Kimdir

Anaksimandros kimdir? Hayatı ve eserleri

Anaksimandros kimdir? Hayatı ve eserleri: İyonya Okulunun  ikinci filozofu, Thales’in öğrencisi ve dostu olan Anaksimandros’tur. Hakkında pek  az  şey  bildiğimiz Anaksimandros’un  hayatıyla  ilgili  en  önemli  bilgi,  onun  rasyonel  düşünce  ve faaliyette  yazılı  geleneği  başlatmış  olmasıdır.  Buna  göre,  hiçbir  şey  yazmayan,  yazılı  bir  şey bırakmayan Thales’ten farklı olarak, Anaksimandros (MÖ 610-546) varlıkla  ilgili düşüncelerini ya da felsefi  spekülasyonlarını  kâğıda  dökmüş  ve  bundan  sonra  bütün  doğa  filozoflarında  bir  örneğine rastlayacağımız  Peri  Phusis  [Doğa  Üstüne]  adlı  denemenin,  günümüze  doğallıkla  erişmemiş  ilk örneğini vermiştir.

Anaksimandros’da  da  bilimsel  faaliyetle  felsefi  düşünce  iç  içe  geçmiş  durumdadır. Dolayısıyla, onda  da  felsefi  görüşlerinden  bağımsız  olarak,  azımsanamayacak  ölçüde  bir  bilim  faaliyetiyle karşılaşıyoruz. Karadeniz’e açılan denizciler  için bir harita yapan, yine  tarihte  ilk kez olarak meskûn dünyanın bir levha üzerine resmini çizen Anaksimandros zamanı, düz bir taban üzerine yerleştirilen dik bir çubuğun günün çeşitli saatlerinde meydana getirdiği gölgelerin yerlerine ve uzunluklarına bakılarak belirleyen  aygıt olarak güneş saatini bulan kişidir. Kozmolojisinde, dünyanın, sanıldığı gibi, bir  tepsi değil de genişliği yüksekliğinin üç katı olan bir silindir şeklinde olduğu sonucuna varmıştı. Biyolojide ise  o,  yaşamın  denizlerde  ve  suda  başladığını,  insan  da  dahil  olmak  üzere,  tüm  canlıların  önce denizlerde yaşamış olup, karaya daha sonra çıktıklarını ortaya koyan bir evrim kuramı geliştirmişti.

Anaksimandros Thales’i, sadece bilim alanında değil arkhe ya da maddi töz veya aition konusunda da aşmıştı. Buna göre, o Thales’in maddi töz olarak “su” anlayışına, suyun nicelik bakımından sınırlı, nitelik  bakımından  belirli  olduğu  gerekçesiyle  karşı  çıktı.  Su  ya  da  nem,  çatışma  ve  savaşlarını açıklamak  durumunda  olduğumuz  karşıtlardan  biri  olduğu  için  ondan  hiçbir  zaman  karşıtı  çıkmaz.

Başka  bir  deyişle  değişme,  doğum  ve  ölüm,  büyüme  ve  küçülme,  çatışma  ve  savaş,  bir  öğenin sınırlarını diğerinin aleyhine olacak şekilde genişletmesinin bir sonucu olduğuna göre, suyun doğasına aykırı bir yapıda olan öğe ya da şeylerin, su içinde nasıl olup da eriyip gitmedikleri sorusuna doyurucu bir açıklama getirilemez. Sudan, öyleyse yalnızca ıslak ve soğuk olan şeyler türeyebilir. Oysa dünyada sıcak ve kuru şeyler de vardır.

Suyun  nitelik  bakımından  belirli  olmasının  yarattığı  güçlükten  kurtulsak  bile,  Anaksimandros’a göre  bu  kez  suyun  nicelik  bakımından  sınırlı  oluşunun  yarattığı  güçlük  karşımıza  çıkar.  Başka  bir deyişle,  su  gibi  nicelikçe  sınırlı  bir maddeden,  sonlu  bir madde  kütlesinden  evreni meydana  getiren sonsuz varlık kütlesi doğamaz. Sonsuz sayıda evren olduğunu öne süren filozofa göre, böyle bir evren görüşü,  sonsuz  miktarda  maddeyi  gerektirir.  Evrende  varolan  tüm  nitelikleri  tek  bir  niteliğe götürmenin,  tüm karşıtları  tek bir karşıta  indirgemenin doyurucu ve doğru olmamasından dolayı, ona göre, evrenin ilk maddesi ya da maddi tözü nitelik bakımından belirsiz, nicelik bakımından sınırsız bir madde  olmalıdır.  Anaksimandros  söz  konusu  özellikleri  taşıyan  ilk  maddesine,  hiçbir  duyusal maddeyle özdeş olmayan belirsiz bir varlık, soyut bir ilke anlamında apeiron adını vermiştir.

Kaynak: Felsefe Tarihi, Ahmet Cevizci

Anaksimandros kimdir? Hayatı ve eserleri hakkında bilgi: (İÖ 610 – 545) Eski Anadolulu bilge. Evrenin apei-ron denen sınırsız bir ilkeden oluştu­ğunu ileri sürmüştür. Bilim tarihinde evrim kuramının kurucusu sayılır. Anaksimandros, Batı Anadolu’da, Miletos (Ay­dın) kentinde doğdu. Praksiades’in oğlu olan bilgenin ailesi ve yaşamı konusunda ayrıntılı bilgi yoktur. Miletos’tan, Karadeniz kıyısındaki Apollonia kentine giden göçmen topluluğuna başkanlık etmesi, soylu bir aileden geldiği kanısını uyandırmıştır.

İlk Çağ’dan günümüze kalan kimi yazılı kaynak­lara ve bunlara dayanan söylentilere göre, Anaksi­mandros gökbilim, coğrafya konularıyla ilgilenmiş, birtakım gözlemler, araştırmalar yaparak felsefesini doğa verilerinden esinlenen bir temele oturtmuştur. Gökbilimi ve doğa varlıklarıyla ilgilenmesi Anadolu’ da doğa felsefesinin kurucusu sayılan Thales’in öğ­rencisi olmasına bağlanır. Yazılı kaynaklar, Anaksimandros’un, gökbilim gözlemlerine dayanarak geze­genlerin yörüngeleri üzerindeki devinimlerini, gök varlıklarıyla ilgili olayların özelliklerini ölçmeye yara­yan gnomonu (gök ölçüsü) bulduğunu, bu aracı Lakedaimon’daki gün dönümlerini ve gece-gündüz eşitliğini gösteren güneş saatinin yanına yerleştirdiği­ni bildirir. Bir söylentiye göre güneş saatini bulan, ilk kez gözlemlere dayalı bir yeryüzü haritası çizen, güneş yörüngesinin eğikliğini ileri süren de Anaksimandros’tur. Gözlemlerinden, araştırmalarından edindiği bilgilere dayanarak yazdığı Peri Physeos (“Doğa Üstüne”) adlı kitabı, bu alanda, felsefe tarihinin ilk yazılı yapıtı sayılır.

Anaksimandros’un günümüze kalan ve düşünce­lerinin öğrenilmesine yarayan birkaç yazısından, Mile­tos Okulu’nun doğacı felsefe geleneğini sürdürdüğü, görüşlerini gözlemlerinden kaynaklandırdığı anlaşılı­yor. Batı Anadolu’da doğan ve evrenin yapısını, varlık türlerinin oluşumunu tek ilkeye (arkhe) bağlayan düşünce doğacı felsefe anlayışının odağıdır. Bu anlayışa göre, varlık kavramı altında toplanan nesnelerin oluşturduğu bütün, evrendir. Evren, kap­sadığı nesnelerin türlülüğüne karşılık, tek olan belli bir ilkeden türemiştir. Varlık türlerinin çokluğu, bu ilkenin ayrı ayrı nicelik ve niteliklere göre değişmesin­den, değişme ile bağlantılı karşılıklı dönüşümlerden oluşmuştur. Varlığn oluşum ilkesini “su” olarak gören, ona somut bir nesne niteliği kazandıran Thales’in görüşüne, Anaksimandros apeiron adını verdiği sonsuz bir ilkeyle karşı çıkmıştır.

Apeiron, evrenin, bütün varlık türlerinin oluştu­rucu, ortaya koyucu ilkesi, varolmanın tek kaynağı­dır. Apeiron sınırsız, belirsiz bir bütündür, sonsuz­dur; yoktan yaratılmadığı gibi yokolması da söz ko­nusu değildir. Bütün varlık türleri, oluş eylemi apeironia başlayıp, onunla sürdüğüne göre, bu ilke­nin belli bir zaman süreci içinde ortaya çıktığı, belli gelişim aşamalarından geçerek son biçimini aldığı da ileri sürülemez. Apeironun başlıca özelliği, değişerek, kendinden başka varlık türlerinin doğmasını sağlama­sıdır. Apeiron özlü bir varlıktır, bütün varlık türleri­nin kaynağı olduğundan “tanrılarla doludur”. Apei­ronun bu özelliği, kendi özü dışında başka bir varlığa gereksinme duymasındandır. Apeiron yapı ve nitelik bakımından bilinen tözlerin, varlığın ilkesi diye ileri sürülen kurucu öğelerin hiçbirine benzemez; onun azalması, özelliği yitirecek nitelikte başkalaşması da olanaksızdır.

Thales’in su olarak düşündüğü varlık ilkesinin karşısına apeiron la çıkan Anaksimandros’un felsefe­ye yeni bir sorun ve yeni bir çözüm arama gereğini duyduğu düşünülebilir. Tek ve belirli bir nesne olan suyun nitelik değiştirip, kendi yapısıyla bağdaşmaz gibi görünen öğelere dönüşerek yel, buz, toprak türünden varlıkların oluşumunu sağlaması biraz güç­tür. Öte yandan suyun kuru, katı, sıcak gibi doğal nitelikleri oluşturması da • kolayca benimsenemez. Anaksimandros’un bu güçlükleri göz önünde bulun­durarak, varlık türlerinin yaratıcı ilkesini daha geniş üretme olanakları taşıyan bir tözde araması, yaşadığı düşünce ortamının özellikleri bakımından doğaldır.

Varlık türlerini doğuran ve tek bir nesne olan ilkenin (ana maddenin) ne olduğu, hangi koşullar altında değişikliğe uğrayarak karşıt nitelikleri ortaya çıkardığı Anaksimandros’un düşünce evrenindeki başlıca sorundu.’Ortada mantık bakımından önemli bir çıkmaz vardı. Çünkü kurucu ilkenin değişmemesi durumunda karşıt nitelikler ortşya çıkamaz. Oysa, kurucu ilkenin apeiron olarak benimsenmesi duru­munda mantıkla ilgili bu güçlük ortadan kalkar. Bu nedenle, Anaksimandros’a göre suyun yerine apeiron­un kurucu ilke olarak alınması daha doğrudur.

Ana maddeye, böyle bir görüş açısından bakan Anaksimandros, evreni dolduran nesnelerin oluş ve yokoluş süreçlerini, apeironun sürekli dönüşümüyle açıklamıştır. Ona göre bütün yeryüzü nesneleri “kar­şıt çiftler”dir. Sıcak-soğuk, yaş-kuru, katı-yumuşak, karanlık-aydınlık gibi. Onun bu görüşü gözlemlerin­den, deneylerinden kaynaklanır: kış dönemi soğuk ve yaştır, yaz dönemi sıcak ve kurudur. Bir nesnenin belli bir süre içinde hem yaş hem kuru, hem soğuk hem sıcak olması mantık bakımından çelişmedir. Oysa dönüşüm olayı göz önünde tutulursa gündüzün geceye dönüşmesiyle aydınlık karanlığa çevrilir, kış yaza, yaz kışa döner. Bu karşıtlar, başlangıçta, apei­ronun özünde saklıyken, onun sonsuz devinimini nedeniyle, birbirinden ayrılır; sonra gene kaynakları­na dönerler. Bu dönüş olayı apeironun yapısı gereği­dir, ondan çıkan nesne ona dönmeden edemez.

Bu sürekli dönüşmenin hangi yasaya dayandığı sorusuna, Anaksimandros’un bulduğu karşılık pek açık değildir. Bu soruya karşılık ararken birtakım benzetmelere başvurmuş, dolaylı karşılaştırmalardan yararlanmıştır. Ona göre, apeirondan ayrılma ve gene apeirona dönme toplum ve ahlak olaylarında bulunan doğruluk uygunluk kuralını andırır. Çatışan karşıtlar birbirini ortadan kaldırır. Bu olay zaman içinde geçer. Varlık türlerinin, zaman içinde belli bir dönemi, belirli bir süreci vardır. Bu süreci dolduran varlık yok olur, yerine yenisi gelir. Bu geliş-gidiş olayında, giden gelene yaptığının karşılığını verir. Bu bir ödül, bir ceza olabilir.

Anamaddenin varlık türlerine, varlık türlerinin birbirlerine dönüşmeleri oluşun gerçekleşmesidir. Bu gerçekleşmede belli bir oranın varlığı, değişmezliği söz konusudur. Varlık türleri, kendi bütünlüklerini sağlayan oranı korur, böylece su topraktan toprak bitkiden ayrılır. Doğa varlıklarını oluşturan öğelerde genişleyerek başkasının yerini alma eğilimi vardır. Ancak, doğanın yapısı gereği, değişmeyen, dengeyi sağlayan genel yasası, bu birbirinin varlık sorunlarını aşmak isteyen girişimleri engeller. Dönüşmeyi sağ­layan değişmede geri gelme yoktur. Sözgelişi yanan nesne önce ateş, sonra kor, sonra kül, daha sonra toprak olur. Ocağa atılıp yakılmadan bir ağacın, doğrudan doğruya ateşten toprağa dönüşmesi, ya da buzun eriyip su olmadan buğuya dönüşmesi söz ko­nusu değildir. Değişme-dönüşme sürecinde bütünlü­ğü koruyan, dengeyi sağlayan yasa önsüz-sonsuzdur; evreni dolduran nesneler gibi, bir oluş eylemine bağlı değildir. Bu yasa apeironun varlığı ile bağlantılıdır. Apeirondan oluşan bütün nesneler bu yasa uyarıncadır.

Evren değişik görünüşte varlık türlerini içermesi­ne karşılık, kendi bütünlüğü içinde uyumlu, düzenli, dengeli bir yapı niteliği taşır. Eski kaynakların bildir­diğine göre, Anaksimandros bu düzenli bütünü dağı­nık, yoğun yığın anlamına gelen khaostan ayırmak için, “düzgün süstakısı” demek olan kosmos diye adlandırmıştır. Kosmos da apeirondan oluşmuştur. Onun oluşması, sıcak ve soğuk gibi iki karşıt niteliğin apeirondan ayrışıp dönüşmesiyle başlamıştır. Aşırı bir kızgınlığı içeren sıcak ya da ateş, hızla dönmeye başlayınca soğuk (katı) ile yaş (sıvı) olanın çevresini kaplamıştır. Sıcağın hızla dönüşünden etkilenen so­ğuk ile yaş toprak, su ve hava gibi varlık türlerine ayrışarak bir silindir biçimini almıştır. Boşlukta duran yeryüzünün, iki ucu birbirinden çok uzak olmayan bir silindir biçimini alması bu nedenledir.

Anaksimandros’a göre, yeryüzü başlangıçta soğuk ve karanlıktı, çevresini kuşatan sıcak onu bir alevden kabuk gibi sarmıştı. Bu sıcak kabuğun etkisiyle yeryüzü yeni bir biçim almaya, sıvı duru­mundan yavaş yavaş kuru duruma geçmeye başladı. Canlı yaratıkların ortaya çıkışını sağlayan olay su ile toprağın ayrı ayrı biçimlenmelerinden kaynaklanır. Yaşamın kaynağı sudur. İlk diriler sudan oluşmuş, arada bir karaya çıkmaya başlamışlardır. Önceleri hem karada, hem suda yaşayan canlılar, geçen uzun sürelerin etkisiyle, yeni nitelikler kazanarak yalnız suda ya da karada yaşama olanağı sağlamışlardır.

İnsan balıktan türemiştir. Başlangıçta, suda balıksı bir yaşama yeteneği olan insan, sonraları hem karada hem suda yaşamaya başlamış, sürekli bir değişim-gelişimle son biçimini almıştır. İlk insan, öteki canlılar gibi, besinini kolayca sağlayacak du­rumda değildi, bakımı gerektiriyordu. Besinini bulabileceği ortamın doğal koşulları gereği gövde yapısı, gövde örtüsü değişikti, derisi dikenli ve kabukluydu. İnsanın gelişmesi çok uzun bir sürede ve değişik aşamalarda olmuştur.

Gökyüzünün oluşumu da belli değişim aşamala­rına göredir. Soğuktan doğan sıvı, yeri kuşatan ateş küresinin aşırı sıcaklığı nedeniyle buğulaşmaya başla­mış, yükselen yoğun buğu katları engin yalım küresini değişik boyutlarda çemberlere, içlerinde yalımlar bulunan hava tekerleklerine ayırmıştır. Bu tekerlek­lerde bulunan değişik boyutlu deliklerden fışkıran ateşler gökyüzü varlıklarının oluşmasını sağlamıştır. Hava ile ateşin birleşmesinden doğan gökyüzünde havanın ağır basıncı nedeniyle, gökyüzü varlıkları yeryüzü çevresinde döner durur. Gökyüzünde bulu­nan varlıkların yeryüzüne olan uzaklıkları da, diziliş aşamalarına göredir. Bu diziliş güneş, ay, durağan yıldızlar ve gezegenler düzenindedir. Kayan yıldızlar, yeryüzünden yükselen buğularla sürekli kendini yeni­leyen gökyüzü ateşinin görünümüdür.

Anaksimandros’un önerdiği oluş kuramı, varlık türlerinin belli ve somut bir tözden türediği görüşüne karşı, yeni bir anlayışı dile getirmiştir. Özellikle canlı varlıkların, evrim yasasına göre, belli bir kaynaktan türediği, türlerin değişik gelişim doğrultuları sonucu ortaya çıktığı biçimindeki görüşü, Danvin’in ortaya attığı kuramın çekirdeği niteliğindedir. Dolayısıyla, Anaksimandros’un gözleme dayanan görüşü Orta Çağ başlangıcında, tektanrıcı dinlerin “yaratılış” so­rununa getirdiği yorum karşısında daha ileri bir adımdır. Varlığın kaynağını tek ilkede arama girişim­leri, Anaksimandros’tan sonraki dönemlerde yeni bir içerik kazanacak, apeironun karşıtı olan somut bir nesneye geri dönülecektir. Apeironun içerdiği anla­ma, ona getirilen geniş kapsamlı yorumlara dayana­rak, Anaksimandros’u metafizikçi görüşün öncüsü saymak, düşünce tarihi bakımından yerinde değildir. Gökbilim konularıyla ilgili açıklamalarında, en önem­li olan, onun geleneklere, inanç verilerine değil de gözlemlere dayanması, doğa olaylarım gene doğa verilerinden yararlanarak anlamaya çalışmasıdır. Ape­irondan kaynaklanan “oluş” olayının arkasında de­ğişmeyen bir doğa yasasının varlığını ileri sürmesi de, Anaksimandros’un, çağına göre ileri bir anlayış aşa­masında bulunduğunu gösterir.

Kaynak: Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, 14. cilt, Anadolu yayıncılık, 1983