ASYA TİPİ ÜRETİM TARZI
Asya Tipi Üretim Tanı,
çağının ihtiyaçlarını karşılayacak küçük sanayi ve tarıma dayalı ekonomiye
sahip olan, devletin kamu hizmetlerini yürütmeyi görev sayıp bu amaçla
“artık değeri” vergi ve diğer yollarla ele geçirdiği, mülkiyetin
genellikle ortak veya devlete ait olduğu bir üretim tarzıdır.
Kari Marks
(1818-1883), çeşitli kitaplarında geliştirdiği Batı tipi üretim tarzı şemasını.
Doğu toplumlarına da aynen uygulayanı ayı nca, yeni bir üretim tarzı
şemasından söz etmiştir.
“Asya Tipi Üretim
Tarzı” adını verdiği bu üretim şekli, adından da anlaşılacağı üzere. Doğu
toplumlarına, Asya toplumlarına aittir. Marx, ATl/Tü sosyalist düzene geçişi
sağlayacak bir özellikte görmemiş ve bu nedenle ATÜT’e sempatik bakmamıştır. Bu
üretim şekli Asya toplumlarını olduğu kadar, İslam tarihi ve toplumlarının da
açıklamada yetersiz kalmaktadır.
İlk defa 1960’lardan
sonra Türkiye’de bazı aydınların gündemine giren Asya Tipi Üretim Tarzı (ATÜT)
veya Asya Üretim Tarzı konusunun tartışılmaya başlanmasının tarihi geçen
yüzyılın ikinci yansına kadar geri gider. 1853 yılında Engcls’e yazdığı bir
mektupta Kari Marks: “Bcrnier haklı olarak Türkiye, İran ve Hindistan’dan
sözederken, Doğu’daki bütün olayların [emelini toprakta özel mülkiyetin
yokluğunda aramalıdır, diyor. Bu, Doğu cennetinin gerçek anahtarıdır”
diye yazıyordu.
Mektuptan da
anlaşılacağı gibi, ileride bu konuya zaman zaman değinecek olan Marks’ın
doğrudan Doğu ve Asya toplumları üzerinde kişisel gözlemi ve somut araştırması
yoktur. Sözünü etliği Bcrnİcr İse, 17. yüzyılda Hind Moğol hükümdarı
Evrengzib’in yanında yaşamış bir Fransız’dır. Onun verdiği bilgilere göre
Türkiye, İran ve Hindistan’da toprakta özel mülkiyet yoktur, toprakların sahibi
doğrudan devlettir.
Bu bilgi, Avrupa’nın
Roma dönemindeki kölelik, Orta Çağ’dakİ feodalite tarihini derinliğine
araştırmış Kari Marks’a hayli ilginç gelmişti. Çünkü onun geliştirdiği tarih
görüşüne göre, bütün tarihi sosyal sınıflar arasındaki çatışmalar belirliyordu.
Sınıfları belirleyen temel etken de, sınıfların üretim araçları karşısındaki
mülkiyet İlişkileriydi. Geçmişte tek zenginlik kaynağı olan toprak mülkiyeti
feodal beylerin, senyörlerin elindeydi, toprakta çalışan sınıf ise serl’ti ve
mülksüzdü. Yine bu teoriye göre, ilkel topluluklarda devlet, aile ve sınıfın
yanısıra mülkiyet de yoktu. Oysa 19.yüz-yılda bile Doğu’-da devlet ve aile
yanında mülkiyet ilişkisi de sürüyordu; ancak mülkiyet, kişilerin veya
toplulukların değil, devletin elindeydi. Peki bu nasıl açıklanabilirdi?
Asya’dakİ mülkiyet
İlişkisi ve üretim tarzı kuşkusuz başkalarının da dikkatini çekmişti. Nitekim
K.Wittfogel, Doğu Despotizmi (Ori-cntal Despotİsm, 1957) adlı hacimli eserinde,
Hidrolik Toplumlar teorisi yardımıyla toprakta devlet mülkiyeti ile Doğu
despotizmi (cc-bcrrutluk) arasında İlginç ilişkiler kuruyor, bundan hareketle
bütün Doğu toplumları için genel bir tarih ve sosyoloji teorisi çıkarıyordu.
Marks için sorunun bir
başka boyutu vardı. Onun bakış açısı İçinde çözümlenmesi gereken ilk sorun,
Avrupa tarihinden yola çıkarak geliştirdiği tarihsel şemada Asyalı toplumların
nereye yerleştirileceği sorunuydu. İkincisi, eğer mülkiyet ilişkisi devlet ile
üretici bireyler ve topluluklar arasında sürüyorsa, bu durumda Doğu’da sınıfların
varlığından söz edilebilecek miydi? sömürü var mıydı? Artık-dcğcr nasıl ve
hangi kanallardan geçerek hakim sınıfa aktarılıyordu.
Marks’ın yazdığı
mektuba cevap veren En-gels de, benzer konulara değiniyordu: “Evet, toprak
mülkiyetinin yokluğu bütün Doğu’nun anahtarıdır. Doğu’nun siyasî ve dinî bütün
tarihi burada gizlidir. Fakat Doğuluların feodalite şeklinde bile toprak
mülkiyetine gclmcyişlc-rinin sebebi nedir? Sanırım bunun esası, Sah-ra’dan
tutun da Arabistan, İran, Hindistan, Tataristan’dan ta yüksek Asya yaylalarına
kadar uzanan çölün iklimi ve bununla ilişkin olarak toprağın cinsidir.
Buralarda suni sulama tarımın ilk şartıdır ve bu iş ya köyün ya vilayetin veya
merkezi hükümetin görevidir.”
Bu mektup ileride ATÜT
şeklinde ifade edilecek teorinin çekirdeğini teşkil etmiş oluyordu. Nitekim
sonraki yazı ve analizler de gösteriyor ki, son tahlilde Asya toplumlarıyla
ilgili olarak öne sürülenler buradaki çekirdek düşüncenin açılması ve
detaylandırılmasından başka bîr şey değildir.
Tamamen maddeci tarih
tezine göre geliştirilen ATÜT’e göre, Doğu’da ve Asya toplumlarında toprak az
ve kuraktır, topraktan çok verim alabilmek İçin büyük Ölçeklerde kemerler, su
yolları ve kanallar yapmak gerekmektedir. Bunlarsa, ne bireylerin, ne de küçük
aile ve toplulukların kendi başlarına başarabilecekleri şeyler değildirler.
Toprağın cinsi, iklim ve geniş bir su şebekesinin üretimin vazgeçilemez
parçası durumunda olması, toprak üzerinde özel mülkiyetin değil, devlet
mülkiyetinin ortaya çıkıp kurumlaşmasına yol açmıştır. Devlet, mülkiyetini
elinde bulundurduğu geniş toprakları bireylere verir, onlar da üzerinde
çalışır ve bunun karşılığında devlete bir rant öderler.
Tabii bu süreçte
devletin de yüklendiği bir takım önemli görevler var. Devlet öncelikle
sözkonusu yatırımları gerçekleştirmek zorundadır. Buna bağlı olarak toplumun
genelini yakından ilgilendiren kamu İşleri, kalabalık bir ordunun beslenmesi
ve geniş bir ulaştırma şebekesini kurmak ve yönetmek de devlete düşen
görevler arasında yer alır. Talan, yağma ve fetihlerin sürdüğü Asya
toplumlarında yatırımlar, askere silah temini, erzak, araç-gereç ve ulaştırma
şebekesinin kurulması ekonominin tek merkezden yönetilmesi olgusunu gerekli
kıldığından, mülkiyet yüksek otoriteyi temsil eden devletin elinde
toplanmıştır. Kale, yol inşaatı, büyük su kanalları, arklar, menfez vb.
yatırımlar ancak mülkiyeısiz bir sistemin merkezi yönlendirmesi İle mümkün
olabilir. Devleı bu hayati fonksiyonları dolayısıyla yönlendirici ve
birleştirici bir unsurdur. Bu temel fonksiyonunu sürdürebilmesi İçin mülkiyeti
elinde tutan devlet, bireyleri, aile ve toplulukları loprak üzerinde tasarruf
hakkı sahibi kılar.
Bu toplumlarda tarım
ve küçük el sanatları (sanayi) arasında kurulan ilişkinin temellcn-dirdiği
ekonomik hayatın önde gelen özelliği, ekonominin kendi kendine yeter olması, pazar
için meta üretiminin yapılmamasıdır. Elbette bu toplumlarda ticaretten de söz
etmek mümkündür. Ne var ki, ticaret belli seviyelerde gelişme gösterse bile,
basit mübadeleye dayanan ticaret küçük toplulukların farklılaşan metaına ve
verilmiş talebe dayanır. Ancak ne tarım ve sanayi, ne de ticaret kendini
yeniden üretecek geniş bir sermaye birikimin teşekkülünü mümkün kılmaz.
Asya toplumlarında
kırsal kesimde üretimde bulunan topluluklar artık-ürünü devlete aktarmaktadırlar.
Devletin görevi kamu işlerini yerine getirmek, tarımın devamını sağlayacak
ziraî altyapı yatırımlarını gerçekleştirmek, ordunun ihtiyaçlarını karşılamak,
ulaşım şebekesini kurmaktır. Ancak bu toplumlarda üstün otoriteyi temsil eden
devletin üretici topluluklardan elde ettiği artık-ürünün tümünü yukarıda
sayılan işlerde harcamadığı da bir gerçektir. Devlet sonuçta karar almada
serbest ve kimseye karşı sorumlu olmadığından, artık-ürünün bir kısmını kendi
tüketimine ayırabilmektedir.
ATÜT’çü açıklamaya
göre, Doğu’da mülk-süz köy toplulukları İle mülk sahibi devlet arasındaki
sömürünün şekli budur. Hatta Kari Marks, bu ilişkiyi bir tür kölelik olarak
tanımlar ve şöyle der: “Birey hiçbir zaman mülk sahibi olmayıp tasarruf
eden (kişi) olduğundan, topluluğun birliğini temsil edenin kölesidir”.
Öyle ise Asya toplumlarında köle ve serften farklı olan bireyin özgür olmakla
birlikte bir çeşit “genelleşmiş köle” olduğu söylenebilir. Çünkü
birey tasarruf hakkına sahip oluşu dolayısıyla özgür, fakat mülk sahibi
olmayışı dolayısıyla genelleşmiş köledir.
Bireyin artık-emcğinin
devlete geçmesine yol açan ana etken, topraktaki devlet mülkiyetinin mutlak
oluşudur. Toprakta bireyin tasarruf hakkına sahip oluşu da, sömürüye dolaylı
ve kollektif bir nitelik kazandırır. Bu da gösteriyor ki, Asyalı toplumlar
sınıflı toplumlardır.
Marks, bir adım daha
atarak Asya’yı kuvvetle saran bu geri yapının İngilizlerin kapitalist
sistemlerini Hindistan’a taşımalarıyla çözüleceğini, İngiliz kapitalizmi ve
ticaretinin buradaki geleneksel yapıyı çözmede “ilerici ve devrimci bir
rol” oynayacağını öne sürer, bir bakıma İngiliz sömürgeciliğini
meşrulaştırır veya daha hafif bir deyimle onu tarihsel bir zorunluluk temeline
oturtur.
Asya Tipi Üretim
Tarzı, Doğu toplumlarının maddi toplumsal yapısını ve tarihini açıklayabilir
mi? Henüz bu tartışmanın bir sonuca ulaştığı söylenemez. Ne var ki, kadim İran,
Çin ve Hindistan toplumlarını açıklamada yer yer kullanışlı olsa bile, VII.
yüzyıldan beri yeni bir toprak düzeni ve toplumsal örgütlenme modeli
geliştiren İslam’ın hakim olduğu müs-lüman toplumları açıklayamaz. En başta
teorinin temel varsayımları İle İslam’ın temel ilkeleri arasında bir
uzlaşmazlık gözlenir. Sözgelimi, teoriye göre devlet Doğu toplumlarında karar
almada tamamiyle serbest ve kimseye karşı sorumlu değildir. Bunun gerek teorik
hukuk, gerekse Asr-ı Saadet uygulaması gözönü-ne alındığında mümkün olmadığı
görülür. Devlet, bireylere Özgür, sorumlu ve temel hakları hukukun teminatı
altına alınmış bireyler gözüyle bakar, çünkü hukuku tespit eden devlet,
yönetici zümreler ve hakim sınıflar değil, doğrudan Kur’an ve Sünnet’in temel
hükümleridir. Devlet mülkiyeti kavramının da İslam toplumlarında Farklı bir
tanıma sahip olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim devlet sadece yönlendirici,
yönetici role sahiptir. Hz. Ali, topraktan elde edilen geliri devlet
başkanının mülkü olarak yorumlamayı küfürle eşdeğerde tutmuştur, kaldı ki,
mirî, haracı, fey vb. arazi çeşitlerinden ayrı olarak mülkvarazi, mülk-ha-rac
ve mülk-ikta arazi çeşitleri vardır, İslamiyet, bu mülk arazileri de hukuki
teminat altına almıştır.
Toprak, mülkiyet
biçimi ve üretim ilişkilerinden hareketle müslüman toplumların geçmişte
sınıflı toplumlar olup olamayacağı sorununun ise başka düzlemlerde ele
alınması gerekir. Ancak şu kadarını söylemek mümkündür: Avrupa tarihini
açıklarken Marks’ın kullandığı “köiecilik-feodalitc-kapitalizm”
şeması ve ATÜT’çü teori İslam tarihini ve toplumlarını açıklamada yetersiz
kalır. Bu toplumlar için ayrı parametrelerin kullanılması gerekir.
ALİ BULAÇ
Bk. Devlet; Geleneksel
Toptum; Marksizm. [1]