Felsefe Yazıları

Allah Varlığı,Birliği,İsimleri, Sıfatları Literatürü Hakkında Bilgi

VI) LİTERATÜR

İslâm inanç sistemiyle ilgilenen âlim­ler, Cibril hadisinde yer alan iman tari­finden faydalanarak aki’de esaslarını al­tı bölüm (usûl-i sitte) halinde veya muh­tevaları geniş olan üç bölüm (usûl-i selâse) içinde işlemeyi gelenek haline ge­tirmişlerdir. Gerçi söz konusu tarifin cümle kuruluşuna bakarak bütün inanç konula­rını Allah’a İman esası İçinde mütalaa etmek mümkündür (Allah’ın meleklerine, O’nun kitaplarına. inanmak). Fakat yay­gınlaşan tasnife göre inanç sisteminin ana konulan ulûhiyyet, nübüvvet ve âhiret bahislerinden ibarettir. Ulûhiyyet ya­ni Allah’a iman konusunun inanç siste­minin temelini oluşturduğu da şüphe­sizdir. İslâm tarihi boyunca geniş alanlara yayılmış bulunan İslâmî ilimler için­de ulûhiyyet bahisleri kelâm ve mezhep­ler tarihi dışında tefsir, hadis, felsefe, tasavvuf, dinler tarihi ve hatta tabakat kitaplarında çeşitli yönleriyle ele alına­rak işlenmiştir.

Kur’ân-ı Kerîm’de bulunan ulûhiyyete dair birçok’ âyetin tefsiri sırasında müfessirler tabii olarak konu ile ilgili açıklamalar yapmışlardır. Eş’arfye nisbet edilen, fakat henüz izine rastlan­mayan hacimli tefsir için bir şey söylemek mümkün değilse de gerek hacim gerekse fikir ve kelâmî üslûp bakımın­dan son derece tatminkâr bir muhteva­ya sahip bulunan Mâtürîdîye ait Te’vî-idlû’l-Kur’an’ın, mezhepler tarihi ve ilk dönem Sünnî kelâmının genel konula­rı içinde ulûhiyyet bahislerine de geniş çapta yer veren kelâmî bir tefsir niteliği taşıdığını söylemek lâzımdır. Zemahşerînin el-Keşadinı da hatırlattıktan son­ra bu tür tefsirlerin geç dönem örnek­lerinden biri olarak Fahreddin er-Râzi’nin Meldü”l-ğayb’ını ve nihayet Elmalılı’nın Hak Dini Kuran Dili adlı tefsiri­ni kaydetmek gerekir. Genellikle tefsir yazarlarının, eserlerine, mütehassısı bu­lundukları veya çokça ilgilendikleri ilim açısından şekil verdikleri gerçeğinden hareket edersek Kâdî Beyzâvi’nin Envârü’t-tenzîl’ın, İbn Teymiyye’nin Mec­mucu beş cilt halinde (XIII-XVII) yer alan, çeşitli âyet veya sûrelerin tefsirine dair açıklamalarını, büyük çap­ta kelâmın tartışma konularından birini oluşturan ulûhiyyet eserleri olarak ka­bul etmek mümkündür. Bunlardan baş­ka Kur’ân-ı Kerîmin tamamına değil de belli sûre ve âyetlerine has olmak üzere yazılan tefsirler içinde Fatiha. Ayetü’I-kürsî, Kâfirün ve İhlâs sûreleri Allah’ın varlığı, birliği, tenzîhî ve sübûtî sıfatlan, şirk ve küfür gibi konulan işleyen akaid-kelâm ve mezhepler tarihi eserleri ma­hiyetindedir. Lafza-i celâl, rahman ve rahîm isimlerinin yanında ulûhiyyet bah­sinin isim-müsemmâ konusunu da ihti­va eden besmele hakkında müstakil ri­saleler yazıldığı gibi, Fati­ha sûresinin tefsiri sırasında da bu ko­nu genişçe islenegelmiştir. Müfessirler, Mushaf in ilk süresini oluşturan Fâtiha’yı genellikle ayrıntılı bir şekilde tefsir et­mişler ve Allah inancını Özlü bir şekilde kapsayan sûrenin âyetleriyle ilgili yorum­lan sırasında çeşitli ulûhiyyet konuları­nı incelemişlerdir. Taberi’nin Tefsirinde Fatiha sûresi, onu istiâze ve besmele hakkında olmak üzere otuz sayfalık bir yer işgal etmiştir (I, 36-66). Bu hacim Ra­zı’de 225 (I, 2-226), Elmalılı tefsirinde de 143 sayfa olmuştur. İstanbul’un başlıca kütüphanelerinde bu­lunan yazma ve basma Fatiha tefsirleri üzerinde yapılan bir çalışma sonunda seksen beş müstakil eser tesbit edil­miş, çeşitli tefsirlerin Fatiha bölümü­nün aynca istinsah edilmesi şeklinde de yirmiden fazla eserin bulunduğu anla­şılmıştır. Bunlann dışında muhtelif ka­taloglarda görülen Fatiha tefsirleri de 100’ü aşmıştır. İbn Teymiyye’­nin A’lâ. Şems, Leyi, Alak, Beyyine ve Kafirûn sürelerinden oluşan ve Abdüssamed Şerefeddin’in değerli çalışmalarıy­la neşredilen eser bu türün güzel ör­neklerinden birini oluşturur. İçinde yayınlanan İhlâs tefsiri 500 sayfa civarında olup bunun ilk 100 sayfası yine ulûhiyyet bahisleriyle ilgili bir giriş mahiyetindedir. İbn Sînâ’ya nisbet edilen İhlâs ve Muavvizeteyn tefsirine ait epeyce yazma nüsha mevcuttur. Kitap ayrıca basılmıştır. İh­lâs sûresi birçok âlimin özel ilgisini çek­miş ve bu süre hakkında epeyce müs­takil tefsir kaleme alınmıştır. Ulûhiyyet konulannı ilgilendi­ren bu tür müstakil tefsirler arasında oldukça zengin literatüre sahip bulu­nan Ayetü’l-kürsî ve ayrıca Kâfirûn sû­resi tefsirlerini de hatırlatmak gerekir.

Tefsir sahasında araştırma yapan gü­nümüz yazarları içinde akaid meselele­rini konu edinenler de vardır. Suat Yıldırım tarafından hazırlanan çalışma bu tür araştırmalardan birini teşkil eder. Konularına göre düzenlenmiş hadis kitaplarında akaidle ilgili rivayetleri topla­yan özel bölümler vardır. Buhârî, Müs­lim, Tirmizîve Nesâfde “Kitâbü’l-Imân” başlığı altında yer alan muhtelif hadis­ler içinde ulûhiyyet konularını da ilgi­lendiren rivayetler mevcuttur. Yine Bu­hârî, Müslim ve Tirmizî’nin eserleriyle birlikte İmam Mâlik’in el-Muvatta’ında bulunan “Kitâbü’l-Kader’de Allah’ın ilim, irade, kudret ve halk sıfatlannı ilgilen­diren kader mevzuunda birçok rivayet kaydedilmiştir. Şahîh-i Buhdrî’nin son bölümünü oluşturan elli sekiz bablık “Kitâbü’t-Tevhîd” de İsim ve sıfatla ilgili bir­çok rivayeti içermektedir. Ebû Dâvûd’un es-Sünen’inde “Kitâbü’s-Sünne”de, Dârimi’ninkinde ise “Kitâbü’r-Rikâk’ta diğer konularla birlikte ulûhiyyet Basarının ancak Allah’ın vardımıvla olabileceğini  ifadeten âyetten (Hûd 11/88) alınmış celi-sülüs levha bahisleri de yer almıştır. İbn Mâce’nin es-Sünen’indeki “el-Mukaddime”sinin 8-10 ve 13. babianntn da ulûhiyyeti ilgi­lendiren konulara tahsis edildiği görül­mektedir.

Muhaddislerin İslâm âlimleri içinde büyük bir yekun oluşturduğu ve genel olarak muhafazakâr bir din anlayışına sahip bulunduğu şüphesizdir. Hicrî I. yüzyıl içinde, bir taraftan hızla yayılan fetihlerle birlikte çeşitli inanış ve düşü­nüşlere sahip milletler İslâm dünyasına dahil olup inançla ilgili konulan tartışır­ken, diğer taraftan üçüncü halifenin şe-hid edilmesinden sonra boyutları iç sa­vaşlara kadar uzanan siyasî anlaşmaz­lıklar ortaya çıkmıştır. Bu olayların ve diğer bazı faktörlerin tesiriyle iman-kü­für, irade-kader, Allah’ın sıfatlan, hatta Allah’ın varlığı gibi büyük çapta ulûhiy-yet sahasına giren meseleler tartışma konusu haline gelmiştir. II. yüzyıldan iti­baren müslüman âlimlerle diğer din ve düşünce taraftarları arasında başlayan fikir mücadelelerinde Cehmiyye-Mu’tezile grupları İslâm cephesini savunmayı üstlenmişlerdir.

Bu grup­lar, mücadeleleri sırasında naslan mü­samahakâr bir şekilde yoruma tâbi tut­tukları gibi hasımlarından da bazı te­sirler almış olmalıdırlar. Ayrıca Ahmed b. Ebu Daud ve arkadaşlarının, müslü­man âlimlere yönelik fikrî mücadeleleri­ne kendi lehlerine siyasî güçleri de ka­rıştırarak ilmî dinî kanaatlere karşı zor kullanmaları sert tepkilerin doğmasına sebep teşkil etmiştir. Ahmed b. Hanbel başta olmak üzere birçok hadis âlimi akaidin özellikle ulûhiyyet bahisleriyle ilgilenmeye başlamış ve kelâm metodu­na karşı sert bir tavır takınmıştır. Bu se­beple İlk dönem muhaddislerinin akaide dair eserleri, genellikle kelâm metodu­nu kullanan âlimlere karşı reddiye nite­liğinde olup belli konulan ihtiva etmiş­tir. Onlann daha çok “Kitâbü’l-rmân. Kitâbü’l-Tevhîd, Kitâbü’s-Sünne, Risâletü’l-aklde” diye isimlendirdikleri umumi aka id kitapçıktan da yine bid’at akaidi­ne karşı Ehl-i sünnet akidesini yayma amacını gütmüştür. Muhaddisler, Ah­med b. Hanbel’in üslûbunda bol Örnek­leri görüldüğü üzere mu­haliflerini Cehmî-Mu’tezilî veya zındık olarak görmüş ve “er-Red ale’z-zenâdıka ve’l-Cehmiyye” türünde bir dizi eser kaleme almışlardır. Aynca akaid alanın­da akla baş vurulmasını ve gerektiğin­de te’vile gidilmesini benimseyen kelâm metoduna karşı bir “Zemmü’l-kelâm” edebiyatı geliştirmişlerdir. Tekrar be­lirtmeliyiz ki bu tür eserlerin muhteva­sını büyük bir çoğunlukla ulûhiyyet ba­hisleri oluşturmuştur. Kelâm sıfatının ve dolayısıyla Kur’an’ın mahlûk olup ol­madığı konusu ise bu bahisler içinde ayn bir önem taşır. Ahmed b. Ebü Du­âd ve arkadaşlannın isabetsiz bir me­tot ve tutumla ortaya attığı bu konu bir fitne unsuru olmuş, meselenin etrafında her iki gru­bun da sabit fikirlere kapılmasına se­bep teşkil etmiş ve karşılıklı reddiyele­rin yazılması sonucunu doğurmuştur. Ali Sâmî en-Neşşâr ve Ammâr C. et-Tâlibî bu tür eserlerden olmak üzere Ahmed b. Hanbel, Buhârî, İbn Kuteybe ve Dârimfye ait risaleleri neşretmişlerdir. M. Hayri Kırbaşoğlu, çoğu küçük risaleler ha­linde olduğu anlaşılan, ancak az bir kıs­mı yazma halinde veya basılmış olarak bulunabilen, hicrî VI. (XII.) yüzyılın orta­larına kadar yaşamış muhaddislere ait doksan üç eserlik bir listeyi yayımlamış­tır. Yine aynı yazann doktora tezi olarak hazırla­dığı çalışma muhaddislerin ulûhiyyet konulanna bakışını yansrtmaktadır.

İslâm filozofları metafizikle ilgili ki­taplarında ve hatta diğer bazı eserle­rinde ilâhiyyât konulanna yer vermişler-

dir. M. Abdülhâdî Ebû Rîde tarafından neşredilen Resâ3 ilü’l-Kindîel-feisetiy-ye’de Allah’ın varlığı konusunu işleyen risaleler yanında O’nun özellikle birliğini konu alan bir risale de vardır. İbnü’n-Nedîm, Ebû Bekir er-Râzî’nin Al­lah’ın varlığını ve bazı sıfatlarını konu alan risalelerinin isimlerini kaydetmiş, Kâ’bi’nin de onun ilm-i ilâhî hakkındaki görüşünü redde­den bir eserinin bulunduğunu haber ver­miştir. Fârâbî, el-Medînetü’l-fâla’sının ilk altı faslını ulûhiyyet bahis­lerine ayırarak Allah’ın birliğini ve diğer bazı sıfatlannı kendi anlayışı çerçeve­sinde açıklamaya çalışmıştır. [668] Ona nisbet edilen Fuşûşü’l-hikem’üe de ulûhiyyetle ilgili kısa açıklamalar vardır. İbn Sînâ’ya ait en-Necât, eş-Şifâ ile el-İşârât ve’t-tenbîhât’m ilâhiyyât bölüm­lerinde zât ve sıfat bahislerinin ele alı­nıp işlendiği bilinmektedir. İbn Rüşd’ün el-Keşfine gelince, bu veciz risale İs­lâm inanç sisteminin hemen bütün ilâ­hiyyât bahislerini tenkitçi bir metotla ele alarak işlemiştir.

Başlangıçtan itibaren telif edilen tasavvuff eserlerde ulûhiyyetin bazı konu­lan temel meseleler olarak ele alınıp iş­lenmiştir. Bunlar Allah’ın varlığı, birli­ği, isimleri, sıfatlan. Allah-insan-kâinat münasebetleri, irade ve kader gibi me­selelerdir. Serrâc’dan itibaren Kelâbâzî. Kuşeyrî, HücvM çizgisinde devam eden eserlerde bu konulan görmek mümkün­dür. Gazzâlî, ulûhiyyet bahislerine ke­lâm eserlerinden başka tasavvufî mahi­yetteki kitaplarında da yer vermiştir. Abdülkadir-i Geylânfnin el-Gunye li-tâlibî tarîki’l-Hakk’ınüa hilâfet bahsi ve klasik kelâm konulan selef temayülü çerçevesinde işlendikten sonra (I, 54-83) rtikadî mezhepler ele alınarak veciz fa­kat yoğun bir muhteva ile tanıtılmıştır (I, 83-95). Eserin diğer bölümlerinde de ulûhiyyet bahislerine temas edilmiştir. Muhyiddin Ibnü’l-Arabî’nin eserlerinde ulûhiyyet bahislerinin tasavvufi felsefî bir mahiyet kazanıp farklı bakışlarla iş­lendiği, bunun da müsbet ve menfi bir­çok akisler uyandırdığı şüphesizdir. Abdülvvehhâb eş-Şa’rânî, sûfflerle kelâm ciların inanç sistemini mukayese etmek maksadıyla kaleme aldığı el-Yevûkît ve’l-cevâhir adlı eserinde sufi akidesi için İbnü’l-Arabi’nin eserlerini tatminkâr görerek esas aldığını kaydeder (I, 2). Bu eserin birinci cildi ilâhiyyât bahislerine ayrılmıştır, imâm-ı Rabbânî’nin Mektûbât’ı da ulûhiyyet bahisleri açısından zengin bir muhtevaya sahiptir.

İslâm inanç sistemiyle meşgul olan âlimler, şüphe yok ki müslûmanlarla te­mas halinde bulunan milletlerin dinle­riyle de ilgilenmişlerdir. İlk kelâmcılann aynı zamanda dinler tarihçisi gibi ha­reket ettiği, özellikle Allah’ın varlığı ve birliği ile nübüvvet konularında diğer din sâliklerinin görüşlerini aktarıp tenkide tâbi tuttuğu bilinmektedir. Bu konuda­ki çalışmaları Mutezile başlatmış olma­lıdır. Daha hicrî III. yüzyılın başlarında Nazzâm’ın materyalizmin ve çok tanrılı inançların reddiy­le ilgili olarak ortaya koyduğu görüşler bize kadar gelebilmiştir meselâ  Daha sonraki dönemlerde İslâm dünyasında ttikadî mezheplerin çoğalıp gelişmesiyle fikrî mücadeleler içe dönük bir şekil al­mış, fakat ilâhiyyât ve nübüvvet konu­larının işlenmesi sırasında diğer dinle­rin reddi genelde ihmal edilmemiştir. Mâtürîdî Kitâbü’t-Tevhîd’inin en az dörtte birini İslâm dışı din ve düşünce­lere ayırıp burada Eski Yunan düşünce­sinin ulûhiyyetle ilgili bazı görüşlerinin tenkidinden başka sofistlerin, tabiatın ezeliyetini benimseyen Dehriyye’nin, ayrıca Seneviyye’nin, hıristiyanlann ve ben­zeri din mensuplarının Alah’ın varlığı, birliği, kâinatın yaratılmışlığı konuların­daki karşı görüşlerini ele alıp tenkit etmiştir. Ebü’l-Höseyin el-Malatr ehl-i bid’atın reddi için kaleme aldığı eserinde kısa da olsa bazı gayri İsla mî inançlan söz konusu etmiştir. Bâkıllâninin et-Temhîd’inde ise dinler tarihine ay­rılan kısım Mâtüridi’ninkinden fazladır. O bu eserinde tablatçılan. müneccimeyi reddettikten sonra Seneviyye, Mecûsîler, hıristiyanlar, Brahmanlar ve yahudilerin görüşlerini ele alıp tenkide tâbi tutmuş­tur. Kâdî Abdülcebbâr’a ait el-Muğnî külliyatının yayımlanmış V. cildinin ço­ğunlukla dinler tarihiyle ilgili olduğu bi­linmektedir.

İbn Hazm ve Şehristânînin din­ler, felsefeler ve mezheplerle ilgili meş­hur eserlerinde en çok söz konusu edi­lip tartışılan konuların ulûhiyyet mese­leleri olduğu şüphesizdir.

Taberî, Tarih’inin başında, zamanın ve Allah’tan başka her şeyin yaratılmış ve ölümlü olduğu, sadece Allah’ın ezelî ve ebedî vasfını taşıyıp her şeyi yarattığı ve şeriki bulunmadığı gibi konulan ele alıp kısaca işler (I, 20-31). Makdisî ise el-Bed’ ve’  baş tarafında ulûhiyyet konularını ayrıntılı denebilecek şekilde bahis konusu etmiştir (I, 56-108). örnek­leri fazla olmayan bu tür tarih eserlerin­den başka mezhep ve fikir mücadelele­rine yer veren İslâm tarihi kitaplan teşbih tenzih, sıfatların tevili, kader ve halku’l-Kur’ân gibi ulûhiyyet konulannda çeşitli şahıs ve grupların karşıt görüş­lerini nakletmesi açısından, Allah mad­desiyle ilgili literatürün İçinde düşünü­lebilecek eserlerdir. Aynı şekilde ayrıntı­lı bilgi veren hacimli tabakat kitaplan da bu literatüre dahil edilmelidir. Me­selâ İbn Ebu Yalâ’nın Tabakâtü’l-Hanâbile’si, Zehebi’nin Siyeru acmi’n-nübelâ adlı eseri, selef akîdesine ait birçok görüş ve risaleyi ihtiva eder. İbnü’s-Sübkinin Tabakatü’ş-Şâii ‘iyyeti’l-kübrâ’sı daha çok Eş’arî kelâmı için is­tifade edilecek bir kaynak durumunda­dır.

Şahîh-i Müslim’in kaydettiğine göre ashap döneminin sonlarına doğru İslâm dünyasında kader konusu münakaşa edilmeye başlanmıştır. Buna bağlı olarak kebîre işleyenin durumu, ayrıca Allah’ın sıfatlan gibi meseleler de hemen aynı zamanlarda veya biraz son­raki dönemlerde ortaya çıkmıştır, İlk dö­nemlerin İslâm dünyasında gerek müslümanlann kendi içinde gerekse onlarla diğer din mensuptan arasında ortaya çıkan akaid tartışmaları, ulûhiyyet sa­hasını ilgilendiren konularda cereyan et­miş olmalıdır. Allah’ın varlığı, birliği, isim ve sıfatları, kader, rü’yetuliah. halku’l-Kur’ân gibi konulardan oluşan akaidin İlâhiyyât bölümü, başlangıçtan günümüze kadar kaleme alınmış bulunan Sünnî, Mutezilî. Şiî, Haricî-İbâzî ve İsmail akaid-kelâm kitaplarının temel meselelerini teşkil etmiştir. İman esastannın hepsini konu edinmeyi planlayan bu tür eserle­rin dışında uluhiyyetin belli bir bahsini işleyen eserler de müteahhir devirlerde daha yoğun olmak üzere telif edilegelmiştir.

Allah’ın varlığı konusunda müstakil eser yazma geleneği, en azından Gazzâli’den itibaren başlayıp süregelmektedir. İnkarcı materya­list akımların etkilerini fazlaca göster­diği çağımızda ise bu telif türü, bir taraftan çeşitli inkarcı akımların tenkidi, diğer taraftan da doğrudan Allah’ın var­lığının ispatı biçiminde ve yoğun bir şe­kilde devam etmektedir. Allah’ın birliği konusu birçok tevhid risalesi ile işlenegelmiştir. Ancak “Tevhld” özellikle ilk dönemlerde “Akaid” ilmi yerine de kullanılan bir terim oldu­ğu için bu isim etrafında kaleme alınan eserlerin hepsi sadece Allah’ın birliğini konu edinmiş olmayıp diğer akaid me­selelerini de kapsamaktadır. Yine aynı konuda yazılan eserlerin bir kısımını, teşbih veya çok tann inancına sahip bu­lunan din sâliklerini tenkit maksadıyla yazılan reddiyeler teşkil etmiştir. Keşfü’z-zunûn ve zeyli tiâhu’l-meknûn gi­bi bibliyografik kaynaklar bu tür eserle­rin bir kısmını kaydetmektedir.

Mehmet Aydın tarafından ha­zırlanan çalışmada (Müslümanların Hı­ristiyanlığa Karşı Yazdığı Reddiyeler ve Tartışma Konuları, Konya 1989), teslîs inancının reddiyle ilgili olarak başlangıç­tan günümüze kadar müslüman müel­lifler tarafından kaleme alınan eserlerin başlıcalan tanıtılmış ve bu eserlerin ko­nulan ele alış şekli hakkında bilgi veril­miştir. Tevhidle ilgi olmak üzere telif edilen eserler arasında Müşebbihe ve Mücessime’yi reddedip tenzîhî sıfatlan konu edinen müstakil kitaplan da kay­detmek gerekir. Vahdet-i vücûd hak­kında kaleme alınan, hulul ve ittihadı reddeden eserler de bu tür teliflerin içinde mütalaa edilebilir.

Ulûhiyyet konulannda müstakil olarak kaleme alınan eserler içinde en çok rağ­bet gören esma-i hüsnâ türüdür. sahasıyla ilgilenen ve İlgilenmeyen bir­çok âlim bu konuda eser yazmıştır. Keşfü’z-zunûn ve îzâhu’l-meknûn’da 100 civarında esmâ-i hüsnâ telifi kaydedil­miştir. Hüseyin Şahin tarafından yapı­lan bir çalışmada yetmiş civarında yaz­ma veya basma esmâ-i hüsnâ kitabı ta­nıtılmıştır.

Esmâ-i hüsnâ zât-ı ilâhiyyeyi nitelen­diren kavramlar olarak birinci derecede akaid ilminin konusuna girmekle birlik­te her müminin gönlünde en mutena yeri tutan Allah Teâlâ’nın sevgi, lütuf, yakınlık, bağışlayıcılık. rahmet ve yardı­mını Kur’an ve hadis ifadesiyle dile ge­tirdiği İçin hemen her müminin ilgisini çekmiş ve âlimler için fikrî tartışma ko­nusu olmaktan çok gönül huzuruna ve­sile teşkil etmiştir. Sıfatlar konusunda yazılan müstakil eserler ise genellikle, yazara göre muhalif olan grubu red ve kendi görüşünü ispat niteliği taşımıştır. Hicri III. yüzyılın başlarından itibaren sı­fatlarla ilgili eserlerin yazılmasına baş­lanmış olmalıdır. Kaynaklar Hüseyin b. Muhammed en-Neccâr’a ve İbn Küllâb’a “es-Sıfât” kitapları nisbet etmekte­dir. İbn Huzeyme’nin (ö. 311/924) kitabı ise basılmıştır. Kaynaklar Cübbâî, Ebû Zeyd el-Belhî, Eş’arî ve daha birçok müellifin aynı mahiyette eserler telif ettiklerini kaydederler. Bu telif türü günümüze ka­dar devam etmiştir. Günümüzde ger­çekleştirilen bu tür çalışmalardan biri de Metin Yurdagür’e attir.

Haberi sıfatlar konusunda te1vil metodunu kullanan kelâmcılarla bu metodu benimsemeyen muhafazakârlar arasında süregelen İlmî tartışmalar, kar­şılıklı reddiyeler mahiyetinde birçok ese­rin yazılması sonucunu doğurmuştur. Genellikle Mu’tezilî kelâmcılar muhalif­lerini teşbih ve tecsim ile. onlar da beri­kileri Muattala ve Cehmiyye’den olmak­la suçlamış ve neticede “er-Red ale’l-Müşebbihe”. “er-Red ale’l-Mücessime” ile “er-Red ale’l-Muattıla ve’1-Cehmiyye” tü­ründe epeyce kitap telif edilmiştir. Ahmed b. Hanbel, İbn Kuteybe ve Dârimî gibi muhaddislerin reddiyeleri bilinmek­tedir. İbn Teymiyye birçok eserinde ay­nı konuyu işlemiş, İbn Kayyim el-Cevziyye ve Zehebî gibi müteahhir selefüer de onu takip etmiştir. Buna karşılık Al­lah’ı teşbih ve tecsimden tenzih etmek maksadıyla pek çok müstakil eserin ka­leme alındığı da bilinmektedir.  Eş’ariye nisbet edi­len er-Red cale’l-mücessime’nın mevcudiyeti şüpheli ol­makla birlikte Mâtürîdi’nin Kitâbü’t-Tevid’inde konu önemle işlenmektedir. Gazzâlî, İlcâmü’l-Cavâm’ında ve ayrıca Kavâ’i-dü’l-akâ’id’mn ikinci faslında selef ile halef taraftarları arasında süregelen bu tartışmanın iki cephesine de itidal çer­çevesinde bakışlar yapmış, Fahreddin er-Râzî İse zât-ı ilâhiyyeyi tenzih görüşüne ağırlık vermiştir.

İlâhiyyât bahislerinin en önemli konu­sunu teşkil eden sıfatlar hakkında eski­den beri müstakil eserler kaleme alındığı gibi sıfatların içinden bazı konular da önemleri nisbetinde daha dar çerçeveli müstakil eserlere malzeme sağlamıştır. Bunların başında kader problemi gelir. Kader her ne kadar Allah’ın ilim, kudret ve irade sıfatlarının kemal mertebesin­de oluşunun tabii bir sonucu ise de Cib­ril hadisinden elde edilen altılı sisteme (usûl-i sitte) bağlı olarak aynca söz konu­su edilerek işlenmiştir. Kaderin İslâm dünyasında tartışma konusu edilen İlk iman problemi olduğu da unutulmamalı­dır. Belki ilk akaid telifinin de konusu­nu oluşturan kader hakkında günümüze kadar birçok müstakil risale telif edil­miştir. Sadece Keşfü’z-zunûn ve îzâhu’l-meknûn’da 100’e yakın kader risalesi­nin kaydı yer almıştır. Bunlann bir kısmı Kaderiyye veya Cebriyye’yi red tarzında, diğerleri de kaza ve kader, halku’l-efâl, kitâbü’l-istitâa, kitâbü’1-cebr ve’l-ihtiyâr şeklinde eserlerdir. Konu ile ilgili olarak son yapılan çalışmalardan biri de M. Saim Yeprem’e aittir. Allah’ın âhirette müminler tarafından görülme­si (rü’yetullah) meselesi de ulûhiyyetin müstakil telif konularından birini teş­kil etmiştir. Rü’yetullahı kabul etmeyen Mu’tezile ile onu benimseyen Ehl-i sün­net âlimleri konu ile ilgili olarak erken dönemlerden itibaren müstakil eserler

yazmaya başlamışlardır. İbn Asâkir, Eş’arîye iki tane rü’yet kitabı nisbet ediyor­sa da bunlar hem bize intikal etmemiş, hem de rü’yetullah konusuna tahsis edilme­miştir. Bib­liyografik kaynaklarda rüyetuüaha dair epeyce eserin kaydı geçmektedir. Kâdî Abdülcebbâr’a ait el-Muğnî külliyatının “Rü’yetü’1-Bârî” adlı 346 sayfalık IV. cildinin yandan fazlasının bu konuyla ilgili oldu­ğunu belirtmeliyiz.

Kelâm sıfatının Mu’tezile ile selef âlim­leri tarafından farklı bir şekilde yorum­lanmasından çıkan halku’l-Kur’ân me­selesi de müstakil bir telif konusu ol­muştur. İbnü’n-Nedîm Mu’tezilî âlimle­re ait olmak üzere birkaç eseri kaydet­mektedir. Buhârî muhaddis olmasına rağ­men Kur’an’ı telaffuz etmenin mahlûk olduğunu ispat eden bir eser yazabilmiştir.

İbn Kuteybe de benzer bir yakla­şımla el-îhtilâf h’l-lafz risalesini yazmış­tır. Yine Kâ­dî Abdülcebbâr külliyatının 224 sayfalık VII. cildinin bu konuya tahsis edildiğini belirtelim. Kelâm edebiyatının müstakil telif tür­lerinden birini de kelime-i şehâdet veya kelime-i tevhid teşkil etmiştir. Allah’ın birliğini ve Hz. Muhammed’in risâletini ifade eden bu ikişer cümlelik metinler bir bakıma İslâm akaidinin özetini ver­mektedir. Keşfü’z-zunûn (I, 351, 486; II, 1043) ve zeyli îzâhu’l-meknûn’ûa (1, 301) bu tür eserlerin bazı kayıtlarını bulmak mümkündür. [700]