Felsefe Yazıları

Aristoteles’in Metafizik Teorisi

Aristoteles’in Metafizik Teorisi
Platon’un öğrencilerinden biri olan Aristoteles (M. Ö. 384 –
322) hocasının görüşlerini reddetmiş ve gerçekliğin temel yönlerini
doğal dünyada ve değişme sürecinde bulan metafiziksel bir
teori geliştirmiştir. Aristoteles, kendisini doğa bilimine, özellikle
de biyolojiye olan ilgisinin meyvelerini derlemeye bırakmadan
önce, 20 yıl süreyle Platon’un Akademi’sinde çalışmıştır.
O sonraki birkaç yıl boyunca doğal organizma örnekleri toplamış
ve bunları analiz etmiştir. Daha sonra Büyük İskender’in öğretmeni
olmak üzere, babasının sarayın hekimi olduğu anayurdu
Makedonya’ya dönmüştür. Makedonyalılar Atina’yı fethedince,
Aristoteles kendi okulu Lise’yi kurmak üzere, yeniden Atina’ya
geri dönmüştür. Derslerin hoca ve öğrencilerin bahçelerde dolaşırken
yürütülmesi olgusundan dolayı, Aristoteles’in kendisi
“Peripatetik” (yürüyen, gezgin kişi) ve onun izleyicileri de
“Peripatetikler” olarak bilinir. Aristoteles’in metafizik, etik
teorileri, siyaset felsefesi, vb., okulda dersler şeklinde sunulmuştur.
Günümüze kadar ulaşmış olan yazılar ya da eserler ise, muhtemelen
ya öğrencilerin notlarından ya da Aristoteles’in derslerde
kullandığı notların bir kısmından meydana gelmektedir. Bu
notlar bir sandık içerisinde korunmuş ve onun ölümünden birkaç
yüzyıl soma bulunmuştur.
Aristoteles’in metafizik görüşleri oldukça karmaşık olup,
çoğu filozofun teorisi gibi, değişik yorumlara konu olur. Biz burada
onun teorisinin belli bir yorumu üzerinde odaklaşacağız. Bölümün
sonunda okuyucuya, bazıları Aristoteles’in ve diğer filozofların
teorilerine ilişkin farklı açıklamalarla değerlendirmeleri
ihtiva eden ek okumalar önerilecektir.
Fizik (ya da Doğa Üzerine) ve Metafizik adlı eserlerinde,
‘ Aristoteles işe, Platon’un gerçek dünyanın gündelik deneyimimizde
dolayımsız olarak tanıştığımız dünyadan farklı olması ge –
rektiğini bildiren teorisinin bir reddiyesiyle başlar. Aristoteles,
bunun yerine, deneyimlediğimiz şeyin gerçek olması gerektiği,
gözle görülen dünyanın değişen doğasının gerçekliğin temel bir
karakteristiği olmak durumunda olduğu üzerinde ısrar eder. Değişen
doğal dünya, onun fiilî bileşenlerini ve bu bileşenlerin nasıl
iş gördüklerini bilebildiğimiz takdirde, anlaşılır hâle gelir.
Doğal her nesne sürekli bir değişmeye maruz kalmaktadır. Fakat
bu değişme sürecinde, sadece değişen bir şey değil, fakat aynı kalan
bir şey de vardır. Değişen nesneyi, o tam olarak kalıcı ve sürekli
olmadığı ve dolayısıyla da gerçekdışı olduğu için, tümden bir
kenara atmak yerine, Aristoteles, gerçekliğin neden meydana
geldiğini keşfetmek için, değişmenin neyi içerdiğini anlamaya çalışmak
gerektiğini öne sürer. Bunu yapabilmek için, her değişmede
“dört neden”in içerildiğini anlama zorunluluğu bulunmaktadır.
Dört neden gerçekte değişen bir şeyle ilgili olarak sorulabile –
cek sorulara verilen cevaplara tekabül eder: Değişen nedir?
(Maddî neden)?, O neye doğru değişir, hangi formu alır (Formel
neden)?, Onu değiştiren, ondaki değişime yol açan nedir (Fail Neden)?,
ve O hangi nedenden dolayı veya hangi amaç için değişir,
değişmeyle hayata geçirilecek hedef nedir (Final neden)? Aristoteles’in
gözde örneklerinden biri dört neden arasındaki farkları
aşikâr hâle getirebilir. Bir mermer kütlesinden bir heykel yapıldığı
zaman, maddî neden değişen madde, yani mermerdir. Formel
neden, maddenin aldığı şekil ya da form yani, heykelin biçimidir.
Değişim bir dış güç, bu örnekte heykeltraş olan bir fail neden tarafmdan
meydana getirilir. Nihayet, ve Aristoteles için muhtemelen
en önemli unsur olarak, mermerin niçin bir heykel hâline
geldiğini açıklayacak bir nedenin olması gerekir. Burada final neden
değişme ile ulaşılacak amaç, muhtemelen de heykeltraşm
yapma isteği duyduğu bir güzel nesnenin yaratılmasıdır.
Şu hâlde, her değişmede aynı kalan bir şey, yani madde, ve bir
de değişen bir şey, yani form vardır. Başlangıçta, nesne başka bir
şey olabilme potansiyaline sahiptir. Ve değişme, öyleyse varolan
potansiyelleri bir aktüelleştirme, belli bir formu olan maddeyi,
başka bir form altmda yeniden madde hâline gelecek şekilde dönüşüme
uğratma sürecidir. Gerideki sabit madde, başka bir form
almakla birlikte, aynı kalabilir. Buna göre, meşe palamutu bir
meşe ağacı hâline geldiği zaman, formel anlamda gerçek bir değişme
var iken, maddî anlamda gerçek, kalıcı ve sürekli bir öge
bulunmaktadır.
Aristoteles, çoğu değişmenin dışsal bir güce ihtiyaç duymaz
gibi göründüğü yerde, bazı değişmelere dış güçlerin neden olduğunu
gözlemlemiştir. Onun “doğal olmayan” veya “cebrî” değişmeler
admı verdiği ikinci türden değişmeler, bir şey doğanın
normal seyrine mudühale ettiği zaman vuku bulur. Söz gelimi,
bir ağaç bir masaya dönüşebilir, ama bu doğal, normal gelişme
değildir. Bu süreç sadece, bir insan varlığı sahneye çıktığı ve olay –
ların normal akışını değiştirdiği zaman söz konusu olur.
Aristoteles’in her yerde ve özellikle biyolojik âlemde sergilendiğini
gördüğü doğal değişme dışsal hiçbir müdahale içermez.
Nesne kendi başına bırakıldığında doğal olarak değişir ve yeni
formlar alır. Tohumlar bitki ve ağaç, köpek yavruları köpek,
yavru kediler kedi olur ve gezegenler kendi sabit yörüngelerinde
dönerler. Normal, doğal değişmelerin hepsi de amaçlı gibi görünmektedir.
Nesneler, başka bir öbekten ziyade, belli bir potansiyeller
kümesini aktüelleştirerek, doğal bir biçimde değişirler.
Bir ağaç bir karyola olma potansiyeline sahiptir, ama hiçbir zaman
doğal olarak bir karyolaya dönüşmez. Köpek yavruları hiçbir
zaman kedi olmaz, gezegenler yörüngelerini değiştirmezler. Niçin?
Çünkü Aristoteles, her nesnenin kazanmaya çalıştığı nihaî
bir formu olduğunda, söz konusu formu doğal gelişimine müdahale
edilmediği takdirde, aktüelleştirme doğuştan eğilimine sa –
hip bulunduğunda ısrar eder.
Amaç ya da hedef, şu hâlde, doğal değişmenin en önemli nedenidir.
Nesneye dışsal olan herhangi bir şeyden ziyade, bu amaçtır
ki, her nesnenin gelişme tarzını yönlendirir. Doğadaki her nesne,
bir amaca erişmeye çalışarak, amaçlı bir biçimde ya da teleolojik
bir tarzda hareket eder. Taşlar yeryüzünün merkezine doğru
düşme, meşe palamutları meşe ağacı olma, vb., eğilimi sergilerler.
Tek tek her bir durumda nihaî form ya da amaç nesneyi, fiilen
olma potansiyaline sahip bulunduğu şey olabilmesi için, doğal
eğilim ve yeteneklerini hayata geçirmeye sevkeder.
Doğal olarak vuku bulan değişme türleri düzenli değişmeler
oldukları için, her nesne türünün kendisine özgü bir amacı veya
final nedeni olması gerekir. Nesnelerin doğal olarak ne yaptıklarını,
ne yapma kapasitesine sahip bulunduklarını tahkik etmek suretiyle,
her türün erişmeye çalıştığı amacı bulmak mümkündür.
Taşlar nevinden cansız nesneler benzeri bazı türler, sadece yer değiştirirler
ve büyüme gibi, başka bir değişme türü için gerekli kapasiteye
sahip değildirler. Şu hâlde, taşların amacı belli bir yere
ulaşmak olmalıdır. Dahası, onların hepsinin de hareketleri doğal
olarak aşağı doğru olduğu, ve onlar sadece fırlatıldıkları veya
kendilerine bir etki uygulandığı zaman, başka yönlerde hareket
ettikleri için, taşlardaki doğal hareketin amacının, öyleyse aşağı
doğru belirli bir konuma, yani yeryüzünün merkezine erişmek
olması gerekir.
Aristoteles, bu tür bir analiz temeli üzerinde, Tanrı istisnasıyla,
tüm doğal nesnelerin madde ve formdan meydana geldiği
sonucuna varmıştır. Her türün maddesi muhtelif formlar alma
veya “şekillenme” potansiyeline sahiptir. Saf ya da ilk madde ise
mümkün bütün formları alma potansiyaline sahip bulunmaktadır.
O, Aristoteles’in terminolojisine göre, saf potansiyalitedir,
yani herşey olabilir. Oysa, tüm doğal nesneler, kendi potansiyalitelerini
sınırlayan şekil almış maddenin bir türünden meydana
gelir. Taşların ayakları olamaz; atlar birer filozof ya da müzis –
yen olup çıkamazlar. Her doğal nesne kendi potansiyel güçlerinin
getirdiği sınırlamalar içinde, kendi türüne özgü formu kazanmaya
çalışır. Dolayısıyla da, doğal değişmeler, her doğal nesnenin,
türünün nihaî formunu gerçekleştirme veya aktüelleştirme
teşebbüsü olarak anlaşılabilir. Her doğal nesne kariyerine, belli
bir form içinde, belirli birtakım potansiyel güçleri olan bir
madde türünden meydana gelmiş bir varlık olarak başlar. O kendisine
özgü form ya da amaca erişmeye çalışan, bir dizi içeridenyönlendirilen
değişmeye uğrar.
Vuku bulan doğal değişmeler her türün kendine göre bir
amacı, ve bir de varolan herşeye ortak olan nihaî bir amacı bulunduğuıîu
gösterir. Göreli amaçlar, her birinin kendine özgü nihaî
formu olduğu için, bize türleri tanımlama ve ayırt etme imkânı
verir. Taşlar yeryüzünün merkezine erişmeye, meşe palamutları
meşe ağaçlarına dönüşmeye, köpek yavruları birer köpek, insanlar
da akıllı ve toplumsal varlıklar olmaya çalışırlar. Bu neden böyledir?
Neden her tür, türün kendi bireysel üyesinin türün amacına
erişmeye kendi tarzında mücadele verdiği biteviye tekrarlanan bu
süreçten geçer?
Aristoteles bu sorunun cevabını tüm değişmelerin ortak bir
yönünde bulmuştur. Her değişme başka bir hâl ya da forma
erişme yönünde bir teşebbüs olmak durumundadır. Değişme,
nesne başka bir form alma potansiyeline hâlâ sahip olduğu sürece,
devam eder. İşte bundan dolayı, değişme, nesnelerin başka formlar
kazanmalarının bundan böyle mümkün olmadığı bir hâle erişinceye
kadar sürecektir. Demek ki, her nesnenin nihaî amacı, bir
değişmezlik ve hareketsizlik hâline, tam bir sükûnet hâline erişmektir.
Değişme ve hareket farklı bir hâle erişme teşebbüsünden
başka bir şey değildir. Tam olarak farklı bir hâl ise, her ne türden
olursa olsun başkaca hiçbir değişmenin mümkün olmadığı bir
hâldir.
Madde ve formdan meydana gelen her nesne hâlâ değişebilir,
çünkü maddî bir varlık olduğu sürece, onda hâlâ başka formlar
alabilme potansiyeli vardır. Her nesne, kendi göreli formuna
ulaşmaya çalışırken, maddî nedeninden dolayı, yine da başka
formlar alabilir. Demek ki, meşe palamudu bir meşe ağacı olduktan
sonra da, çürüyerek değişmeye devam edebilir. Tam bir değişmezlik
hâline erişebilen tek nesne türü, başkaca potansiyel güç –
leri ve dolayısıyla da, daha fazla maddesi olmayan bir nesne olacaktır.
Şu hâlde, varolan herşeyin nihaî formuna, tam bir sükûnet
ve değişmezlik hâline ulaşabilen nesneler yalnızca, bir tek saf
formdan meydana gelen nesneler olacaktır.
Evrendeki birçok nesne türünü incelediğimiz zaman, onların
nihaî durağanlık hâline -tam bir sükûnet ya da değişmezliğedeğişen
derecelerde yaklaştıklarını veya yakınlaştıklarını görüyoruz.
Gözlemlenebilir nesneler bir cetvel üzerinde en yüksek
derecede yakınlaşmalardan en aşağı yakınlaşmalara kadar sıralanabilirler.
Cetvelin en üst noktasında, Aristoteles’e göre, gök
cisimleri bulunmaktadır. Onlar, biri dışmda her bakımdan tam
bir sükûnet hâline erişmişlerdir. Oluş ya da bozuluşa uğramazlar;
renk veya şekil değiştirmezler. Düzensiz hareketler içinde
olmazlar. Onlarda söz konusu olan değişme türü, Aristoteles’in
düzgün dairesel yörüngelerde gerçekleştiğini düşündüğü (ki bunu
daha soma, en yetkin hareket türü olarak görmüştür) yer değiştirmedir.
Bu gök cisimlerinin başka bir hareket türü için bir po –
tansiyele sahip olmadıklarını gösterir. Onların bitimsiz düzgün
hareketleri, bu gök cisimlerinin, konumlarını değiştirmek suretiyle,
sürekli olarak tam ve nihaî bir sükûnet hâlini aradıklarını
ortaya koyar. Maddî olan başka herşey gibi, onlar da bu nihaî
amaca ulaşamazlar, çünkü hep varolagelen yer değiştirme potansiyellerini
aktüelleştirmektedirler. Ama gök cisimleri, yalnızca
tek bir değişme sergilemeleri ve bu değişmenin de sabit ve en yetkin
türden bir değişme olması bakımından, nihaî amaca yaklaşırlar.
Yeryüzündeki nesneler nihaî amaca erişebilmeye gök cisimleri
kadar yaklaşamazlar. Dünya üzerindeki nesneler birçok bakımdan
değişir. Onlar konum bakımından, nitelik yönünden, büyüme ve
bozuluş hâli bakımından değişirler. Canlı tüm varlıklar ölürler,
bundan dolayı da bireyler olarak bir süreklilik, tam bir sükûnet
ve değişmezlik hâline erişemezler. Cansız nesneler ise çürüme ve
yokoluşa tâbidirler.
Canlı varlıklar belli bir süreklilik ve durağanlık derecesine,
bireyler olarak değil de, sadece tür olarak erişebilirler. Her müstakil
organizma yok olup gider, ama tür varlığını sürdürür. İşte
bu nedenle, her canlı türü, varolan herşeyin nihaî hedefine, türün
yeniden üremesi yoluyla belli ölçüler içinde yaklaşır. Onun göreli
amacı, türünü yeniden üretebilmek için kendi tarzında gelişmektir.
Meşe palamutları daha fazla sayıda meşe palamutu ağa –
cinin varlığa gelebilmesi için meşe ağacı olup çıkarlar, encekler
köpek soyunun devamı için büyüyüp birer köpek olurlar.
İnsan varlıkları diğer canlılardan, nihaî hedefe sadece türlerini
devam ettirmek ve böylelikle de, “ebedî ve tanrısal olan”dan pay
almak suretiyle yaklaşabilirler. Saf formları düşünebildiğimiz
zaman, zihinlerimiz bir tamlık ve istikrar hâline erişir. Zihinle –
rimiz bir nesneyi düşünür veya temaşa ederken, bir saf form hâline
ulaşır.
Evrendeki her nesnenin artık daha fazla değişemeyeceği bir saf
form hâline ulaşmaya çabaladığı olgusu dikkate alındığında,
Aristoteles nihaî hedefin özelliklerine haiz bulunan bir edimsel
varlığın var olması gerektiğini savunur. “Hareket Etmeyen Hareket
Ettirici” adı verilen bu varlık tüm değişmenin hedefi,
amacı, ereksel nedenidir. Onun, değişmenin ereksel nedeni olduğu
için, her ne olursa olsun hiç madde içermeyip saf formdan meydana
gelmesi gerekir; aksi takdirde, onun hâlâ potansiyel bir yanı
olacak ve dolayısıyla da, o bir bakımdan değişebilecektir. O, hareket
gerçekleşmemiş bir potansiyaliteye doğru olduğu için, hareket
etmeyendir. O maddesiz olduğuna göre de, herhangi bir türden
harekete veya belli bir değişme türüne elverişli değildir. Fakat o
bir yandan da başka herşeyin kendisi gibi olmaya çalıştığı varlık
olduğu için, tüm diğer nesnelerin hareketinin ereksel nedenidir.
Taşlardan, bitkilerden, hayvanlardan ve insanlardan göksel cisim –
lere kadar evrendeki herşey, Hareket Etmeyen Hareket Ettiricinin
yetkinliğine ve değişmezliğine yaklaşabilmek için, kendi doğal
değişme ve gelişme sürecinden geçer. Herşey tam bir yetkinlik
durumu olan saf form hâlini sever ve ona erişmek ister. Demek ki,
dünyanın bitimsiz, sonu hiç gelmeyecek olan değişme, hareket ve
farklılaşma dizileri içinde varlığını sürdürmesini sağlayan şey
aşktır. Yetkin varlık olarak Hareket Etmeyen Hareket Ettirici bu
sonuca yol açmak için hiçbir şey yapmaz. Ama o, sadece varolmak
suretiyle, başka herşeyi, her nesne ve her türün kendisi için elde
etmek veya ulaşmak istediği yetkinlik ve değişmezlik türünü
elde etmek için güdüler ve harekete geçirir.
Bitimsiz bir değişme içindeki bu Aristotelesçi evrenin, Hareket
Etmeyen Hareket Ettirici dışmda, ondaki bütün varlıklar için
geçerli olan, engelleyici ya da bütün çabaları boşa çıkaran olum –
suz bir yönü vardır. Herşey, amacına ulaşmak için mücadele ederek,
gizil güçlerini amaçlı bir biçimde veya teleolojik bir tarzda
gerçekleştirir. Her türün göreli amacına erişmek ve ereksel nedenine
veya nihaî hedefine ulaşmak için maruz kaldığı değişme
süreçleri başarısızlıkla sona ermeye mahkûmdur. Hareket Etmeyen
Hareket Ettirici hariç, her doğal nesne, geçirdiği bütün değişmelere
karşın, maddî bir nesne olarak kalır. Bundan dolayı, bü –
tün maddî şeyler hâlâ değişmeye elverişli bir yapıda olup, asla
saf form hâline gelemezler. Nihaî amaca erişmeye en yakın olan
göksel cisimler bile bu hedefe hiçbir zaman ulaşamayacaklardır.
Onlar, yetkin, dairesel yörüngelerinde, bir somaki hareket için
sahip oldukları kuvve veya potansiyeli tam olarak asla yitirmeden,
her daim seyahat etmeye devam edeceklerdir. Evren, Aristoteles’e
göre, şu hâlde hepsi de aynı amaca ulaşmaya çalışan, fakat
hiçbiri bunu yapmayı fiilen başaramayan bitimsiz değişme süreçlerini
ihtiva eder.
Bütün bunlar olup biterken, Hareket Etmeyen Hareket Ettirici
yetkin, yüce, âli ve bütün bu değişmelerden etkilenmeden,
değişme süreçlerinde hiçbir şekilde ihtiva edilmeden kalır. Çoğunluk
çeşitli dinî geleneklerin Tamı’siy la özdeşleştirilen Hareket
Etmeyen Hareket Etirici, Aristoteles’in metafiziğinde, etkinlikten
bütünüyle yoksundur. Dünya üzerinde etki ya da ey –
lemde bulunsa veya dünyadaki çeşitli varlıkların arzu ve ihtiyaçlarına
karşılık verecek olsa, O bu takdirde doğasma aykırı olarak
değişebilecek ve hareket edebilecektir. Demek ki, Hareket Etmeyen
Hareket Ettirici, Aristoteles için, inayeti kendisini özleyenler
üzerine olan bir Tanrı olamaz. O yalnızca, kendi kendisini düşünen
saf form olabilir. Evrendeki değişen şeyleri düşünecek
olursa, O bu bakımdan, yani bilincinde olduğu ideler bakımından
değişiyor olacaktır. O hâlde, Hareket Etmeyen Hareket Ettirici
her bakımdan değişmez olduktan başka, aynı zamanda bütün değişmelerin
ereksel nedeni olmalıdır.
Aristoteles’in metafiziksel sistemi, şu hâlde, gerçekliği hem
kalıcı ve sürekli ve hem de değişen olabilecek bir tarzda betimleme
girişiminde bulunur. Gerçek dünya Platon’un sözünü ettiği
(Aristoteles’in varoluşundan çokça kuşku duyduğu) gözle görülemez
İdealar dünyası değildir. Gerçek dünya, bunun yerine, gereği
gibi anlaşıldığı zaman hem değişmeye elverişli olan maddeyi
ve hem de maddenin erişmeye çabaladığı kalıcı ve sürekli hâle tekabül
eden formu ihtiva ettiği görülebilen doğal dünyadır. Her
nesne hem gerçekte şimdi olduğu şeydir ve hem de gelecekte olacağı
şey olma gizil gücüne ya da kuvvesine sahiptir. Ereksel neden
veya nihaî amaç, gerçekliğin evrenin özelliklerini açıklamayı ve
betimlemeyi mümkün kılan temel ve vazgeçilmez yönüdür.
Aristoteles, kendi metafizik teorisinin herkesin bildiği şeyi,
yani sürekli bir değişme içinde bulunan gerçek bir doğal dünyanın
var olduğu olgusunu, evrenin kalıcı ve sürekli boyutunu olduğu
kadar değişen yönünü de yadsımadan, ve gerçekliğin özelliklerini
açıklamak için hipotetik bir öte dünyaya başvurmak zorunda
kalmadan açıklayabileceğini iddia etti. O artık Herakleitos’un
“herşeyin değiştiği” görüşünü, değişmenin biricik gerçeklik olduğu
sonucunu kabul etmeksizin kabul edebilirdi. Değişme olgusu
yanında, bir de değişen madde, maddenin aldığı form ve ni –
hayet göreli ve, değişmeden kalıp bize evreni anlama ve betimleme
imkânı veren nihaî, ereksel nedenler vardır.
Eudoxos’la Aristoteles’in Zenon’a Cevabı
Değişme Aristoteles tarafından evrenin temel bir veçhesi olarak
değerlendirildiğinden, o Parmenides ve Zenon tarafından ortaya
konmuş olan argüman ve sonuçları reddetmek durumundaydı.
Değişme, sadece gerçek, fiilî bir oluşum değildir; o açıklanabilir
de. Nitekim, Aristoteles, Platon’un Akademi’deki öğrencilerinden
biri olan Knidos’lu Eudoxos tarafından geliştirilmiş olan bir
metafizik teorisini kullanarak Zenon’un paradokslarına Fizik
adlı eserinde bir cevap vermiştir. Zenon’un argümanları, bir şey
değiştiği veya A durumundan B durumuna geçtiği zaman, müstakil
ve ayırt edilebilir değişmelerden meydana gelen bir dizinin
ortaya çıkışını öngörür. Zenon daha sonra tam değişme ya da hareketin
gerçekleşmesi için, önce hareketin bir parçasının gerçekleş –
mesi gerektiğini öne sürmüştür. Parçalar sonsuzca bölünebilir,
dolayısıyla bir hareketin vuku bulmasından önce, sonlu bir zaman
dilimi içinde sonsuz sayıda değişme ya da hareketin vuku bulması
gerekir. Eudoxos ve Aristoteles’e göre, paradokslar mekân ve
zamanm sonsuzca bölünebileceği kabulünün bir sonucu olmak
durumundaydılar. Gerçekte hiçbir mekân ya da hiçbir nesne son –
suz sayıda parçaya bölünemediğinden ya da hiç bölünmemiş olduğundan,
Zenon’un ortaya koymuş olduğu tikel problemler asla
söz konusu olmaz. Değişme süreci, önce A evresi ve sonra da B ev –
resi diye vuku bulmaz, fakat o A evresinden B evresine bir geçiştir.
Aşil yarış sırasında ardışık zamanlarda ardışık A ve B noktalarında
bulunuyor veya konumlanmış değildir, fakat A’dan B’ye
doğru bir geçiş süreci içindedir. Aym şekilde, ok da önce başlangıç
yerinde ve sonra da seyahatinin son durağmda bulunuyor değildir.
Aşil’i ya da oku, onların kat ettikleri mesafenin kesit ya da aralıklara
bölünmesi ve aralıkların giderek daha belirgin ve dakik
hâle getirilmesi suretiyle yaklaşık olarak veya kabaca konumlandırmak
mümkündür. Bunu yaparken de, sonsuz sayıda aralık fiilen
asla oluşturulmaz. Aralık sayısı söz konusu olduğunda, bunun
yerine her seferinde biraz daha net ya da dakik hâle getirilebilecek
olan sonlu sayıda bir yakın değer elde edilir. Bu, mesafelerin,
Aristoteles ve Eudoxos’un teorilerine göre, potansiyel olarak
sonsuzca bölünebileceklerini, fakat fiilen sonsuz sayıda yere, zamana,
vb., bölünemeyeceklerini gösterir. Bir nesnenin hareketi
onun değişme veya hareket süreci boyunca kat ettiği kesit ya da
aralıklar yoluyla istenildiği kadar küçültülebilir. Ama sonsuz
sayıda aralık yoktur ve asla da olmayacaktır, dolayısıyla Zenon –
‘un argümanlarının bir geçerliliği bulunmamaktadır.
Bunu örneklemek üzere, Aşil’in kaplumbağayı fiilen nerede
yakalayacağı sorulursa eğer, soru “O koşu sırasında hangi aralıkta
kaplumbağanın bulunduğu yeri geçer?” şeklini alır. Başlangıç du –
rumu -yani, Aşil’in kaplumbağadan on kat daha hızlı koştuğu ve
kaplumbağanın yarışa on metre daha ileriden başladığı olgusudikkate
alındığında, cevap Aşil’in kaplumbağayı onbirinci ve onikinci
metre göstergeleri arasında geçeceğini bildirir. Daha dakik
bir cevap istenirse de, geçişin 11.1111111111 ile 11.1111111112
aralıkları arasındaki bir yerde olacağı söylenebilir. Her seferinde
giderek daha küçük aralıkların hesaplanması suretiyle, aralığın
büyüklüğüyle ilgili daha kesin ve dakik formüller ortaya konabilir,
ama hesaplamanın hiçbir anı ya da yerinde, Aşil’in kaplumbağayı
yakalamak için önce sonsuz sayıda yeri geçmesi gerekli olmaz.
Eudoxos ve Aristoteles, Zenon’un akılyürütmesinin işte bu
nedenle yanlış olduğunu savunurlar.
Bu cevap gerçekte Eudoxos’a, nesneleri noktalar yerine, kesit
veya aralıklar yoluyla konumlama ve betimlemenin bir yöntemini
de ihtiva eden matematiksel bir sistem geliştirme imkânı
sağlamış olan bir cevaptır. Böyle bir sistem Zenon’u ünlü paradokslarına
götüren durumlardan sakınır. Eudoxos’un matematiksel
sistemi matematikçilere çember ya da elips benzeri dörtgen
olmayan alanları, sonsuz sayıda adım içeren bir kalkül söz ko –
nusu olmadan hesaplama imkânı verdiği için, Yunan matematiğinde
önemli bir yer tutar.
Aristoteles de Parmenides’in argümanlarına bu şekilde bir cevap
verme imkânı bulmuştur. Parmenides’in argümanları, Aristoteles’e
göre, bir nesneyle o nesnenin özelliklerini birbirlerin<
teı ayıramamaktan kaynaklanıyordu. Parmenides’e göre, bir nesnenin
değişmesi durumunda, onun olduğu şeyden olmadığı şeye
doğru değişmesi, yani varolan bir şey olmaktan çıkıp varolmayan
bir şey hâline gelmesi gerekiyordu. Onun olmadığı şey olabilmesi
imkânsız olduğundan, değişmesinden söz edilemezdi. İşte Aris –
toteles buna bir nesnenin özellikleriyle bir ve aynı olmadığı
karşılığını verdi. Özellikler onun, başka formlar olma potansiye –
line ek olarak, belli bir zamanda sahip olduğu formlardır. Nesne,
maddî nedeniyle değerlendirildiğinde, değişme boyunca aynı kalır.
O değişme sürecinin gerek başlangıcında ve gerekse sonunda,
varolan bir varlıktır. (Değişmenin doğal bir değişme olduğu kabul
edildiğinde) nesne, ereksel nedeni dolayısıyla sadece formel
nedeni bakımından değişir. Bundan dolayı, nesne değişme sırasında
varolmayan bir şey hâline gelmez; sadece farklı bir şey olup
çıkar.
Aristoteles’in “Gerçeklik nedir?” sorusuna verdiği cevap,
hem değişmenin hem de kalıcılık ve sürekliliğin hakikî, gerçek
doğasında ısrarlı oldu ve gerçekliğin söz konusu her iki boyutunun
da, bunlar evrenin temel teolojik karakteri temele alınarak
görüldüğü takdirde, anlaşılabileceğini göstermeye çalıştı. Gerçek
dünya, türlerine göreli ereksel bir nedene, ve nihaî bir hedefe, saf
form hâline ulaşmaya çalışan şekil almamış maddî nesnelere te –
kabül eden bütün doğal nesnelerden meydana gelmektedir. Her
nesne gerçektir, fakat dört nedeninden dolayı farklı bir yetkinlik
derecesine erişmeye çabalar. Buna ek olarak, her tür değişmenin
amaçlı karakteri hesaba katıldığında, bir de bütün değişmelerin
nihaî amacı olan gerçek bir Varlığın, Hareket Etmeyen Hareket
Ettirici’nin olması gerekir. Onun, herşeyin kendisi gibi olmak istediği
saf form olarak, varoluşu bütün nesneleri gizil güçlerini
gerçekleştirmeye sevkeder.

İlgili Makaleler