Türk Edebiyatı

Amak-ı Hayal Kitabı, Yazarı, Özeti, Özellikleri, Hakkında Bilgi

A’mâk-ı Hayâl, Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi’nin (ö. 1913) masal-hikâye karışımı birtakım olayları alegorik bir üslûpla anlattığı tasavvufî ve felsefî eseri.

II. Meşrutiyet devrinin önde gelen İs­lamcı fikir adamlarından Şehbenderzâ­de Ahmed Hilmi’nin eserleri arasında ayn bir yeri olan A’mâk-ı Hayâl, bu dö­nemde Osmanlı toplumunda yeni yeni görülmeye başlayan materyalist görüşe karşı kaleme alınmış tezli bir eserdir. Bütün eser boyunca ruh ve kâinatın sır­rı, yaratılışın gayesi araştırılarak mad­deci görüşün sığlığı ve insanı saadete ulaştırmakta yetersiz kaldığı ortaya ko­nur. Buna göre. kâinatta olan biteni an­lamak ve hadiseleri doğru değerlendir­mek için vahdet-i vücûd fikrinin iyi bi­linmesi lâzımdır. Bu yüzden birçok defa basılan eser tasavvufa meraklı olanlarca çok okunmuştur. Aynca Ahmed Hilmi’nin bütün fikirleri burada özetlen­miş olduğundan, eser onun temsil ettiği fikirleri tanımak bakımından da önem­lidir. Kitap, yazann muhayyile zenginliği yanında tasavvuf ve felsefedeki vuku­funu ve bunu ifade etmedeki kabiliyeti­ni de ortaya koymakta, birtakım teşhis­ler ve ruhî hallerle tasavvufun, enbiya­nın, evliyanın sırları ve çeşitli halleri ha­yaller içinde anlatılmaktadır. Yazann bü­tün fikirleri “Râci’nin Hâtıralan” ve “Ma­nisa Tımarhanesi” adlı iki ana başlık al­tında ve çoğunlukla birbiriyle organik bağlan bulunmayan çeşitli bölümler halinde ifade edilmiştir.

Eserin iki kahramanından biri Râci, diğeri hakikati bulmakta ona yol göste­ren Aynalı Dede isimli meczuptur. Ese­rin şahıs kadrosunda aynca Râci’nin ar­kadaşı Sami ile Doğu düşünce tarihi ve masal dünyasına ait Buddha, Zerdüşt, sîmurg, anka gibi çeşitti şahıs ve varlık­lar da yer almaktadır. Râci dindar bir anne tarafından iyi yetiştirilmiş, inancı kuvvetli bir gençtir. İyi bir tahsil gör­müş, maddî ve manevî ilimleri öğren­miştir. Mektebi bitirince bilgisini daha da arttırmak için çeşitli kitapları incele­meye başlamış, fakat bir müddet sonra elde ettiği bir yığın bilgiye rağmen ken­dini şüphe ve sürekli bir huzursuzluk içinde bulmuştur. Küfür ile imanı, inkâr ile ikrarı, tasdik ile şüpheyi aynı anda yaşadığı inancındadır. Bu ikilikten ve di­ğer şüphelerinden kurtulmak için mad­dî ve manevî ilimlerde İlerlemiş âlimler­le görüşür, ispritizma ve manyetizma cemiyetlerine girer çıkar, ancak derdine çare bulamaz. Günün birinde şehrin mezarlığında bir kulübede yasayan, ney üfleyip gazeller söyleyen Aynalı Dede ile karşılaşır. Râci ruh ve madde âlemi hakkındaki şüphelerinden kurtulmak için meselelerini bu meczuba anlatarak ondan yardım ister. Râci, ruh ve madde âlemi hakkında âlimlerden alamadığı açıklamaları bu meczuptan Öğrenmeye çalışır. Onunla her gün görüşür. Yapılan her görüşmede hayalin derinliklerine doğru çıkılan bir yolculuk eserde bö­lümler halinde yer alır ve her bölümde Râci’nin bir şüphesi yok olur. Bu mane­vî yolculuğu anlatan bölümler sırasıyla şunlardır:

Birinci Gün “Zirve-i Hîçî”. Râci birinci gün Nirvana”ya ulaşmak için kendisini Buddha’nın sarayında bulur. Fakat ar­zularını yok edemediği için bu zirveye ulaşamaz ve geri döndürülür. İkinci Gün “Yâ Nûr”. Zerdüşt’ün sarayında Ehri­men’le Hürmüz’ün mücadelesini seyre­derek yeryüzünden kötülüğün kaldırıla­mayacağını anlar. Üçüncü Gün “Devr-i Dâim”. Devr-i Dâim şehrine giderek her şeyin başladığı yere döneceğini öğrenir. Dördüncü Gün “Meydân-ı İmtihan, Mecma-ı Arif an”. Arifler arasında yapılan bir imtihan vesilesiyle İnsanların haki­kati görmelerinin ne kadar zor olduğu­nu anlar. Beşinci Gün uSâha-i Azamet”. Anka kuşu ile binlerce âlem arasında bir yıl sûren bir seyahatten sonra, bu sonsuz âlemlerin Allah’ın yüceliği karşı­sında bir hiç olduğunu anlar. Altıncı Gün “Kâfu Anka”. Kâinatta olup biten­leri anlamak maksadıyla sorulan “Bu kervan nereye gidiyor?” sorusunun ce­vabı olarak, “Bütün mevcudatın eşsiz sırra, aşk nuruna doğru gittiğini, bu seyran ve bu devranın ezelî ve ebedî ol­duğunu” anlar. Yedinci Gün “Ummân-ı Azamet ve Girdâb-ı Kibriya”. İlâhî ilim karşısında insanoğlunun sahip olduğu ilmin bir nokta kadar olduğunu, hakiki ilmin ise Hakk’ı birlemekten ibaret bu­lunduğunu anlar. Sekizinci Gün “Muam-mâyı Ebedî”. Ruhun hakikatinin yok­lukla varlığın tek şey olduğunu anlama­dan bilinmeyeceğini, bunu ise ilimde derece sahibi olanlardan başkasının İd­rak edemeyeceği gerçeğini anlar. Do­kuzuncu Gün “Mahfel-i Azam”. Büyük peygamberlerle hakimlerin toplandığı

bir mecliste, hakiki saadetin ne olduğu­nu soran insanlığa, meclistekilerin her biri kendi düşüncesine göre cevaplar verirse de hakiki saadetin ancak Pey­gamberimizin eliyle kâinata dağıtıldığı hakikatini anlar. Bu manevî seyahatler­den sonra artık her sey yeni mânalar kazanır. Sonunda Râci yokluk ile varlı­ğın aynı şeyler olduğunu öğrenir. Soh­betlerin ardından Aynalı Dede de kay­bolur.

“Manisa Tımarhanesi” adlı ikinci bö­lümde ise mürşidinin arkasından bütün Anadolu’yu gezen Râci’nin aklını kaybet­mesi ve tımarhanede geçirdiği günler anlatılmaktadır. Nitekim Aynalı Dede de buraya düşmüş, ölürken Kur’ân-ı Kerîm ve kahve takımından ibaret olan serve­tini de Râci’ye bırakmıştır. Tımarhane­den, arkadaşı Sami’ye yazdığı mektup­larda olgunlaştığı, meselelerini halletti­ği ve sakin bir ruh haleti içine girdiği anlaşılan Râci, bir müddet sonra artık kendisine başvurulan bir mürşid haline gelmiştir.

Kitabın neşredildiği sırada materya­list felsefenin önde gelen taraftarların­dan biri olan Bahâ Tevfık, “Bizde Felsefe” adlı makalesinde bilhassa A’mâk-ı Hayâl” kastederek Ahmed Hilmi’ye de hücum etmiş ve “Gençleri memnun ede­meyen bir yol tuttu, ulûm-ı müsbete ve hakikiyye taharrisi için açılmış taze di­mağları, İblîs-i Behmen hikayeleriyle, duvarlardan geçen, yedi kat semalara uçan perilere mahsus masallarla dol­durmak istedi” şeklinde tenkit etmiştir.

A’mâk-ı Hayâl, taşıdığı tez ve onu ifade bakımından başarılı kabul edil­mekle birlikte roman tekniği açısından aynı şekilde değerli bulunmamaktadır. Yazarın Konfüçyüs, Buda, Zerdüşt, Ef­lâtun, Aristo gibi fikir tarihi bakımın­dan önemli şahıslan felsefî özelliklerine uygun olarak ele alması, Kaf dağı, anka kuşu gibi masal unsurlarını da başarıy­la kullanması yeni bir deneme kabul edilebilir. Ancak bunlar da yeterince iş­lenmemiş unsurlar olarak kalmış ve ge­liştirilememiştir. Eserde kullanılan dil ilim diline yakın bir dildir. Bütün bunla­ra rağmen eserin devri için en önemli teknik özelliği, birinci şahıs ağzından kaleme alınmış olmasıdır denebilir.

A’mâk’i Hayâl, İstanbul’da üçü eski harflerle olmak üzere (1326’da iki defa, ayrıca 1341) bugüne kadar çeşitli yayınevleri tarafından defalarca ba­sılmıştır.

Diyanet İslam Ansiklopedisi

İlgili Makaleler