Akbıyık Mescidi ve Tekkesi. İstanbul Sultanahmet Cankurtaran mahallesinde fetihten az sonra inşa edilmiş bir mescid ve avlusunda yer alan günümüze intikal etmemiş bir tekke.
Kaynaklarda Çarhacı Ahmed Efendi Tekkesi adı ile de geçmektedir. Bazı araştırmacılar, banisinin Akbıyık Sultan olmadığını, mescidin fetihten sonra onun adına teberrüken inşa ettirildiğini iddia etmişlerse de 953 (1546) tarihli İstanbul Vakıfları Tahrîr Delteri’nde yer alan “Vakf-ı sâhibü’l-mescid” ibaresi bu İddiayı şüpheli kılmaktadır. Bursa’da yaptırdığı bugün mevcut olmayan bir imaret zâviyenin yanındaki türbede medfun olan Akbıyık’ın, mescidin avlusunda 894 (1488-89) tarihli şâhidesi ile makam kabri bulunmaktadır. Mescidin inşa tarihi kesin olarak tesbit edilememektedir; ancak vakfiyesinin 869 Rebîülevvelinin başlarında tertip edilmiş olmasına dayanarak bu tarihten az önce yaptırılmış olduğu kabul edilebilir. Daha sonraki tarihlerde birtakım ek vakıflarla mescidin gelirleri arttırılmıştır. İstanbul’un en eski mescidlerinden olduğu anlaşılan bu yapıya, sur içindeki İstanbul’un en güneydeki mescidi olduğu için “Evvel-i Kıble” veya “İmâmü’l-mesâcid” denilmiştir. Dârüssaâde ağalarından Mustafa Ağa’nın minber ilâvesiyle camiye çevirdiği mescid zaman içinde bazı tamirler geçirmiştir. Nitekim XIX. yüzyılın son çeyreği İçinde eski ebadı muhafaza edilerek yeniden inşa edildiği mimari üslûbundan belli olmakta, minaresinin ise ilk yapıdan kalma olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Son olarak 1950’lerde Türkiye Anıtlar Derneği’nin İstanbul şubesi, çevre halkının da nakdî yardımlarıyla mescidi yenilemiştir. Mescidin inşasından sonra yakınına başka hayır eserlerinin de yaptırıldığı tesbit edilebilmektedir. Meselâ Hüsam Bey b. Abdurrahman adlı bir zatın 941’de (1534-35) tertip edilmiş olan vakfiyesinde, mescidin yanına bir mektep inşa ettirdiği zikredilmektedir. Öte yandan 1208de (1793-94) Mehmed Yazıcı adlı bir zat minaresinin yanma bir çeşme yaptırmış ve daha sonra bu çeşme kızı Hâce Hanım tarafından 1283’te (1866-67) yenilenmiştir. Böylece bu yapılar topluluğu küçük bir külliye niteliği kazanmıştır.
Akbıyık Tekkesi’nin adına, her ne kadar mescidle ilgili esas vakfiyede rastlanmamakta İse de mescidle beraber veya ondan az sonra yapıldığı. Hoşkadem bint Abdullah adlı bir hanımın 889’da (1484) tertiplenmiş vakfiyesinde yer alan, Yedikule mahallesindeki evini Akbıyık Zaviyesi şeyhine tahsis ettiğine dair kayıttan anlaşılmaktadır. Zamanla ortadan kalkmış olan tekkeyi XVII. yüzyıl ortalarında Sadrazam Köprülü Fâzıl Mustafa Paşa ihya etmiş ve şeyhliğine Haivetiyye’den Çarhacı Ahmed Efendi’yi tayin etmiştir. XIX. yüzyılın ikinci yarısı içinde tekkenin tekrar ortadan kalktığı ve XX. yüzyılın başlarında son defa ihya edildiği tahmin edilebilir. 1925’te kapatıldıktan sonra metruk ve bakımsız kalan tekke binaları zamanla yok olmuştur. Meşâyih listesi Çarhacı Ahmed Efendi ile başlamakla birlikte banisinin bağlı olduğu tarikattan hareketle, tekkenin başlangıçta Bayramiyye’ye ait olduğu söylenebilir. İkinci ihyasından sonra Halvetiyye’ye, 1189’dan (1775) itibaren bu tarikatın Cerrâhiyye koluna ve XX. yüzyılın başlarında da Kâdiriyye’ye intikal ettiği tesbit edilmektedir.
Akbıyık Mescidi’nin içinden bir görünüş Cankurtaran istanbul Akbıyık Tekkesi’nin mimari özellikleri tam olarak bilinmemekle birlikte, geçirmiş olduğu üç safhada da bir mescid-tekke hüviyeti taşıdığı, yani tevhidhane olarak kullanılan mescid ite bunun avlusu etrafında sıralanan diğer bölümlerden oluştuğu söylenebilir. Ayrıca son safhasında, fevkani mektebin zemin katının tekke olarak kullanıldığı ve bundan başka avluda, biri alttaki pencereleri demir parmaklıklı, üsttekileri kafesli olmak üzere iki adet çift katlı ahşap binanın var olduğu bilinmektedir. Geçen yüzyılın sonlarında, eski ebadı ve planı korunarak yeni baştan inşa edilmiş olan mescid-tevhidhane ise dikdörtgen planlı, moloz taş örgülü kagir duvarlı ve ahşap çatılı alelade bir yapıdır. On dört adet kemerli büyük pencere ile aydınlanan cami hariminde yegâne dikkati çeken unsur tavan göbeğindeki zarif nakışlardır. Şerefesine kadar ilk yapıdan kalma olduğu anlaşılan minarenin kare planlı kaidesi üç sıra tuğla ve bir sıra kesme köfeki taşı ile. üçgenlere sahip küpünden itibaren yükselen daire kesitli gövdesi ise tamamen tuğla ile örülmüş ve sonradan üstleri sıvanmıştır. Şerefenin altında üç sıra halinde testere dişi tuğla konsollar, çevresinde de geometrik kabartmalı köfekiden korkuluklar yer almaktadır. XIX. yüzyılda yenilenmiş olan ve soğan şeklinde bir kubbecikle donatılmış bulunan minare, kurşun kaplı ahşap bir külah ile son bulmaktadır.
Diyanet İslam Ansiklopedisi