Edebi Şahsiyetler

Alfred Guillaume Kimdir, Hayatı, Eserleri, Hakkında Bilgi

Alfred Guillaume (1888-1965) Özellikle hadis ilmi üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan İngiliz şarkiyatçısı.

Oxford Üniversitesi’nde teoloji ve Do­ğu dilleri okuduktan sonra uzmanlık ala­nı olarak Arapça’yı seçti. I. Dünya Savaşı sırasında önce Fransa’da bulundu; da­ha sonra Mısır’da İngiliz Orduları Yük­sek Komiseri iğ i’ne bağlı Britanya Hükü­meti Arap Bürosu’nda yüzbaşı rütbesiy­le çalıştı. Savaş bitince Durham Üniver­sitesi’nde Doğu dilleri. Londra Üniversi­tesi’nde Kitâb-ı Mukaddes araştırmala­rı okuttu. II. Dünya Savaşı sırasında Bey­rut Amerikan Üniversitesi’nde misafir profesör olarak bulundu ve bu vesileyle müslümanlar arasında çevresini geniş­letti. 1947-1955 yıllarında Londra Üni­versitesi’nde Arapça profesörlüğü ve The School of Oriental and African Studies’in Yakın ve Uzakdoğu Bölümü başkanlığı görevlerinde bulundu. 1951’de İstanbul’­da toplanan XXII. Milletlerarası Müsteşrikler Kongresi’ne katıldı. 1953’te İstan­bul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin davetlisi olarak Batfdaki İslâm araştır­maları üzerine beş ayrı konferans verdi ve bu konferansianyla Türk ilim çevre­lerinde hayli tepki çekti. 1955-1957 yıllan arasında yine misafir profe­sör olarak Amerika Birleşik Devletleri’-nin Princeton Üniversitesi “nde Arapça okuttu. Guillaume, el-Mecmau’l-ilmiy-yü’l-Arabî bi-Dımaşk ile el-Mecmau’l-il-miyyü’l-lrâkî’nin şeref üyesiydi.

Guillaume’un ilmî kariyerinde, 1928 yılında Charles Core adlı bir rahip arka­daşı ile birlikte, Ahd-i Atîk ve Tevrat’a dahil edilmeyen apokriflerle şerhleri üze­rine yürüttükleri araştırmalar önemli bir yere sahiptir. Teolojiye duyduğu ilgi, İslâm dini hakkındaki araştırmalarında kendisini zaman zaman kelâm ilmine yöneltmişse de asıl alanını çoğunlukla hadis ilmi oluşturmuştur. Kahire’de Arap bürosunda görev yaparken hadisin müslümanların fikrî ve siyasî tercihlerinde ne kadar etkili olduğunu görmüş, 100 milyondan fazla müslümanın yaşadığı Büyük Britanya İmparatorluğunda müs-lüman inanç ve yaşayışını yönlendiren Kur’an’ın hemen yanı başındaki bu İslâmî kaynak hakkında herhangi bir İngi­lizce eserin bulunmadığını farkederek ihtiyacı karşılamak üzere hadis konu­sunda çalışmak istemiştir. Nitekim 1924 yılında yayımladığı The Traditions ot is­lam adlı kitap, o tarihte konuyla ilgili ya­zılmış yegâne İngilizce eser durumunda­dır. Ancak müellifin de açık yüreklilikle itiraf ettiği gibi bu kitap, büyük ölçüde Ignaz Goldziher’in 1890’da çıkan Mu-hammedanische Studien adlı eserine dayanmakta ve bugün ortaya konulmuş olduğu üzere herhangi bir orijinal görüş ihtiva etmemektedir.

Klasik İslâmî anlayış açısından bakıl­dığında Guillaume’un hadis ilminin te­melleri hakkındaki düşüncelerinin nere­deyse tamamen olumsuz tenkitlere da­yandığı görülmektedir. The Traditions of islam’da, hicrî I. yüzyıla ait yazılı ha­dis rivayetinin bulunmayışı veya böyle bir yazılı metnin sonraki âlimlerce zik-redilmeyişi, sözlü rivayetlerin III. (IX.) yüz­yıla kadar çeşitli değişikliklere uğrama ihtimalinin yüksek oluşu, İslâm dünya­sındaki siyasî, dinî ve içtimaî ihtilâfla­rın hadis uydurmaya elverişli bir zemin oluşturması, bazı hadislerde Hz. Peygamber zamanında konu edilmesine im­kân bulunmayan geç dönem tartışma­larının yer alması gibi gerekçelerle hadis literatürünün sonradan ortaya kon­muş olduğu İddiasını tekrarlamaktadır. Buna karşılık H. A. R. Gibb. Goldziher’le başlayıp J. Schacht ve D. S. Margoliouth gibi müsteşriklerce de üze­rinde durulan bu iddiaların son araştır­maların ışığında yeniden gözden geçiril­mesi ve bu konudaki çalışmaların ön yar­gılardan arındırılması gerektiğini vurgu­lamaktadır [Mohammedanism, Önsöz). Bir bakıma hadis literatürünün tama­mını geç dönemlerde kaleme alınmış uy­durma bir edebiyat olarak gösteren bu iddialar müslüman âlimlerce zaman za­man çürütülmüştür. Bu çalışmaların en son ve mükemmel örneği Mustafa el-A’zamî tarafından gerçekleştirilmiştir. Onun bu gibi iddiaları çürütmek üzere kaleme aldığı Studies in Early Hadith Literatüre adlı doktora çalışmasının, ön­sözünde A. J. Arberry tarafından “mo­dern zamanların bu sahada yapılmış en heyecan verici ve or[jinal araştırmala­rından biri” şeklinde tanımlanmış olma­sından, Guillaume’un temsil ettiği hadis anlayışının artık şarkiyat çevrelerinde dahi tartışmalı görüldüğü sonucu çıka­rılabilir.

Guillaume’un yazılarında yer alan baş­ka bir iddia da İslâmî inanç ve öğretile­rin yahudi ve hıristiyan kaynaklarına da­yandığı yolundadır. Guillaume Yahudili­ğin İslâmiyet’in temeli olduğunu ileri sür­müş, müslümanlann kader anlayışını hı­ristiyan muhitlere, özellikle Yahya ed-Dımaşki ile Theodore Ebû Kurre arasın­daki tartışmalara bağlamıştır.[266] İbn İshak’ın Kûfe’deki sîret dersle­rini ihtiva eden bir yazmayı tanıttığı bir eserinde de müellifin, Hicaz Araplan’nın yahudi ve hıristiyan etkisine kapalı ol­dukları şeklindeki görüşünü yanlış bul­makta ve onun hıristiyan olan dedesin­den dolayı kendisinin etki altında kal­madığını göstermek için bu fikri savun­muş olabileceğini ileri sürüp o dönem­de Hicaz’ın -Özellikle Medine’nin- sina­goglarla dolu olduğunun ve Kur’an ile Talmud öğretileri arasında yakın ben­zerlikler bulunduğunun unutulmaması gerektiğini söylemektedir.

Guillaume, 11-17 Mayıs 1953 günle­rinde İstanbul’da verdiği konferanslar­da Kur’ân-ı Kerîm’İn mahiyeti, hadislerin sıhhati ve İslâm kelâmının, dolayı­sıyla itikad sisteminin mâruz kaldığı dış tesirler üzerine müslüman dinleyicilerin infialine sebep olacak çeşitli fikirler İleri sürmüştür; bunlar ana hatlarıyla şöyle sıralanabilir:

1- Vahiy yahut ilham edi­lenler doğrudan kitaplar değildir; Allah hiçbir peygambere bizzat düzene koy­duğu bir metin indirmemiş, sadece onun zihnine hitap etmiştir. Kitaplar peygam­berlerin ifadesiyle şekillendiği için Kur’an da lafzen Allah kelâmı olmayıp cümlele­rini Hz. Muhammed’in tertiplediği ve kâ­tiplerine yazdırdığı bir eserdir. Ayrıca kutsal kitaplar arasında bir üslûp birli­ğinin bulunmayışı onların doğrudan doğ­ruya ilâhî kelâm olmadığını ortaya koy­makta ve Kur’an’da görülen gramer ha­taları da bunu doğrulamaktadır.

2- İn­sanlar hata yapmaktan kurtulamadık­ları için Kur’an dahil kutsal kitaplarda hatalara rastlamak mümkündür. Nite­kim gerek Kitâb-ı Mukaddeste gerek­se Kur’an’da kâinatın altı günde yara­tıldığı yazılıdır ki bu ifadeler modern il­mî gerçeklere uymaz.

3- Dindeki bazı um­de ve telkinler geçici bir anlam taşımak­tadır. Bu umde ve telkinler kutsal kitap­ları tertip eden peygamberlerin devirle­rini yansıttığından dindeki tekâmül olgu­suna uygun olarak o döneme ait sayılma­lıdırlar.

4- Hadis literatürü siyasî, dinî ve içtimaî ihtilâfların şevkiyle sonradan uy­durulduğu için sünnetin fıkıhtaki teşrîî değeri tartışmalıdır.

5- İslâm itikad sis­temi büyük ölçüde yahudi ve özellikle hı­ristiyan teolojisinin tesiri altında teşek­kül etmiştir.

Bu fikirler Ali Kemâli Aksüt, M. Râif Oğan ve Osman Keskioğlu gibi müellif­ler tarafından İslâm Mecmuası’nda ya­yımlanan bir dizi makale ile eleştirilip reddedilmiştir. Tenkitler daha ziyade Gu­illaume’un İslâmî vahiy anlayışını Hiris-tiyanlığınkiyle karıştırdığı. Kur’an’ın her ne kadar bir fen kitabı değilse de ilim­le çatışmadığı, tahrif edildiği bilinen Ki­tâb-ı Mukaddes ile Kur’an arasında üs­lûp birliği aramanın saçmalığı, dilin kai­deden değil kaidenin dilden çıkarıldığı ve dolayısıyla gramer kurallarının dil âlim-lerince sonradan konulduğu düşünüldü­ğünde Kur’an’da gramer hatası bulun­duğu iddiasının temelsiz kaldığı ana fi­kirlerine dayanmaktadır.

Şarkiyatçılığı tenkit eden müslüman yazarlardan bazıları, onun görüşlerine klasik müsteşrik ön yargılarının hâkim olduğunu belirtirken bu ön yargıların misyonerlik ruhu ile yönlendirildiğini vur­gulamışlar. Özellikle Mısır hükümetince yabancı ülkelere tahsile gönderilen ve Guillaume’dan ders alan çok sayıda öğ­rencinin ondan hayli etkilendiğini belirt­mişlerdir.

İlgili Makaleler