33Sosyoloji Sözlüğü

ASABİYET

 

ASABİYET

 

Asabiyet, Arapça
kökenli bir kelime olup “A-sebe” kökünden türemiştir.
“Asebe”, bir kimse­nin baba tarafından akrabalarının oluşturdu­ğu
topluluğa verilen isimdir. Asabiyet İse, söz­lükte, baba tarafından olan akrabalara
aşırı düşkünlük, onların kayırılması doğrultusunda aşırı çaba göstermektir.
Terim olarak, bir kim­senin baba tarafından olan akrabasını, yahut yaygın
şekliyle kendi kabilesine mensup biri­ni, hakh-haksız bütün meselelerde
başkaları­na karşı korumayı, ona destek olmayı sağla­yan kabilevi his ve
gayretlerini ifade eder.

Bu son anlamda
asabiyet, ilk defa Hz.Pey-gamber tarafından tarif edilmiştir. Kelime ola­rak
başlangıçta, sadece arap kabilelerinin mensuplarını haklı-haksız her meselede
başka­larına karşı himaye gayreti ve duygusu olarak anlaşılmakla birlikte,
zaman içinde bir kimse­nin, bir topluluğun taraftan, savunucusu ol­mak şeklinde
daha geniş bir muhtevaya kavuş­muştur. Onun için, eskiden yer yer kavmiyetçi­lik,
günümüzde de milliyetçilikle eşanlamlı olarak düşünülmüştür.

Tarihi açıdan
bakıldığında, cahiliye dönemi araplarmda asabiyet duygusunun çok şiddetli
olduğu görülür. Çölde yaşama şartlarının ol­dukça ağır olduğu, insan ilişkileri
bakımından belirli bir düzenin bulunmadığı bir ortamda, İnsanların tek
güvencesi, başkalarının, kendi­lerinden çekindiği akrabaları olabilirdi. Özel­likle
yağmanın, soygunun, durup dururken zu­hur eden çatışmaların ve bunların
uzantısı olan kan davalarının alabildiğine çoğaldığı dü­şünülürse, bunun önemi
daha iyi anlaşılır. Böyle bir ortamda, insanlar için tabu bir bağ olan
“akrabalık” bağına sığınmak, baba soyun­dan gelen akrabalar arasında
oluşturulan bir tür örgütlenmeyle ve böyle bir örgütlenmenin verdiği güçle
kendini diğer kimselere kabul et­tirip güven içinde yaşamak; ayrıca aynı güce
dayanarak kavga, döğüşve benzeri yollarla ba­zı ihtiyaçları daha kestirme
usullerle sağla­mak, dış saldırılara karşı aynı yolla daha iyi bir savunma
yapmak kaçınılmazdı. Bu durum, is­ter istemez araplarda akraba İlişkilerinin ve

kendisinin de bir
üyesi olduğu akraba toplulu­ğunun Önemini fazlasiyle artırmış, aralarında asebe
bağı olanların koyu bir asabiyet içine girmelerine yol açmıştır. Böylelikle her
fert, haklı-haksız, zalim-mazlum aynını yapmaksı­zın bir söz üzerine asabesinin
yanıbaşında vu­ruşmaya hazır bir halet-i ruhiye içinde olmuş, Cendeb b.
Anbar’ın “zalim de olsa, mazlum da olsa, kardeşine yardım et,”
anlamındaki şii­rinde olduğu gibi pek çok arap aşiri tarafın­dan asabiyet
duygusunu yaşatmaya teşvik edil­miştir.

Kelime olarak
Kur’an’da yer almayan asabi­yet, Hz.Peygamber’İn bazı hadislerinde geçer.
Onlardan birinde, “bir kimsenin kavmine zu­lümde yardım etmesi”
şeklinde tarif edilmiş­tir. Ancak insanları böyle bir yardımlaşmaya götüren
asabiyet, “halkı bir asabiyet için top­lanmaya çağıran, bir asabiyet için
savaşan ve asabiyet uğrunda ölen bizden değildir” hadisiy-1c
yasaklanmıştır. Ancak bazı hadislere daya­narak asabiyetin İslam’da bütünüyle
yasaklan­madığını söylemek mümkündür. Zira, insanın kendi akrabalarını, kavmini
ve milletini sev­mesi tarzındaki asabiyet, tabiîdir. Lakın bu duygu, insanları
başkalarına zulmetmeye sev-ketmemeli, kendi akrabasının, kabilesinin ve­ya
milletinin normal olmayan davranışlarını tabiî görmek gibi körükörüne bir
asabiyete dö­nüşmemelidir.

Asabiyetin sosyal
hadiselerle ilişkisini ilk de­fa ele alan sosyal bilimci İbn Haldun
(1332-İ406)’ dur. Mukaddime ‘sinin ikinci bölü­münde İbn haldim, asabiyet
duygusunun ge­nellikle nesebi saf veya çok az karışık bedevi­ler arasında
yaşatıldiğından, şehirlerde, neseb-ler karıştığından ve bu nedenle asabiyet
bilin­cinin şehirlerde azaldığından, hatta yok oldu­ğundan bahseder. Ona göre,
kuvvetli bir asabi­yete sahip olmaları nedeniyle bedeviler, refah ve lüks
içinde yaşayan şehirlilere göre daha gö-züpek ve savaşçıdırlar. Bir bedevi
kabilesinin içinde çeşitli aileler vardır. Bunlar arasında en kuvvetli
asabiyete sahip aileden biri, diğerleri­ne hakim olur. Zevk ve sefaya
dalmadıkça, ha­kimiyetini daha da genişleterek büyük devlet­ler kurabilir.
Nitekim Araplar, Türkler gibi

bir çok millet bu
şekilde devlet kurmuşlardır.

Ibıı Haldun’a göre,
dinî davet, içinde bulun­duğu toplumun asabiyetine dayanmadan ta-mamlanamaz,
yaşama şansı bulamaz. Peygam­berlerin başarıya ulaşmalarında bile asabiye­tin
büyük rolü vardır. Zira, klasik ve kapalı ce­maat halindeki toplumlarda sosyal
değişmele­re karşı doğal bir muhalefet ve direniş olaca­ğından, peygamber bunu
kıracak kadar güçlü asabiyet sahibi bir kabileden değilse, şüphesiz zor durumda
kalacak ve oldukça güçlük çeke­cektir. Nitekim Hz.Muhammed bir hadisinde,
“Allah bir peygamberi ancak kavminin metin ve bahadır taifesinden
gönderir” (Müsned, 11/533) buyurmuştur. Bu nedenle peygamber­ler en
şerefli kabilelerin metin ve bahadır kişi­leri arasından çıkmıştır.

Asabiyetin amacının
mülk (hakimiyet, ikti­dar) olduğunu söyleyen İbn Haldun, asabiyeti kötüleyen
hadisleri şu şekilde telif eder: Resıı-lullah’a göre, dünya ve dünya işleri
ahiret için bir binek ve araçtır. Araçtan mahrum olan amaca ulaşmaktan da
mahrum olur. Resulul-lalı, İnsanın bir işi lerketmesini isterse, bu, o işin
tamamen ihmal edilmesi veya kökünden sökülüp atılması, işin kaynağını teşkil
eden po­tansiyel gücün büsbütün atıl hale getirilmesi demek değildir. Asıl
maksat, o işi ve potansi­yel güçleri doğru ve hak olan hedeflere yönelt­mektir.
Bu cümleden olarak Peygamberimiz gadabın (hiddetin) tamamen insan tabiatın­dan
kalkmasını İstememiştir. Zira, İnsanın ta­biatında “gadap” kuvveti
büsbütün kaybola­cak olursa, insan cihat yapamaz, dolayısıyle “Hakk’a
yardımcı olma” özelliği kaybolur. Çünkü cihad, gadap kuvvetinin varlığına
bağlı­dır. Allah’ın Rasulü sadece gadab’ın kötü maksatlar için kullanılmasını
yasaklamış, Al­lah için olan gadabı teşvik etmiştir. Hadisler­de asabiyetin
kötülenmesi de böyledir. “Akra-balanıuzm ve evlatlannızın size bir faydası
ol­maz” (Mümtchine, 3) ayetinden maksat, asa-bİyelİn, cahîliye döneminde
olduğu gibi, batil ve batılla ilgili davranışlar hakkında olması, bir kimsenin
diğerine karşı kabilesiyle övün­mesi ve asılsız yere hak iddia etmesidir. Bun­lar
savunulamaz. Ancak asabiyet, bir maslaha-

ta binaen ve Allah’ın
emrini yerine getirmede olursa, arzu edilen bir şeydir. İbn Haldun’a gö­re,
İslam, asabiyetin zararından çok faydasını görmüştür. Yukarıda yapılan
açıklamalarını olduğu kadar bu fikrim de tarihi delillerle des­tekler. Fakat
burada üzerinde durulması gere­ken esas nokta şu olmalıdır: Egemenlik ve bu­nun
sağlayacağı yararlar için asabiyetin gerek­liliğini vurgulayan İbn Haldun
yalnızca göz­lemlediği toplumsal olayları yorumlamakta ve asabiyetin
(şehirlerde de olsa) her vesileyle nesep ve soy bağı ile ilişki içinde olduğunu
vur­gulamaktadır.

A.KURT Bk. Irkçılık. [1]

 



[1] Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Risale Yayınları:
1/82-83.