Sosyoloji

Alemdar Yalçın – Cumhuriyet Dönemi Çağdaş Türk Romanı 1946-2000

Alemdar Yalçın –
Cumhuriyet Dönemi Çağdaş Türk Romanı 1946-2000

Siyasal ve Sosyal
Değişmeler Açısından

Van Dijk bir roman ve hikâyede bulunması gereken yapı özelliklerini
önce iki ana plan çerçevesinde ele almaktadır. Bunlardan birincisi plot adını
verdiğimiz iç kurgu unsurları,

Diğer unsur da moral değerleri ele almaktadır. Moral değerin
yazarın ulaşmak istediği en yüksek edebi ve evrensel değer olduğu
belirtilmektedir. (s. 31)

Van Dijk’e göre romanın unsurları:

1          Kurgu

1.1      Plot

1.1.2   Zaman, yer ve
karakter ilişkisinin oluşturulması

1.2      Moral

1.2.1   Eser
aracılığıyla sanatçının ulaşmak istediği yüksek edebi değerler.

2          Gelişim

2.1      Olay karmaşası
/ çatışmalar

2.2      Çözümleme /
sonuç

Johnson ve Mandler’in
belirlediği anlatı unsurları:

1          Hikâye /
Anlatı

1.1      Epizot /
Başlatma-geliştirme-sona erdirme / olaylar – olaylar arasındaki neden sonuç
ilişkisi

Thorndijk, anlatılarda dilbilim açısından şu unsurları arıyor:

1          Hikâye:
zaman, yer ve karakterlerin kullanımı / tema / plot (kurgu) / çözümleme

2          Setting:
karakterler / yer / zaman

3          Thema: hedef
/ olay-okuyucuyu götürmek istediğimiz olayların özü

4          Plot: olay
örgüsü

5          Epizot:
hedef doğrultusunda olayların iç içe örülmesi / kesişme noktaları

6          Girişim: her
bir olay

7          Kesişme
noktaları: olay yapısı

8          Çözülme:
olay yapısı

9          Üst
hedefler: yazarın mesaj ve beklentileri

10       Karakterler/yer/zaman:
yapısal bütünlük (s. 33/34)

Anlatım, bütün edebiyat türlerinin kişiliğini oluşturur.

“O, çok korkaktı” cümlesinde (…) okuyucuyu yönlendirme söz
konusudur.

…romanda zorunlu kalınmadıkça anlatma cümlelerinin
kullanılması bir kusur sayılır. (s. 41)

Yazarın kahramanının öfkeli olduğunu bir cümle ile vermek
yerine, öfkesine sebep olan durum ve davranışı anlatması gerekir. (s. 42)

Romanda çevre, insandan aileye, aileden yakın çevreye, yakın
çevreden uzak çevreye doğru bir kurgu içinde olmalıdır. (s. 47)

Karakter, kahramanın olaylar ve durumlar karşısında aldığı
kendisine özgü tutumlar olarak tanımlanmakta ve değerlendirilmektedir.

Karakteri niteleyen şey, diğer insanlardan farklı özellikleridir.
(s. 51)

Çatışma, romanın temel malzemesidir.

Romancı, çatışma unsurlarını merkezden yani içten dışa doğru
ustalıkla yaymalıdır.

Romancı, her çatışmanın sebep-sonuç ilişkilerini birbiriyle
ilişkilendirmek zorundadır. (s. 55)

Romanda tez, tema veya moral değerler, üç biçimde
sunulabilir. Bunlardan birincisi; doğrudan bir tema, bir moral değer ele
alınarak yazar tarafından savunulur, geliştirilir ve okuyucuya sunulur. (s. 56)

Tez, tema veya moral değerlerin değil de, olmaması
gerekenlerin ön plana çıkarılarak anlatıldığı romanlarda da yazar karşı tezi
ele alır ve işler.

Tez, tema veya moral değerlerin okuyucunun zihninde ve
vicdanında oluşturulmasına yönelik üçüncü yöntem ise, yazarın tez ve karşı tezi
birbirine yakın ölçülerde tamamen objektif olarak vermesi sonucunda okuyucunun
kendi kavrama ve algılama kapasitesini kullanarak doğruyu yanlıştan ayırmasına
yöneliktir. (s. 57-58)

Berson, Proust’un
kuzeninin eşidir.

“Sezgi, deneysel araştırmalara gerek kalmaksızın anlama
becerisine sahiptir” düşüncesi bilinç akışının itici unsuru olur. (s. 77)

Grillet, romanlarında nesnelerin varlığını insan ve
olayların önüne çıkararak bütün detayları veriyor. Çünkü ona göre bizim bütün
dünyamızı nesnelerin belirleyiciliği sınırlamakta ve yönlendirmektedir. (s. 80)

İnsanın nesneye dönük bakış açısı sanki içinde hiç insan
yokmuş gibi bir çevre oluşturur. (s. 81)

Anadolu İdealizminden
Köye Doğru

Özellikle 1942 yılı bir anlayış değişmesinin kavşak
noktasını oluşturur. Bu nokta (…) Aydınlarımızın köy romanı kavramını
benimsemeye başladıkları noktadır. (s. 83)

Köy romanları iki farklı kola ayrılır,

Köy romanına daha çok bir aydın-köy ilişkisi açısından bakan
romancılarımızın yazdıkları romanları ayrı bir gurup halinde ele alarak
değerlendirmemiz gerekecek.

Mahmut Makal’ın Bizim Köy isimli notları, bunun tipik örnekleri
arasında yer almaktadır. (s. 86)

Makal, İç Anadolu Bölgesi’nden bir köyün hayatını, röportaj
çıplaklığı ile ve çok yönlü olarak anlatmaya çalışır. (s. 87)

Samim Kocagöz (96-104)

Talip Apaydın (104-109)

Fakir Baykurt Gönen Köy Enstitüsü mezunudur.

Yılanların Öcü romanı, Burdur’un Yeşilova ilçesine bağlı Karataş isimli
seksen haneli bir köyünde annesi, eşi ve üç çocuğu ile birlikte yaşayan Kara
Bayram’ın, evinin önüne yasal olmayan bir yöntemle ev yapılmasına karşı verdiği
savaşı anlatmaktadır. (s. 109-110)

Köyün muhtarı Hüsnü, Kara Bayram’ın evinin önündeki arsayı
Heceli’ye satar.

Beytullah Hoca, Heceli’ye arazinin sahipsiz olduğunu söyler
ve satış gerçekleşir.

Kara Bayram’ın mücadelesi böylece başlar.

Heceli’nin hazırladığı kerpiçleri parçalamaya başlar.

Heceli intikam olarak Kara Bayram evde yokken evini basar,
eşini döver ve gebe kadının iç kanama sonucu çocuğunu düşürmesine sebep olur.

Muhtar olayı örtbas etmek ister zire yakın zamanda kaymakam
köyü ziyarete gelecektir.

Kara Bayram’ın annesi Irazca, kaymakam köye gelirken köy
yolunda karşısına çıkar ve olanları anlatır. Kaymakam Irazca’yı haklı bulur. Ev
inşaatını durdurur.

Muhtar, Heceli ve Kara Bayram’ı barıştırmaya çalışır.

Irazca romanın başından itibaren, köyde karşılarına çıkan
yılanları öldüren Kara Bayram’a yılanların öç alacağını söylemektedir.
Başlarına gelen aksiliklerin sebebi olarak da yılanların öcünü delil
göstermektedir.

Romanın sonuna doğru Irazca’nın kardeşi Sultan’ı yılan sokar
ve kadın ölür. (s. 110-111)

Irazca’nın
Dirliği

Yılanların Öcü’nün devamıdır. Kara Bayram yaralanıp
hastaneye kaldırılınca Irazca köydeki dirliği bozulur. Kara Bayram ailenin
ayakta kalabilmesi için kente taşınmayı gerekli görür.

Kara Bayram’ın oğlu Ahmet, hayvan otlatırken, Heceli’nin
kardeşi Ömer ve muhtarın oğlu Cemal tarafından cinsel tacize uğrar. Ahmet
durumu annesine o da Irazca’ya anlatır. Irazca olayı gizlemekten yanadır ne var
ki tacizci oğlanlar vukuatı tüm köye yayarlar.

Kara Bayram olayı kaymakama anlatarak tacizcilerin
tutuklanmasını sağlar. Muhtar ve Heceli rüşvetle tacizcileri cezaevinden
çıkarırlar. İki genç bu defa Kara Bayram’a saldırırlar. Ağır yaralanan Bayram
hastanelik olur. Oğlanlar yeniden cezaevine gönderilir.

Muhtar, kaymakama rağmen istediği dümeni çeviremeyeceğinin
farkındadır artık. Bu sebeple aleyhte bir kampanyayla kaymakamın tayin
edilmesini sağlarlar.

Hey gidi! Hey gidi
benim çilesi uzun, insanları mahzun, mahzun yurdum! Sevenlerinin futbol topu
gibi ordan oraya tekmelendiği memleketim!
” (Irazca’nın Dirliği, s. 223)

Bayram artık köyde yaşamak istememektedir. Şehre taşınmak
ister. Irazca buna şiddetle karşı çıkar.

Bayram, annesini köyde bırakıp şehre gider. Hastanede bir iş
bulur. Çocuklarını da okula yazdırır. (s. 116)

Onuncu Köy

Bir öğretmenin idealleri için verdiği savaşı köy enstitüsü
üzerinden anlatmaktadır.

Roman boyunca öğretmenin ismini öğrenemeyiz.

Öğretmen ilk olarak Yeşilova’nın Damalı Köyü’nde
öğretmenliğe başlar.

Köydeki hizmetleri okul sınırlarını aşar. Çocuklara tarım ve
ağaçlara aşı yapmayı öğretir. Köydeki tek sorun, Duran Ağa’dır. Kızı Asiye’yi
okula göndermediği için öğretmen Duran Ağa’ya tebligat gönderir. Roman bu
olayla başlar.

Duran Ağa, sinsi ve çıkarı uğruna her türlü fenalığı yapabilecek
biridir. Köylüye ait tarlaları zorla ele geçirmeye çalışır. Öğretmeni köyde bir
düğüne giderken tuttuğu üç adama dövdürür. Köylüler Duran Ağa’yı jandarmaya
şikâyet ederler. Duran Ağa siyasi ilişkilerini kullanarak köyde istediği gibi
at koşturur. Öğretmenin başka bir köye tayin edilmesini sağlar.

Öğretmen, Yeşilova’da demircilik yapan Demirci Veli’nin
yanında demirciliği öğrenmeye başlar. Ortaköy’de demirciliğe başlar. Kısa
sürede kendini köylüye sevdirir. Köylüleri, kullanılmayan boş arazileri ekip
biçmeleri için teşvik eder. Arazi sahipleri demirciyi jandarmaya şikâyet
ederler. Köylüler demirciyi Gülşen isimli bir kadınla evlendirip köyde
kalmasını sağlamak isterler. Köyden ayrılmak zorunda kalan demirci, Gülşen’i de
yanına alarak Yaşarköy’e gider.

Köye yılda iki kez gelen bir kuş sürüsü, köy imamının
telkiniyle meydanda toplanan köylülere saldırıp gitmektedirler. Demirci bu
garip durum karşısında kendilerini savunmayan köylüleri ikna etmeye çalışır.
Köylüler demirciye Dela adını veririler. Köylüler ikna olur ve başlarına konan
kuşları parçalarlar.

Yaşar Kemal, İnce Memed

Yazar, gerçekten yaşamış bir eşkıyanın ortaya çıkışını,
kahramanlaşması ve daha sonra bir söylence haline dönüşmesini iki ayrı bellekte
ele alarak anlatmaktadır.

Birincisi aydın belleği olarak yazarın kendisi

İkincisi ise halk belleğindedir. (s. 129)

Yazar İnce Memed’i ustalıkla diğer eşkıyalardan ayırır.

Dağlarda iki şey olmaz; birincisi eş, ikincisi de bebek.
Memed, her ikisini de dağlarda taşır.

Abdi Ağa’nın köylülerle ilişkisi ve Döne’nin hakkını elinden
alışı, kış ortasında unsuz ve yiyeceksiz kalışları, başkalarına borçla ilave
buğday veren Abdi Ağa’nın Memed’e buğday vermemesi, adeta bir kuşatma
hareketidir. Yapılacak bir şey kalmaktadır ki o da isyandır. Bu isyanın pimini
ise Hatçe’nin, Abdi Ağa’nın yeğenine nişanlanması çeker.

Böylece İnce Memed’in eşkıyalık serüveni başlar.

Dağın Öte Yüzü

Yazar, geçimini mevsimlik işçilikle kazanan Torosların dağ
köylülerini anlatmaktadır. Birinci roman (Orta Direk) Yalak Köyü halkının pamuk
toplamak üzere Çukurova’ya inişini konu edinir. İkinci ve üçüncü romanlar (Yer
Demir Gök Bakır, Ölmez Otu) Çukurova’daki pamuk işçilerini anlatır.

Bu seri roman, Fransa’da en iyi yabancı roman ödülünü
kazanmıştır.

Demirciler
Çarşısı Cinayeti
’nde Osmanlı’nın zorunlu
iskân siyaseti ile birlikte Toroslardaki iki aşiret arasındaki amansız kan
davası, toprağa yerleşme, toplu tehcir ve aşiretlerle Osmanlı askerleri
arasındaki savaş ele alınarak anlatılmıştır.

Binboğalar
Efsanesi

Bu eser, 1950’li yıllarda Toroslarda yaşayan son Türkmen
obasının toprağa yerleşmekle dağılarak yok olmak ve geleneklerini sürdürmek
arasındaki mücadelede yenilişine ve yıkılışına yakılmış bir ağıt gibidir. 60
hanelik Karaçullu oymağı, Türkmen oymaklarının 1876 tarihli iskân sırasında
dağılmadan kalabilmiş son obadır.

Binlerce yıldır kaldıkları yaylalarında ormancılar ve
jandarmalar nedeniyle huzursuzluk içindedirler. Kışlak olarak kullandıkları
yerler ise iskâna açılmış ve başka insanların tapulu arazisi haline gelmiştir.

Roman bu çerçeve içerisinde Mayıs ayının 5. gecesini 6.’ya
bağlayan gecede, Hıdırellez günü töreni yapılırken başlar. Oba, o gece
buluştuğuna inandıkları Hızır ve İlyas’ın buluşma anında tutulacak dileğin
kabul göreceğine inanmaktadır. Aralarında sözleşmiş ve hepsi aynı dilekte
(Çukurda kışlak Toroslarda yaylak) bulunmak üzere beklemektedirler.

Obadan Demirci Haydar dışında obadakiler, söz verdiği dileği
değil kendi kişisel ihtiyaçlarına uygun bir dilekte bulunurlar.

Demirci Haydar, otuz yıldır üzerinde çalıştığı kılıcı
tamamlayarak İsmet Paşa armağan edip kışlak talebinde bulunmayı planlamaktadır.

Oba halkı ise obanın güzel kızı Ceren’i Hasan Ağa’nın oğlu
Oktay’la evlendirip kışlak yeri istemeyi planlamaktadır. Ceren, obanın beyi
Halil’i sevmektedir. Ancak Halil, bir çatışmaya girdiği için dağda
saklanmaktadır. Ceren yine de Oktay’la evlenmeye yanaşmaz.

Kış mevsiminde oba, kışlak bulamadığı için zor zamanlar
geçirir. Oba halkı Ceren’i evliliğe ikna edebilmek için Halil’i öldürtmek
ister. Başarılı olamasalar da kanlı bir gömleği delil göstererek Halil’in
öldüğü yalanını yayarlar. Böylece Ceren, evliliğe razı olur.

Düğün gecesinde Halil Ceren’i kaçırır.

Demirci Haydar Ankara’ya gider ve İsmet Paşa’ya kılıcını
sunar.

İsmet Paşa kılıcı almadan Haydar’ın yanından ayrılır.
Binlerce yıllık geleneğin sembolü olan hediye geri çevrilince Haydar usta
yıkılır. Obaya dönünce demir ocağında kılıcı eritir. Kendisi de kahrından ölür.

Bir sonraki yılın Hıdırellez gecesinde Halil, Ceren’le
birlikte obaya dönmek ister. Oba halkı buna razı olmaz. Çatışma çıkar, Halil
vurulur, Ceren tek başına dağa kaçar. Böylece obada dirlik bozulur.

Ağrı Dağı
Efsanesi

Roman, Beyazıt Vilayeti paşası Mahmut Han’ın kır atının
kaçarak, Ahmet’in evinin önüne gelmesiyle başlar. Uzaklaştırsalar da at sürekli
olarak evin önüne gelir. İnanış gereği at artık Ahmet’in kısmetidir. Mahmut
Han, bölgedeki Kürt beyleri aracılığıyla atı geri ister. Ahmet ve köyün yaşlısı
bir sofi töreye göre atın geri verilemeyeceğini bildirir. Mahmut Han
askerlerini gönderir. Sofi tutuklanır. At geri getirilirse serbest
bırakılacaktır. Ahmet, saraya çağrılır. Art niyet aramayan Ahmet, saraya
varınca yakalanıp hapsedilir. Mahmut Han’ın kızı ile Ahmet arasındaki aşk
böylece başlama imkânı bulur. Gülbahar, zindancı Memo’yu ayartarak Ahmet’in
yanına gitmeye başlar. İdam edileceği gün, Gülbahar, saçından bir tutam kesip
Memo’ya verir. Memo’nun yardımıyla Ahmet ve Sofi’yle birlikte kaçıp, Hoşab
beyine sığınırlar. Bey, töre gereği gençleri evlendirmek durumundadır. Hoşab
beyi Mahmut Han’ı gençlerin evliliğine onay vermeye ikna edemez. Mahmut Han,
Ahmet Ağrı Dağı’na çıkarsa kızını ona vereceğini söyler. Zira Ağrı’ya çıkan hiç
kimse geri dönmemiştir.

Ağrı’ya çıkar ve de geri döner. Ancak Mahmut Han yine köstek
çıkarır. İki genç dağ eteklerinde bir mağaraya giderler. Ahmet, Gülbahar’ın
Memo’ya saçından bir tutam verdiğini duymuş ve sevdasının kirlendiğini
düşünmeye başlamıştır. Ahmet, dağın yükseklerindeki bir göle gider ve geri
dönmez.

Anadolu’da tıpkı Fransız Orta Çağındaki kölelik, serflik ve
derebeylik ilişkisi gibi bir ilişki arayan aydınlarımız, 1960’lı yıllardan
başlayarak bu düşüncenin doğru olup olmadığını sorgulamaya başladılar. (s. 156)

Kemal Tahir’in romanlarındaki köylü (…) köyle kent arasındaki köprüyü
tamamen koparmamış kimselerdir. (s. 158)

Sağırdere

Sağırdere Çankırı’nın Yamören köyünün çıkışında bulunan bir
derenin adıdır.

Romanın kahramanı Mustafa, köyden şehre taşçı ustası olarak
çalışmaya giden bir ustadır. Ankara’da gurbetçi hanında kalmaktadır. Gündür
çalışır, akşamları yanındaki yiyeceklerle karnını doyurur. Para ve güç elde
ederek köyüne dönmeyi hayal etmektedir. Roman, yazarın Körduman’ı için hazırlık
niteliğindedir.

Körduman

Roman, Ankara’ya çalışmaya giden Mustafa’nın ailesinden
aldığı bir mektupla başlar. Hasrete dayanamayan Mustafa köyüne döner. Yanında
hediyelerle köyüne varır. Hal ve hareketi değişmiş olan Mustafa, köylünün
dikkatini ve ilgisini çeker. Köyün delikanlıları onu kıskanırlar.

Mustafa’nın babası Kulaksızın Yakup, tekelerini ve
sığırlarını öldürten çok cimri ve zengin olan Hocaların Hakkı ile kavgalıdır.
Yakup ağa ailenin intikamının alınmasını istemektedir.

Mustafa’nın ağabeyi Murat, köyde öğretmenlik yapmaktadır.
Köyün yaren meclisinde de küçük ağa olarak görevlidir. Bu sebeplerle köyün
gençleri nazarında otoritedir. Murat, sağduyulu biridir. Kardeşi Mustafa’yı da
kontrol altında tutmaktadır. Ne var ki tayin gereği Kastamonu’ya gider. Mustafa
daha rahat hareket etmeye başlar. Köye kadın getirmeye başlar.

Mustafa’nın bir zamanlar sevdiği Ayşe, Hocaların Hakkı’ya
ikinci eş olarak gelin gider. Mustafa, Pehlivan’ın yönlendirmesiyle Ayşe’nin
küçük kardeşine meyleder.

Babası da Mustafa’yı Hocaların Hakkı’ya karşı
kışkırtmaktadır. Mustafa, Ayşe’yle ilişkilere girer. Pehlivan’da da Ayşe’yi
elde etme arzusu vardır. Bu nedenle Mustafa’nın Ayşe’yle olan ilişkisini köye
yayar. Köylüyü kışkırtarak Mustafa’yı linç etmelerini ister. Tabancasına
sarılan Mustafa, Pehlivan’ı öldürür.

Romanda yaren meclisi önemli bir motiftir. Yazara göre köyün
örf ve adetini düzen içinde koruyan unsur bu yarendir. Yaren gücünü yitirdikçe
köyde ahlaki zafiyet baş gösterir.

Yedi Çınar
Yaylası

Türk köyünün Tanzimat dönemine kadar giden değişme ve
gelişme çağlarına parmak basan bir romandır.

Birinci bölümde Çakırların Ömer ve ailesinin Tanzimat’tan bu
yana gelişimi anlatılır.

Ağalık kurumunun oluşumunu irdelediği bu romanında yazar,
ağalık kavramının kökeninde “Ağalık vermekle olur” halk deyişine dayanarak
nasıl yozlaşıp sömürü aracı haline geldiğini ele alarak anlatmaktadır. (s. 161)

Yedi çınar yaylasının sahibi Çakır Ömer, içkici ve çapkın
biridir. İkinci eşinden bir oğlu olmuştur. Oğlu Kenan, üvey annesiyle ilişkiye
girmekten çekinmeyecek kadar ahlaken düşkün bir kimsedir.

Romanın ilerleyen bölümlerinde Kerbela’dan geldiğini öne
siren bir aile yedi çınar yaylasına gelip yerleşir. Kendini dindar olarak
tanıtan Abuzer, paragöz biridir. Emey isimli ikinci eşi çok güzel bir kadındır.
Bu güzel kadın, Çakır Ömer’in başını döndürür. Emey ise Kenan’a ilgi
göstermektedir. Emey’in Kenan’a olan ilgisi Abuzer’in planı nedeniyledir.
Abuzer’in amacı bu ilişkiyi kullanarak Kenan’ın arazilerine konmaktır.

Abuzer, çiftçilikle yetinmeyerek kısa zamanda kaçakçılık
işlerine bulaşır. Siyasi gücü olan kişilerle temaslar kurarak elini kuvvetlendirir.

Yazar, köy hayatında ve köylülerde gözlenen ahlak
düşüklüğünün güdümleyicisi olarak Tanzimat’tan sonraki siyasi gelişmeleri ve de
özellikle İttihat ve Terakki’yi sorumlu tutar. Romandaki olaylar, Gâvur Ali’nin
ağzından İttihat ve Terakki Partisi Çorum il başkanı Avukat Cevdet Bey’in
evinde anlatılmaktadır.

Köyün Kamburu

Çorum’un Narlıca Köyü ve çevresi romana mekân teşkil
etmektedir. Romanın Yedi Çınar Yaylası adlı eserle de ilişkisi vardır. Çakır
Ömer’in öldürülmesi ve topraklarının ele geçirilmesi bu romanda
açıklanmaktadır.

Romanın kahramanı çirkin, topal ve kambur olan Çalık
Kerim’dir. Babası Parpar Ahmet çirkin bir kız olan Topal Ayşe’yle
evlendirilmiştir. Parpar Ahmet, eşini hamileyken dövmüş, köyün imamı bu olaya
cinlerin sebep olduğunu öne sürmüş, cinlerin uzaklaştırılması gerekçesiyle
Parpar Ahmet’i bir ağaca bağlatmış ve dövdürerek ölümüne sebep olmuştur.

Çalık Kerim, doğduğu andan itibaren hilkat garibesi olarak
görülmüştür. Aslında çok zeki, hiçbir şeyi unutmayan biridir. Çiftlik sahibi
Ömer Efendi, Çalık Kerim’i yanına kuyrukçu olarak alır. Çiftlikte garip olaylar
yaşanır. Bir eşek uçuruma yuvarlanır. Akabinde Ömer Efendi ölür. Oğlu Kenan,
babasının yerine geçer. Edepsiz biri olan Kenan, Hanefi Efendi’nin eşiyle
ilişkiye girebilmek için Hanefi Efendi’yi öldürmüştür. Bu olayı ortaya çıkarır
endişesiyle babasını da öldürür. Kenan’ın vukuatları bunlarla da bitmez.
Abuzer’in eşi sandığı Emey’le ilişkiye girer. Abuzer, Kenan’ın Emey’e olan
zaaflarını kullanarak yedi çınar yaylasındaki çiftliğin sahibi olur.
Çiftlikteki hayvanları İstanbul’daki orduya satmakta ve yine elde ettiği gıda
ürünlerini de orduya satarak para kazanmaktadır. Eşkıya Musa çavuşla arası iyi
olduğu için köylünün de gözünü korkutmuştur.

Çalık Kerim, çiftlikte öğrendiklerini köydekilere anlatır.
Köylüleri gizlice gözetlemeye ve gördüklerini köylülere anlatmaya devam eder.
Gizlice imamı gözetlediği bir gün, imamın, öğrencilerinden Adviye’yle ilişkiye
girdiğini görür. Bu olayı da köylülere anlatınca imam onu Çorum’daki medreseye
gönderir.

Medresede eğitim gören Çalık Kerim, cihan harbi döneminde
köye döner. Köyün erkeklerinin çoğu savaş nedeniyle askere alınmıştır. Köyde
muhtar ve imamdan başka etkili biri kalmamıştır. Çalık Kerim ikisinin de
güvenini kazanır. Musa Çavuş’a karşı köyü koruması altına alır. Köyde açtığı
dükkânda savaş yıllarında kıtlığı çekilen ürünleri satmaya başlar. Karaborsa ve
kaçakçılıkla zenginleşir.

Gözüne kestirdiği Petek isimli kızın sevdalısı Pehlivan
Hasan hastalanınca onu iyileştirmek bahanesiyle zehirleyip öldürür. Böylece
Petek’le arasındaki engeli ortadan kaldırır. Kızla evlenir.

Rahmet Yolları
Kesti

Çorum yöresinin ünlü eşkıyalarından Uzun İskender’i anlatır.
Roman, 1915/1923 yılları arasında geçer. Uzun İskender son derece acımasız bir
eşkıya olarak nam salmıştır.

Uzun İskender, Sarıca Köyü muhtarı Arif Ağa’nın kızı
Gülbeniz’e âşıktır. Arkadaşı Çerçi Süleyman’ı kızı istemeye gönderir. Arif Ağa
kızını vermeye yanaşmaz. Ekonomik rekabet içinde olduğu Dede Kasım’ın mallarını
talan etmesi kaydıyla kızını vereceğini vaat eder. Uzun İskender durumu Dede
Kasım’a anlatır. Dede Kasım misilleme olarak Arif Ağa’nın mallarını
yağmalamasını ister, kendisi de ona kızı kaçırma işinde yardım vaat eder. Uzun
İskender Dede Kasım’ın mallarını yağmalamaya karar verir.

Katır Adil, Kuru Zeynel ve Maraz Ali’yi yanına katar.

Dede Kasım, kendisiyle işbirliği içinde sandığı eşkıyalara
evini açar. Eşkıyalar evdeki paraları alıp kaçar. Ancak eşi benzeri görülmemiş
bir fırtına dereleri taşırır, köprüleri yıkıp köyün çevresini çamur deryasına
çevirir.

Malları kaçıramayacağına anlayan eşkıyalar eşyaları
bırakırlar. Jandarma ve köylülerle çatışmaya girerler.

Katır Adil vurulup ölür. Kuru Zeynel ve Uzun İskender teslim
olur. Direnmeye çalışan Maraz Ali da kısa sürede yakalanır.

Merkezi otoritenin zayıf düştüğü dönemde ortaya çıkan
eşkıyalık olaylarının, Anadolu’nun yoksullaşmasının başlıca nedeni olduğunu
görüyoruz. (s. 168)

İnce Memed’te övülen, hakkında destanlar yazılan eşkıya
figürüne karşı burada tam aksi istikamette bir eşkıya tasviri yapılmıştır.

Büyük Mal

Roman, Cumhuriyetin ilk yıllarında geçer.

Abuzer’in tahakküm altına aldığı Kenan, bu romanda karşımıza
Hacı Kenan olarak çıkar. Servetinin büyük bölümünü Abuzer’e kaptırmıştır.
Abuzer ölünce yerine oğlu Sülük geçer. Sülük, çok çirkin, kaba saba biridir.
Sülük, üvey annesi Emey’in kontrolü altındadır. Emey bu romanda da yaşı
ilerlemiş olmasına karşın güzel ve alımlı bir kadındır.

Aile, kaçakçılık işlerine devam etmektedir. Halkın
sempatisini kazanmak için çocuk okutmaktadırlar. İş yaparken rüşvet vermekten
çekinmemektedirler. Sülük, kredi almak için şehre indiği sırada tutuklanır.
Tutuklanma sebebi, Mustafa Kemal Paşa’ya yapılacak bir suikast ihbarıdır.
Güvenlik görevlileri yedi çınar yaylasına baskın yaparlar. İhbar asılsız çıksa
da yapılan aramalar sonucu kaçak mallar ele geçirilir. Emey, 3 bin altın rüşvet
karşılığında tutuklananların serbest bırakılmasını sağlar.

İhbar eden Hacı Kenan’dır. Eski gücünü elde etmek için böyle
asılsız bir ihbarda bulunmuştur. Emey, Hacı Kenan’ın kızı Nefise’yi Sülük’e
isteyerek çekişmelerin önüne geçmek ister. Kenan bu teklifi kabul eder.
Nefise’de Dilaver Paşa’nın oğlu Zülfü’nün de gözü vardır. Hacı Kenan, kızını
vereceğini vaat ederek Zülfü’den Sülük’ü öldürmesini ister. Zülfü, Sülük’ü
öldürür. Nefise’nin Toprak Hatun’un oğlu Civanşah’la ilişkisi olduğunu
öğrenince kıza da zarar verir. Köylüler yaşanan olayları vilayete şikâyet
ederler. Köye baskın yapılır. Kaçakçıların evleri belirlenir, kaçak mallara el
konur. Oğlunun intikamını almaya çalışan Emey, kimseden yardım göremez ve bir
bayram arifesinde kendini vurur.

Bozkırdaki
Çekirdek

Köy enstitülerinin kuruluşları ve işleyişleri ile ilgili
eleştirileri kapsamaktadır. Romana konu olan köy enstitüsü Çorum, Çankırı ve
Kastamonu yollarının kesiştiği bölgede bozkırdan adeta bir gemi gibi yükselen
düzlük üzerinde kurulmaya karar verilmiştir.

Keşiş Düzü adı verilen bu yerin yakınlarında Şirin Köy
adında bir yerleşme yeri bulunmaktadır. Dumanlı Boğaz Köy Enstitüsünün
kurulması için Halim Akın okul müdürü olarak, Cemal Avşar ve Nuri Çevik baş
öğretmen olarak görevlendirilmişlerdir.

Köyün ileri gelenlerinin geçim alanları kendirdir.

Esrarın yapımı ve satımı yasaktır. Enstitünün açılmasıyla
geçim kaynaklarını kaybedecek olan köylüler enstitünün açılmasına karşı
çıkarlar. Ankara’ya dilekçe yazarlar. Muhtar Zeynel Ağa ile Değirmenci Kara
Derviş’in bu girişimleri karşılık bulamaz. Çalışmalar başladıktan sonra
köylüler öğrencileri elde ederek inşaata engel olmaya çalışırlar. Yine başarılı
olamazlar. Enstitüye su taşıyan boruları Kara Derviş, kendi arazisinden
geçtikleri gerekçesiyle parçalar.

Öğretmen Murat, araştırma yapar ve arazilerin tapusuz
olduğunu öğrenir.

Sultan isimli bir kadınla ilişkisi olan eğitmenin basılması
ve mahsur kalması üzerine köyde hiç sevilmeyen eğitmeni kurtarmak için enstitü
mensupları yardıma gelirler.

Kara Derviş Emine öğretmeni değirmene kaçırır. Emine’ye
tecavüzünü Sultan engeller. Yetişen enstitü mensupları Emine’yi kurtarırlar.

Romanda ele alınan konu köy enstitülerinin köylünün
isteklerine göre değil tek parti iktidarının isteklerine göre düşünülmüş
olmasıdır. (s. 180)

Nazım Hikmet, Kan Konuşmaz

Roman, insanın soya bağlılığı ve soydan gelen değerlerin
onları yönlendirdiği ana düşüncesine karşı çıkmaktadır.

Orhan Kemal, Eskici Dükkânı

Vukuat Var

Hanım’ın
Çiftliği

Vukuat Var’ın devamıdır. Güllü’nün hikâyesi bu romanda devam
eder.

Gurbet Kuşları

İflahsızın Yusuf’un oğlu Ömer’i çalışması için İstanbul’a
göndermesiyle başlar.

Bir Filiz
Vardı

Latife Tekin

Kemal Tahir, Devlet Ana

Devlet Ana ile birlikte yoğun bir tartışma başlamıştır. Osmanlı toprak
düzenini gündeme getiren tartışmaların yanı sıra Anadolu’daki eşkıyalık
olaylarının sanıldığı gibi zulme başkaldırı olmadığı görüşü gittikçe daha çok
etkisini arttırmış, 1960’lı yılların artasından başlayarak Türk romanında büyük
kent kavramı gündeme gelmeye başlamıştır. (s. 229)

Romanda yazar, üç çevreyi ele alarak işlemektedir. Selçuklu
devlet anlayışı içindeki kent ve kentli kültürü, Söğüt ve çevresindeki Osmanlı
oymağı içerisindeki sosyal ilişkiler ve Osmanoğulları’nın büyüyerek devlete
dönüşmesi sürecindeki sosyal ilişkiler.

Romanda töreye fazlasıyla bağlı olan Bacıbey adlı kadın
karakterin önemli rolleri vardır. Bacıbey, töreye karşı bir durumda oğlu dahi
olsa karşısındaki kişi asla affetmemektedir. Bu çok önemli bir husustur.
Bacıbey ayrıca kılıç kuşanan, gerekirse savaşa katılan biridir. Romana adını
veren Bacıbey’dir.

Romanda Yunus Emre, Kaplan Çavuş’un dostu, gezgin bir ozan
olarak karşımıza çıkmaktadır.

Romanda dikkat çeken bir diğer toplumsal örgütlenme, Şeyh
Edebali figürü etrafında gelişen esnaf örgütlenmesidir.

Roman 1290’lı yıllardaki tarihsel gerçeklerle, bu gerçeklere
yazarın uyarladığı roman kişilerinin serüvenlerini anlatır.

Romanın başında Sen Jan şövalyesi Notüs Gladyüs, Ertuğrul
Gazi’nin atlarını çalıp bu olayı Karacahisar tekfurunun üzerine yıkmak üzere
bir plan yapar ve bunu hayata geçirir. Bu planın uygulanması sürecindeki
yardımcılarından Keşiş Benito, Kilisenin katı kurallarından kaçıp bölgedeki bir
mağarada inzivaya çekilmiş alçak biridir. Ancak çevresi tarafından saygı
görmektedir. Keşiş Benito, Osmanlı Beyliği ile Karacahisar tekfurunu birbirine
düşürüp Bitinya’nın ucunda kendi beyliğini kurmak istemektedir.

Bir diğer yardımcısı paralı asker Uranha’dır.

Atların bulunduğu otlakta, Bacıbey’in oğlu Demircan’ı Liya
ile sevişirken görürler. Notüs Gladyüs Demircan’ı sırtından vurur. Liya’ya
tecavüz eder ve öldürür. Demircan, Karacahisar tekfurunun oklarıyla
vurulmuştur. Plan, yolunda gitmektedir.

Demircan’ın kardeşi, Kerim Çelebi, dini eğitime yönelmiş
ancak bu durum annesi ve sevdası Aslıhan tarafından yadırganmıştır; çünkü
töreye göre bir gazi kılıcı bırakıp kaleme sarılamaz. Kalem ve kılıç çatışması
dikkat çekici bir çatışma unsurudur.

Demircan’ın öldürülmesi üzerine annesinin zoruyla üzerindeki
molla kıyafetini çıkarıp savaşçı kıyafetini giyinir.

Liya’nın kardeşi Mavro, Karacahisar tekfurundan kaçıp
Söğüt’e sığınır. İki genç, kardeşlerinin intikamını almak üzere antlaşırlar.

Savaş çıkmak üzereyken Kamagan Derviş çıkagelir; Keşiş
Benito hakkında Osman Gazi’ye bilgiler getirir. Kamagan Derviş tipik bir kam
olarak tanıtılır.

Bu sırada Ertuğrul Gazi ölür. Dündar Bey ve Osman Bey
beyliğe talip olurlar. Osman Bey, bey seçilir.

Osman Bey, babasının vasiyeti üzerine Şeyh Edebali’ye gider.
Romanda Şeyh Edebali’nin kızının ismi Balkız olarak geçer.

Kerimcan ve Mavro, Kaplan Çavuş’un talimiyle silahşor
olurlar. Notüs Gladyüs ile Uranha’nın peşine düşerler. Keşiş Benito’nun
mağarasında intikamlarını alırlar.

Kemal Tahir’in Devlet Ana’sının Türk aydınına düşünce bazında çok
önemli bir ufuk açtığını tartışılmazdır. Tarık
Buğra
’nın Osmancık’ı
ise bir ulusal tarih bilinci, coşkusu yaratmaya yönelik olduğu için, okuyucunun
daha çok duygularına seslenmektedir. (s. 254)

Nedim Gürsel, Boğazkesen

Orhan Pamuk, Beyaz Kale

Pedro’nun
Zorunlu İstanbul Günlüğü
ile Beyaz Kale
arasındaki paralelliklerden söz ediliyor. (s. 259)

Benim Adım
Kırmızı

III. Murat döneminin sanat anlayışında meydana gelen değişim
ele alınarak anlatılmaktadır.

III. Murat, şehzadeleri için düzenlediği sünnet düğünüyle
gerek batıda gerekse doğuda adından en çok söz ettiren padişah olmuştur.

Cülus törenini hediyelerle kutlayan Venedik Dodgue’sine
hediye edilmek üzere bir kitap hazırlatmak ister. Kitapta dönemin özelliklerini
taşıyan nakış ve süslemeler değil yeni ve benzersiz nitelikler taşıyan
süslemelerin yer almasını ister. Bu işin gizlilik içerisinde yapılmasını ister.

Bu iş için Enişte Efendi’yi görevlendirir.

Enişte Efendi dört nakkaş seçerek çalışmalara başlar.

Nakkaşlar arasında Zeytin lakaplı Velican, başnakkaş olma
ihtirasındadır.

Leylek lakaplı Musavvir Günahkâr Mustafa Çelebi de çok
ihtiraslı biridir. Kendi işleri dışında kimsenin çalışmasını beğenmemektedir.

Zarif Efendi, geleneklere çok bağlı biridir.

Kelebek lakaplı Baruthaneli Hasan Çelebi, nakışların
renklendirilmesi konusunda ustadır.

Bu dört nakkaş, başnakkaş Osman Usta’nın öğrencileridirler.
Nakkaşlar, Enişte Efendi’nin evinde akşamları çalışmalarına devam etmektedirler.

Enişte Efendi’nin kızı Şeküre’nin güzelliği dördünün de
başını döndürmektedir.

Hal böyleyken art arda iki cinayet işlenir.

İlk cinayette Zarif’in başı ezilip kuyuya atılır. İkinci
cinayette Enişte Efendi evinde öldürülür.

Yapılan soruşturma sonucunda cinayetleri Zeytin’in işlediği
sonucuna varılır.

Romanda ayrıca Şeküre ile Kara arasındaki ilişki önemli yer
tutar. Gençlik aşkı Şeküre’den alaka göremeyen Kara, görev gereği İran’a gider
ve on iki yıl orada kalır. Geri döndüğünde Şeküre’yi iki çocuğuyla birlikte
baba evinde bulur. Eve sık sık girip çıkmaya başlar.

Şeküre bir sipahiyle evlenmiş ancak eşi gittiği bir savaştan
geri dönememiştir.

Kara, Yahudi bohçacı Ester aracılığıyla Şeküre’ye mektuplar
gönderir. Bu mektuplar, ikilinin arasındaki ilişkiyi tazeler.

Gelenek gereği, eşi ölen kadının eşinin erkek kardeşiyle
evlenmesi olayı, Şeküre’nin kayın biraderi Hasan’ın da Şeküre’ye ilgisini
arttırmıştır.

Şeküre, Hasan’a eş olma düşüncesinden uzaktır. Zaten bu
nedenle baba evindedir. Kara’nın bulduğu yalancı tanıkların ifadesiyle eşini
boşar. Kara ile evlenir. Hasan bu evliliğe karşı çıkar ve yengesini zorla
kocasının evine götürür. Kara, Şeküre’yi kurtarır. Hasan, Kara’nın peşine
düşmüşken Kara’yı yaralayıp evden kaçmaya çalışan Zeytin’i öldürür. Zeytin’in
elinde, kitap için hazırlanan çizimler vardır. Hasan resimlerle birlikte kaçar.

Yaşanan olaylara Şeküre’ye olan aşkının sebep olduğunu
düşünen Kara vicdanen rahatsızdır. Vicdan azabı içinde hayatına devam eder.

Büyük Şehirde Aydın
Dönemeci

1960’lı yıllardan sonra ortaya çıkan anlayışlardan biri de,
büyük şehirde aydın kavramıdır.

…bu anlayışın en önemli romanlarından biri olan Huzur,
büyük kentte sosyal değişmenin kültüre ve insana etkisi üzerine yazılmış bir
destan olarak Cumhuriyet dönemi edebiyatına geçecek bir romandır. (s. 271)

…çocukluğunun ilk gençlik yılları Antalya’da geçen Mümtaz,
Antalya’nın İtalyanlar tarafından işgali sırasında akrabası İhsan’ın yanına
giderek eğitimine devam eder.

Romanda arka plan olarak seçilen İstanbul, çok önemli bir
yer tutar.

Aşk, İstanbul olmadan değerini ve derinliğini yitirir. Huzur’da
dikkat çeken bir diğer nokta, zaman kavramıdır.

Mümtaz’ın âşık olduğu Nuran, İstanbul içinde ortaya çıkan
iki kültürel birikimin temsilcisidir. Bunlardan biri Mevlevî, diğeri ise
Bektaşî tarikatıdır. Her iki tarikatın kültürel birikimi adeta ailesi
vasıtasıyla Nuran’da birleşmiştir.

Roman, Alman Harbi yıllarında geçer.

Nuran kocası Fahri’den ayrılarak İstanbul’a ailesinin yanına
gelmiş ve kızı Fatma ile birlikte yaşamaktadır.

Romandaki gelişmeleri olumsuz yöne sevk eden vakıa Suat’ın
intiharıdır

Saatleri
Ayarlama Enstitüsü

Hayri İrdal anlatıcı konumundadır.

Muvakkit Nuri Efendi’nin yanında saatçi çıraklığı ile hayata
atılmıştır.

Dedesi Tevfik Ahmet Efendi’nin bütün özlemi bir cami
yaptırmaktır.

Babası Numan Bey, babasının vasiyetini yerine getirebilmek
için bütün malını mülkünü satmıştır.

Cami yapılamadığı için elde sadece anı olarak saatler
kalmıştır.

Abdüsselam Bey’in yanaşması Emine ile evlenerek eve içgüveyi
olur. Bu evde sihir ve büyü gibi batıl inanışlar ile karşılaşır.

Hayri İrdal, Abdüsselam Bey’in ölümünden sonra bir şerbetçi
elması yalanı uydurunca başı derde girer ve göz altına alınır. Akli dengesi
hakkında rapor istenir ve Dr. Ramiz’in gözetimi altına alınır.

Dr. Ramiz, Hayri İrdal’ı iyi bir araştırma malzemesi olarak
görür.

Dr. Ramiz, Hayri İrdal’ı Halit Ayarcı ile tanıştırır.

İkisi birlikte saatleri ayarlama enstitüsünün kuruluşu için
çalışmaya başlarlar.

Hayri İrdal’ın eşi Emine ölür. İkinci eşi Pakize sinema
hastasıdır. İrdal, eşinin evde olmadığı zamanlarda Selma ile dost hayatı
yaşamaya başlar.

Hayri İrdal, Şeyh Ahmet Zamani’nin Hayatı ve Eserleri adlı
uydurma bir kitap yazar.

Kitap bir anda bütün İstanbul’da aranan bir kitap haline
gelir.

Roman Halit Ayarcı’nın bir trafik kazası sonucu ölümüyle
sona erer.

Orhan Hançerlioğlu

Peyami Safa, Yalnızız

Roman boyunca yazarın ortaya koyduğu sorunların birçoğu,
kahramanlardan Samim’in ütopik ülkesi Simeranya’da çözüme kavuşur.

Romanda anlatılan aile bunalımlı bir ailedir.

Yazar, aile için ilişkilerde ahlak sınırının aşıldığı,
insanların ilişkilerini yalnızca yalanlar üzerine kurduğu bir ortamda,
kişiliklerin gelişmeyeceği tezini savunmaktadır.

Romanda, Yeşilköy’de bir konakta yaşayan ve kendilerinin
Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın soyundan geldiğini düşünen bir ailenin İkinci
Dünya Savaşı sonrası aile içi ilişkileri ele alınmıştır.

Konağın sahibi Mefharet, iki kardeşi ve iki çocuğu ile
birlikte yaşamaktadır. Aile içi ilişkileri belirleyen husus, (…) yalnızca amaca
ulaşabilmek için söylenilen yalanlardır. Yazara göre yalnızlaşmamıza sebep olan
şey bu yalanlardır.

Roman, bütün ideali Fransa’ya giderek Paris’te yaşamak olan
Selmin’in Ferhat’la nişanlanması ve ilişkilerinin, annesinin karşı çıkması
üzerine kesintiye uğraması üzerine kurduğu bir plana dayanmaktadır. (s.
295-196)

Selmin, annesini kendisinin Ferhat’la evliliğine ikna etmek
için hamile olduğu yalanını uydurur.

Mefharet Hanım, bu hamilelik olayında Samim’den kuşkulanır.
Samim’in hatıra defterinde (…) söz ettiği kişi (…) Meral’dir.

Samim (…) toplumun gelişmesi ve ileriye gitmesinde yeni bir
sistem arayışındadır. Aradığı bu yeni sisteme Simeranya adını vermiştir.

Samim, yeğeni Selmin’in arkadaşı olan (…) Meral’i
sevmektedir. Meral ise, Samim’i sevmekle birlikte, beraberliklerini sürekli
yalan üzerine kurmakta ve ilişkiyi böyle sürdürmek istemektedir.

Meral, Fransız kültürü ile yetişmiştir.

Samim’le ilişkilerini sürdürürken öte yandan da araba
tutkusunu giderebilmek için Cezmi ile gezmektedir.

Meral’in bir başka arkadaşı (…) ilişkilerini ahlaki bir
zemin üzerine oturtamayan Feriha’dır.

Meral duyguları ile aklı arasında gidip gelen bu çelişkiler
içinde peş peşe hatalar yapan bir genç kızdır.

Samim, Meral’in yalanlarının artık kontrol dışına çıktığını
anlayarak durumu konuşmak için Meral’in annesi Necile Hanım’a gider. Necile
kendisinin eski sevgilisidir. Necile, Nail Bey’le evli olduğu sürede Samim’le
birlikte olmuştur.

Meral’in Samim’e söylediği yalanların ortaya çıkması (…)
üzerine Feriha ile Paris’e kaçmaya karar verir. Bunu sezen Ferhat onu odasına
kilitler.

Paris’e gidebilmek için bir plan kurar.

İntihar ediyormuş gibi davranacaktır. İntihar edeceğine dair
pusulayı yazar ancak çakmağa benzin doldururken alev alan eteğinin tutuşması
sonucu yanarak ölür.

Renginaz eve küçük yaşta alınmış ve hiç evlenmemiş bir
hizmetçidir.

…gecenin belirli saatlerinde kendisini yoklamaya bazı
ruhların geldiğine inanır. Renginaz’ın bir felaketin geleceğini önceden sezmesi
(romanda çeşitli defalar karşımıza çıkar).

Ancak aynı anda Samim Yeşilköy’de, Necile ise evde yanık
kokusu duymaya başlarlar. Yangın çıkmadan bir yanık kokusunun duyulması,
yazarın Bergson’dan öğrendiği sezgici düşüncenin etkilerini gösterir.

Peyami Safa, maddeci düşünceye şiddetle karşıdır.

Yazar, bilinen ve görülen maddi dünyanın ötesinde
insanoğlunun bilmediği geniş bir metafizik çevre olduğu düşüncesine sahiptir.

Romanın en ilginç bölümlerinden biri de Simeranya’dır.

Osmanlı Devleti’nin büyük hedefleri vardı. Bu hedef, sonsuza
kadar yaşayacak bir devlet ve Nizam-ı Âlem düşüncesiydi.

Simeranya denizde, ancak bir yelkenli veya gemiyle gidilen
bir ülkedir.

Yazar’ın Simeranya’da kurmayı düşündüğü yeni toplumsal düzen
tamamen kendisine özgüdür.

Simeranya’da yalan yoktur.

Simeranya’daki öğrencilere uygulanan eğitim sistemi dikkat
çekici özelliklere sahiptir. Öğrencilere işlerine yaramayacak hiçbir şey
öğretilmez. Aldıkları eğitim kendilerini geliştirmeye ve niteliklerini öne
çıkarmaya yöneliktir.

Matmazel
Noralya’nın Koltuğu

Roman, Alman Harbi’nin en bunalımlı dönemlerinde bir mayıs
ayı içinde geçen, on günlük bir dönemi ele alarak anlatır.

Ferit, bir diplomat çocuğu olarak bunalımlı bir çocukluk
hayatı geçirmiştir. Annesi ve iki ablası, yaşadıkları sefih bir hayat sonunda
veremden ölmüşlerdir.

Ferit, kutsal bir değer tanımayan pozitivist özellikli
biridir.

Ferit’in inancı olmadığı gibi dogmalar ve ideolojilere karşı
da çok açık bir düşmanlığı vardır.

Ferit, bencil bir ailenin çocuğudur.

Kendisine destek olacak hiçbir manevi değere sahip olmayan
Ferit, insan kalabalıkları arasında adeta bir Robinson’dur.

Yaşadığı pansiyon onun sığınağı gibidir.

Pansiyonu Vafi Bey işletmektedir.

Vafi Bey kendisini tamamen tasavvufa adamış biridir.

Komşusu Tahir Bey, yengesi Eda Hanım, yeğenleri Zehra ve Babuş’la
birlikte oturmaktadır. Zehra dilsizdir. Olağanüstü özellikler gösterir.

Bir diğer komşusu Ahmet Tosun isimli katildir.

Felsefe öğretmeni olarak kendisine Vafi Bey tarafından
tanıtılan Yahya Aziz, Adanalı zengin bir ailenin dostudur. Yahya Aziz, Ferit’in
yegâne dostudur.

Ferit’in üniversiteden bir çevresi vardır. Bu çevreden
Selma’ya karşı yoğun ilgisi vardır. Selma, üniversiteye devam etmekteki amacı
koca bulmak olan dejenere bir tiptir. Ailesi de batı hayranı zayıf karakterli
tiplerdir.

Ferit, kendisini toparlamak amacıyla Yahya Aziz’in
yardımıyla Büyükada’da bir eve taşınır. Ev, Matmazel Noralya olarak tanınan ve
yaklaşık bir yıl önce ölen bir kadına aittir. Evin duvarında bir resmi vardır.
Ferit, gün içinde belli sürelerde resmin karşısındaki koltuğa kurulup zamanla
resimle özdeşleşmeye başlar.

Bir gece uyurken gaipten bir ses kendisini koltuğa çağırır. Bu
sahne, tipik ruh çağırma seanslarını çağrıştırır.

Ferit, bıraktığı notları inceleyerek Matmazel Noralya
hakkında bilgi toplar. Asıl adı Nuriye’dir. Çevresindekiler onu Noralya diye
çağırmışlardır. Babası Türk, annesi ise İtalyan’dır. İki kültür arasında
çatışmalar yaşamıştır. Babası trafik kazasında ölür. Sevdiği genç intihar eder.
Böylece ruhsal dengesini yitirir. Ölümünden önce bu eve yerleşmiş ve içine
kapanmıştır.

Yalnızlık ve köksüzlük bir insanın mahkûm olabileceği en
kötü cezadır. Ferit, bu yalnızlık duygusundan kurtulmak üzere Matmazel
Noralya’yla özdeşleşmektedir.

1970’li yıllardan sonra (…) kendisinden en çok söz ettiren
yazar hiç kuşkusuz Orhan Pamuk’tur.

Sessiz Ev

Romandaki zaman 12 Eylül öncesinin yoğun anarşi olaylarının
yaşandığı bir yaz mevsimidir.

Olaylar İstanbul – Ankara yolundaki Cennethisar’da geçer.

Roman, babaanne Fatma Hanım ile evin hizmetçisi Recep Efendi
arasındaki konuşmayla başlar.

Cennethisar’dakiler Recep’le Cüce Recep demek suretiyle alay
etmektedirler. Romanın ilk bölümünün anlatıcısı Recep’tir.

İkinci bölümde Fatma Hanım ailenin Cennethisar’a geliş
sebeplerini gözünde canlandırır.

Ailenin Cennethisar’a gelişi 1911’deki Mahmut Şevket Paşa
suikastına bağlıdır.

Dr. Selahattin Bey o dönemde Cemal Paşa’nın tavsiyesi
üzerine Cennethisar’a yerleşmiştir.

Üçüncü bölümün anlatıcısı Recep’im yeğeni Hasan’dır.

Hasan ülkücü bir gençtir. Hasan’ın aileye karşı ilgisi ve
saygısı vardır. Her yaz eve gelen evin torunlarıyla oynayarak büyümüştür. Torunlardan
Nilgün’e âşıktır. Aralarındaki iktisadi farklılıklar nedeniyle sevgisini içinde
tutmaktadır. Yakın arkadaşları Serdar ve Mustafa ile ülkücü eylemlere
katılmaktadır.

Romanın dördüncü bölümü torunlardan Faruk’un ağzından
anlatılır. Bu bölümde Faruk, Metin ve Nilgün’le birlikte Cennethisar’a
giderler. Faruk, tarih doçentidir. Faruk, Beyaz Kale’de anlatıldığı gibi Ünlü
Yazarlar Ansiklopedisi üzerinde çalışmaktadır. Bulduğu bir yazma ile Beyaz Kale
romanın oluşmasını sağlayan karakterdir.

Faruk, Türk aydınının iki tarih ve edebiyat bilgisi
bakımından yetersiz olduğunu düşünmektedir.

Nilgün, sosyoloji öğrencisidir. Solcu gençlerle birlikte
eylemlere katılmaktadır.

Hasan’la aralarında siyasi tartışmalar yaşanır. Hasan ve
arkadaşları bir gece Nilgün’e saldırırlar.

En küçük torun Metin, lise öğrencisidir. Tahsilini
tamamlayıp Amerika’ya gitmeyi hayal etmektedir.

Yeni Hayat

Roman Erenköy’de oturan inşaat fakültesi öğrencisi Osman’ın
anlatımıyla başlar. Okuduğu bir kitapla hayatı değişir. Kitabı ona fakülteden
Canan okutur. Osman, okuduğu kitabın tesiriyle çevresini çok farklı görmeye
başlar. Hayatında olağanüstülükler aramaya başlar. Osman, Canan’a karşı sevgi
duymaya başlar. Bu sevgi tutkuya dönüşür.

Canan’ı bulmak üzere yolculuğa çıkar. Kaza geçirir. Otobüste
yanında oturan Mahmut Mahler isimli bir adamın cüzdanındaki parayı alır. Bu
sayede yola devam edeceğine inanır.

Bu bölümden sonra Osman ve Canan, Mehmet’i aramaya
başlarlar. Mehmet’in etrafı gizem doludur. Otobüs seyahatinde kaza geçirirler.
Kazada ölen karı-kocanın kimliklerini alıp Güdül’e giderler. Güdül’de Mehmet’in
babası Dr. Narin’i görmek isterler. Dr. Narin aslında doktor değildir. Hukuk
eğitimi almış Kafkaesk biridir. Her nesnenin benzersizliğini keşfetmeyi yaşamın
en büyük nimeti olarak görmekte ve nesnelerin de kendine özgü dili olduğunu ve
onlarla konuştuğunu söylemektedir.

Osman, Mehmet olarak aradıkları kişinin asıl adının Nahit
olduğunu öğrenir.

Dr. Narin, oğlunun bir trafik kazasında öldüğünü
sanmaktadır. Oğlunun davranışları bir anda değişmiş, ailesiyle ilişkisini
kesmiştir. Dr. Narin bütün bunlara okuduğun bir kitabın sebep olduğuna
inanmaktadır.

Dr. Narin’e göre oğluna yapılanlar planlı bir harekettir.
Bütün ülkenin büyük bir kumpasın içinde olduğuna inanmaktadır. Bu kumpasın
kökleri matbaanın icadına kadar inmektedir.

Bu kumpasın uzantıları çok uluslu şirketlerdir. Bu şirketler
çok iyi örgütlenmekte ve ülkeyi kontrol altında tutmaktadırlar. Büyük kumpas
düşüncesi Dr. Narin’de paranoya halini almıştır.

Dr. Narin’in davranışları romana polisiye bir hava katar.
Bir ajan kiralayıp oğlunu izlemesini ister. Kitabı bulur. Kitabın, büyük
kumpasın eseri olduğunu anlar. Dr. Narin kitabın nüshalarını bulup yok etmeye
çalışır.

Mehmet, tıpkı Osman gibi yolculuk yapmaktadır. Yolculuğu
aradığı meleği bulana dek devam edecektir.

Osman bütün bunları, Dr. Narin’in evindeki belgelerden
öğrenir. Aynı belgelerden kitabın yazarının demir yolcu Rıfkı olduğunu öğrenir.
Rıfkı Amca, çocuk kitapları yazarıdır. Amerikan çıkışlı çizgi romanların
çocuklar üzerindeki kötü etkilerine karşı romanlar yazmaktadır.

Günün birinde Yeni Hayat adında bir kitap yazıp müstear bir
isimle yayınlar.

Osman, incelediği belgelerin arasında Rıfkı Hat’ın bir
cinayete kurban gittiği haberini bulup okur.

Canan, Güdül’den ayrılıp evine döner. Samsunlu bir doktorla
evlenip Almanya’ya gider. 

Osman, Mehmet’in ölümünü araştırmak üzere yola çıkar. Yarım
bıraktığı okulunu bitirir. Komşusunun kızıyla evlenir, çocukları olur.

Yıllar sonra bile Canan’ı ve kitabın gizemini unutamamıştır.
Sonunda tekrar yollara düşer. Bir trafik kazasında hayatını kaybeder.

Romanın tamamında tasvirlere geniş yer verilmiştir.

Romanda Grillet’in
yeni roman anlayışındaki çevre gözlemlerinden insana ve karaktere yönelişi ele
alan anlayışın etkileri görülür. (s. 327)

Romanın sonunda yeni hayat, ölüm ötesi olarak
anlaşılmaktadır.

Selim İleri

Romanlarında daha çok aydının kendi iç dünyasını keşfetmesi
gerektiğini söyleyerek psikolojik çatışmalara yönelir.

Pınar Kür, Yarın Yarın

Romanın kahramanı Seyda, ilkokul öğretmeni anne-babanın
çocuğudur.

Başarılı bir öğrencidir. Sınav stresini aşamayıp
üniversiteye giremez. Zengin bir koca bulup evlenir. Eşi Oktay sadece işini ve
Aysel isimli sevgilisini düşünen biridir.

Seyda, içine düştüğü boşlukta kendini süs, eğlence ve modaya
verir.

Oktay’ın akrabası Selim, Seyda’yla bir gece kulübünde dans
ederek tanışır. Birbirlerini severler. Selim sık sık eve ve hatta yazlığa
giderek Seyda’yı görmeye başlar. Oktay, eşinin oyalanmasından memnundur. Seyda,
Selim’e tutkuyla bağlanır. Selim’in amacı ise Seyda’yı devrime ikna ederek
eylemlere katılmasını sağlamaktır.

Selim’in içinde yer aldığı örgüt, iş adamı Sulhi Bey’in oğlu
Çetin’i fidye almak üzere kaçırır.

Çetin’i Oktay’ın yazlık evinde saklarlar. Selim, Ankara
yolunda öldürülür. 12 Mart darbesi gerçekleşir. Seyda depresyona girer. Oktay,
eşi ve çocuğuyla birlikte İsviçre’ye kaçar. (s. 341)

Yakın Tarih Dönemecinde
Türk Romancısı

Dersaadet’te
Sabah Ezanları

Roman 1919 yılı içinde İstanbul’un işgali, İttihatçıların
bir kısmının yurt dışına kaçması ve bir kısmının tutuklanmasından sonra
İstanbul’da kalanların saklanıp kurtuluş ümidi aradıkları bir dönemde geçer.

Romanın kahramanı Edirne mebusu, Halıcızade Bacaksız
Abdi’dir. Abdi Bey, Selanik’ten komşuları olan Mizrahi ailesinin evinde
saklanmaktadır. (s. 349)

Yazar, daha sonra ailenin geçmişine anlatmaya başlar.

Abdi Bey’in komşuları Mişon Berzilay’ın kızı Roza’ya
ilişkisi vardır. Limonlukta her gece ilişkiye girmektedirler. Babası Köse
İsmail Efendi, bu durum karşısında oğlunu öğrenimine devam etmesi bahanesiyle
Paris’e gönderir. Halı ihracatına başlarlar. Abdi Bey burada İttihatçılarla
temas kurar. Varlıklı biri olduğu için onlara yardımlarda bulunur ve itibar
edinir. Gülistan Satvet isimli erkeksi yapıda bir kadına ilgi duyar. Abdi Bey,
zamanını zevk ü sefa içinde geçirdiği halde ülkesine aydın sıfatıyla döner.

Meşrutiyet’in ilanından sonra Edirne mebusu olarak meclise
girer. Abdi Bey ve çevresi yabancı sermaye lehine çalışmaktadırlar.

Selanik’ten tanıdıkları Ziya Bey’in kızı Neveser’le aile
arzusu nedeniyle evlenir.

Neveser, Abdi Bey’den sapkın cinsel istekleri nedeniyle kısa
sürede tiksinmeye başlar.

Savaş yılları boyunca bu serbest hayat devam eder.

Savaşın bitmesi ve İttihatçıların tasfiyesinden sonra
dostlarının etkisiyle işgal İstanbul’unda serbest kalabilmeyi başarır.

Milli mücadelenin örgütlenmeye başladığı dönemde vatansever
bir gurubun hızla örgütlenerek direniş çalışmalarına başlaması Neveser ve
kardeşi Ahmet Ziya’nın arkadaşı olan Münif Sabri’nin çevresinde
konuşulmaktadır.

Ahmet Ziya ve Münif Sabri, Selanik’ten okul arkadaşıdırlar.

Neveser verem hastalığından dolayı hassas bir kadındır.
Münif Sabri, Ahmet Ziya aracılığıyla Neveser’le tanışır. İkisi arasındaki
yakınlaşma aşka dönüşür.

Münif Sabri’ye İngiliz istihbaratçı Miralay Marley’i
öldürmesi emri verilir. Suikast gerçekleştirilir. Münif Sabri Bey de öldürülür.

Haco Hanım Vay

Romanın kahramanı Feridun Hakkı Bey yetimdir. Amcası İzmirli
tüccar Cevahiroğlu Hulusi Bey, yeğenini kızı Maide’den ayırmadan büyütmüştür. Feridun
Hakkı, tıbbiyeyi bitirip Maide ile evlenir.

Dünya Savaşı çıkar. Feridun Hakkı Bey, Suriye cephesine
gider. Romanın yarısına gelindiğinde Yıldırım Ordularının direnişi kırılır, Şam
artık itilaf devletlerinin istihbaratçılarının, savaş vurguncularının mekânı
halini alır.

Cemal Paşa’nın diş doktoru olarak ünlenen Vahanak Mahçupyan
bu bölümün önemli karakteridir. Kızı Arşalyus, Feridun Hakkı ile aşk yaşar.
Arşalyus, Fransızlara bilgi sızdıran biridir.

Romanın dikkat çeken tiplerinden biri de, Nefti Çarşaflı
Kadın’dır. Feridun Hakkı Bey bu kadını dişçinin yanında görür. Kadının
bakışlarından etkilenir. Kadının, Şam Defterdarı Ercüment Raci Bey’in ikinci
eşi Haco Hanım’dır. Defterdarın ilk eşi, zaman zaman krizler geçiren biridir.
Krizlerden bahane Feridun Hakkı Bey sık sık Defterdarın evine gider. Evde
tanıdığı Haco Hanım’la yakınlık kurar. Öğrenir ki Defterdar ve ailesi aslında
İzmirlidir.

Savaş sona erince Feridun Hakkı Bey ve eşi tekrar İzmir’e
dönerler. İzmir’de muayenehane açar. Romanın başından beri Feridun Hakkı’nın
mektuplaştığı arkadaşı Rüknetttin Şahap da İzmir’de gazetecilik yapmaktadır.

Haco Hanım da İzmir’dedir. Yunan işgaline karşı direniş
çalışmaları içerisindedir. Rüknettin Şahap’ın teklifiyle direniş cephesine
katılır.

Asıl adı Hatice olan Haco, Yörük kızıdır. Defterdarın eşi
Müzeyyen Hanım genç kızı eşine ikinci eş olarak alır. Müzeyyen Hanım zürefadır.
Hatice’yi lezbiyen ilişkiye zorlar, eşiyle birlikte ikili, üçlü ilişkiye
girmektedirler.

Feridun Hakkı Bey, milli mücadele örgütlenmeye başladıktan
sonra Rüknettin Şahap ve kızıyla birlikte Anadolu’ya geçer. Orduda görev alır.
Sakarya Meydan Muharebesine tanık olur. Eşi, İzmir’deki Rum tanıdıklarının
himayesine güvenmiştir.

Kemal Tahir

Esir Şehrin
İnsanları

Selim Paşa’nın oğlu Kâmil Bey, Oxford Üniversitesinden mezun
olmuş ve bütün ömrü hariciyede çeşitli görevlerde geçmiştir.

Karakterinde hiçbir eğrilik bulunmamaktadır. Yanında
yaşadığı akrabalarının kozmopolit davranışlarından rahatsızlık duymaktadır.
Babasından kalan Musul’daki araziyi İngilizler satın almak ister. Bütün
akrabalarının ağzı kazançlı görünen bu satışla sulanmaya başlamışken, o satışa yanaşmaz
ve ailesiyle çatışma yaşar.

Kâmil Bey bu sırada direnişin yer altı yapılanmaları ile
temas kurar. Ailesinin karşı çıkmasına karşın bu insanlara destek veremeye
başlar.

Yaptıkları işgalciler tarafından tespit edilir. Bekirağa
Bölüğü’nde göz altına alınır. Yargılanır ve yedi yıla mahkûm edilir.

Kâmil Bey’in bundan sonraki hikâyesi Esir Şehrin Mahpusu’nda anlatılır.

Kâmil Bey cezaevine girdiğinde mahkûmlara iftiraya
uğradığını söyler. Cezaevi lügatinde bu söz hırsızlık yaptım demek olduğu için
adi suçlular koğuşuna gönderilir. Büyük sıkıntılar çeker.

Eşi zayıf karakterli biri olduğu için o cezaevindeyken
yanlış işler yapar. Eşini kaybettiğini anlar. Bundan sonra kızı Ayşe için
mücadele eder.

Siyasi suçlular koğuşuna alındığı zaman bir nebze rahatlar.

Mücadelesine devam eder. Hapis hayatı sona erdiğinde içinde
huzurla dışarıya çıkar.

Kâmil Bey Yol Ayrımı’nda tekrar karşımıza çıkar.

Yol Ayrımı, Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluşu ve
başarısızlığı hakkındadır. Romanda olaylar İstanbul merkezli olarak anlatılır.
Roman, Vakit Gazetesi patronunun Ankara’dan arayarak baskıyı durdurun
emrini  vermesiyle başlar.

Yorgun Savaşçı

Birinci bölüm, işgal sırasında İttihatçıların bir kısmının
Bekirağa Bölüğü’ne konulduğu, diğer bir kısmının takip edildiği dönemi anlatır.

İkinci bölümde İzmir’in işgali ve Yunan ordusunun Ege’de
ilerlemeye çalışan Yunanlılara karşı başlatılan direniş örgütlenmesi anlatılır.

Üçüncü bölümde ise Milli mücadeleye karşı yapılan
ayaklanmalar ve bunlara karşı yapılan çalışmalar anlatılır.

Roman, Cehennem Topçu olarak ünlenmiş İttihatçı subay
Cemil’in İstanbul’a gelişiyle başlar.

Yüzbaşı Cemil, teyzesinin evinde saklanmaktadır. Teyzesinin
dul kızı Neriman’la ilişki yaşamaya başlar. Evlenmeye karar verirler.

Baş başa kaldıkları bir zamanda Neriman’a dürbünün
gösterirken polislerden kaçan birini fark ederler. Kaçan kişi Raşit Bey’dir. Yakalanacağı
sırada kendini vurarak öldürür.

Raşit Bey’in kaçmasına yardım eden Patriot Ömer, kovuşturma
sırasında güvende olabilmek için Cemil’le birlikte Dr. Münir Bey’in evinde
saklanmaya başlarlar. Cemil, Neriman’la haberleşmeye devam eder. Neriman’ın
hamile kaldığını öğrenince teyzesinin evine geri döner. Neriman’ın küçük oğlu,
Cemil’in evlerinde olduğunu bakkala söyler. Ev basılır. Cemil kaçarak kurtulur.
Bir süre subay evinde saklandıktan sonra tüccar kılığında Bandırma’ya geçer.
17. Kolordu komutan vekili Albay Bekir Sami Bey’in yanına gider. Bölgede Kuvayı
Milliye hareketine karşı olanlar vardır. Yazar bu hareketlerin sebebini
bölgenin ileri gelenlerinin mal mülk kaygılarına bağlar.

Bölgedeki iç çatışmalar Rauf Bey’in bölgeye gelmesinden
sonra yatışmaya başlar.

Romanın son bölümü Bursa ve çevresinde geçer. Cemil,
Bursa’da savunma hattını muhkem kılmak için Kasap Osman Bey’i Bursa’ya getirir.
Çerkez Ethem’in birlikleri Aznavur ordusunu dağıttıktan sonra Bolu ve Düzce
isyanlarının üzerine gider.

Romanın belirgin teması İttihatçıların Anadolu’nun
müdafaasında Mustafa Kemal ve ona bağlı birliklere yardım etmesidir.

Kurt Kanunu

İzmir suikastını anlatır.

Romanda öne çıkan karakterler Ankara Valisi Abdülkadir, Eski
Maarif Nazır’ı Şükrü Bey ve Veteriner Miralay Rasim Bey’dir.

Bu üç isim, suikast organizasyonunda eski
milletvekillerinden Ziya Hurşit, Laz İsmail ve Gürcü Yusuf’u ikna etmişlerdir.

Roman, Gülcemal vapurunun İzmir’e hareketi öncesi rıhtımda
Abdülkadir’in suikast ekibinin vapura binerek uzaklaşmalarını izlemesiyle
başlar.

Abdülkadir suikast için gerekli olan silahları Naciye’nin
(Laz İsmail’in kapatması) gemiye götürdüğünü görür. Kadına şantaj yapar ve onu
elde eder. Abdülkadir ve Veteriner Miralar Rasim Bey, planı gözden geçirerek
büyük bir tehlike içinde olduklarını görürler. Olayların gelişimi onlara Ankara
tarafından izlendikleri intibaını vermiştir. Bu ikisi iaşe nazırı Kara Kemal Bey’in
de işin içinde olduğunu söylemişlerdir. Kara Kemal, Giritli Şevki’nin valiye
muhbir olarak çalıştığını bilmektedir. Bu sebeple saklanmaya karar verir.
Saklandığı yer Semra Hanım’ın Fındıklı’daki malikânesidir.

Abdülkadir Bey Semra Hanım’la ilişkiye girer. Kimliğini açık
eder. 17 Haziran tarihli gazeteler suikastı haber verir. Tutuklamalar başlar.
Kaçaklar, Semra Hanım’ın Belgrat ormanındaki çiftliğine geçerler. Abdülkadir
burada da çiftlik çalışanlarından birinin karısıyla ilişkiye girer. Jandarmanın
baskın yapacağını haber alırlar. Kara Kemal Bey, jandarma çemberinden geçerek
Aksaray’da Emin Bey’in evine gider. Emin Bey’in kardeşi Perihan onu eve alır.
Alman iş adamı Von Herman’ın yardımıyla sandık içinde yurt dışına kaçmak için
hazırlık yapar. Polis baskın yapar, Kemal Bey kendini vurarak öldürür. (s. 381)

Tarık Buğra

Romanlarının bir kısmını Akşehir merkezli olarak
planlamıştır.

Küçük Ağa ve Dönemeçte Akşehir merkezli iki romanıdır.

Dönemeçte adlı romanında 1946 seçimlerinde çok partili düzene geçiş
sürecinde siyasi partilerin Akşehir ve çevresindeki örgütlenme çalışmaları
anlatılır.

Romanın kahramanı Dr. Şerif Bey, hükümet tabibi olarak
ilçede çalışmaktadır. İlçeye gelip gidenlere karşı çok meraklı biridir. Bu
nedenle kendisine teşrifat nazırı denilmektedir.

Operatör Cevdet Bey, ilçede gücünü kaybetmekte olan biridir.
Eşinin ölümünden sonra kızı Handan’la birlikte yaşamaktadır. İçki ve kumar
bağımlısıdır. Kızıyla arası bozulur ancak Dr. Şerif Bey aralarını düzeltir.

Handan, sosyoloji tahsili yapmıştır. Çok güzel olduğu için
ilçede dikkat çekmektedir. Şerif Bey’in genç kıza karşı ilgisi aşikârdır ancak
aile dostları olduğu için kıza açılamamaktadır.

Eczacı Celal, Şerif Bey’in arkadaşıdır. Hırslı ve çirkin
çehreli biridir. Handan’la evlenmek istemektedir. Bunun için Cevdet Bey’i
kendisine iyice borçlandırmak ister.

Handan, İstanbul’dan ilçeye dönerken, savcı yardımcısı Orhan
Bey kızı görür, hoşlanır. İlçeye yerleştikten sonra aralarındaki ilişki
ilerler. Orhan’ın görev gereği Akşehir dışında olduğu bir dönemde Celal Bey,
Handan’ı babasından ister. Cevdet Bey ailenin mali durumunu kızına izah eder ve
kızı evlenmeye ikna eder. Nişanlanırlar.

Handan, evliliği önlemesi için Şerif Bey’le görüşür. Şerif
Bey, Orhan’ın Handan’dan hoşlandığını bilmektedir. Şerif Bey, Cevdet Bey’in
Celal’ olan borcunu karşılamak üzere bir başkasından borç ister.

Celal Bey’in ölüm haberi duyulur. Tahkikata göre ölüm nedeni
intihardır. Ancak intihar vakası içinde Handan’ın da yer aldığı bir entrika
sonucudur. Handan dolaylı olarak Celal’in ölümüne neden olmuştur.

Handan’la Orhan nihayetinde evlenirler. Evliliklerinin ilk
gününden itibaren kavga etmeye başlarlar.

Orhan, Handan’ı yanına almadan ilçeden ayrılır. Celal’in
ölümü aynı zamanda Orhan’ın ortaya attığı bir yalanın neticesinde
gerçekleşmiştir. Bu nedenle o da vicdanen huzursuzdur.

Romanda aydın sayılabilecek kişilerin kendi özel hayatları
içinde gömülüp nasıl yozlaştıkları çarpıcı biçimde işlenmiştir.

Yağmuru
Beklerken

Serbest Cumhuriyet Fırkasının kuruluş çalışmaları sırasında
Akşehir’de yaşananlar romana konu edilir.

Roman ilçede yapılacak bir parkın açılışı ile başlar.

Akşehir’de o yaz kuraklık yaşanmaktadır. Halk, yoksulluk
içerisinde kasabaya gelmektedir. Parkın açılışına katılmış görünen insanlar
aslında açlıktan çaresiz kalmış kişilerdir.

Partinin ilçe teşkilatının kuruluşu için kimse çalışma
yapmaz. Halk, ilçenin ihtiyaçları için çalışmayı daha yararlı görmektedir.

Avukat Rahmi Bey iyi niyetli ve dürüst biridir.

Rahmi Bey, ilçe başkanı olarak seçim çalışmalarına başlar.
Ne var ki seçimleri kaybeder.

Orhan Pamuk, Cevdet Bey ve Oğulları

Roman, ailenin tarihini Sultan Abdülhamit’e düzenlenen
suikasttan itibaren 1970’li yıllara kadar uzanan bir süre içinde ele alır.

Romanın ilk bölümü 1905 yılında geçen olayları anlatır.
İkinci bölüm 1936 yılında geçen olayları anlatır. Son bölüm üçüncü kuşağın
temsilcisi Ahmet’i ve Cevdet Bey’in eşi Nigan Hanım’ın ölümünü anlatır.

Cevdet Bey 37 yaşında elektrik ve nalburiye malzemeleri
satan biridir. Şükrü Paşa’nın kızı Nigan’la nişanlanır.

Vefa’da bir eve taşınır.

İş yeri Sirkeci’dedir. Ampul sattığı için ışıkçı Cevdet diye
tanınmaktadır.

Cevdet Bey’in ağabeyi Nusret Bey, tıbbiyeyi bitirip Paris’e
gitmiş lüks ve eğlence içinde yaşamıştır. Oğlu Ziya’ya Haseki’de yaşayan akrabalı
bakmaktadır. Nusret Bey ölmek üzeredir. Beyoğlu’nda bir pansiyonda
yaşamaktadır. İhtiyaçlarını Cevdet Bey karşılamaktadır.

Cevdet Bey, evlenmeden önce Vali Konağı Caddesinde bir ev
alır.

Nusret Bey, kardeşinin başarılarını kıskanan haris biridir.
Rencide etmek için kardeşinin tüccar kimliğiyle alay eder.

Cevdet Bey işlerini ilerletmek için iş çevrelerinin gittiği
kulüplerde çevre edinir. Bu çevrelerden Fuat Bey’le yakınlık kurar. Fuat Bey
Yahudi kökenlidir.

İkinci bölüm 1936 yılında bir kurban bayramı ile başlar.

Cevdet Bey, Fuat Bey’le ortak bir şirket kurup çok zengin
olmuştur.

İki oğlu ve bir kızı olmuştur.

Büyük oğlu Osman babasının iş yerinde çalışmaktadır.

Küçük oğlu Refik de ağabeyine yardım etmektedir.

Küçük kızı Ayşe ise okula devam etmektedir.

Romanın bu bölümünde Refik ve arkadaşları üzerinde
durulmaktadır.

Refik’in arkadaşı Ömer mühendislik tahsili bitirip ihtisas
yapmak üzere gittiği İngiltere’den yeni dönmüştür. Demiryolu inşaatlarında
çalışmak istemektedir.

Kemah’a tünel inşaatı için gider. Mektuplaştığı Nazlı ile
nişanlanır.

Refik’in diğer arkadaşı Muhittin de mühendistir. Bir yandan
da şiir yazmaktadır. Sanat ve edebiyat alanında gelecek ummaktadır.
Baudelaire’in etkisindedir. 30 yaşında intihar edeceğini söylemektedir.

Refik ve iki arkadaşının net bir gelecek tahayyülü yoktur.

Cevdet Bey kalp krizi sonucu ölür.

Refik, bir hedefi olmadan yaşadığı için çalışma azminden
yoksundur.

Evini terk ederek Kemah’a gider.

Çevresini gözlemleyerek Anadolu’nun kaderini değiştirecek bir
köy projesi hayal eder.

Muhittin, Mahir Altaylı adında bir edebiyat öğretmeniyle
tanışır. Çıkardığı Ötüken isimli dergisinde yeni bir Türkçülük tezini
savunmaktadır.

Refik, köy projesini olgunlaştırır. Ziraat vekilinden
randevu alıp bakanlığa gider. Bakan, Refik’i dinler ancak eyleme geçmek
istemez. Başından savar.

Refik projesini, Süleyman Aytekin isimli biriyle görüşür.
Yazar burada proje hakkında oldukça detaylı bilgiler verir.

Ömer, nişanlısı Nazlı’yla evliliği sürekli ertelediği
sorunlar yaşar. Nazlı’nın babası evleninceye kadar kızını görmemesi konusunda
Ömer’i ikaz eder.

Mustafa Kemal ölür İsmet Paşa cumhurbaşkanı olur. Muhtar Bey
İsmet Paşa’ya yakınlığından mütevellit bakanlık beklentisi içine girer. İsmet
Paşa liyakate değil yalakalığa dayalı atamalar yapar. Ankara’nın ilkesiz
icraatları Muhtar Bey’i üzer.

Ömer, evlilikten vazgeçer.

Muhittin intihar eder.

Son bölüm Refik’in oğlu Ahmet üzerine kuruludur.

Ahmet’in babası ölmüş annesi ünlü bir avukatla evlenmiştir.

Roman, Nigan Hanım’ın ölümü ile biter. (s. 437)

Hiçbirimiz şu içinde
yaşadığımız toprağa göre değiliz. Şeytan girmiş bir kere içinize, ruhunuza
aklın ışığı düşmüş, artık yabancısınız, ne yaparsanız yapın yabancısınız.
Yaşadığınız dünya ile ruhunuz arasında uyuşmazlık var, bunu biliyorum, çok iyi
görüyorum. Ya dünyayı değiştireceksiniz, ya da dışarda kalacaksınız!

(Cevdet Bey ve Oğulları, s. 280)

Sevgi Soysal, Yürümek

İki gencin büyüme süreci, Ankara’nın değişme ve gelişimine
paralel olarak anlatılır.

Romanın kahramanlarından biri Memet’tir. Mühendis Necip
Bey’in oğludur. Necip Bey oğlunu sıkı bir disiplinle eğitmiştir. Memet bu
nedenle kendine güvenini yitirmiş, içine kapanmıştır.

Annesinin arkadaşı Serpil’le ilişkiye girer.

Diğer önemli karakter Ela’dır. Babası Hulusi Şevket Bey
ticari zekâsı gelişmiş bir tüccardır. Ela, annesinin baskıları altında
yetişmiştir.

Şenel’le yakınlık kurar. Lezbiyen ilişkiye girerler.

Ela, zengin bir avukat olan Hakkı Bey’le evlenir. İlişkileri
yürümez, ayrılırlar.

Ela ile Memet tesadüfen tanışırlar. Birlikte yaşamaya
başlarlar.

Romanın ana izleği karakterlerin cinsel yönelimleridir.

Yenişehir’de
Bir Öğle Vakti

Ahmet’le sevgilisi arasındaki ilişkiden yola çıkarak
kadın-erkek ilişkilerini irdeler. Hatice öğretmen üzerinden memur hayatının
sıkıntılarına işaret eder.

Necip Bey, öğrencilik yıllarında zamanını eğlenceyle
geçirmiştir.

Yazar, roman boyunca mekân olarak yıkılmakta olan bir
kavağın yakınındaki Piknik Restoran ve çevresini kullanır.

Dekoratör Güngör, sonradan görme biridir.

Prof. Salih’in babası Samanpazarı’nda bakkal dükkânı
sahibidir.

Salih’in eşi Mevhibe Hanım’la ilgili bölümde Cumhuriyet’in
ilk yıllarında itibaren ailenin gelişimini anlatır. Kızı Olcay, savurgan
biridir.

Olcay, Cumhuriyetin üçüncü kuşağını temsil eden tiptir. Amerikan
Koleji’nde tahsil görür.

Salih’in oğlu Doğan, sinemacıdır. Çektiği film başarılı
olamaz. Çalışmaları sırasında Ali’yle tanışır.

Ali, Kafkas göçmenidir. Yoksulluk içinde yetişmiştir.

Ali ile Olcay arasında aşk ilişkisi başlar.

Romanda geleneksel yaşayışı olan tipler alışkanlıklarını
terk etmeye hazırdırlar.

Adalet Ağaoğlu, Ölmeye Yatmak

Roman, kahramanın (Aysel) bir otel odasında yatağa
uzanmasıyla başlar. Kahramanın zihnindeki çağrışımlar ve geriye dönüşlerle
kurguya geçilir.

Hatırlama sürecinin birinci önemli noktası öğrencilik
yıllarıdır.

Babası Selim Efendi, kızını ilkokuldan sonra okutmak
istememiş ancak Aysel’in öğretmeninin teşvikiyle okutmaya devam etmiştir.

Okuldaki erkek arkadaşlarını hep kardeş olarak görme
eğilimindedir.

Üniversiteye gitmek istediğinde, hukuk öğrencisi ağabeyi,
Aysel’in üniversitede okumasına karşı çıkmıştır. Ancak Aysel, okulda başarılı
olur ve eğitimine devam etmek için Paris’e gider. Paris’te görüp yaşadıkları
Aysel’in hayata bakışını değiştirir. İçindeki devrimci duygular burada
gördükleriyle motive olur.

Paris’ten sosyoloji doçenti olarak döner. Üniversiteden
meslektaşı Ömer’le evlenir.

Aysel, öğrencilerinden Engin’le ilişkiye girmiştir. Otel
odasında ağırlıkla bu ilişkiden dolayı baskı altına almıştır kendini. Aysel’in
ilişkiye girmesindeki sebep, bu ilişkiye Türk kadının özgürleşmesi yolunda
sembolik anlamlar yüklemiş olmasıdır.

Bir Düğün
Gecesi

Roman, bir düğün gecesiyle başlar. Düğün pastasının
kesildiği anda, romanın iki önemli kahramanı taksiye binerler. Tam o anda silah
sesleri duyulur. Ömer ve Tezel, taksiyle düğün yerinden ayrılırlar.

Romanın geriye doğru birinci belirleyici halkası 12 Mart
darbesinden önceki on yıldır.

Düğün sahibi İlhan Dereli ve ailesi detaylı olarak
anlatılır.

Bu alile, Selim Efendi’nin ailesidir (Ölmeye Yatmak’tan
tanıdığımız Aysel’in babası).

İlhan, hukuk eğitimini bitirdikten sonra bir süre avukatlık
yapmış daha sonra ticarete atılmıştır.

Düğün, İlhan’ın kızı Ayşen’in düğünüdür. Düğüne Aysel de
katılmıştır.

Yazar, düğün sebebiyle bir araya gelmiş olan insanlara kendi
ağızlarından kendilerini anlattırır.

Birinci bölümde Ayşen’in teyzesi ressam Tezel anlatılır.
Ablası Aysel gibi devrimcidir.

Romanın ikinci, üçüncü ve dördüncü bölümü Ömer’in
anlatımıyla devam eder.

Ayşen aslında Ömer’i sevmektedir. Ömer de Ayşen’e karşı boş
değildir.

Romanda yazar, 12 Mart öncesi sosyalist erkâna
eleştirilerini dile getirmiştir. Bu eleştirilerden birincisi sosyalistlerin
bilimden uzak kalmalarıdır. Bilimden uzaklaştığı gibi sanat ve sanatçılarda
uzak kalmışlardır. Bir diğer eleştiri konusu, sosyalistlerin romantik ve
oportünist gençlere sırtını yaslamasıdır ki bu durum bugün de devam etmektedir.

Romanın yayınlanmasından sonra Burhan Gürel, Bir Düğün
Gecesi ile Huxley’in Ses Sese Karşı arasındaki benzerliklere dikkat çekmiştir.
(s. 479-480)

Hayır

Roman, Aysel’in kazandığı bir ödülü alması için düzenlenen
ödül töreninde geçmektedir.

Aysel, öğrencisi Engin’le ilişkiye girdiği için akademik
çevrelerden dışlanmış, üniversiteden uzaklaştırılmıştır. Aldığı ödül akademik
kariyerine devam etmesine imkân sağlar.

Üç Beş Kişi

Roman Eskişehir’in tanınmış ailelerinden biri üzerine
kurulmuştur.

Kaymazlar ailesinden Murat, aynı zamanda Sapmazlar ailesinin
d yeğenidir.

Selmin’e âşıktır.

Selmin’le beraber İstanbul’a yerleşir.

Kardeşi Kısmet, Murat’ı ziyarete gitmektedir.

Kısmet, mutsuz bir evlilik yapmıştır. Evlenmeden önce
arkadaşlık ettiği Ufuk isimli bir genci düşünmektedir. Onu hâlâ sevmektedir.

Kısmet’in arkadaşı Kardelen, Murat’a çocukluğundan bu yana
âşıktır.

Kardelen’in kardeşi Özgür, devrimci guruplara karşı kindar
bir ülkücüdür. Buna sebep, ablası Kardelen’in devrimciler tarafından
kirletildiği düşüncesine sahip olmasıdır.

Ticaret Odası başkanı Ferit, yeğeni Murat’ın Selmin’e olan
tutkusundan rahatsızdır. Murat’ı Selmin’den uzaklaştırmak üzere İstanbul’da
bulunduğu sırada Selmin’le ilişkiye girer. Murat bundan haberdar olur ve
yıkılır.

Fikrimin İnce
Gülü

Roman, Kapıkule’den yurda giriş yapan Bayram’ın Ballıhisar
yakınlarına gelinceye kadar yolda geçirdiği yedi saatlik süreyi anlatmaktadır.

Bayram yıllar önce Almanya’ya işçi olarak gitmiştir.

Bütün hayali köyüne döndüğünde saygı duyulan biri olmaktır.

Yemeden içmeden biriktirdiği paralarla bir Mercedes
almıştır.

Türkiye’ye adım attığı andan itibaren başına (daha çok
Mercedes’in başına) olmadık işler gelir. Önce arabasının yıldızı çalınır. Yolda
bir başka arabayla didişirken arabası çizilir.

Bayram, köyde sevdiği Kezban’ı bulup evlenmek istemektedir.
Köyün yakınlarında arabasını yıkamak üzere durur. Burada köy hakkında yeni
şeyler öğrenir. Köy, sit alanı ilan edildiği için köylülerin hemen hepsi
bölgeyi terk etmiştir Kezban, bir balıkçı ile evlenmiştir.

Oğuz AtayTutunamayanlar

İlk bölüm olan sonun başlangıcı, bir gazetecinin verdiği
bilgileri aktarmaktadır.

Gazeteci, bir tren yolculuğunda tanıştığı Turgut Özben’in
kendisine verdiği notlardan söz eder. Bu yolla yazar, anlattıklarının gerçek
olaylara dayandığı intibaını vermektedir.

Romanda yer alan yayıncının notu adlı bölüm ise bunun aksi istikamette
yargılar ihtiva etmektedir.

Yazar, toplumumuzla uyumsuzluk içindeki insanların
bilgileri, becerileri, dürüstlükleri ve sahip oldukları benzer nitelikleri
nedeniyle uyumsuzluk yaşadıklarına dikkat çeker.

Turgut Özben evli ve kendi işini kurmuş bir aydındır.
Arkadaşı Selim’in intiharını araştırmaktadır.

Romanda Cumhuriyet’in ikinci kuşağının toplumla aralarındaki
çelişkileri ve içine düştükleri bunalımları anlatır.

Selim, annesinin korkutmaları ve sakındırmaları ile
büyümüştür. Kendine güvenini yitirmiş, içine dönük bir hayat yaşamaya
başlamıştır.

Arkadaşı Metin, kız arkadaşı Zeliha ile birlikte onun
duygularıyla oynamışlardır.

Selim, yaşan ve riyadan kitaplara sığınmıştır.

Turgut, Selim’in notlarını okudukça hayata bakışı değişir.
Zamanla o da tutunamayana dönüşür.

Tehlikeli
Oyunlar

Hikmet Bey gecekondudaki yatağında hayaller kurmaktadır.
Roman bu anlatımla başlar.

Eşi Sevgi’den ayrıldıktan sonra gecekonduda yaşamaya
başlamıştır. Burada kendi hayatını oyunlaştırmaya çalışmaktadır.

İki komşusundan biri Nurhayat Hanım’dır.

Okuma yazması olmayan Nurhayat Hanım, oğluna göndermek
istediği mektupları Hikmet Bey’e yazdırmaktadır.

Diğer komşusu emekli albay Hüsamettin Bey’dir. Güçlü bir
tarih bilgisine sahiptir.

Hikmet Bey’in arkadaşı Bilge, ara sıra gecekonduya İngilizce
dersi vermeye gelmektedir.

Romanın ikinci bölümü Hikmet Bey’in eşini anlatır. Sevgi
Hanım, zor beğenen çok titiz biridir. Sorunlu bir aile geçmişine sahiptir.
Hikmet Bey’le yaşadıkları sorunların asıl kaynağı iktisadidir. Romanın üçüncü
bölümü Hikmet Bey ve Sevgi Hanım’ın ilişkilerini mercek altına alır.

Hikmet Bey, komşularını yemeğe çağırıp yapacaklarını
anlatır. Daha sonra da intihar eder.

Hüsamettin Bey, Hikmet’in ölüm ilanını gazeteye verir.

Alev Alatlı

Or’da Kimse Var Mı? serisi ters kronolojik düzen izler. Dört kitapta da Günay
Rodoplu esas karakter olarak karşımızdadır. İlk kitapta ölümünden söz edilir.
Serinin son kitabı olan O.K. Musti Türkiye Tamamdır’da ise Amerika’dan
Ankara’ya gelişinden söz edilir.

Viva La Muerte

“Or’da Kimse Var mı?” serisinin ilk romanıdır.

Romanda 1989 mahalli seçimleri mercek altına alınır.

Kitabın başlığı “yaşasın ölüm” anlamındaki İspanyolca bir
deyimdir. Romanın başında, Günay Rodoplu’yu bir şair cenazesinde görürüz. Günay
Rodoplu bir bilim insanıdır. Mesleği bırakmış yazarlık yapmaktadır. Baskın bir
tiptir, aktiftir ancak özel yaşamında karşı tarafın tahakkümünden kendini
sakınamamaktadır.

Romanda geçen kişiler ve mekânlar tamamen gerçektir.

Bu sebeple Alev Alatlı’nın romanları belgesel roman
niteliğindedir.

Romanda 80 darbesinden sonraki siyasal ortam detaylı biçimde
ele alınır.

Romanda Mehmet isimli bir karakter üstü örtük biçimde roman
boyunca anlatıcı olarak karşımıza çıkar. Mehmet, Günay Rodoplu’ya karşı hem
saygılı hem de sevgi doludur.

Romanın konusu cenazeden sonra imza törenine giden Günay
Rodoplu’nun burada karşısına çıkan Şafak Özden’le yaşadığı ilişki etrafında
şekillenir. Şafak Özden, 12 Eylül’den hemen sonra üç arkadaşıyla birlikte bir
yayınevi kurmuştur. SHP’li siyasilerle yakın ilişki içindedir. Şafak, uyanık
biridir. İlişki kurduğu kişileri kendi menfaati doğrultusunda kullanmaktan
çekinmemektedir. Şafak, dar gelirliler için bir yapı kooperatifi kurmak
bahanesiyle Günay’ın ilgisini ve yardımlarını kazanır. Şafak’ın asıl amacı SHP
içinde itibarını arttırıp Çayırtepe’de ilçe başkanı olabilmektir.

Günay Rodoplu’nun aydın kimliğinin kendisine itibar
katacağını hesap eder ve onunla ilişkiye girer. Evli olduğu halde Günay bu
ilişkiden kendini sakınamaz.

Şafak, kariyer basamaklarını hızla tırmanmaya başlar.

Günay’ın yetenekleri ve ikna kabiliyeti sayesinde
Çayırtepe’de ilçe başkanı olur.

Şafak’ın şimdiki hedefi belediye başkanlığıdır.

Günay bu süre zarfında hamile kalıp çocuğunu aldırır.

Şafak davranışlarında zamanla dikkatsizleşir. Bir gece
alkollü bir mekânda Günay’ın Amerikalı arkadaşı Diana’ya sarkıntılık eder.
Günay, Şafak’ın bu davranışlarını şehir ortamının yozlaştırıcı etkisine bağlar
ve kendi içine atar.

Şafak, nihayet belediye başkanı seçilir. Bu noktadan sonra
Günay’ı hayatından uzaklaştırmaya çalışır. Ne de olsa o tipik bir
makyavelisttir. Günay, Şafak’ın nasıl biri olduğunu anlar ve bunalıma girer.
Roman, Günay’ın ölümüyle sona erer.

Nuke Türkiye

12 Eylül askeri harekâtından sonraki zaman dilimi ele alınır.

Roman, David Pavloviç’in Türkiye’ye gelmesiyle başlar.
David’in mensubu olduğu Yahudi tarikatı ve David hakkında bilgiler verilir. Eşi
Diana, alternatif bir sinema anlayışı üzerinde çalışmaktadır.

Türkiye’ye istekli gelmemişlerdir. Ermeni asıllı bir arkadaşları
onları Türklere karşı uyarmıştır. Bu sebeple her ikisi de çekinceli ve
mesafelidirler.

Bebek’te bir evde, iki çocukları ve Nesibe adlı hizmetçileri
ile birlikte yaşamaktadırlar.

Diana, Türk müziği ve kültürü üzerine araştırmalar yapar.

Nesibe, kısa zamanda Diana’yla arkadaş olur.

Aralarına lezbiyen ilişki gelişir. Diana Türkiye’den
ayrılırken Nesibe’yi de yanında götürür. Nesibe daha sonra eşini ve
akrabalarını da Amerika’ya getirtir. Diana’dan uzaklaşır. Psikolojisi bozulan
Diana tedavi görmek üzere yeniden Türkiye’ye gelir.

David Pavloviç, araştırmaları sırasında Türkiye’de tek tip
bir İslam düşüncesi olmadığını görür. İslam’ı çok farklı şekilde yorumlayanlar
bu ülkede bir arada yaşamaktadırlar.

Valla Kurda
Yedirdin Beni

70’li yıllardan sonra ivme kazanan Kürtçülük hareketi
üzerinde durur.

Serideki diğer romanlarda anlatıcı olarak karşımıza çıkan
Mehmet, bu romanda ana karakterlerden biri olarak karşımıza çıkar.

İşçi Partisi’nin kurduğu bir heyet, Güneydoğu Anadolu’da
askerlerin köylülere yaptığı baskıları denetlemek üzere bölgeye gider.

Heyetin içinde Mehmet Ömer Sedes de yer almaktadır.

Romanın bu noktasında Mehmet’in 40’lı yıllarda Ankara’daki
gülerinden söz edilir.

Mehmet, çocukluk yıllarında babaannesinin geleneksel dini
kültürü ile babasının Alman hayranı batı kültürü etkileri altında geçer. Yaşı
ilerledikçe babasının baskısını daha çok hisseder. Nihayetinde evini terk edip
mahalle takımının antrenörü Metin’in yanına gider. Evde tanıştığı devrimci
gençler aracılığıyla İşçi Partisine üye olur.

Güneydoğu’daki inceleme sırasında tanıştığı bir aşiret
reisinin oğlu olan Şiran’ın evine gider. Şiran, sağlık içerikli bir dergi
çıkartmaktadır. Mehmet bu dergiye editör olur.

Üniversite’den ayrılan Günay, bir arkadaşının (Selahattin)
tavsiyesiyle Erzincanlı Hüseyin isimli bir gençle iş yapmaya başlar.
Ayakkabıcılık yapan Hüseyin, zenginleştikçe kendini içkiye ve kadınlara vermiş
biridir. Günay burada çalışırken Selahattin’le ilişkiye girer. Hüseyin eşini ve
çevresini sürekli aldatmaya başlar.

Şirketin mali işlerini Hüseyin ve Selahattin’e bırakmış olan
Günay’ın evine şirketin borçları nedeniyle haciz gelir. Bu noktada Şiran’dan
yardım ister.

Şiran ve ailesi devrimcidirler.

Günay burada Şiran’la birlikte bir İngilizce eğitim seti
projesi üzerinde çalışırlar. Şiran aynı dönemde yarım bıraktığı hukuk eğitimine
devam eder.

İşleri yolunda gidince hem ailesinden hem de Günay’dan
uzaklaşmaya başlar. O artık zengin bir avukattır.

O.K. Musti
Türkiye Tamamdır

Ülkücü hareketin 70’li yıllardan 80’lere kadarki gelişimi
ele alınır.

Roman, Günay’ın ilk aşkı olan Selahattin’le başlar.
Selahattin ülkücüdür. Günay’la Selahattin’in arasındaki ilişki, Ankara’da
öğrenci olaylarının yoğun olarak yaşandığı dönemde geçer.

Doktora için İstanbul’a gider. Burada özel yaşamında ahlaki
zaaflar yaşar, bu durumdan müteessir değildir.

Selahattin doktorasını yaptıktan sonra Günay’la olan
ilişkisini kesmiştir. MHP davasından yargılanır. 1987 yılında davadan beraat
eder. Ticarete atılır. Banka satın almak için bir bankadan kredi alır. Roman,
arkadaşına açtığı bir telefonla sona erer. Telefon konuşmasının sonunda “O.K.
Musti Türkiye tamamdır” der ve roman biter.

Kâbus

Yazara göre küreselleşme gerçekleşirse, merkezi Washington
D.C. olan yeni bir dünya devleti oluşacaktır.

Yeni bir dünya düzeni içinde bu duruma baş kaldırabilme
yeteneğini ancak dünyanın değişik yörelerindeki mafya örgütlenmeleri
sağlayabileceklerdir. Bunlardan bir gurup, tamamen bilgisayar çökerten
ediplerden oluşacaktır. Yazar bunlara Haşhaşin adını vermiştir.

Romanda Türkiye’yi savunan guruplardan da söz edilmektedir.

Bunların lideri Kara Kalpaklı olarak tanınmaktadır.

İmre Kadızade, bir psikiyatristtir.

Bir afazi hastası olan Remzi’yi tedavi etmektedir.

İmre Kadızade, yeğeni Devrim Kuran’ın ölümünden sorumlu
tutulduğu için yice mahkemede yargılanmaktadır.

Roman Kara Kalpaklı’nın web ortamına yüklediği bir dosya ile
sona erer.

Rüya

Romanın girişinde Kadızade’nin peşi sıra gördüğü rüyalar yer
alır.

Belirgin Farklı
İdeolojiler

Mehmet EroğluIssızlığın Ortasında

Roman, 19 Nisan 1975 cumartesi günü otel odasına başlar.

Romanın kahramanı Ayhan, 12 Mart darbesinden sonra
tutuklanmış ve sorgulamalardan geçmiştir.

Kıbrıs Barış Harekâtına yedek subay olarak katılmıştır.

Terhis olduktan sonra eski arkadaşı Zafer’i aramaya başlar.

Ayhan, gençlik yıllarında Ali ve Zafer’le çok yakın
arkadaştı.

Ali bir çatışmada ölmüş, Zafer ise yakalanmadan kaçmayı
başarmıştır.

Ayhan, Zafer’in İskenderun’da öğretmen Ahmet’le ilişkisini
tespit etmiştir. İpuçlarından hareketle kör Abdül’e ulaşır.

 Abdül, Ayhan’ın polis
olmadığını anladıktan sonra ona Zafer hakkında bildiklerini anlatır.

Anlattıklarına göre Zafer, Ayhan’ın adını kullanarak kör
Abdül’le tanışmıştır. Zafer’in, Ayhan’ın sandığı gibi güçlü karakterli biri
olmadığı anlaşılır.

Zafer, siyasi polis tarafından yem olarak kullanılmıştır.

Otel odasında karmaşık düşünceler içindeki Ayhan çıkmaza
düşer. Nemrut Dağı’nda bir kaya kovuğunda intihar eder.

Şule Yüksel ŞenlerHuzur Sokağı

Romanın kahramanı Bilal, huzur sokağında annesiyle birlikte
yaşayan bir üniversite öğrencisidir. Dini değerleri olan biridir.

Aynı sokakta yaşayan Feyza’dan hoşlanmaktadır. Feyza batılı
hayat tarzına uygun yaşantıya sahip bir genç kızdır.

Bilal, kendisi gibi maneviyatı olan bir kızla evlenir.

Feyza’da Selim’le evlenir. Feyza’nın eşinin uyuşturucu işine
girdiğini öğrenince boşanma davası açar. Eşinden ayrılıp huzur sokağına geri
döner.

Bilal’in Nusret adına bir erkek çocuğu olmuştur.

Feyza’nın da Hilal isimli bir kızı olmuştur.

Nusret ile Hilal, tanışıp arkadaş olurlar.

Selim, uyuşturucu işine Nusret’i de alet ederek oğlanın
hapse girmesine sebep olur.

Feyza ve Hilal, Nusret’in serbest kalabilmesi için
çalışırlar. Bilal bu sırada yurt dışındadır. Nusret’in masum olduğu anlaşılır
ve serbest bırakılır. Romanın sonunda Nusret ile Hilal evlenirler.

Hakimoğlu İsmailMinyeli Abdullah

Nurcuların önde gelenlerindendir. Romanlarında da bu
düşüncenin propagandasını yapar.

Romanın kahramanı Abdullah, Mısır’da Kahire yakınlarında
doğmuştur.

Kral Faruk döneminde İslami düşüncenin yayılmasına karşı
aleyhte çalışmalar yapmıştır. Bu dönemde Abdullah cezaevine girer.

Abdullah kendisi gibi inanmış arkadaşı Bilal’in şehit
düşmesi üzerine İstanbul’a gider.

İslam’ın içerisinden çıkacak dinamik bir yapılanmanın bütün
İslam dünyasını kurtaracağına inanmaktadır.

Roman propaganda içerikli anlatımlarla devam eder.

Türk Romanında Deniz
Tutkusu

Deniz, bir tema olarak Cevat
Şakir
’in eserlerinde kendini bulur. Deniz, onun uzmanlık alanıdır.

Halikarnas BalıkçısıAgata Burina Burinata

Romanda, Muğla Milas ilçesinde erkeklerinin önemli bir kısmı
denizde ölmüş olan bir ailenin küçük olan oğlu Mahmut’un deniz tutkusu ele
alınır.

Agata burina burinata, denizcilikte kaptanın açık denize
açılmak için verdiği emirdir.

Mahmut, denizci olma özlemi içinde bir çocuktur. Babası ise
onun denizci olmasına karşıdır. Toprağı sevmesi için ona bir kuzu alır. Kirpi
Halil’in yanına çırak olarak yerleştirir.

Kirpi Halil, denize açıldığı bir gün kaza sonucu sakat
kalmış ve zorunlu olarak denizden uzaklaşmıştır. İçten içe deniz tutkusunu
yaşamaktadır.

Mahmut, ailesini ikna ederek denizci olur. Amcasının yanında
denizciliğe başlar.

Çeşitli teknelerde çalışarak Akdeniz’i dolaşır. Biriktirdiği
paralarla geri döner.

Fatma, Ateşoğlu ile balığa çıktığı bir gün gözüne saçma
gelmiş ve gözünü kaybetmiştir. Bütün güzelliğini yitiren kız Mahmut’la
evlenmeyi reddeder.

Fatma’nın durumuna çok üzülen Mahmut artık denizden
soğumuştur.

Bahçecilikle uğraşmaya başlar.

Zeynel Kaptan’la arkadaş olur. Zeynel, Mahmut’u kızı Ayşe
ile evlendirmek ister. Mahmut’ta Ayşe’yle evlenir.

Denizden uzak kalan Mahmut hiç mutlu değildir.

Yazar eserinde, deniz ile özgürlük arasında çeşitli
şekillerde ilişki kurar. Toprakla uğraşan Mahmut, bu dönemlerde kendini baskı
altında hisseder. Denizde olduğu zamanlarda ise için huzurla dolar, kendini
özgür hisseder. Yazar, toprağa bağlı insanların mülkiyet hırsından mütevellit
özgürlüklerini sınırladıklarına işaret eder.

Halikarnas Balıkçısı – Deniz
Gurbetçileri

Ateşoğlu Murat Reis ve tayfaları etrafında deniz işçilerinin
hayatını anlatır.

Sünger işçisi denizcileri haraca boğan Karakulak Tevfik
Reis’e karşı Ateşoğlu Murat Reis ve tayfaları birlik olup dört tekeli bir
dalgıç filosu alırlar.

Sünger toplamaya başlarlar.

Denizciler, Karaman kıyılarına doğru yol alırlar.

Süngerciler bu bölgede umduklarını bulamazlar.

Palamut Bükü’nde oturan İhtiyar Salih Reis’e uğrarlar. Salih
Reis, denizcilerin yedi ay süren çilesine son verir. Bildiği bir sünger
yatağının yerini söyler.

Karakulak Tevfik Reis, Ateşoğlu’nun peşine düşer.

Dinamitle gemiyi ve denizcileri havaya uçurur.

Ateşoğlu kamasını çekip, Karakulak’u öldürmek isterken
başına aldığı darbeyle denize düşer. Kurtulur ancak hafızasını kaybeder.

Hacer Nine, torunu Aliş’in ölümüne sebep olan Karakulak’ı
bıçaklayarak öldürür.

Halikarnas Balıkçısı – Ötelerin
Çocukları

Çeşitli insanların hikâyesine yer verilen eserin bütününde
Elif adlı karakter öne çıkmaktadır.

Ötegillerin Elif beş, fakir bir ailenin beş çocuğundan biridir.

Anne ve babaları ölür, kimsesiz kalırlar.

Kerimoğlu, yoksullara yardım eden zenginlere kaş çatan
biridir. Elif’i sevmektedir. Kerimoğlu vurularak öldürülür.

Şefik Ulvi’yle köy yolunda tanışan Elif, ilişkiye girdiği bu
adamdan gebe kalır.

Elif’le evlenmek isteyen Hacı Resul, köylüyü Elif’e karşı
kışkırtır. Elif, çocuğuyla birlikte Adem Efendi’nin yanına sığınır.

Köylüler eve baskın yapar, ikisini de öldürürler.

Turgut Reis

Turgut Reis’in hayatını anlatır.

Turgut, Muğla’nın Sıralovaz Yarımadasındaki Karabağ köyünde
doğmuş bir Türkmen’dir.

Turgutça, babası Veli tarafından çoban olarak yetiştirilir.
Ancak o çocukluğundan beri uzak denizlere heveslidir.

Turgut’un denize ve leventlere hevesini bilen Tahtabacak
Hüsam ona ok atmayı ve piştov kullanmayı öğretir. Denizcilikle ilgili bildiği
her şeyi Turgut’a anlatır.

Turgut önce Çeşmeli bir tüccar olan Kerim Ağa’nın ticaret
gemisinde denizciliğe başlar.

Bir deniz yolculuğu sırasında Sen Jan şövalyelerinin bir
gemisini ele geçirir ve geminin kaptanı olur. Gemideki Endülüslü forsalardan
birinden haritacılığı öğrenir.

Romanın ilerleyen bölümlerinde Turgut Reis’in Oruç ve Hızır
Reis’le işbirliği, Hızır Reis’in Barbaros Hayrettin Paşa olarak Osmanlı
Kaptan-ı Deryası oluşunu, Preveze Deniz Savaşı’nı ve savaşta Turgut Reis’in
yararlılıklarını anlatır.

Akçağ Yayınları

Ankara, 2003

İlgili Makaleler