Antropoloji

ANTROPOLOJİNİN YÖNTEMİ VE ARAŞTIRMA TEKNİKLERİ

ANTROPOLOJİNİN YÖNTEMİ VE ARAŞTIRMA TEKNİKLERİ

Nomotetik yaklaşım: Genel bir ilkeye ya da yasaya yönelik bilgi üretimi ya da verilerin ve bulguların bu amaçla değerlendirildiği yaklaşımdır.

Idyografik yaklaşım: insanî gerçekliğin çeşitli yönlerini her birinin kendi özel tarihsel gelişimi ve konumu açısından değerlendirerek, her biri için benzersiz, birbirine kıyas edilemeyecek ve ortak bir ilkeye varılamayacak bir bilgi alanı açma yaklaşımıdır.

Bütün bu tarih ve uzmanlaşma serüveninden hareketle, antropoloji alanında iki büyük yöntemsel eğilimin geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Biyolojik antropoloji di­siplini temelde doğa tarihi yöntemiyle ya da pozitivist yöntemle çalışmaktadır. Öte yandan sosyal-kültürel antropoloji, iki bilimsel eğilimin etkisi altında kalmıştır. Bunlardan birincisi yapısalcı ve yapısal-işlevselci eğilimdir. Bu eğilim de, tıpkı do­ğa tarihi yönteminde olduğu gibi, bütün kültürleri, daha doğrusu insan görüngü­sünü kuşatacak genel vargılara ulaşmaya çalışır. Özellikle 20. yüzyılın ilk yarısın­da, İkinci Dünya Savaşı’na kadar, genel bir kültür kuramına ulaşmak başlıca ideal­di ve Bronislaw Malinowski ve Radcliffe-Brown gibi dönemin büyük antropolog­ları bu idealin peşindeydi. Aynı şekilde 20. yüzyılın büyük antropologlarından Claude Levi-Strauss kültürel evrenselleri araştırmıştı. Ancak, Wilhelm Dilthey’ın tin bilimleri ya da kültür bilimleri için önerdiği yöntemin, yani yorumlamacılığın (hermeneutik’in) izinden giden antropologlar böylesi genel-geçer önermeler ara­mayı bırakarak, her kültürün kendi özel hikâyesini yazmaya giriştiler. Böylelikle

 

Emik yaklaşım: Topluluğun öznel değerleriyle fiziksel ve toplumsal dünyayı, onların doğaüstü ile girdiği ilişkiyi anlama ve anlamlandırma becerisidir.

Etik yaklaşım: Genel antropoloji bilgisinin bize öğrettikleriyle ve farklı deneyimlerin birikimi olan bir genel kültür bilgisiyle bir topluluğun değerlerine ve yaşam tarzına eğilme pratiğidir.

alan araştırmasına dayanan her etnografya ayrı birer insan gerçekliği olarak, in­san çeşitliliğinin farklı bir yönünü gözler önüne seriyordu. Alan araştırması en az dört mevsim sürmeliydi, çünkü bir topluluğu sadece belli bir mevsime ya da dö­neme özgü etkinlikleri içinde gözlemlemek, onları bütüncül olarak kavramak ba­kımından yetersiz kalacaktı. Bu bakımdan antropolojinin alan araştırması, araştır­macının bütün duyularıyla araştırdığı topluluğun içinde yaşayarak ve böylelikle o kültürü doğrudan deneyimleyerek o toplulukla doğrudan ilişki kurmasının ve bu yolla mümkün olan en çok bilgiye ulaşmasının en uygun yolu olarak görülmüştür (Fotoğraf 1.3 Alan araştırmasında bir antropolog).

 

Bu yöntemsel ayrılıkların yanısıra diğer sosyal bilimcilerin kullandıkları çeşitli teknikler yerine, bütün sosyal-kültürel antropologlar genellikle alan araştırması yaparlar ve alanda katılarak gözlem tekniğini kullanırlar. Katılarak gözlem tekni­ğinde esas, topluluğun içine girilerek dünyaya onların gözleriyle bakabilme, do­ğal ve toplumsal dünyayı onların kültürel penceresinden anlamlandırmaya çalış­ma yetisini kazanmaktır. Topluluğun gözünden dünyayı ve çevreyi anlamlandır­ma girişimine emik, ancak bütün çalışmanın sonucunda bu öznel konumun dışı­na çıkarak genel antropoloji bilgisiyle o topluluğa bakabilme becerisine ise etik yaklaşım diyoruz. Ancak özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren dünyanın küçülmesi ve araştırılan Batı-dışı toplumların bilinçlenmesi, bu yöntem ve tekni­ğin uygulanmasında antropologlara çeşitli güçlükler çıkarmaya başlamıştır. Bu güçlükler dolayımıyla antropologlar, araştırılan toplulukların sandıkları kadar et- nografik ve egzotik, el değmemiş hatta bozulmamış bir araştırma nesnesi olma­dıklarını, tarihli birer toplumsallık olduklarının farkına vardılar ve alan araştırma­sının yanına kültür tarihi yöntemini de kattılar. Bu yöntem uyarınca gözledikleri topluluğun o günkü halini alana kadar geçirdiği değişimi ve bu değişimin içsel ve dışsal etkenlerini de dikkate almaya başladılar ve böylelikle tarihsel derinliği olan, o topluluğu tarihsel olarak da kuran alan araştırmaları ortaya çıkmaya başladı. Za­manla, postmodern düşüncenin etkisi altında, alan araştırmasmdaki antropoloğun konumu da sorgulanır hale geldi ve araştırılan topluluğun bir araştırma nesnesi olarak konumlandırılması sorunlu bir durum olarak görülmeye başlandı. Zira

araştırmacı da bir insandı ve araştırmaya kendi kültürel deneyiminin yükleriyle başlıyordu. Dolayısıyla araştırılanı objektif olarak görmek aslında mümkün bir du­rum değildi. O yüzden araştırmacı, araştırma deneyimlerini de bütün açıklığıyla yazmalıydı. Böylelikle antropolojinin yöntemine katılarak gözlem tekniğinin yanı- sıra bir de katılanın gözlemi eklendi. Hatta bu konuda öyle uç noktalara gidildi ki, bütün araştırmayı sadece araştırmacının kendi deneyimi olarak anlatan araştır­malar ortaya çıktı. Bu yeni yaklaşıma yeni etnografya ya da hikâyeci etnog­rafya adı verilmektedir (Fotoğraf 1.4 Alan araştırması sırasında fotoğraf çeken bir antropolog).

Antropolog, araştırdığı toplulukla kurduğu ilişkinin bu nitelikleri gereği soru kağıdı türünden yoklama ve sorgulama yollarına pek itibar etmez. Çünkü antro- poloğa göre soru kağıdına alınacak cevaplar, cevap verenin değerlerini yansıtır, biz bu cevaplardan kişinin gerçek tutum ve davranışları anlayamayız. O yüzden antropologlar, derinlemesine görüşmeyi ve topluluğun uzun süreli gözlemini yeğ­lerler. Soru kağıdı yoluyla yapılan yoklamalar ancak, esas araştırma tekniklerinin yanında, yan amaçlar için ya da hane halklarının maddî durumunu anlamak için yapılır.

Yeni etnografya ya da hikâyeci etnografya:

Araştırmacının alan araştırması yaparken gözlemi kendisine yöneltmesi ve alanda gözlenenlerin bakış açısından kendi hikâyesini ve deneyimini yansıtma girişimidir.

 
Kültür-aşırı çalışma:

Araştırmacının kendi kültürü dışına çıkarak başka kültürleri çalışmasıdır.

Antropologlar ilkesel olarak kültür aşırı (cross-cultural) çalışırlar. Antropolo­jinin tarihsel temelleri, bu disiplinin bu tür araştırmalar üzerine gelişmesine yol açmıştır. O nedenle antropologlar, geleneksel olarak, kendi kültürlerinin dışına çıkarak çalışmak üzere eğitilirler. Ancak günümüz toplumları, özellikle yoğunla­şan göç ve kentleşme nedeniyle kendi içlerinde çok kültürlü hale geldiklerinden, bugün antropologların başka ülkelere gitmesi gereği de ortadan kalkmıştır. Ant­ropologlar artık kendi ülkelerinin içinde de yeterince araştıracak konu ve sorun bulabilmektedir.

İlgili Makaleler