Sosyoloji

Arno Gruen – Empatinin Yitimi

Arno Gruen – Empatinin Yitimi

Kayıtsızlık Politikası Üzerine

Önsöz:
İnsan Olmanın Anlamını Sorgulamak

İnsanın duygudaşlığını sorgulamak, onun
insanlığını, onun kimliğini sorgulamaktır.

Auschwitz

İçinde yaşadığımız ortamı gururla
“uygarlık” diye adlandırıyoruz, ancak uygarlığın içinde hâkim olan
yasalar ve güçler, bizden, ruhsal ve bedensel refahımızı hedef alan bağımsız
bir varlık geliştirmiş durumdalar.

İnsan olmanın ne demek olduğu sorusunu çoğu
kişi insanların üstlendiği toplumsal rollere işaret ederek yanıtlar.

Ancak toplumsal çöküntü dönemlerinde,
ekonomik ve politik kaosun hâkim olduğu zamanlarda bu özdeşleşmelere yaslanmak
mümkün olmaz, çünkü roller giderek anlamlarını yitirir

Biz bedensel ve ruhsal gelişimimiz için
diğer insanlara ihtiyaç duyan toplumsal varlıklarız. Ancak insanın kendi yetersizlik
duygusundan kaynaklanan ve onu bir iktidarla öz­deşleşmeye götüren durum,
empatinin yitimine yol açmaktadır.

Kurbanlar
ve Suçlular Meselesi

Acı
zayıflık olarak algılanıyor, acısını yaşayamayan, bunu bastıran eleman bu acıyı
başka canlılarda aramaya başlıyor.

Bu durumdaki insan kendi yadsınmış ve
bastırılmış acısını yakalamak için başkalarını aşağılayacak, başkalarına
işkence edecek ve hasar verecektir.

Aynı zamanda kendi ruhsal hasarını gizlemek
için de bu edimini inkâr edecektir.

İnkâr, kurban durumunda olanı suçlu haline
getirir ve kurbanlarla suçluları ayırt etmeyi hepimiz için belli ölçüde
güçleştirir.

Korkusu, kırılganlığı ve utancı,
cezalandırma yoluyla silinen çocuk, kendisini ezenlerin elinde bir araca
dönüşüyor.

Çocuk başkalarına acı vererek (…) kendi acısından
kurtulmaya çalışır…

Gerçek empati suçlunun kendini haklı
çıkarmasını desteklemek değildir; gerçek empati daha çok, gerçek anlamda insan oluşun
yolunun insanın kendi geçmiş acısıyla yüzleşmesinden geçtiğini kavramasıdır.

Şiddeti görmezden gelmekle onu
destekliyoruz. Gerçek acı karşısında kayıtsızlık ve korku, acıyı giderek daha
az algılamamıza yol açıyor. Algılayacak olsak bir şey yapmamız gerekir. Ama
sorumluluk üstlenmek korku vericidir.

Çocukluk
Döneminin ve Çocuk Oluşun Tarihine Dair

Eğer bir çocuk içindeki acıya ulaşmanın
yolunu bulamıyorsa ve bunun için ona yardım edilemiyorsa canlılığı dumura
uğrar, o zaman iç yaşamını dışa, maddesel olana kaydırır.

İ.S. 374 yılında çocukların öldürülmesi ilk
kez kanunen ceza kapsamına alındı. Ama ortaçağa kadar bebekler nehirlere,
lağımlara, gübre yığınlarına atılmaya devam etti.

19. yüzyılın sonlarına gelindiğinde bile
Londra sokaklarında bebek cesetlerine rastlamak olağan bir durumdu.

Antik dönemde çocuklara uygulanan ve açıkça
sergilenen gaddarlığın yerini günümüzde sahtekârca bir iyilik aldı.

Kimliğimiz

Duygudaşlığımızın
yitimini nasıl telafi ediyoruz?

Eğer bir zamanlar yaşadığımız kurban
durumunda oluşun yaralarını bastırmak zorunda kalırsak başkalarının acısını hissetme
yetimizi de kurban etmiş oluyoruz.

…bir çocuk kendisine verilen acıya ve
yaralara ancak bunları tersine çevirerek, yani inkâr ederek ve dünya düzgünmüş
gibi davranarak katlanabilir.

Çocukluğun tarihi bu yüzden sadece çocuklarımızın
kişiliklerinin yok sayılmasının, inkârının tarihi değil, aynı
zamanda kendi acımıza ve bizi değersiz hale getiren kendi içimizdeki
kurbana duyduğumuz nefretin kuşaktan kuşağa devredilmesinin de tarihidir.

…insan oluşumuzun tarihi aslında empatinin
bastırılmasının tarihidir. Ancak empatinin bastırılmasıyla şiddet ve yıkımı
meşrulaştıran bir bilinç gelişmektedir.

Çoğu insan farazi duygularla gerçek
duygular arasındaki uyuşmazlığın farkında değildir. İnsan barıştan yana
olduğuna inanıp barış için savaşmak üzere savaşa katılabilir. Burada eylemle
niyet örtüşmez.

Ama çoğu insan bunu görmez. Kimliklerini
daha güçlü biriyle özdeşleşmeye dayandırırlar, çünkü bu onları yaralı kendilikleriyle
yüzleşmekten korur, onlara dış düşmanlar sağlar. Böylece nefret ve
saldırganlığın hedefi dışa yönelir ve iç “düşman”dan duyulan korku
böylece değiş tokuş edilir.

Niçin
düşmanlara ihtiyaç duyuyoruz?

Düşmanlara, kendilik nefretimizin hedef
taşı olarak ihtiyaç duyarız. Anne-babalarımızın bizde aşağıladıkları veya reddettikleri
şeyler için cezalandırmak üzere düşmanlar ararız.

İnsan başkalarını cezalandırabildiği,
aşağılayabildiği, hatta yok edebildiği sürece kendi kendisiyle yüzleşmek
zorunda kalmaz.

Bilincin
oluşumu

…ancak kendisi için olağanlaşmış olanı sorgulayan
ve ne kendisine ne de diğer insanlara yabancılaşmış biri kendisini anlayabilir.

Buradaki sorun bilinç anlayışıdır. Bunu kendimiz yaptığımızda bile sorunlarla karşılaşıyorken,
bir başkası yaptığında onu hemen düşman ilan ederiz.

Bir insanın öğrenmek için mümkün olduğunca
az hata yapması gerektiğini düşünürüz.

…çocuklar doğumlarından itibaren bir
yasaklar bombardımanıyla karşılaşıyorlar.

Çocuklar ortaya koydukları ve bir zamanlar
anne-babalarından da beklenmiş olan performanstan dolayı sevildiklerinde sorun
çıkıyor.

Çocuk anne-babası tarafından kendisi olduğu
için sevilmek ister, ancak anne-babası onu sadece yaptığı şeyler için sever ve
ödüllendirirler, o olduğu için değil.

Çocuğun kendini bulmasının önkoşulu öncelikle
anne ve babayla dolaysız bir bağlantıdır.

Bilinç,
kendiliğin nasıl geliştiğine bağlıdır: Yalnızlığımızın varoluşsal endişesi

Erikson’un kavramına göre anne çocuğun
kendisine dair, kim olduğuna dair bir duygu geliştirdiği ortamdır.

Çocuk kendi hayatının anlam ve önemini, annesinin
ona verdiği anlam ve önemden çıkartır.

Yetersiz
bir kendiliğin ifadesi olarak cinsler mücadelesi

Huzursuzluğumuzun asıl nedenini,
yetersizlik, çaresizlik, acı, umutsuzluk ve korku duygularımızı saldırganlığımızın
nedeni olarak kabul etmek yerine, bunu kadın ile erkek arasındaki farazi
rekabete yansıtırız.

Erkekler, bu cinsler mücadelesini, yaşam,
acı ve endişe karşısındaki korkularını örtmek için kullanırlar.

Erkeğin
indirgenmiş bilinci üzerine bir yorum olarak Shakespeare’in Hamlet’i

Dil,
Bilinç ve Sağ ve Sol Beyin Yarımküreleri

Çocuğun kendiliğinin ve dilinin gelişimi
birlikte gerçekleşir.

Bir yetişkinin sol beyin yarımküresi hasar
gördüğünde afazi geçirdiğini yüzyıldan uzun bir süredir biliyoruz. Afazi
konuşma yetisinin yitimidir… (s. 61)

Dilimizde ilk çocukluk dönemimizin yaşantılarına
denk düşecek sözcükler yok (onları bu yüzden unutuyoruz).

…dil sadece bir iletişim aracı değil, aynı
zamanda bir algılama organıdır.

Yabancılaşmış
Beden

Tasarımlar bize sahip olmamız gereken
duygular yoluyla aktarılıyor. Bu duygu rollerini üstleniyoruz ve bunları kendi
duygularımız olarak görüyoruz. Kendimiz olduğumuzu sanıyoruz. Ama aslında
farkında olmasak da sadece itaatkârız. (s. 75)

Otorite tarafından tanınma, onay ve övgü,
kendi algılayışlarımızın yerine geçiyor.

Korku
ve Kimlik Yitimi

Kendi ruhsal acımızla olan bağımızı
yitirdiğimiz için duygudaşlığımızı da yitirdik.

Çocuk olarak, bağımlı konumumuzun
çaresizliği içinde yetişkinlerin beklentilerine karşılık vermeye çalışırız. Bu bizi
onlara bağımlı kılar.

Bir zamanlar anne-babalarımızın irade ve
isteklerine uymak zorunda kaldığımız ölçüde kendi gözlerimizle görme
olanağımızı yitiriyoruz.

…çocukların suçluluk duygularını itiraf
etmelerine ve bu duygularıyla yüzleşmelerine izin verilmezse kayıtsızlaşırlar.

Kurban karşısında acıma duymak yerine kendimizi
onun tarafından kandırılmış hissederiz.

Ama suçluya hayranlık duyarız…

İnsan kendi acısını, başa çıkması olanaksız
olduğu için yaşamından tamamen çıkartırsa, o zaman başkalarının yaşamını elinde
tutma duygusu, bu iç boşluğu dolduracak bir ikame olur. Böylece şiddet yaşamın
amacı haline gelir…

Kayıtsızlık
Fenomeni

Kurban ve suçluyu ayırt etmekte zorluk
çekmeyiz. (ama yine de görmezden geliriz/görmeyiz…)

…şiddetten etkileniyoruz, ama bizde yarattığı
duygu kendimizden nefret oluyor ve bu da kendi içimizdeki şiddet eğilimini
hakkaniyet maskesi ardında serbest bırakmamıza yol açıyor. Oysa kurbanlar
karşısında duygudaşlık göstermiyoruz. Aksine kurbanlar bizde tedirginlik
yaratıyor, hatta kendi içimizdeki kurbandan nefret etmeye zorlandığımız için
kurbanlardan nefret ediyoruz.

“Şimdi onları öldürmezsek büyüyüp gerilla
olacaklar. İşlerini şimdiden bitirmeliyiz.” Salazaar, Aralık 1981’de El
Salvador’da bu sözlerle emrindekileri katliama teşvik etti. El Salvador’da
yerli Kızılderililerin kökü kazınırken ABD, hükümete milyonlarca dolarlık destek
verdi.

Narsisizm
ve Kimlik

Narsisizm

Bizimki gibi bir toplumda,
“doğru” ve “yakışık alır” davranmak üzere yetiştiriliriz.

Sadece biçimle yetinmek isteyen insanlar
poz verirler, oyuncudurlar ve bu yüzden de sürekli izleyici karşısındadırlar.
Davranışlarının ardındaki dürtü gerçek bir duygudan değil, yeterli olamama,
geçerli normlara uygun davranamama korkusundan kaynaklanır. Hatta sonunda
kendilerine biçilmiş rolleri “doğru” oynamaktan, kusursuz sergilemekten haz almaya
başlarlar. Narsisizmin özü buradadır: “Doğru” tavrı, istenen görüntüyü
sunmaktan dolayı
kendini sevmek. (s. 102)

Eğer yaşamın anlamı sadece başarıyla
tanımlanıyorsa, o zaman aslında bir kimlik sahibi olmayan, ama bu boşluğu toplumsal
beklentilere göre doldurarak rol yapmayı beceren insanlar gerçekten başarılı
olanlardır.

Kimlik

Şiddeti harekete geçiren, insanın kendi
kurban durumunda oluşu karşısında duyduğu nefrettir.

Saldırganla
Özdeşleşme: Uygarlığımızın Temeli

Çocukların kendi yollarını bulmalarını
kolaylaştıran sınırlar vardır.

Ama çocuksu algılayışlar ve tepkiler göz
ardı edildiği için çocukların gelişimini engelleyen sınırlar da vardır.

Eğer anne-baba çocuğun ihtiyaçlarına uygun
davranmazsa, duygu dünyasını göz ardı ederse, çocuk onlardan bir yankı bulamazsa,
bunlar çocukta apatiye yol açar.

…bir çocuğun duygusal ihtiyaçlarına
karşılık vermemek bir tür şiddettir.

Sınırları
koymak ve ihlal etmek

Yararlı ve anlamlı sınırlar koyabilmek,
çocukla heyecanlarında ve algılayışlarında uyumlu olabilmeyi gerektirir.

Eğer kâşif gibi yaşayamıyorsa her çocuğun
gelişimi zarar görecektir.

…öğrenmeyi engelleyen uyaran fazlalığıdır.

Öğrenmek

…gerçeklik olarak kabul gören şey öğrenmeye
değerdir, öyle ki gerçeklik ve öğrenmek tek bir amaç olarak iç içe geçerler.

Ama tam da öğrenmenin olmaması gereken
şeydir bu; öğrenme, yumuşak uyarımlara ilgi gösterme eğilimiyle ilişkili
olmalı.

…ödüllendirme, başarı baskısı yapmanın
rafine bir şekilde maskelenmesinden başka bir şey değildir.

Sınır
ihlalleri: Vaka aktarımları

Çocuklar kendi algılayışlarının yardımıyla
kendi kendiliklerini oluşturmada engellendiklerinde sınırlar ihlal edilmiş
olur.

Korku
korunmuşluk duygusuna dönüşürse

Eğer bir çocuk aslında kendisini koruması
gereken bir yetişkin tarafından ruhsal ve/veya bedensel olarak ezilir, sığınacak
başka kimse de bulamazsa sınırsız bir korkuya kapılır.
Çocuk bu muazzam ve felç edici korkudan kurtulmak için ya
ölmek ister ya bir psikoz geliştirir ya da olağandışı bir hayatta kalma
stratejisi izler. Çocuk bu korkudan ve buna bağlı olan acıdan uzaklaşabilmek
için kendisini ezeni, tacizcisini idealleştirmeye ve özdeşleşme nesnesi haline
getirmeye başlar.

Saldırganlık
kendiliğe yönelirse

Korkudan bir başka olası “çıkış
yolu” da ölüme doğru yöneliyor.

Onaylanmamaya
karşı hayatta kalma stratejileri

…bir insanın varlığının onaylanmaması var olmamakla
aynı anlama gelir…

Kurban durumunda olmak / utanç… Bu
korelasyon kurbanı saldırgan tarafa geçiriyor.

Bu utanç kurban olma durumuyla birlikte
bilincine varılmadan kuşaktan kuşağa aktarılır. Böylece güç, varlığımızın temel
ilkesi olarak sürekli biçimde yerleşikleşir. (s. 130)

Ahlak
ve İnsanlık

Suçun
katlanılmazlığı

Vicdan ve suç, toplum içinde birlikte
yaşamamızın ahlaki temelleri olarak kabul edilir.

“İnsan sadece birinden hoşlanmadığı için
onu öldüremeyeceğini öğrenmek zorundadır. Ahlak böyle başlar.” Freud

…cezalandırma burada ahlakı korumak için motor
görevi görür.

Bizim deneyimimizde suç, kötü olmakla,
aşağı olmakla, bir başka deyişle kendilik değerindeki eksiklikle ilişkilidir.
Bu nedenle suç inkâr edilir. Bizde insanlar azap verici suçluluk duygularından
kurtulmak için saldırgan, şiddet dolu davranır.

Suçluluk duygusu belirdiği anda
bastırılıyor ve dışa yansıtma yapılıyor. (s. 136)

Suç
ve utanç

Gerçek suç, bir başkasının suçunu üstlenmek
değil, aksine kendi suçunu hissetmektir ve insanın kendisinden duyduğu utançla
kendini gösterir. Kendimize ve diğer insanlara karşı sorumluluğumuzu sadece bu
olgunlaştırabilir.

Kaynağım duygudaşlıktan ve bir başkasının
durumunu hissedebilmekten alan utanç, insan olarak ne olduğumuzu, kendimizle
yan yana ve karşı karşıya nasıl durduğumuzu gösterir.

Vicdan
ve üst ben

Yasaklar gerçek bir ahlak bilinci değil
zahiri bir vicdan oluşturur.

İnsanlar arası gerçek ilişkilerin yerini
poz alırsa, gerçek yakınlık da yok olur. Aynı şekilde vicdan da poza dönüşürse
gerçek suçluluk ve sorumluluk duygusunu hissetme imkânı da ortadan kalkar.

Çocuklar
suçu nasıl üstlenir: Vaka örnekleri

Kendi geçmişinin karşısına çıkmak ve
gerçekleri ortaya çıkartmak büyük bir korku yaratır.

Kendimizi suçlu hissediyoruz ve bu bizi her
zaman kurban rolünü üstlenmeye hazır kılıyor.

…kurban durumunda olunca kendimizi canlı
hissediyoruz. Bu, yaşamaya devam etmemizi sağlayan bir tür kendini sevme, bir
tür narsisizm. Kurban durumunda oluş iki yöne götürebilir: Ya protesto ve
başkaldırıya veya empatinin yadsınmasına ve faşizme. Her halükârda (…) saldırganlığımızı
dışa yöneltmekte ve başkalarını kurban durumuna getirmekte kendimizi haklı
görürüz.

Kurban
durumunda olmak ve suçluluk duyguları

“Birisine itaat etmeyi öğretmek için ona,
örneğin ortada durup koyun gibi melemek gibi aşağılayıcı şeyler yaptırırız”

Nikaragua eski diktatörü
Somoza’nın kötü namlı Ulusal Muhafızlar’ını eğiten bir uzman

İtaatin kapsadığı her aşağılamanın altında
yatan potansiyel burada kendisini gösteriyor: Kendi içindeki kurbanı, cezalandırmak
üzere kendi kendilik sınırlarının dışında aramak. Kişi kendisini o zaman güçlü
ve değerli hissediyor.

Şiddete dayalı her gruplaşmanın içindeki
gelişim bu yöndedir.

Sevgiyi İnkâr Temel Suçtur

Cezalandırma

Birisi cezalandırıldığında kendimizi
rahatlamış hissediyor, bunun nedenlerini öğrenmek bile istemiyoruz.

…toplumumuzdaki insanlar da kendilerini
değersiz hissettikleri için sürekli suçluluk duyuyor…

Bizim çağımız ve kültürümüzde de kurbanlar
değiştirilebilir. Önemli olan insanın kendi yetersizliğinin suçunu yükleyebileceği
ve ardından cezalandırabileceği bir kurban bulmasıdır. (s. 165)

Utanç

…bilincine varılmış suçun yol açtığı acı
verici duygu…

Utanç
ve kendine ihanet: Vaka aktarımları

Düşük kendilik değeri, bir başkasının da
kendisine değer vermesini kabul etmesine izin vermiyor…

Mutlak
anne-baba sevgisi miti

İnsanlar zaman zaman bize yaşam diye
sunulan yalanın farkına varabiliyorlar.

Ölümün
maskelenmesi olarak kurbanlık hali

İlişki
ve Bağlılık Aynı Şeyler Değildir

Bir ilişki ancak, anne-baba, çocuklarının
içindeki canlı varlığa, çocuk onların anne-baba olarak değerini onayladığı için
değil de, sadece çocuğun kendisi için değer verdiklerinde oluşur.

İnsan hiçbir şeyi değiştiremeyince de mutlak
bir güçsüzlük duygusu oluşur.

Sağ
ve sol isyankârlar

Sol isyankâr sevgiden korkar, çünkü aksi
halde adalet talep ederken aslında annesinin sevgisini aradığım itiraf etmek
zorunda kalacaktır. Buna karşılık sağ isyankâr sevgiden nefret eder, çünkü aksi
halde annesi tarafından hiçbir zaman kendisi olduğu için sevilmediğini, sadece
babasına karşı bir araç olarak kullanılmak üzere sevildiğini itiraf etmek
zorunda kalacaktır.

İdealler,
İdealleştirmeler ve Bunların Politik Sonuçları

İdeallerin ezenin idealleştirilmesiyle
oluştuğu bir dünyada idealler ne anlama gelir? İyinin peşinde olduğumuza inanırız,
ama kendimizi inkâr etmemizi sağladığı için aslında bağımız kötüyledir. Ezene
dair olumlu imgeyi koruyabilmek için içimizdeki bu kurbanı inkâr etmek zorunda
kaldığımız sürece boşu boşuna kötülük biçimindeki iyinin peşinde koşmaya devam
edeceğiz. Geçmişimizde yaşadığımız acı ve terörle yüzleşmedikçe idealler
gerçekleştirilemez.

Ancak kendiliğine sahip bir insan
sorumluluk üstlenebilir.

İdealleştirme, bize acı verenlerin elinden
kurtarılmak umuduyla bağlantılıdır. İdealler ise kendimizi düzeltmek ihtiyacıyla
bağlantılıdır

Başkasının acısını ve endişesini
hissedebilmek kötülüğü olanaksız kılar. Ama eğer acı bilinçten kopartılmışsa, o
zaman bu acı, ifadesini insanın ve doğanın tahrip edilmesinde bulan bir acıdan
intikam alışın temeli haline gelir.

Karl
Marx

Ne pahasına olursa olsun üretimin büyümesi
üzerinde yoğunlaşanlar, insanı bütünlüğü içinde ve başlıca meselesi yaşamın
anlamı olan bir varlık olarak görmekten vazgeçmiş demektirler. Bunun yerine
insanı üretimin vazgeçilmez bir parçası statüsüne indirgemişlerdir.

Marx, üretimin büyümesine öncelik tanıdığı anda
yüreğiyle ilişkisini kaybetmiştir.

Çocuklarımız
ve Tersine Dönüş:

Hakikat
Kötülüğe Dönüşüyor, Yalan İse İyiliğe

Çocuklarımızı sevdiğimizi söylüyoruz. Ama
yarattığımız dünya çocuk düşmanı bir dünya. Çocuklar artık tehlikelere maruz
kalmadan sokaklarda oynayamıyorlar. Bir çocuğun hayal gücünü özgür bırakabilmek
için keşfedeceği yerler nerede?

Bilim
ve İlkellik

İlkellik

Çok şey biliyoruz, ama hiçbir şeyi kavramıyoruz.

Duyguları
anlamak dendiğinde genellikle onları kontrol altında tutmak anlaşılır. Sevgi,
nefret gibi duyguları kontrol etmeye çalışırız, ancak hayatın devinimi denetim
düşüncesiyle anlaşılamaz
.

İlkeli arayış, en eski insan olanağını tanımlama
arayışıdır.

Bir insanın karakterini
küçümseyebilirsiniz, ama kendisini asla. Yani hakkında hiçbir zaman nihai bir
yargıda bulunulamaz…

Çelişkiler

İlkel insanlar, somut gerçekliğe yönelik
olmaları temelinde çelişkileri asla bastırmazlar. Ritüellerinin yapılan iç
çatışmaların dinamik sürecini sembolize eder. Bizde ise ritüeller zıt duyguların
tanınmasına değil, bastırılmasına hizmet eder.

…ilkel insanlarda soyut düşünce yaşanandan
ayrı biçimde gelişmez.

Psikiyatri dünyamızı araştırmaya değil,
onaylamaya hizmet ediyor. Bu alandaki tüm ilerlemelere rağmen bunu söylüyorum.
Çocukluğun ilk yıllarındaki acı inkâr edildiği sürece, bu acının kaynağı ve
dolayısıyla toplumdaki asıl yıkıcı unsurlar örtülü kalacaktır. (s. 255-256)

…acının inkârı şiddeti harekete geçiriyor.

Bizim
Korkumuz İlkel İnsanların Korkusundan Farklıdır

Acıyı inkâr etme noktasına getirildiğimiz
için, yarılmış bir şekilde yaşıyoruz.

Korkudan kaçmak için gösterdiğimiz sürekli
çaba içinde durmadan başarı ve onay peşinde koşmak zorunda kalıyoruz (Bu da beraberinde başarısızlık korkusunu
getiriyor
).

…kendimizi kimlik yetersizliğimizle desteklenen
bastırılmış korkudan korumak için düşman imgeleri yaratma gereksinimi duyarız.

(İdeoloji
başlığı altına dizilen bütün aşırı fraksiyonların zemini budur
)

Bu tür girişimlerin temelinde her zaman,
insanın iç boşluğu karşısında duyduğu korkuyu sembolik bir güçle özdeşleşerek
örtme çabası vardır.

Görünüşten ibaret böyle bir kimliği ve
sözümona kendilik değerini ayakta tutmak için de, sözde düşmanların aşağılanmasının
ve katledilmesinin sona ermemesi gerekiyor.

Kurbanların aşağılanması (…) vicdanın son
artıklarını da bastırmak için bir bahanedir.

Terör duygusunu yaratan, insanın kendi
kendisiyle karşılaşması ve içindeki boşluk ve anlamsızlıkla yüzleşmesi
tehlikesidir. Bu en eski korku, insanın kendisi olarak tanınmaması korkusudur.

…toplumumuzun (endüstriyel ilişkilerin,
kapitalizmin) işlerliğini sağlayan da bu korkudur.

Korkuya yaklaşıma ilişkin (ilkel toplumlar ile çağdaş toplumlar
arasındaki
) belirleyici fark, ilkel halklar yeryüzündeki yaşamı ön plana
çıkartırken, uygar insanların öbür dünyadaki yaşamı temel mit haline
getirmeleridir.

Zaman kavramımızı makineler belirliyor. Ayarımızı
makineler yapıyor, kendimizi onlara göre değerlendiriyoruz. Doğal ritimlerimizi
yitiriyor ve böylece giderek kendimizden uzaklaşıyoruz. Bugün artık toprağı
neredeyse sevmiyoruz, neredeyse gözlerimizle görmüyor ve kulaklarımızla
işitmiyor ve yüreğimizin sesini ancak bizi protesto edip teklediğinde
dinliyoruz.

İnsan özel mülkiyet için çaba göstermeye
başladığında şiddet, dolandırıcılık, hırsızlık ve gasp ortaya çıktı.

Korku bizi, oynadığımız roller üzerinden onay
aramaya götürür ki bu da bizi kendimize biraz daha yabancılaştırır ve kendimizi
daha da değersiz görmemize neden olur. Sonuçta bizim peşinden koştuğumuz şey,
bize acı vermiş olanların onayını ve takdirini almaktır.

Tarihsel
Bilincimiz

Tarihsel bilgi, yaşayan insanlar arasındaki
alışveriş örneğindeki gibi, zamanlar arasında bir iletişim biçiminde olmalıdır.

Tarihçi, toplumun kendi kendisini
tanımasına gerçek anlamda katkıda bulunabilmek için toplumun tümüne
yönelmelidir.

(ilkel insanlar) Kültürleri, ilgi, sevgi ve
saygı ihtiyacının tatmini ve korunmasına yönelik olduğu için ilerlemeyi bir
ideal olarak önlerine koymuyorlar.

…şiddet, insanların mahrum edildikleri
sevgiye duydukları özlemin dile gelişidir.

İnsanlar, yaşadıkları sevginin sahteliğine karşı
mücadele etmek yerine, kendilerine gerçek sevgiyi hatırlatan (…) ne varsa ona
karşı mücadele ediyor.

Uygarlığımızın gündemindeki çıkmazı, ancak
sevgi dolu olana şans tanıyan bir çocuk eğitimiyle ortadan kaldırabilir veya
zararsız hale getirebiliriz. Politika, yıkıcı ve ölümcül olana borçlu kaldığı
sürece sevgi olasılığı göz önüne alınmayacaktır.

Terrence
DesPres ve Hayatta Kalanlar:

Var
Olmamak ve Onur Hayatta Kalmayı Sağlıyor. İnsan Olmak ve Şizofreni Üzerine Bir
Değerlendirme

Çağımızda iktidarın sonucu, yaşamın
kendisine karşı bir düşmanlıktan başka bir şey değil…

Yaşam bizim içimizde, dışarıda değil…

Hayatta
kalan ve şizofren

İkiyüzlülük şizofrene yabancıdır. Bu yüzden
de bu toplumsal anlamda çözünmüş duygu dünyasını reddeder.

Hayatta kalan ve şizofren bize sahte
olmayan, gerçek duygu neyse, ona giden yolu göstermektedirler. Ama insan,
insani gelişimi saldırganla özdeşleşmenin belirlediği noktada gerçek anlamda bir
onura sahip olma yetisini yitirmektedir. (s. 286)

Yahiler (Kaliforniya’nın Oroville bölgesinde
yaşayan yerli kabile) beyazların kendileri için onurlu bir yaşamı imkânsız hale
getirdiklerini gördüklerinde bu dünyadan geri çekilmeye ve yok olmaya karar
verdiler. Bu kararı küskünlük duymadan aldılar. Acımasız beyaz dış dünyanın
aksine Ishi ve kabilesi, rüşvet kabul etmez, insani, merhametli ve acılar
çekerek açlıktan ölmeyi göze alacak kadar inançlı kaldılar.

Pitjantjara’da (Aborjin kabilesi) ‘var
olmak’a karşılık gelen bir sözcük yok. (…) Tüm evren sonsuz bir ‘karşılıklı
ilişki’ içinde bulunuyor.

Her şey bir başka şeyle ve bütünle ilişki
içinde bulunuyor. İnsanın dünyayla bu türden bir ilişkisi varsa, bizim karakteristik
özelliğimiz olan kendine ve çevreye yabancılaşma gerçekleşemez. Acıdan kaçmayan
insanlar bütünlüklerini koruyorlar.

Soyutlama üzerine kurulan bir bilinç insanın
duygularına ulaşmasını zorlaştırıyor. Eğer algılayışımız saldırganla özdeşleşme
yoluyla belirlenmişse, bu algılayışları değiştirmek ve otantik duygularımıza
yönelmek çok zordur.

Var
Olmama Mücadelesi: Hastalar Kendilerini Koruyor

Gerçek bir ilişki yaşamadan hiçbir zaman
gerçek bir insan olamayız.

Hastanın
Büyülü Zenginliği

Bir insan, acıdan ve dertten bağlarını
kopartmışsa bizim gözümüzde “normal”dir.

Psikiyatri bu bakış açısını destekledikçe
uygarlığımızın insanlık-dışı yanının aleti oluyor ve acısını inkâr etmeyenleri
cezalandırıyor.

Başkalarını kurban durumuna sokarak, ayakta
kalabilmek için kendimize düşmanlar yaratarak kahramanlığa giden bir yol
açarız. Bu yola bir kez girdik mi, her türlü eleştirel uyarı, ihanet ve ağır
hakaret kabul edilir.

Bu kurban durumunda olma durumu, insanın
içinde sadece sahip olmak ve hükmetmekle görünürde ayakta kalabildiği bir
uygarlıktaki ilişkilerimizin temelidir.

Yaşamın
Anlamı ve İçimizdeki Şiddetin Temeli Olarak Kurban Durumunda Olma

Eğer çocuklar kurban durumuna getirilirse
kurban durumunda olma tutumunu koruyorlar ve kendilerini hayatta hissedebilmek
için sürekli tekrarlıyorlar.

Böyle bir tutum, ardında yatan hayatta
kalma mekanizması dikkate alınmadan mazoşizm olarak kategorize edilir.

Şiddetin
temeli olarak kurban durumunda olma

Bu insanlar (şiddete başvuranlar) aldıkları
yaraların kederini duyamazlar, çünkü zayıflık olarak nitelenip yok sayıldığı
için kendi acılarıyla ilişkileri kopmuştur. Böylece acıya eşlik eden saldırganlığı
dışarıya aktarmak zorunda kalırlar.

İnsan kendisinin kurban durumunda olduğunu görmek
zorunda kalmamak için kendisine kurbanlar arar.

Sevgi
Olmayan Sevgi ve Kimlik Olmayan Kimlik: Toplum İçin Sonuçlan

Daha iyiyi arıyoruz ama hep bizi baskı
altına alan, zor kullanan, baskı ve başkaldırının bireysel tarihini tekrarlayan
liderleri seçiyoruz. Böylece acı çekme tarihimiz sürekli ileriye aktarılıyor.

İnsani kimliklerinin sarsılmasına izin
vermeyen insanlar her yerde var. Önemli olan bu insanlığı, kuşkusu olanların
içinde güçlendirmek.

Tarih
Nedir? Ne Yapılmalı?

Aslında gerçeği ilksel olarak fark
ettiğimiz için kendimizi suçlu hissederiz, aynı zamanda da başkalarını, kendi
kurban durumunda oluşumuz için cezalandırmak üzere kurban durumuna sokarak bu
suçu sürekli inkâr ederiz.

“Orijinal olarak doğuyor,
ama kopya olarak ölüyoruz.”

Edward Young

Der
Verlust des Mitgefühls

Türkçeleştiren: İlknur İgan

Çitlembik Yayınları

Üçüncü Baskı, Temmuz 2012

İlgili Makaleler