WordPress veri tabanı sorunu: [Disk full (/var/tmp/#sql_4a81b_0.MAI); waiting for someone to free some space... (errno: 28 "No space left on device")]
SHOW FULL COLUMNS FROM `unaqb_options`

Alparslan Kimdir Hayatı, Hükümdarlığı, Savaşları – Sosyolojisi.com
Tarihi Şahsiyetler

Alparslan Kimdir Hayatı, Hükümdarlığı, Savaşları

Alparslan, Selçuklu Devleti hükümdarı. Tam adı Muhammed ibn Dâvud (Çağ­rı Bey) Adud el-Devlet, kün­yesi Ebü Şucâ’dır. 20 Ocak 1029’da doğdu, 4 Eylül 1063’te öldü. Selçuklu Devletinin kurulmasında mühim rolü olan Horasan valisi olan baba­sı Muhammed ibn Dâvud (Çağrı Bey) un sağlığında, mert ve mahir bir kumandan olarak, tanındı; zafer ile biten bir çok sefer­lere katılması üzerine, babası kendisini Horasan tahtına veliahd tayin etti. Babasının ölümünden sonra Horasan valisi oldu. Amcası Tuğrul Bey, 4 Eylül 1063’te öldüğü zaman vasiyeti üzerine Selçuklu tahtına Alparslan’ın ağabeyi Süleyman getirildi, fakat Türk beyleri buna muhalefet edip, Alparslan’a hükümdar olarak biat ettiler. Halife al-Kâ’im bi-Amr Allah’ın topladığı bir mecliste, 27 nisan 1064’te, gösterişli bir törenle, Alparslan sultan ilân edildi.

Alparslan 27 Nisan 1064’te büyük bir törenle tahta çıktı. Amcasının veziri Amidülmülk Kündiri’yi azledip, yerine büyük bir devlet adamı olarak tarihe adı geçen Nizamülmülk’ü atadı. Kendilerine göre sultanlık payesi iddiası olan beylerle mücadeleye girişen Alparslan, hepsini bir bayrak altına toplamayı başardı. Böylece Selçuklu Devleti kuvvetlendi.

Şubat 1064’te Alparslan, Bizans İmparatorluğu’nun üzerine yürüdü. Gürcistan’ı zapt ederek ağır vergilere.
bağladı Kars ve Ani’yi aldı. İsfahan üzerinden Kirman’a yürüyüşüyle isyan eden kardeşi Kavurd’u itaate zorladı ve tabiyetine soktu. 1065’te Amuderya ırmağını geçti, o bölgedeki hükümdarla anlaştı. Alparslan’ın beyleri, Anadolu’da akınlar yapıp sayısız zafer kazandılar. Selçuklu Sultanının gittikçe kuvvetlenmesi Bizans İmparatorluğu’nu telaşlandırdı. İmparator Romanos Diyojenes ordusunu toplayıp sefere çıktı. Palu’ya geldiğinde Malatya’da bıraktığı ordusunun Türkler tarafından perişan edildiği haberini aldı. Geri dönmeye mecbur kaldı.

1070 yılında Alparslan, Horasan ve Irak ordularının başında Azerbaycan’a girdi, sınırdaki kaleleri fethetti. Van gölünün kuzeyinden geçerek Malazgirt önüne vardı, kale teslim oldu. Diyarbekir’den Elcezire’ye girdi, Urfa’yı kuşattı. Mısır’da birbirleriyle mücadele eden Fatımi komutanları, Alparslan’ı Mısır’ı almaya teşvik ediyorlardı. 1071 yılında Selçuklu ordusu Halep’te toplandı. Alparslan’ın Mısır Seferine çıktığını öğrenen Bizans İmparatoru Diyojenes son bir hamle yapmayı düşündü.

Sultanın Halep önünde bulunduğu bu aylarda Bizans imparatorunun elçisi gelip, sultân ile barış ve dostluk üzerinde görü­şerek, teminat vermiş ve geriye dönmüştü. Biraz sonra sultan Alparslan, Mısır kıt’asını
fethetmek üzere, Halep’ten hareket etti; fakat bir günlük yürüyüşün sonunda, Bizans impara­torunun doğuya ilerlediğini ve kendinin yokluğundan faydalanarak, Anadolu’nun doğusundaki şehirleri geri almak ve sonra Erran ve Azerbaycan’a girmek istediğini öğrenince, ordusunun bir kısmını, Suriye’yi fethetmek üzere, bırakarak, kalan kuvveti ile geri dön­dü ve Fırat’ı geçip, Diyarbekir yolu ile, Ahlat’a yöneldi ve Malazgird’i almış olan imparator ile karşılaştı.

1071 yılı 26 Ağustos Cuma günü askerlerini toplayan Alparslan atından inerek secdeye vardı ve; “Ya Rabbi! Seni kendime vekil yapıyor; azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum. Ya Rabbi! Niyetim halistir; bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret!” diye dua etti. Sonra atına binerek askerlerine döndü ve; “Ey askerlerim! Eğer şehid olursam bu beyaz elbise kefenim
olsun. O zaman ruhum göklere çıkacaktır. Benden sonra Melikşah’ı tahta çıkarınız ve ona bağlı
kalınız. Zaferi kazanırsak istikbal bizimdir.”

Bu sözlerle çoşan askerler büyük şevkle savaştılar. Alparslan son derece zekice bir savaş taktiği
planlamıştı. Hilal şeklinde yaydığı ordusuyla akşama kadar Malazgirt meydanında dövüştü.

26 ağustos 1071’de Malazgird ovasında vuku bulan, savaş, sultan Alparslan’in muzafferiyeti ve imparator Romanos Diogenes’in esareti ile bitti. Bu savaşta sultanın askeri 4.000’i Türk memlûkü, 40.000’i zeamet askeri olan düzenli süvari kuvveti ve 10.000 kadarı gönüllü olmak üzere, 54.000’e ulaşıyordu. İmpara­torun savaş kuvvetleri İse, en az bunun iki mislinden fazla idi. İslâm ve Türk tarihinin en önemli olaylarından biri olan ve Türklerin Anadolu’yu baştan başa açarak yerleşmelerine sebep olan bu olay, sultan Alparslan’a bü­tün İslâm tarihinde emsalsiz bir mevki vermiş ve onu sadr-ı İslâmdaki büyük İslâm fâtih ve gazileri derecesine çıkarmıştır. (Bkz. Malazgirt Meydan Muharebesi).

Esir imparator, sultandan iyi  mua­mele gördü ve kısa bir esaretten sonra, muha­fızların refakatinde, Anadolu’ya iade edildi. Fa­kat harp tazminatı ödemesi, her yıl haraç ve ihtiyac halinde Selçuklu ordusuna
asker göndermesi şartlarıyla akdolunan barış neticesiz kaldı; çünkü Romanos dönüşünde Bizans tahtını VIII.Mıhael tara­fından işgal edilmiş buldu, Alparslan, Bizanslılara karşı açılan savaşa bizzat devam etmedi;
Selçuklu şehzadelerini Anadolu’yu fetihle görevlendirdi. Türkler, kısa zamanda Anadolu’ya hakim oldular.
Sultan Alparslan, Malazgirt zaferinden sonra 1072 senesinde çok sayıda atlı ile Maveraünnehr’e doğru
sefere çıktı. Ordunun başında Buhara’ya yaklaştı. Amuderya nehri üzerinde bulunan Hana kalesini muhasara etti. Kale komutanı, sapık Batıni fırkasına mensup Yusuf el-Harezmi, kalenin fazla dayanamayacağını anladı ve teslim olacağını bildirdi. Kale komutanı Yusuf, Alparslan’ın huzuruna çıkarıldığı sırada Sultan’a saldırıp, hançerleyip yaraladı. Suikastçi hemen öldürdüldüyse de, Sultan Alparslan da aldığı yaralardan kurtulamadı. Yaralandığının dördüncü günü, 25 Ekim 1072 tarihinde; “Her ne zaman düşman üzerine azmetsem, Allahü tealaya sığınır, O’ndan yardım isterdim. Dün bir tepe üzerine çıktığımda, askerimin çokluğundan, ordumun büyüklüğünden bana, ayağımın altındaki dağ sallanıyor gibi geldi. “Ben, dünyanın hükümdarıyım. Bana kim galip gelebilir?” diye bir düşünce kalbime geldi. İşte bunun neticesi olarak, cenab-ı Hak, aciz bir kulu ile beni cezalandırdı. Kalbimden geçen bu düşünceden ve daha önce işlemiş olduğum hata ve kusurlarımdan dolayı Allahü tealadan af diliyor, tövbe ediyorum. La ilahe illallah Muhammedün resulullah!…” diyerek şehid oldu. Tahran yakınlarındaki Rey şehrine defnedildi. Yerine oğlu Melikşah geçti.

Sultan Alparslan saltanatı müddetince İslam dinine hizmet etti. İslamiyet’i içten yıkmaya çalışan gizli
düşmanlara ve Batıni, Şii hareketlerine karşı çok duyarlıydı.

Alparslan, büyük enerjisi ve şecaati ile öne çıkar. Necip ve yüksek özellikli bir adam olduğu Bizans imparatoruna ve kardeşi Kavurd’a karşı gösterdiği muame­leden anlaşılır. Bununla beraber tahsilden mah­rum, (büyük ihtimalle) okuması olmayan, ancak veziri Nizamülmülk’ün aleyhindeki ithamlara kulak asmayarak, devlet işlerini bu vezirin eline bırakmak dirayetini gösterebilmiştir. Büyük tarihi zaferlerinin yanısıra, medreseler kurmak, ilim adamlarına ve talebeye vakıf geliri ile maaşlar tahsis etmek, imar ve sulama te’sisleri vücuda getirmek suretiyle de hizmetler yaptı. İmam Ebu Hanife türbesini, Harezm Camii’ni ve Şadyah kalesi gibi pek çok eser inşa ettirdi. Zamanında; İmam Gazali, İmam-ül-Haremeyn Cüveyni, Ebu İshak eş-Şirazi, Abdülkerim Kuşeyri, İmam-ı Serahsi gibi büyük alimler yetişmiştir.