Edebiyat

Arifi Hüseyin Çelebi Kimdir, Hayatı, Eserleri

Arifi Hüseyin Çelebi, (ö. 959-1552) Divan şairi ve hattat.

İstanbul’da doğdu. Asıl adı Hüseyin olmakla beraber şiirlerinde Ârifî mahla­sını kullandığından kaynakların pek ço­ğunda Ârifî Hüseyin şeklinde geçmekte­dir. Müstakimzâde mahlasının Arif oldu­ğunu, “Doğrusu budur” diyerek kayde­derse de şiirlerinde Ârifî şeklinde geç­mektedir. Babası saray hizmetlilerinden olduğu için kendisi de aynı mesleğe gi­rerek “Kul taifesi” arasına katıldı. Med­rese tahsili yanında şiirle uğraştığı gibi hattatlığa da çalıştı. Sülüs, nesih, rik’a ve divanî yazılarını öğrenerek icazet al­dı. Kapı kullarından iken, Mısır’dan dö­nen Maktul İbrahim Paşa’ya sunduğu “Lâmiyye” kasidesinin beğenilmesi üze­rine, Anadolu defterdarı Mahmud Çelebi’nin yanında ahkâm tezkireciliğine ta­yin edildi. Fakat defterdarla geçinemediği için bir müddet sonra azledildi. Bu muameleye kınlan şair bütün malını mül­künü satıp yol parasından arta kalanını da fakir fukaraya dağıtarak, o sıralarda şöhreti İstanbul’a kadar yayılmış olan Halvetî şeyhi İbrahim Gülşenî’ye intisap etmek üzere Mısır’a gitti. Uzun süre Gülşenî’nin hizmetinde bulundu. Şeyhinin ölümü üzerine (942-1535) İstanbul’a döndü. On yıl kadar münzevi bir hayat sürdükten sonra Kanunî Sultan Süley­man tarafından 15 akçe yevmiye ile silâhtar tayin edildi. Padişaha sunduğu “Gül” redifli kasidesi üzerine yevmiyesi arttırıldığı gibi şahinciler kâtipliği ile de mükâfatlandırıldı. Van seferi sırasında beytülmâl kâtibi oldu. Bir süre sonra İs­tanbul’da vefat etti. Yakın arkadaşı Edir­neli Nazmî vefatına bir mersiye söylemiş ve tarih düşürmüştür.

Bilhassa İbrahim Gülşeni’ye intisap et­tikten sonra tasavvufî şiirler yazan Ârifî, kaynakların belirttiğine göre tarih dü­şürmede ve kıta* söylemede oldukça ba­şarılı bir şairdir. Şeyhinin vefatına dü­şürdüğü ve tarih mısraı “Mâte kutbü’z-zamân İbrâhîm” olan Farsça kıtası Gülşeni’nin Kahire’deki türbesinin kapısın­da yazılıdır. Eyüp’teki Defterdar Camii’nin Farsça tarih man­zumesi de ona aittir. Aynı zamanda hat­tat olduğu düşünülürse bu kitabenin hattının da ona ait olması muhtemeldir.

On iki gazeli ile bir terciibend ve bir müseddesini neşreden S. Nüzhet Ergun, yeteri kadar şiiri olmasına rağmen bun­ların bir divan halinde toplanmadığını, manzumelerinin bazı şuarâ tezkireleriyle nazire mecmualarında kaldığını belirt­mektedir. Türkçe ve Farsça şiirleri ara­sında devrinde en meşhur olanları, Ahmed Paşa’nın ünlü “Kasr” ve “Güneş” re­difli kasidelerine söylediği nazirelerle “Deryâ-yı ebrâr” naziresine yazdığı Fars­ça naziredir.

Şairi yakından tanıyan ve meclislerin­de bulunan Âşık Çelebi onun olgun, hoş­sohbet ve iyi ahlâklı bir kimse olduğunu belirterek hakkında ayrıntılı bilgi ver­mektedir.

Devhatü’l ‘küttâb müellifi Suyolcuzâde, Hüseyin Efendi maddesinde Çorum’da doğmuş ve I. Mahmud zamanın­da divan kaleminde çalışmış olan bir hat­tattan bahsederse de bu aynı isim ve mahlası taşıyan başka bir hattat olma­lıdır.

Diyanet İslam Ansiklopedisi