Kimdir

Ali Haydar Haksal kimdir? Hayatı ve eserleri

Ali Haydar Haksal kimdir? Hayatı ve eserleri: 1951’de, Bingöl’ün Kiğı ilçesine bağlı Hasköy’de doğan Ali Haydar Haksal, Elazığ İmam Hatip Lisesi’nden (1975) sonra, Erzurum Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi (1979). Hikâye ve yazılarını Mavera, Yönelişler, İs­lâm, Yedi İklim, Yeni Devir, Millî Gazete, Kayıtlar gibi yayın organlarında ya­yımladı.

Yedi İklim dergisinin kurucularından ve hâlen sahip ve Yazı İşleri müdürü olan Ali Haydar Haksal’ın kısa zamanda birçok hikâye kitapları yayımlanmıştır.

Hikâyelerini:

Evdeki Yabancı (1986),

Sesim Bana Yetmiyor (1987),

Sarıldığım Soğuk Bir Ce­set (1988),

Sokağın Adı Issız (1989),

Ay Işığında Vav’ın Odası (1991),

Zamanların Öyküsü (1994),

Yalnızlık Sarkacı (1996),

Kuşkonmazda Konuşan Adam (1996) ki­taplarında toplamıştır. Ayrıca “Gelişi Güzel” (1987) adıyla bir günlüğü vardır.

Soyut ve “imgeli” bir üslûp sürdüren Haksal, genellikle dengesiz, bunalımlı, “hasta” ruhlu kişilerin hikâyelerini yazıyor. İslâmî görüşleri, bazen apaçık, ba­zen de timsaller halinde dile getiriyor. İnsanın toplum içindeki korku ve şaşkın­lığı ve kahramanların bir aile içinde bile diğer insanlardan kopmuşluğu, Haksal’ın işlediği başlıca motifler oluyor. Hikâyelerini daha ziyade “söylem”e dayandıran Haksal, uzun ve çok yazmasının bazı sakıncalarını üstlenmektedir. Üslûba fazla önem vermediği, bazı cümle aksaklıkları da yaptığı görülüyor. Gereğinden fazla uzun hikâyelerinin kuruluş, anlam, “mesaj” gibi zarurelerle uzatılmış oldu­ğu söylenemez.

Aşağıya bazı bölümlerini aldığımız, “Gecedir Bu Sokaktan Akan” adlı hikâye yazarın “Ay Işığında Vav’ın Odası” adlı kitabının ikinci hikâyesidir. Hikâyeci ve eleştiri yazarı Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, bu kitabı tanıtan bir yazısında, aşa­ğıya aldığımız hikâye hakkında şunları söylemektedir:

“Gecedir Bu Sokaktan Akan hikâyesinde diğer hikâyelerden farklı olarak bir tip çiziliyor. Bu tip sokaktaki insanların kiminin deli, kiminin dilenci diye tanım­ladıkları bir adamdır. Anlaşılmayan sebeplerle bazen kendini seyir halindeki tra­fiğin içine atıverir. Bu arabaların önüne atlayışı sebepsiz değildir. Bazen bir yaş­lının, bazen bir çocuğun karşıdan karşıya geçişini sağlamak içindir bu bedenini ortaya atış. Bir gün yine bir yaşlının karşıya geçmesini sağlamak için kendini yo­la atar ve bir arabaya çarpar. Yaralanmıştır. Kitabın en başarılı hikâyelerinden bi­ri bu hikâye. Deli diye nitelendirilen Abdullah’ın insanlar için kendini feda edişi­ne karşılık, kimseye zararı olmadığı halde insanlar ondan rahatsız olmaktadır. Abdullah’ı anlamaya çalışmaya, onun neden böyle davrandığını incelemeye kimsenin tahammülü yoktur. Oysa o, yıllar önce bu sokakta, bir trafik kazasında can veren oğlunun ölümünden sonra böyle olmuş; yaşlıları ve çocukları karşıdan kar­şıya geçirmeyi kendine şaşmaz bir görev kabul etmiştir.

Bu hikâye Türk toplumunun ahlâki değişiminin bir boyutunu çok güzel ifade ediyor. “Deli ile veli aynı ipte dolaşır” sözünün altındaki mânâyla delileri bir ka­lemde silip atmayıp, bizim bilemeyeceğimiz sebeplerden dolap belki de onların veli olabileceği ihtimali insanların gönlünden çok uzak. İnsanlar bu kalabalık ve keşmekeşin içinde sadece bir boyutlarıyla birbirlerini idrak ettikleri için herkes karşısındakine bir parça tehlike yükleyiveriyor.

Öğrencilik yıllarımda tanıdığım; Beyazıt-Aksaray arası sersefil, dalgın, kir pas içinde dolaşan, kar yağdığı günlerde bile pantolonunun iki paçası ta, yukarılara kadar yırtık olan “eski hâkim’’i hatırladım. Biz Yunan felsefesinde sefil hayatla­rıyla anılan kiynik filozoflara atfen O’na Beyazıt’ın kiyniği derdik. Bir hikâyesi vardı. Ne kadar doğru bilmiyorum ama bu hikâye ağızdan ağıza dolaşırdı o yıllar­da. Efendim, bizim kiynik filozof vaktinde Konya’da ağır ceza reisi imiş. Bir idam hükmü verilmiş. Daha sonra gerçek suçlu ortaya çıkınca reis aklını kaybederek bizim kiynik filozofun kimliğine bürünüvermiş.

İstanbul’da sokaklarda sefil bir hayat yaşayan bu insanlara dair, vaktiyle bir dergi özel bir sayı çıkartmıştı. Gecedir Bu Sokakta Akan hikâyesini okurken bir vesileyle hikâyesini dinlemek zorunda kaldığım İstanbul’un bütün “delileri” gö­zümün önünden resmi geçit yaptılar.”

Ali Haydar Haksal’dan Bir Hikâye

Gecedir Bu Sokaktan Akan

Bugün hava gene soğuk, insanın iliklerine kadar işliyor. Rüzgârla birlikte ge­len yağmur, yüzüne vurdukça bir bıçak gibi kesiyor, yüzünü buruşturuyor, kırı­şan yüz derisi âdeta iç içe geçiyor. Soğuktan elini yüzüne götürmeye çekiniyor. Yüzüne yediği kamçının izleri orada duruyor ve sanki asla silinmeyecekmiş gibi oluyor. Bir telâşa kapılmadan, soğukkanlılığını korur, içine büzülür, çevresine bakınmadan gözlerini hep o yöne diker. Onun duruşundaki bu soğukkanlılık ile davranışları bir arada düşünülünce insanı şaşırtır. Bunu korumayı, kendisini başkalarından gizlemeyi iyi bilir, ya da bu onun gerçek yüzüdür. Bu sokaktan ge­çen kimse öyle kolay kolay çözememiştir. İnsanların bazen alaylı, bazen merak­lı bakışlarına aldırmaz, bildiğini yapmaktan geri kalmaz. Kaşlarını kaldırdığın­da alttan alta onları kolladığı muhakkak. Sırtını duvara dayar. İçine işleyen kes­kin soğuğa aldırmadan orada öylece bakar ve bekler. Bu duvarda onun sırtının izleri vardır.

Birden bağırdı, gürültü koparan araçların sesinden duyulmadı. Öyle cılız kal­dı M ilgisiz geçip gittiler. Kimi deliliğin hezeyanından saydı. Kimi umursamadan “bana ne” der gibi geçip gitti. Kollarını iki yana açarak ortaya fırladı, pardesüsü havalandı, kendini uçuyor sandı. Böylesi anlarda atak ve uçarıydı. Kanatlanmış bir kuş gibi.

Onun değişen yüzünü görenler, hızla oradan uzaklaştı. Yan gözlerle bakarak bir korku içinde görünüyorlardı. Uzaktan uzağa izlediler. “Bu deliyi götürüp içe­li neden tıkmıyorlar anlamıyorum” dedi kalabalığın içinden biri. Kimi onaylar gibi başını salladı, kimi gereksiz ve yersiz bir lâfmış gibi bakıp geçti. Alaylı bir te­bessüm belirdi yüzlerinde. Sesini yükseltti az önce söylenen: “Çoğu zaman bura­dan geçmek istemiyorum, onun yüzünden yolumu değiştirmek zorunda kalıyo­rum. Akşamlan bu yorgunlukla çekilmiyor.” Söylenmelerine kimse aldırmadı, yo­luna koyuldu. O da kimselerin kalmadığını görünce gitti?

Abdullah’ın yüzü kızarır çocukları gördükçe. Ellerini başına götürünce anlar, bu soğukta, bir ter basar, saçları su keser.. Kendiyle buluştuğu bu anlarda birden yüzü değişir, daha bir sevecenleşir, bir pembelik duyumsar teninde. O zaman ya­şama döner. Karanlık dağılmış gibi gözlerini açar, oğuşturur. Her şey bir başka biçimde görünür. Sırtında kirlenmiş ve ıslanmış pardesünün hışırtısı yayılır, onun sesi kulaklarına gelince bir rahatlama başlar. Pardesüsünün sesi onun mut­luluğudur. Kollarını pervaneleyerek açar, bir vals yapar gibi çevresinde döner dö­ner… Gelip geçenlere dokunmamaya özenir, bunu başarır da. Parmaklarının ucunda döndükçe döner. Birkaç dönüşle kendini sokağın başında bulur, yanan trafik lambalarına, geçen araçlara aldırmadan karşı tarafa geçer. Bazen bir aracın keskin fren sesi duyulur, küfürler savurarak bağırır; biraz durakladıktan sonra, yolcuların yatıştırmasıyla yoluna koyulur. O öfkeyle dönüp bakar, bir el omuzuna dokunur, yavaş yavaş yatışır. Tutturduğu ıslıkla valsın ritmine kapılır dönmeye devam eder. O an soluğunda bir hırıltının belirtisi bile olmaz. Kimi onun bu akı­şını zevkle izler, gülerek bakarlar. Bu sokaktan geçen yabancılar da hayranlık ve şaşkınlıkla izlerler. Buradan geçen insanların çoğu onu tanır. Tanımayanlar da çok çabuk Mm olduğunu öğrenir. Sokaktan geçenler ise bildikleri kadar onu tanıtır. “Bu sokakta çocukların koruyucu ve kollayıcısıdır” derler. O sokağı ne za­man keseceğini çok iyi bilir, karşıdan karşıya geçmek isteyen çocuklar ve yaşlı­lar onu özellikle beklerler. Birden yolu keser, onların karşıya geçmesini sağlar, sonra yoldan çekilir, inatlaşmalar olduğunda kanını yayar, ölümüne orada durur. Onun bu huyunu bildiklerinden, kendiliğinden yoldan çekilmesini beklerler. Bu­na razı olmak zorunda olduklarını iyi bilirler. Bu hatta çalışan bütün araçlar, onun birden yola atılacağını bilirler buraya girdikten sonra ağırlaşırlar. Özellikle bu kavşağa yaklaştıklarında duraksar, sonra ilerlerler. Onu iyice göremedikten sonra kesinlikle hızlanmazlar. Sokakta akış yoğunlaştıkça insanlar köşe başında,

yani tam kavşakta durur. Binlerinin bir şey söylemesi çoğu onu ilgilendirmez, böyle söylenmelere aldırmaz bile. Karşılık verdiğinde iyice düşünür sonra, gözle­rinin içine bakar sesini yükseltir, gürleştirir. Karşısındakini bir korku sarar, o da ister böyle olsun. “Ahh bu delilik” diye söylenir. Kendisine deli denmesinin nede­ni de kendisidir. Ama böyle bir delilik gösterisi de kendini mutlu eder.

Bu kentte ayakta kalabilmek için bazen delilik yapmak gerekiyor. Yoksa bu kentin ağırlığı altından kalkmak güçleşiyor. Bir kambur gibi sırtında, taşımak zorunda kalıyor. Onun yeni ayrımına vardı, dayanamadı, kollarını pervaneleyerek havalandı. Oysa kendini yalnızca çocuklar için atıyordu sokağın ortasına. Bu kez böyle değildi. İlk kez yaşlı biri için atılıyordu. Bazen yaşlılara bilerek öfkele­niyordu. İM kolunu kaldırarak bilinen işaretini yaptı. “Bu adam bu sokağın ya­bancısı olmalı” diye bağırdı. Sesi bu sokağın gürültüsünden duyulamadı, bağır­ması boşuna oldu. Siyah renkli bir araba toslayınca kendini kaldırımın üstünde buldu. O yaşlı adamın yerine kendini arabanın önüne atması ilk görülüyordu. Şimdiye kadar bunu hep çocuklar için yapmıştı. Arabalar bir korna ve motor gü­rültüsü içinde homurdanıyordu. Kalabalıklar ona doğru koşturdu, onlara bak­madan doğrulmaya çabaladı. “Şimdiye kadar neredeydiniz” dedi kendi kendine. Biri kolunu tutup kaldırmak isteyince çekti kolunu onun elinden, öfkeyle yüzü­ne baktı. Adam da şaşırdı. Onun niçin böyle davrandığını anlamadı, geri çekildi. Yerinden kalkarken gözlerini karşı tarafa dikti, yaşlıyı görmeye çalıştı. “Nere­de?” dedi. “Kim?” dedi biri. Sustu, ona da bakmadı. Yerinden doğrulunca ayak­ta duramıyordu, bacağını tutarak ilerledi. “Bunun gene deliliği tutmuş” dedi bi­ri. Yüzünü buruşturdu, bir şey söylemedi ama, yüzüne tükürür gibi baktı. Adam oradan uzaklaştı gitti.

Yaşlı adamı karşı tarafta görünce yüzü değişti, öfkesi dağıldı. Az önceki geri­limi yitmişti. Gözlerinin içiyle gülümsedi, yaşlı adam gördü mü görmedi mi bile­medi ama, bundan mutlu oldu. Bacağını çekiştirerek yürüdü.

Bacağındaki sıcaklık dağıldıkça ağrısı artıyordu. Bunu gizlemek, bir başka bi­çimde bu acıyı yatıştırmak istiyor, başaramıyordu. Başına üşüşenlere aldırmıyor duvara doğru sürükleniyordu.

Siyah renkli arabanın şoförü öfkeden ve sinirden tir tir titriyordu. Arabasın­dan inmiş, elini beline koymuş, sigarasını içiyordu. Gürültüden ve bağlaşmalar­dan söyledikleri anlaşılamıyordu. Yerinde duramıyor, bir gelip uzaktan adama bakıyor, bir gidip arabasına yaslanıyor olanları uzaktan izliyor ve sigara üstüne sigara içiyordu.

Kalabalığın dağılmasını bekledi. Onlardan kurtulmak için, yana çekiliyor, bir tarafa sinmek istiyordu. Bir şey olmamış gibi insanların gözünün içine bakarak gülüyor, arada bir kahkaha koparıyordu. Onun bu aldırışsızlığına bakmadan hastaneye götürmek istediler ve bırakmadılar. Biri dayanamadı. “Kazanın sıcak­lığından kırığın, çatlağın var mıdır bilemezsin. Bırak da seni hastaneye götüre­lim ” dedi. Ortalığın sakinleşmesiyle kalabalık dağıldı. Kazayı yapan şoför araba­sını kenara çekmiş, sokak açılmış trafik akıyordu. Biri yeni aklına gelmiş gibi, “Şoför kaçtı mı, plâkasını aldınız mı?” “Ne cehenneme gideceğiz kardeşim, buradayız ya” dedi. Adam utandı başkasının arkasına gizlendi. Kendisini çevreleyen­leri iterek gitti duvarın oraya çömeldi. Kalabalığın tamamen çekilmesini bekle­di, istedi öyle olsun.

“Gün gelip şu duvarın eteğine bağdaş kurduğum zaman buraya niçin oturdu­ğumu kimse bilmez. Bazen bir dilenci sanılırım, önüme demir paralan atarlar. Elini cebine sokar, cebinin içinde gezdirir gezdirir parmaklarıyla kaç kuruş oldu­ğunu anlattıktan sonra avucunu kapatır önüme fırlatırlar. Bir elin verdiğini diğe­ri bilmesin diye. Bir köpeğe yem atar gibi, öyle, oradan hızla uzaklaşır ve dönüp verdiklerinin mutluluğunu yaşıyorlar. Buradan kalkmadıkça öyle sanılırım ne­dense. Boynumu bükmüyorum, kimsenin gözünün içine bakmıyorum. Nedendir anlamıyorum.

Şu an ağrılarım umurumda değil. Araba neremden vurdu, nerem incindi bil­miyorum, bilmek de istemiyorum. Gözümün içine bakarak durmasalar ya. Üç-beş adım uzaklaştıklarında unutacaklar. Bu göstermelik acınmalarını bilmiyor deği­lim. Bir daha bana baksalar, gözlerimin içine. Onların ne yapmak istediklerini iyi biliyorum. Boş ver bütün bunları…” Elini sol bacağına götürdü, pantolonu yırtıl­mış, bacağı yarılmış kanlar sızıyordu, elini yere sürerek kanları temizledi. “Kim­se için bunları yapmıyorum, kendim için yapıyorum” dedi ve inledi.

Buradan ayrılmak ve gitmek için, içim tutmuyor. Gitsem gözlerim arkada ka­lacak. Ama tabiî bir şeye razı olmak zorundayım. Şimdiye kadar yalnızca çocuk­lar için yapıyordum, şimdi yaşlılar da var. Nasıl burayı terk eder, buradan ayrılı­rım?

Kaybolan bir saat burada gizlidir. Adımlarımı bir bir koyarak, yürüyor ve yaşı­yorum. Bu düşüş ve kalkışlar oyunumun bir kuralı. Her oyun bir gün bitecek, el­bette bir gün benim de oyunum bitecek. Bunun kimsenin bilmediği bir zevki var. Yukarılara baktığımda bir avuç gökyüzü maviliği içime doluyor. Oradan güç alır, kapkara duvarların arasından başımı kaldırır yukarılara bakarım. Kimse bunu anlamaz. Hoş anlasın da demem. Bir gün gökyüzünü isler, kaplıyor sandım, bur­kuldum, içim karardı âdeta. Duvarları kararan bu kentin bir yüzü bu. Hâlâ anla­madıysam bunun bir nedeni var.”

Kalktı siyah renkli arabaya yürüdü. Kapıyı açtılar arka koltuğa onu yerleştir­diler. Biri gelip yanma oturdu. Şoför yerine geçmiş, sakinleşmiş, öfkesi dağılmış, yatışmıştı. Abdullah elini omuzuna koydu, “Hakkını helâl et” dedi ona. Abdul­lah’ın yanma biri ilişti, karşı koymadı, “olsun gelsin” dedi. Birden değişti bir baş­kası oluverdi. Hangi hastaneye gidelim” dedi şoför.“Hangisi olursa olsun” dedi Abdullah.

Araba yürüyünce arkaya baktı. Sokağı bir daha göremeyecekmiş gibiydi.” Bir daha buraya gelemeyecekmiş gibi baktı. “Bir çocuk da buradan geçti” dedi. Göz­leri doldu. Adı babasının adı gibiydi. Dedesi takmıştı. Ona da Abdullah demişti. Gene böyle siyah bir araba vurmuştu. Gözleri dolunca bakamadı. Dönüp başını, önüne eğdi ağladı. “Sen de buradan geçtin Abdullah” dediğini kendisinden baş­ka duyan olmadı.

Araba sokağı çok çabuk çıktı gitti.

(Ay Işığında Vav’m Odası, 1991, s. 14-27)

KAYNAK: TÜRK EDEBİYATI 5. CİLT, AHMET KABAKLI, TÜRK EDEBİYATI VAKFI YAYINLARI, İSTANBUL

İlgili Makaleler