fiziksel baskı değil kurumsal kontroldür. O, gerek erkek egemenliğinin gerekse kadının ikincil konumunun doğal ve normal olduğunu; kadın için egemen veya saldırgan olmanın sapkınlık anlamına geldiğini ve kadına özgü olmadığını açıkça ifade eden oldukça yaygın bir ideolojik güçtür. Bu tarz cinsiyet kalıp-yargılar sadece medya tarafından
(örneğin, 3. Sayfa’*) değil, sosyalleşme süreciyle de desteklenir ve hatta gündelik konuşmalarımıza kadar yansır. Kızlar pasif ve kadınsı olarak yetiştirilir. Tarih ve insanlık gibi anahtar terimler erkek egemenliğini yansıtır. Gerçekte bunların kadınları da içerdiği varsayılır. Bu cinsiyet rollerinden sapanlar çoğu kez, gerek dedikoduyla toplumdan soyutlanarak, gerekse erkek fatma, bekâr anne veya hayat kadını şeklinde damgalanarak toplum tarafından acımasızca cezalandırılır. Dolayısıyla bu yaygın ataerkil ideoloji neredeyse hiç eleştirilmez ve pek çok kadın sorgulamadan ona itaat eder!
Liberal feminizmin itici gücünü fırsat eşitliği, kadın hakları mücadelesi ve erkeklerle aynı fırsatların sağlanması talepleri oluşturmuştur. Burada da onlar büyük başarı sağlamışlardır. Fırsat eşitliği artık önde gelen Batılı toplumların hukuk sistemlerine girmiştir ve toplumu her tür eşitsizlik, ayrımcılık ve baskıdan kurtaracak ve bu konularda iyileşmeler sağlayacak temel bir kavram olarak kabul edilmektedir. Cinsel ayrımcılık artık hukuken yasadışıdır, fakat modern araştırmaların gösterdiği gibi, halen alttan alta varlığını sürdürmektedir. Cinsel şiddet araştırmalarında geleneksel kavramlar ve fahişelik, pornografi ve cinsel taciz gibi cinsiyet ilişkileri üzerine farklı ve birçok düşünce yeniden tanımlanmaya çalışılmıştır. Kadının dövülmesi, ensest ve cinsel istismar konusundaki araştırmalar, örneğin, erkeklerin uyguladığı şiddete ışık tutmuş ve cinsel şiddeti daha görünür, toplumun gözünde kötü bir davranış haline getirmiş ve ilgili hukukî yaptırımların giderek artmasına yardımcı olmuştur-buna işyerindeki taciz de dâhildir.
Bu araştırmalar aynı zamanda kadınlar kadar erkeklere, istismara uğrayan, dayak yiyen ve taciz gören -ve bizzat cinsel iktidarın kurbanı olan- erkeklere odaklanmıştır. Bununla beraber, ideolojik mücadele kazanılmışsa da, her alanda, her yerde kadınlara erkeklerle eşit fırsatlar sağlanması kampanyasında, özellikle politika, siyaset ve ekonominin en üst düzeylerinde belirli bir yol alınması gerekmektedir. Erkekler hâlâ nihai güç konumlarını ellerinde tutmakta ve sosyal kontrolü ve siyasal yönetimin gündemini kontrol etmektedirler.
Marksist feminizm