AKIL
İnsanın düşünme,
bilme, davranışlarını belirleme, denetleme ve yargılaması ya da iyiyi kötüden,
doğruyu yanlıştan, hakkı batıldan ayır-masıyla İlgili kabiliyeti veya
dirayetine topluca akıl denir. Belli yargıların başka yargılar ile mantıksal
bağlantılarını kavramak; olayları yönlendiren ve düzenleyen İlkeleri (kanunların)
bulmak, dolayısıyla geleceğe ilişkin ya da gelecekte olacak olaylar konusunda
öngörüde bulunmak kabiliyeti şeklinde de tanımlanabilir. Pratik yönden akıl
ulaşılması istenen amaca veya hedefe götürücü araçların bilerek ve tam olarak
uyarlanmasıdır. Bu anlamda akıl duyusal yeteneklerle (içgüdü, çağrışım) değil,
akıl yürütmeyle hareket etme ve yargılama kabiliyetidir. Daha özel anlamda,
doğru düşünme, İyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırma kabiliyeti veya
gücüdür. Descartes da buna ya-km bir akıl tanımı verir: “Doğru yargıda
bulunmak ve doğruyu yanlıştan ayırmak kabiliyeti olup (ona) akıl veya sağduyu
denilmektedir.” (Meîod Hakkında Nutuk, 1/1)
Böylece akıl terimi,
akıl yürütme ya da ilkelerden mantıksal tümdengelim yapma faaliyetine işaret
eden katı kullanımdan kavramları formüle etme ve mantıksal ilişkiler kurma yönündeki
kavrama gücüne atıfta bulunmaya kadar çok geniş bir bağlamda kullanılır.
Verilen bir öncülden doğru bir sonuç çıkarmak ya da deneysel fenomenler
hakkında nesnel olarak geçerli bir yargıya varmak terimin genel kullanımında
hakimdir. Bu anlamda, bir olay ya da ilişki hakkında mantıksal ve geçerli bir
açıklama veya doğrulama ya da herhangi bir neden ya da güdü anlamına da gelir.
Düşünmek ve akıl
yürütmek için zihin açık— seçik reddetmediği temel bazı ilkelere dayanmak ve
bu ilkeleri doğru biçimde uygulamak durumundadır. Bu bakımdan aklın doğru düşünmesinde
temel alman ilkeler, akıl yürütmenin de temelini oluşturan esasların ya da
kalıpların, yani kategorilerin varlığını gerekli görür. Buna “aklın
kategorileri”, “aklın ilkeleri” ya da “bilginin yönetici
İlkeleri” denilmektedir. Leibııiz akıl yürütmenin çelişme” ve yeler
neden” olarak iki ilkesinin bulunduğunu belirtir (Thcodicee).
Aktın İlkele/i: i-
Sayımi-dökümü, anlatım ve sınıflandırılması;2-Kaynağı (deneycilik, çağrışımcılık,
evrimcilik vb. gibi); 3-Normal (objektif) değeri, bakımından İncelenir. Aklın
ilkelerinin saymıı-dökümü konusunda şu ilkelerin belirlendiği ileri sürülür:
a) Özdeşlik İlkesi: Doğru veya yanlış olan doğru veya yanlış-
tır; yani A, A’dır. Bu
bakımdan çelişmezlik ilkesi ile üçüncü halin bulunmaması ilkesi de denilir.
İki çelişik ayrgıdan biri doğruysa, öteki yanlış ya da biri yanlışsa, öteki
doğrudur; b) -Nedensellik ilkesi: Her olgunun nedeni vardır, her değişme daha
önceki değişmeye bağlıdır, başka deyişle determinizm söz konusudur; c)
Ereksellik ilkesi: Her şeyin veya bazılarının bir amacı vardır.
Özdeşlik ilkesi
düşüncenin zorunlu bir ilkesi olarak görülmekle birlikte, nedensellik ilkesi
tartışmalıdır. Çünkü insandaki irade özgürlüğünün kabul edilmesi halinde
nedenselliğin mutlak kabulü zorlaşmaktadır. Nedensellik mutlak anlamda
alındığında insanın irade özgürlüğü ortadan kaldırılmaktadır. Sözgelimi
kuantum fiziğindeki gelişmeler gözönünde bulundurulduğunda nedensellik
İlkesinin mutlak anlamda ele alınması zorlaşmaktadır. Çağdaş eğilim de
nedenselliğin mutlak değil izafi, dolayısıyla determinizme karşı endeterminiz-min
ileri sürülebileceği yönündedir. Ereksellik (gâiyet) ilkesinin de mutlak
olarak alınamayacağını düşünenler vardır.
Akıl ilkeleri sadece
teorik değil, aynı zamanda pratiktir. Mesela kesin bir zorunluluk olarak
görülen ödev de bir akıl faaliyetidir. Kant’ın pratik-teorik akıl ayrımının
temeli de burada aranabilir. Yani ahlakî Ödev karvamı-nın temelinde de bir akıl
yürütme sözkonusu-dur. Dolayısıyla teorik olan akim İlkeleri aynı oranda pratik
özelliktedirler.
Akıl (reason)
teriminin tahlili iki yüzyılı aşkın bir zaman dilimi içinde Batı felsefesinde
tartışılan temel sorunu oluşturduğundan onun anlamını, Batıda değişen tarihsel
kullanımın ışığında ele almak gerekir.
1- Platon
aklı, insanın gerçek bilgiye, değişmez formları ya da özleri (ideleri) kavramaya
ulaştığı araç şeklinde, yani fiziki cisimlerin değişken dünyasına ait duyu
algısına dayalı düşüncelerin karşıtı olarak anlamıştır. Bu anlayış,
XVIII.yüzyıla kadar geri giden Avrupa siyasal düşüncesine egemen olmuş
sağduyuya İnanç için bir bilgi temeli oluşturmuştur, burada yüceltilmiş
anlamında akıl, İnsanoğlunun diğer hayvanlardan farklı şekilde sahip olduğu
özel bir sezgiye dayalı kabiliyet olmaktadır. Dolayısıyla onun akıl yürütmeyle
tasavvur olunan bir evrenin olgularını yöneten ve düzenleyen evrensel
doğruları ya da ilkeleri, kavramayı doğrudan mümkün kılar.
2- İki
etken, akıl teriminin ya pek çok çağdaş yazarın Ölçülü biçimde yaklaştığı ya da
toptan kaçındığı bir düşünce ikliminin oluşturulması için birleşmiştir. Birinci
etken, aklı belli bir organda doğuştan varolan güç şeklinde gören geleneksel
“yeti” psikolojisinin gözden düşmesidir. Diğer etken ise,
dilbilimsel kullanımın mantığıyla ilgili benlik-bilincinin yüksek bir
derecesiyle karakterize edilen modern uzmanlaşmış felsefedeki devrimdir.
Bununla birlikte, bu
eğilimler, insanın karakteristik bir yönde araçlar ve amaçlarını düzenleyen
amaçlı faaliyetini belirtmek için bazı terimlere duyulan ihtiyacı ortadan
kaldırmaz. Böylece aklın, Aristoteles ve Spinoza gibi birbirinden çok farklı
düşünürlerde görülebilecek çok tatminkar, zengin ya da tüm İnsanî hayat
içinde bir ad olarak kullanımı, Santayana gibi modern bir düşünürde yeniden
ortaya çıkar.
3- Aynı
zamanda terimin akıl ve tutku arasındaki zıtlığı vurgulayan kullanımı,
sözkonusu-dur. Bu anlamda akıl, insan karakterine bü-ründüğünde,
“tutkuların kölesi” olan insandan farklı olarak akıllı ve Ölçülü
İnsan ortaya koyar, bu bağlamda akıl, tarafgirlikten kurtuluş, tutarlılık,
kuralların tek biçimli uygulanması ve içinde bulunulan şartlar gözönündc tutulmaksızın
kurallara öğretisel ya da fanatik bağlanışın yokluğu ile İlgili kesin bir
İfade taşır. Freud sonrası dönemde pekala bilinçaltı çatışmadan kurtuluş da
sözkonusu edilebilir. Öyle ki, nesnel yargı hayal gücünün güdüler üzerindeki
zorlayıcı yoğunlaşmasıyla kendiliğinden olmasa da cana yakın kılınıp
çarpıtılmayabîlir.
4- Aklı
tanımlama sorununa karakteristik bir çağdaş yaklaşım; “Biz aklımızı
çalıştırdığımızı söylediğimizde gerçekte ne yapıyoruz?” sorusuna cevap
bulma yolunda bir girişimi içerir. Bu anlamda akıl, deneysel görünüşlerin
doğruluğunu araştırmada bir takım ilem me-todlarını İçine alır. O, gözlemleme,
ölçme, kar-
şılaştırma, deneye
vurma, varsayımları formüle etme, doğrulama, kavramların tanımı, anlamların
ve dilbilimsel gramerin mantıksal tahlili gibi tekniklerle İlgilenir. Böylece
“akıl”a bu bağlamda bir tür salt yetenek olarak değil, kavram ve dil
araçlarım kullanıp ıslah etmek İçin insan tarafından girişilen çabalar gibi
mantıksal bağlantılar kurmak ve bilgiyi ilerletmek açısından da bakılmalıdır.
5- Akıl
(ratio) kavramı batı dillerinde “intcl-lectus”
“intelligentia” kavramıyla da karşılanmıştır. Yeni Platonculukta
Hellenistik devrin “logos” inanışı aynı zamanda Hıristiyan
teoloji-sindeki “togos”un benzeri olan akıl, manevi hilkat yoluyla
ilk neden olan Tanrı’dan sudur eden veya fışkıran birinci ve bazan ikinci
“ayn-i sabit”tir ki, burada aklı, nefis, tabiat (fıtrat) vb. izler.
İlk yaratılan olarak akıl bu dünyada Allah’ın temsilcisi ve habercisi adını
alır. Hareketin salt zihni, kozmolojik bir ilkesi olarak akıl, Aristoteles
metafiziği ve yorumcularının “ratio”suna karşılık olmaktadır.
Akıl, sosyal
bilimlerle ilgili eserlerde ender rastlanan bir sözcüktür. Pek çok diğer sözcüğün
başına geldiği gibi, o da sosyal psikoloji ve sosyolojide teknik bir terim
olmayı başaramamış; çoğu yazara göreyse sahte bir kavramdır. W.Coutu şunları
söyler: “Halihazırdayapılan akıl yürütme, düşünmeden farklı bir faaliyet
tipi değildir; o sadece birtakım mantıksal ve kavramsal sistemlerle daha çok
sınırlanmıştır ve bu nedenle bu sistemin yapısı tarafından daha çok kontrol
edilmiştir, dolayısıyla doğruya daha yakındır.” Diğer yazarlar açıkça ya
da zımnen tesadüfi ve görünüşte belirgin bir amacı olmaksızın yapılan salt
tecmmülî (reflecti-ve) düşünmeyle mantıksal ve amaçlı düşünme yeteneği arasında
ayrım gözetirler, örneğin GAllport şöyle der: “Akıl, bir insanın inancını
biçimleme yeteneği ve dünya hakkındaki bilgisine uygun davranması ve eğer
insanın bilgisi yetersiz kalırsa, eldeki konuya uygun daha fazla bilgiyi ele
geçirmeye koyulma yeteneği şeklinde tanımlanabilir.” İnsanın aklî ve
ahlakî bîr toplumsal düzen keşfetme gücüne olan İnançtır.
Batı felsefesi ve
düşünce tarihinde aklın işgal ettiği konuma eşdeğer ve hatta daha yoğun bir
konumda İslam düşünce tarihinde de akl’a İlişkin önemli tartışma ve
mücadelelerin olduğunu söyleyebiliriz. Bu konuda Hicri II.-yüzyılda ortaya
çıkan Mutezile akımı, Meşşai filozofları ve İkinci dönem Kelamcılar
(Müte-ahhirîn) akıl konusunda bugün dahi üzerinde Önemle durulacak görüşler
ileri sürmüşlerdir.
Mu tezile’ye göre
konunun odak noktasını İnsanın özgür zihni faaliyetlerinin ürünü olan akıl İle
ilahi bilgi olan nakil arasında kurulacak ilişkinin belirlenmesi teşkil eder.
Aklı kendi basma belirleyici kabul eden Mutezile düşünürlerine göre, eğer
akıl ile nakil çelişirse doğru bilginin elde edilmesi adına akim tercihi gerekir.
Çünkü nakilde nasih-mensuh olgusu varken, akılda bu sözkonusu olmaz. Yani akıl
önceki bir durumda doğruladığı şeyi, bir sonraki safhada yankılamaz.
El-Kindİ, Farabi, İbn
Sina ve İbn Rüşd gibi Meşşâî filozoflara göre ise akıl, hakikate ulaşma
yeteneğine sahip olun Burhan Ehli’mn en büyük aracıdır. Hakikat yukarıdan ve
vahiy yoluyla bîldirilip öğretilebileceği gibi, akıl yoluyla ona ulaşmak
sureliyle de öğrenilebilir. Ancak her iki durumda da Öğrenilen Hakikat tektir.
“Çifte-gerçeklİk” mümkün değildir.
Genel olarak Meşşailer
uluhiyeti akıl kavramıyla ifade ederler. Çünkü aklın nitelikleri, yani akıllı
ve makul, Allah’ın cevherinin birliğine hiçbir halel getirmez. Bu anlamda
aklı, genci olarak sayısı 10’a ulaşan feleklerin “ukul”ü izler:
Felek-i aksa, felek-İ sevabit ite yedi gezegen ve son olarak küre-i arz ya da
felek-i tah-le’l-kaıner. Felek-i talıte’l-kamer (ay altı alem) in de ruhuna,
dar anlamda “faal akıl” denir. Faal niteliği bu ulvî cevhere ve
Allah’a atfolu-nur ise de, telifçi ilahiyatta, nufustfelekiye, Allah’a yakın
olan melekler İle tutulur ki, bu durumda faal akıl Cebrail’in adı olur.
Sonraki Kelamcılar da
başta Mutezilc’nin görüşlerine karşı nassa dayalı düşünceler oluştururken,
felsefi kavram, çözümleme ve yargıları kullanma ihtiyacını duymuş; İmam
Gaza-li’nin mantığa meşru bir temel aramasından sonra, özellikle Fahruddin
er-Razi ile kelam iyiden iyiye felsefenin etki alanına girmiştir.
İslam düşünce
tarihinde keşf ve ilhaın’ı ön plana çıkaran tasavvuf ehliyle, aklın nass karşısında
tevil veyonmı gücünü dahi kabul etmeyen Selefİye’nin farklı görüşleri
savundukları söylenebilir. Her ikisine göre de akıl hiçbir şekilde bizi doğru
bilgiye ulaştırma gücüne sahip değildir.
Kur’an-ı Kerim’den
hareket edilerek akıl konusuna bakıldığında aklın anahtar bir terim olarak
insan zihninin ve manevi faaliyetinin merkezi bir odağına yerleştirildiği
görülür. Kur’an üç bilgi aracından sözeder: Göz, kulak vekalb… Akıl, Kur’anî
tanıma göre kalbin bir-türevidir. Bundan dolayı bir çok İslam düşünürü aklı,
kalbte ve ruhta bulunan manevî bir nur şeklinde tanımlamışlardır. Deney, gözlem,
haber ve gerçeğin itham ve aydınlanma yoluyla elde edilmesi gibi, akıl yoluyla
da elde edilmesi mümkündür. Bu bilgi yollan, hİyerar-şik bir mertebeden çok,
hakikatin bilgisini elde etme çabalarında biri diğerini içine alan içice
dairelere benzer. Belki göz ve kulak yoluyla yapılan gözlem ve deney en geniş
dairenin sınırlarına atılan İlk adımdır. Bunu aklın alanı izler.
Kur’an’da sık sık
anılan “akletınek” neden ile sonuç, eser İle eser sahibi arasındaki
ilgiyi, nedenselliği İfade eder. Eser’den müessire gidilebileceği gibi, aksine
bir yolla müessirden esere veya iki eser arasındaki temel ilişkinin
kavranmasına da gidilebilir. Sonuçta akıl duyulabilir olandan duyulamaz olanın
varlığını keşfeder. Bu kuşkusuz bir İntikal olayı ile gerçekleşebilir ve çok
çeşitli türevleri vardır ki, bunların her birinin akıl ile ilgili bağlantıları
önemlidir: Teemmül, tefekkür, tezekkür, efak-kuh, va’y şuur vb… Sözünü
ettiğimiz intikal olayının üç türünden sözedİlebilir.
A. Tikel
(cüz’i) den tikele veya fertten ferde olan intikal. Buna İslamî terminolojide
temsil veya kıyas-t fıklıî denir.
B. Tikel’den
tümel (külli)’e; tek bir ferdden tek bir türe (nevi) veya tek bir türden tek
bir cinse intikal. Buna da istikra (tümevarım) denir. Genel yargılara ve çoğu
bilimsel kurallara bu yolla ulaşılır. Bunda deney ve gözlemin payi büyüktür.
C. Tümel
(külli)’den tikele veya tek bir cins’ten tek bir türe ya da tek bir türden tek
bir ferde intikal. Buna istintaç, kıyas-ı mantıkî veya sadece kıyas denir.
Kozmik düzen, bilimsel
yasalar ve Tanrı’nın varlığının eşsiz ve mutlak birliğinin kavrandığı bu
yolların birini veya tümünü kullanan aklın İki türü var:
1- Ağır,
tedrici ve zamana bağlı seyreden türü. Buna/ adı verilir;
2- Bir anda
ve bir hamlede istenene ulaşacak şekilde seri olarak seyreden türü. Buna da sezgi
denir.
Sezgi de iki kısımdır:
a) Herbirinde konusuna göre uzun müddet gerçekleşen, elde edilen, deney ve
özel çabalardan oluşan meleke. Bu sonradan elde edilip kazanılır (Aklı
Mes-mu’)\ b) Doğrudan doğruya fıtratta varolan ve sadece vehbi (ilahi bağış)
olan melekedir, ki buna Kuvve-i Kueisiyye, Akl-t metbtı veya ga-iizî denir.
Bunda kişisel ve özel çaba ve kaza-ılımların hiçbir payı yoktur.
Ehl-i sünnet
kelamcıları aklı kullanılırlarken insanın ilk olarak itim, sonra amelinin
gelişme derecelerini sayarlar:
1- Ak!
heyulam ve bi’l-kCıva akl (materialis, potentia): İnsanın gerek soyut olarak,
özel somut nesnenin özünü tasavvu etmek, gerek “bâ-/«”dan idrak
etmek kabiliyetidir: 2-Akl bi’l-meleke (habitu): Bilginin unsurlarında veya ilkelerinde
geçerli olan akıl:
2- Akl
bi’l-fül (ac-tu): Bunu faal akılla karıştırmamak gerekir. Bu akıl, faaliyeti
anında beşeri akıldır, ötekisi insan-üsıü ve daima faaldir; A-Akt mustafâd
(adeptus şive ad quisitus): Beşerî akıl suretler verici veya biçim kazandırıcı
(vahib el-suvar) olan faal aklın kamil bir ilahî bağışı (mcvhİ-be-i kemal)
olmak üzere böyle adlandırılır. İnsanın bir kazanım (iktisab) melekesi olduğunu
kabul edenlere göre ayrıca bir de ‘akl mük-teseb’ten bahsedilebilir.
Bunda herkesin az veya
çok nasibi olabilir. Bunun sınırlandırılması mümkün olmayan bir çok mertebeleri
vardır ki, en basit zekadan Peygamberlerin aklına kadar yükselir. En yüksek
mertebesine Akl-ı Evvel denir. Mebdc’-den gayeyi, gayeden mebdei: evvelden
ahîr’i, ahir’den evvel’i en üstün yakî İ]e gören bu akıl Ketam-ı ilahî veya
Nur-i Muhammedi’dir.
İslam felsefesinde
akla ilişkin görüşlerin bu kısa özeti de gösteriyor ki akıl, İslam’da merkezi
bir öneme sahiptir. Kur’an her fırsatta akim önem ve hayati fonksiyonuna
işaret eder. Ancak istek ve tutkuların (heva ve heves) aklı saptırma gücüne
sahip oldukları gerçeği de ihmal edilmemelidir. Şu halde yakını bir bilgiye,
sağlam bir imana ve üstün bir takvaya sahip olan seçkin insanlar, Kur’an’ın ve
varlık dünyasının ayetleri üzerinde araştırma yapıp tefekkür ederek akıl
güçleri sayesinde hakikatin bilgisini arayacak, böylelikle kalbin nuru olan
aklın kılavuzluğunda ilahi muradı, Kur’an’m hikmetini ve tabiatın sırlarını
keşfetmeye çalışacaklardır. Ancak akim da kılavuza ihtiyacı vardır; o da vahiy
bilgisi ve nebevi hikmet’tir.
AliBULAÇ[1]