Sosyoloji

Arthur Schopenhauer – Ruh Görme Üzerine, Parerga ile Paralipomena II. Kitap

Arthur Schopenhauer – Ruh Görme Üzerine, Parerga ile Paralipomena II. Kitap

Cisimsel görüngü kaçınılmaz olarak idealizme bağlıdır, dolayısıyla da kendinde şeye, başka deyişle hakikaten gerçek olana ancak dolaylı bir yoldan geri götürülür. İmdi, saptadığımız gibi bu kendinde şey isteme olmalıdır.
…Belki hem tinsel hem de cisimsel görüngülerin altında böyle bir isteme yatmaktadır. Ruh görüngülerinin bütün önceki açıklamaları tincidir.

Düşleri salt düşünce oyunu, salt imgelem resimleri diye göstermeye çalışmak anlayışsızlığa ya da dürüstlük eksikliğine tanıklık eder.

İmgelem resimleri her zaman idelerin çağrışımı ya da güdülerle üretilir; bu resimlere onların isteğe bağlı doğasının farkındalığı eşlik eder. Öte yandan düş tümden yabancı, tümden dışsal bir şey olarak karşımıza çıkar. Bu kendini bize dış dünya gibi dayatır, biz bu dayatmaya karışmayız, hatta o bizim istememize karşıdır.
Düş olgularının en önemsizi bile hiç beklenmedik doğası onlara nesnelliğin, gerçekliğin damgasını vurur.

Bütün bunlar düşün baştan sona beynimize özgü bir işlevi olduğunu, imgelem yetisinden de onun getirmesinden de bütün bütün farklı olduğunu göstermektedir.

Düşle delilik arasında yadsınamaz bir benzerlik var.

Düş, kısa bir delilik diye tanımlanabilir; delilik te uzun bir düş olarak görülebilir.
Şimdiki gerçekliğin düşteki görüsü kesinlikle yetkindir, öte yandan şimdi burada buşunmayan, geçmiş olan, uydurma olan uyku sırasında bilince ancak küçük ölçüde girdiğine göre uykudaki entelektüel çevrenimiz pek sınırlıdır.

Düşün ayırıcı özelliği onun özünde olan uykudur, başka deyişle beyin ile duyuların olağan etkinliğinin kesilmesidir. Düş ancak bu gibi etkinlikler dinlendiğinde ortaya çıkabilir. Dolayısıyla düşü, sonradan da onun gerecini oluşturan, özellikle duyular üzerindeki dıştan gelen izlenimler değildir.

…Düşlerin, düşüncelerin çağrışımı aracılığı ile ortaya çıkarılmaması çok dikkat çekicidir.

Düş, gerçekte beyinde görülür; buradaki porkolojik süreç daha da gizemlidir. Uyku beynin dinlenmesi olsa bile düş, beynin bir işlevidir.

Gövde, tümüyle istemeyle özdeştir, bundan ötürü de o istemenin beyinde ortaya çıkan imgesinden başka bir şey değildir.

Buraya değin kesin olarak ancak şunlar kabul edilebilir, ilkin onların özdeksel organı, göreli dinlenme de olsa bile, beyinden başka bir şey olmaz; ikincisi böyle bir düş görüsü için uyarı, organizmanın içinden gelmelidir, çünkü dışarıdan, duyular aracılığı ile gelemez. Gelgelelim, düş görüsünün dış dünyayla doğru, kesin ilişkisi – bu uyurgezerlikte su götürmez biçimde vardır – bizim için bir bilmece olmayı sürdürür.

Düşte, ışığın, rengin, sesin, kokunun, tadın duyumlarını gerçekten ediniriz.

Düşteki görünme yalnızca beyinde değildir, aynı zamanda duyuların sinirlerindedir.

Geleceği haber veren bildirici düşler, doğal uykuda en az rastlanan, en üst düzeydeki bilicilik düşleridir. Alegorik düşler birincilere göre ikincildir, düşük düzeylidir.

Hipnozla sağlanan uyku, doğal uykunun artmasıdır ya da onun daha yüksek bir olanağıdır.

…Uyku her derde deva, büyük, gerçek bir ilaçtır. Çünkü dirimsel güç uyku aracılığı ile hayvansal işlevinden kurtulur / kurtarılır, tümüyle özgür olur böylece olanca gücü ile vis naturae medicatrix (doğanın iyileştirici erki) olarak ortaya çıkar…

Öyleyse uyumsuzluk iyileşmeyi engelleyecektir.

Biliciliğin başlangıç aşaması uyurgezerlik ya da uykuda konuşmasıdır.

Zaman
Şeylerin gerçek doğasının bir belirlenimi değilse, bu bakımdan önce ile sonra anlamsızdır.

Bilginin zaman koşulundan kurtulmasının yolunu bulmak.

Kendinde şey, düzenekteki primum mobile’dir (ilk devindirici, ilk güdü).

Öyleyse kendinde şey doğası ile yapısı bakımından birincisinden değişik olmalıdır.

İstemenin tinsel yaşamın tümünün ilkesi olduğunun fiziksel kanıtları (Kont Szapary)

İsteme = Kendinde şey

Hayvansal hipnoz…
Bacon’ın büyüyü tanımladığı gibi olsa olsa kılgısal bir metafiziktir.
Bir ölçüde de deneysel metafiziktir.
Çünkü büyüde doğanın ilk yasaları, en genel yasaları bir yana bırakılır; böylece o a priori olanaksız sayılanı bile olanaklı kılar.

Karanlık, sessizlik, ıssızlık dıştaki izlenimleri giderir, beynin içeriden başlayan etkinliğine bomboş bir alan sağlar.

Vizyonlarla, ruh görmeler konusundali kafa karışıklığı gerçekte şu olgudan kaynaklanır. Bütün bilgilerin ilk koşulu olan özne ile nesne arasındaki sınır bu olgularda kuşkulu olur, seçkinliğini yitirir, iyiden iyiye bulanıklaşır.

Öznel ile nesnel arasındaki ayrım temelde kesin değil, her zaman görelidir. Çünkü nesnel olan her şey her zaman genelde bir özne ile koşullandığı için gene özneldir, ancak bu öznel olanda gerçek varolur. Öyleyse son çözümlemede idealizm doğrudur.

Dünya uzamın içinde varolur, uzamda devinir, özdeğin özünü nedensellik oluşturur.
Böylece bu dünya onun bütün kalıplarıyla uyum içinde, yalnızca beynin işlevlerinin ürünüdür, duyu organlarının sinirlerindeki bir uyarı ile, bu işlevlere göre devinir.
Burada bize yalnızca kendinde şey ile ilgili sorun kalır. Duyularımızı dışarıdan etkileyen cisimlerin özdeksel gerçekliği doğal olarak ne ruh görünmelerine ne de düşe aittir. Ruh görünmesi düş organı aracılığıyla algılanır, böylece o her durumda bir uyanıklık düşü diye adlandırılır.

Anlama yetisi yalnızca yüzeysel bir güçtür. O özünde her yerde yalnızca dıştaki kabuğa dokunur, şeylerin içindeki çekirdeğe dokunmaz.

Ruhlar, gözlerin gözüyle değil tinsel gözle görülür (J. Kerner).

Öğretimin sonucu olarak metafizik gerçekliği olan yalnızca istemedir. Bu yüzden de o ölümle yıkılmaz. Öte yandan anlama yetisi, bir gövde organının işlevi olarak yalnızca fizikseldir, gövdeyle birlikte oda yok olur.

Bu dünya düzeni insanı isyan ettirecek biçimde saçma, rezilcesine alıktır. Bu ruhların eylemlerinden, açıklamalarından ortaya çıkan bu dünya düzeni, nesnel olarak gerçek bir taban ya da dayanak elde etmiş olmaz. Tersine, böyle dünya düzeni bütünüyle son kertede cahil bir bilincin, görüleme, düşünme etkinliğinin gücüne dayanmak zorunda kalır. Bu bilici kadın halk için yazılan dilin kitaplarının inançları içinde bütün bütün kendi evindedir. Böyle bir etkinlik dış doğadan gelen bir etki ile uyandırılmış olsa bile zorunlu olarak kendine sadık kalır.

Daha önce diri olanlarla şimdi diri olanlar arasındaki fark kesin değildir; kesin olarak ikisinde de aynı yaşama isteğinin ortaya çıktığıdır. Böylece diri bir adam yeterince geri giderek, ölü birinin iletileri olarak görülen anılarını ışığa çıkarabilir.

Görüleme, Kendinde Şey’in özne tarafından koşullanmış algısıdır.
Görü, algılama diye anlaşılabilir.

Görünün gördüğü görüngüdür.
Görünün gördüğü kendinde şeydir.
İstemenin bize göründüğü biçimdir.

Schopenhauer’in felsefesinde Kant’ın kendinde şeyi bilinmez olmaktan çıkıp isteme olur. Açıkçası bize türlü türlü görünen o şey istemedir. Bireyler yani tek tek varolanlar, bu istemenin cisimleridir. Anlama yetisi görünenleri görmekten öteye gitmez.
İsteklerin ardında koşuştururken onlar, gerçekleştirmeye çalışırken gerçeği ya da her şeyin aynı isteme olduğunu anlayamaz.

Kant dünyanın gerçekte bize göründüğü gibi olmadığını, görünen dünyanın bizim anlama yetimizin koşulları tarafından belirlendiğini söyler. Zaman da uzam da şeyin kendisinde değil insandadır. Kant, görünen dünyanın kendinde ne olduğunu bilemeyeceğimizi belirtir. Özdek, insan aklının ürünüdür, anlama yetisi tarafından işlenmesiyle belirir/biçimlenir.

İlgili Makaleler