Makro Sosyoloji

Aile Kurumu

 

Aile toplumla ilgili en küçük bir sosyal birimdir. Bütün toplumlarda aile fert için hayat merkezidir. Ferdin içinde bulunduğu en önemli ve asli (primer) gruptur. Samimiyet, psikolojik ve sürekli ilişkiler aile kurumunun temel özellikleridir. Üyeleri arasındaki muhtelif rollerin organizasyonu aile sistemini meydana getirir. Bu nedenle aile, üyeleri arasındaki ilişkilerden ve ilişkilerin yapılaşmasından doğan kurumlar olarak tanımlanabilir. Diğer bir tanımla, aile cinsler arası ilişkileri ve insan soyunun çoğalmasını kurallara bağlayan, istikrara kavuşturan ve standartlaştıran davranışlar sistemidir.
 
AİLE KURUMU BİR BÜTÜNDÜR

Ailenin yapı ve fonksiyonları toplumsal değişmeye paralel olarak değişmektedir. Evrensel ve statik bir aile yapısından söz etmek imkânsızdır. Zaman sürecinde, aile üyelerinin sayısında, yapısında ve görevlerinde sürekli değişmeler olmuştur. Hatta aynı ülkenin kırsal ve şehir kesimlerinde bile aile yapıları arasında büyük farklar vardır. Gelişmiş, gelişmekte olan ve az gelişmiş toplumlarda da aile yapıları değişik görünümler arz eder.
Evlenme kurumu bir toplum veya topluluk içinde kimler arasında, ne zaman nasıl evlilik ilişkileri olacağını gösteren bir kurumdur. Sosyolog ve antropologların yaptıkları araştırmalarda, tüm toplum ve topluluklarda “mahremiyet” kurumuna rastlandığı görülmüştür. Mahremiyet, karşı cinsten olan insanların cinsel ilişkileri konusunda ortaya çıkan yasaklardır. Mesela birinci dereceden akraba olan kişiler arasındaki cinsel ilişkilerin yasak olması gibi. İlk defa kuşaklar açısından dikey ve yatay birinci derecedeki akrabalara evlenme yasağı kondu. Daha sonra hem yatay hem de dikey evlenme yasaklarının çapı genişledi. Bazı topluluklarda dokuz kuşağa kadar yakınlarla evlenme yasağı kondu.

 

Ailenin Değişimi

Bütün sosyologlar ve antropologlar insanlığın, başlangıcından beri bugünkü çekirdek aileye benzer bir aile sistemine sahip olduğu görüşündedirler.
Ailenin kurumsal varlığı ilke olarak kabul edilmesine karşılık, ilk cemiyetlerde cinsi faaliyetlerin sınırları üzerinde sosyologlar ve antropo-loglar arasında farklı görüşler mevcuttur. Bazı sosyologlar ilk cemiyetlerde cinsi faaliyet bakımından herhangi bir kuralın olmadığını, birleşmenin serbestçe yapıldığını iddia etmişlerdir. Ancak bu görüşlerin bilimsel temelinin olmadığı yapılan araştırmalarla tespit edilmiştir.
Ailenin kurulması çiftleşme ile başlamaktadır. Çiftleşme biyolojik bir olaydır, buna karşılık evlenme ve aile kurma sosyolojik bir olgudur. Ailenin kurulması için biyolojik bir olay olan cinsi birleşme yeterli sebep değildir. Böyle olsaydı hayvanların da bir ailesi olurdu. Hatta hayvanlarda bile görülen birtakım ana ve yavrusu arasındaki ilişkilerin sebebi biyolojik bir olaydan çok psikolojik bir olgunun ifadesidir. Daha açıkçası seksüel ilişki sonuçta psikolojik ve sosyal ilişkilerle vardır ve birbirlerine önceliği ve sonralığından çok birlikte bir yapıyı oluştururlar. Bu durum aileden önce bir cemiyetin varlığını ve bu cemiyetin ailenin kuruluşu ile ilgili birtakım hak ve sorumlulukları tayin eden normlarının olmasını zorunlu kılmaktadır. Bu durumda aileyi birtakım sosyal ve hukuki kayıtlardan meydana gelmiş bir sosyal kurum olarak anlamamız gerekiyor.  Bu özelliği ile insan ailesi hayvan ailesinden ayrılmaktadır; insan cemiyetlerinin hayvan cemiyetlerinin bir uzaması olmadığı gibi, insan ailesi de hayvan ailelerinin bir devamından ibaret değildir. Fındıkoğlu bu konuyla ilgili şöyle demektedir: “İnsanın içtimai hayatı, diğer hayvan nevilerindeki toplantı ve yığın hayatına benzetilemez. İçtimai hayat, aile de dâhil olduğu halde, başka bir şekil, başka bir vakıadır. Biyolojik hadiseden ayrı olup onu yalnız bir unsur olarak ihtiva eder. Bu unsur ayrı bir kaynaşma içinde mahiyetini değiştirmiştir. Asıl mesele bu kaynaşmanın vücuda getirdiği mahsulü ayrı bir görüş zaviyesinden görmektir. Başka bir ifade ile “hayati-vital”,”tabii-natural” yukarısında yeni bir “içtimai-social” hadise vücuda gelmiştir. Bu sonuncusu, evvelkisinden başkadır. Bir evlenme hadisesi başlangıçta mevcut olup diğer bütün hadiseler bundan sonra vuku bulmaktadır. Ancak bir ailenin vücut bulması için cinsi birleşme ve kan bağı kâfi olmadığı gibi zaruri de değildir. Aslolan babalık meselesinin çözümlenmesi aile sistemine girmektir. Bu nedenle aile bir sözleşmeler zinciri ve sosyolojik bir vakıadır.

 
AİLEDE MUTLULUKLAR BİRLİKTE PAYLAŞILIR

Aile kurumu birçok alt kurumlardan oluşur. Ancak ailenin temel kurumu evlenme kurumudur. Evlenme kurumu:

İçlik-dışlık ölçüsüne göre:

     İçerden evlenme (endogami)
     Dışardan evlenme (ekzogami)
Nikâhlanan kişiler bakımından:
     Tek eşli (monogamy)
     Çok eşli (polygamy)

Çok eşlilik de:

     Çok karılılık (polygyny)
     Çok kocalılık (polyandry) şeklinde tipleştirilmektedir.

Ailenin yapısı ve aile üyelerinin hâkimiyeti bakımından ise:

     Totem ailesi
     Ana ailesi (maderi aile)
     Baba ailesi
     Pederşahi aile
     Pederi aile
     Modern aile olarak tipler tespit etmek mümkündür.

Ailenin büyüklüğüne göre ise:

     Geleneksel aile (geniş aile)
     Çekirdek aile (dar aile) (modern aile) şeklinde ikiye ayrılmaktadır. 

Le Play ise aileyi:

     Babaerkil aile
     Kök aile
     Kararsız aile  diye üçe ayırmaktadır. (Le Play’ın bu ayırımı miras ölçüsüne göre yapılmıştır.)

Bütün bu tipleştirmelerle ilgili sosyologlar ve antropologlar arasında farklı farklı teoriler mevcuttur. Ancak ailenin bir biyolojik çiftleşme hadisesi olmadığı açıktır. Ailenin doğması için yazılı veya yazısız hukukun esaslarına göre kurulmuş, toplumun yaşamak, devam etmek isteğine vasıta olacak bir erkek-kadın beraberliği vücuda gelmelidir. Bu beraberlikte ferdin menfaati aileye, ailenin menfaati de topluma bağlanmalıdır.  Yukarıda verdiğimiz tiplerle ilgili mevcut teorilerin her biri, farklı toplumlardaki evlenme şekillerinin genelleştirilmesi iddiasındadırlar. Değer atfettikleri ve ön plana çıkardıkları özellikler de farklı farklıdır. Bu nedenle bir bütün halinde aile kurumlarını açıklamaktan uzaktırlar. Özellikle iptidai toplumlardaki evlenme şekilleri üzerindeki araştırmaların sonuçlarını ihtiyatla karşılamak gerekir. Mesela toplumların menşeinde kayıtsız ve mutlak bir cinsi serbestinin mevcut olmuş bulunduğu iddiası, yine ilk cemiyetlere ait müşahedelerle yanlışlanmıştır.
Konuyla ilgili önemli problemlerden birisi içerden evlenme (endo-gami) ve dışardan evlenme (ekzogami) meselesi ile ilgilidir. Endogaminin çerçevesini aile içi (ana-babayla) evlenmeye kadar indirgemek mümkündür. Rastlantılar dışında böyle bir evliliği akli, psikolojik, ahlaki, dini ve sosyolojik ölçülere başvurduğumuzda reddetmemiz gerekmektedir. Bu nedenle endogamik evlenme, ana-baba ile çocuklar arasındaki cinsi birleşme ve evlenme ve kardeşler arasındaki evlenmeden ayrı, ferdin mensubu bulunduğu sosyal grubun diğer üyeleriyle evlenmesi, ekzogamiden de kendi sosyal grubunun dışındaki kişilerle evlenmesi anlaşılmalıdır. Bu gün dahi bazı topluluklarda kendi topluluklarının dışına kız verme veya kız alma âdeti hoş karşılanmamaktadır. Bunun aksine kendi topluluklarından evlenmenin tabu görüldüğü topluluklar da mevcuttur. Durkheim’in teorisine göre klan ailesinde aynı toteme sahip aileler arasında evlenme tabudur.
Ancak ekzogaminin bulunduğu her yerde totemizmin bulunması şart değildir. Aynı şekilde endogamik evlenme ekzogamik evlenmeden sonra gelen aşamadır. Ekzogamik çevre daralmakta ve yerine endogami geçmektedir. Başka ifade ile dışarıdan evlenme, cinsi içgüdünün ve aile devamlılığının yakın sosyal çevre dışında bulunanlar vasıtası ile tatmini, bir amme nizamı işi olmaktan çıkıyor ve çeşitli içtimai ve iktisadi sebeplerin, bu sebeplerin örgüsü içinde vücuda gelen yeni bir psiko-sosyal durumun tesiri altında gerek kabilevi, gerek ailevi çevreler içinden evlenme hareketleri başlıyor. Bununla beraber ekzogamik kaidenin ana çekirdeği yine ortada yer almaktadır.
Ziya Gökalp’e göre Türkler siyasi yürüyüşün ilk basamağı olan boy (klan) döneminde totemik akrabalık kurumlarına sahiptiler. A. Kami’ye göre de “iptidai cemiyetlerde nesep yani hısımlık kanı, çocuklara babadan değil, anadan geçerdi. Totemin kutsi cevherini nesilden nesile geçiren ana, yani kadın kanı, bundan dolayı “mana” nın tecelli ettiği en kuvvetli tabu idi”.  Keza Mehmet İzzet de şöyle düşünüyor: “Yazılı kanunların bulunmamasına bakarak klanda herhangi bir kontrol mekânizmasının bulunmadığı zannedil-memelidir. Bilakis klan hayatını düzenleyen ve üyeleri arasındaki ilişkileri tayin eden gayet sıkı ve dini yaptırımlarla desteklenmiş kurallar mevcuttur. Bunların arasında en önemlileri aile hayatını ve cinsi münasebeti idare edenler, bilhassa ekzogami kuralıdır. Bu kural bir totemli klan üyelerinin aralarında evlenmemeleri ve diğer bir klandan karı veya koca edinme ile ilgili genel bir kanundur. Bu şekildeki ekzogami kuralı bugünkü aile hayatının en önemli prensiplerinden, yakın akraba arasındaki sevişme ve evlenmenin yasak ve kötü sayılmasının iptidai bir ifadesinden başka bir şey değildir… İptidai insan nazarında kendi klanından olan bir kadınla evlenmek haramdır. Zira o kadın kendi totemindendir. Totem mukaddes olduğu içindir ki, kendi semiyyesinden (klanından) olan kadınlar onun için mukaddes ve haramdır. Fakat yabancı bir klandan olan kadın, kendine göre, hiç bir şekilde kudsiyeti olmayan bir toteme mensup olduğundan onunla evlenmeye engel değildir”.
Tek eşli evlilik ise farklı cinsiyetten olan iki kişinin evlenmesidir. Çokeşli evliliğe gelince genellikle bir erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi anlamına geldiği sanılır. Aslında bu, çok eşli evlilik değil, çok karılılıktır. Çok eşlilik dediğimiz zaman bir erkeğin veya bir kadının aynı anda birden fazla eşinin bulunmasıdır.
Ailenin şekillenmesi ve yapısının ortaya çıkışında rol oynayan önemli kurumlardan bazıları da, ailenin üye sayısı ve sınırlarını belirleyenlerdir. Mesela aynı kuşaklardan olan amcalar, dayılar, halalar ve teyzelerin veya farklı kuşaktan olan büyük anne ve büyük babaların, ebeveynlerin, çocukların ve torunların aynı çatı altında toplanması bugünkü bazı toplumlarda görülmemektedir. Her toplum ve toplulukta farklılıklar gösteren bu kurumlar çeşitli aile şekillerinin oluşmasına yol açmışlardır.
Geleneksel geniş ailenin en önemli özelliği, aynı kuşak ve farklı kuşaklar boyunca genişleme göstermesidir. Geleneksel geniş aile, genellikle sanayi devriminden önceki toplum ve toplulukların aile yapısıdır. Bugün de kırsal kesimlerde geleneksel ailelere rastlamaktayız.
Çekirdek aile ise sanayileşmiş toplumların aile biçimi olarak kabul edilir. Anne, baba ve evlenmemiş çocuklardan oluşan ailelere, çekirdek aile adı verilir. Toplumlar geliştikçe ve özellikle sanayi devriminden sonra, aile birçok görevini bürokratik örgütlere devretmiştir. Böylece geleneksel aileden çekirdek aileye geçişle birlikte ailenin üye sayısında azalma, fonksiyonlarında ve yapısında değişme olmuştur. Nitekim Parsons, ailenin iki görevinin kaldığını savunur:

     Neslin devamı görevi (üreme, çocuk yapma ve bağlı olarak çocuğu belli bir yaşa kadar toplumsallaştırma).
     Eşler arasındaki psikolojik dengenin sağlanması görevi.

Özellikle sanayileşmenin ortaya çıkardığı yabancılaşma olgusunu aile gidermektedir.
Ailenin Görevleri

Parsons’un ailenin görevleri ile ilgili söylediklerinde haklılık payı bulunsa da ailenin geleneksel görevleri dar çerçevede de olsa devam etmektedir. Ailenin fonksiyonlarını şu şekilde sıralayabiliriz:

     Aile yüzyüze samimi ilişkilerin cereyan ettiği kurumlardır. Bu nedenle aile üyeleri arasında meselelerin rahatlıkla tartışılması problemlere karşı direnç kazandırır, psikolojik tatmin sağlar.
     Aile cinsel tatminle birlikte biyolojik üremenin vuku bulduğu ve toplumun devamının sağlandığı yegâne gruptur. Cinsel tatmin, çocuk sevgisi aile üyeleri arasındaki bağları kuvvetlendirmekte ve psikolojik tatmin sağlamaktadır.
     Aile yeni nesillerin sosyalleştirilmesini üstlenen en önemli gruptur. İnsanın gelişme çağına direk etki ettiği için sosyalizasyon sürecinde son söz sahibidir. Normlara riayet ailede öğrenildiği gibi vicdanın teşekkülü de aile içindeki sosyalleşme sürecinde vuku bulur.
     Geleneksel aile bir üretim ve tüketim birimidir. Bu aile ihtiyaç duyduğu mal ve hizmetleri bizzat kendisi üretir ve tüketir. Ailenin bu fonksiyonu bugün de birçok toplumda devam etmektedir. Üretim birliği olma özelliği kaybolmasına karşılık tüketim özelliği devam etmektedir. Hatta emtia satışı ile ilgili, mesela, esnaf ve sanatkâr, çiftçiler, küçük otel, lokanta, perakende işletmeler vb. hala aile işletmeleri elindedir.
     Ailenin bugün dahi devam eden ancak en çok evrim geçiren fonksiyonlarından birisi de üyelerine statü tahsisidir. Ortaçağ’ın verasetle elde edilen asaletine karşılık, yani “Von”, Dük” “Düşes”, “Sör”, “Senyör”, “Senyörita” gibi asalet ünvanları bugün yok veya sembolik bir anlam ifade etmesine rağmen bugün de fertlere ailelerinin sosyo-kültürel ve ekonomik statülerine göre toplumda değer atfedilmektedir.
     Ailenin önemli bir görevi de dayanışma ve koruculuk görevidir. Geleneksel toplumlarda ferdi koruyan kurumların azlığı dolayısıyla bu görevi de aile üstlenmiştir. Bir kişiye yapılan saldırı, tüm aileye yapılmış gibi dikkate alınır. Bu nedenle aile içi dayanışma önemlidir. Aynı şekilde hastalık, mutsuzluk, yaşlılık ve üyelerin çaresizliğe düştüğü hallerde aile sığınak yeridir ve üyelere özel bir mesuliyet yüklenir. Çağdaş kurumlar geliştikçe aile bunlardan bir kısmını bu kurumlara bırakmaktadır.
     Geleneksel toplumlarda ferdin eğitimini aile üstlenir. Çocuğa her türlü eğitim ve öğretim formasyonu, ailesi tarafından verilir. Gelişmiş toplumlarda bu görevi belli bir yaşa kadar aile yerine getirmekte, özellikle sosyo-kültürel normların önemli bir kısmı aile tarafından çocuğa kazandırılmaktadır. Gençlerin eğitim ve öğretim yükünü devlet ailenin üzerinden almış olmasına rağmen ailenin sosyo-kültürel ve ekonomik yapısı çocuğun eğitimine etki etmektedir.
     Din eğitimi de geleneksel geniş ailenin görevleri arasında yer alır. Fert ailenin dinini benimser. Üyelerine belirli bir dini aşılar ve törenlerine katılmalarını kontrol eder. Laikleşmenin getirdiği yeni durumda, din ferdi vicdanlara bırakılmasına karşılık, yine de aile belli bir yaşa kadar çocuğun din eğitimini üstlenmekte ve yönlendirmektedir.
     Aile üyeleri tüm boş zamanlarını diğer aile üyeleriyle paylaşır. Sosyolojide üçüncü zaman olarak adlandırdığımız eğlenme ve dinlenme görevi geleneksel yapı içerisinde aile tarafından organize edilir. Boş zaman değerlendirmesi ferdileşmesine rağmen çağdaş toplumlarda çocuğun boş zamanlarını değerlendirmesi daha da önem kazanmış durumdadır.

Ailenin Evrimi

 

Bütün sosyologlar ve antropologlar insanlığın, başlangıcından beri bugünkü çekirdek aileye benzer bir aile sistemine sahip olduğu görüşündedirler.[1]

Ailenin kurumsal varlığı ilke olarak kabul edilmesine karşılık, ilk cemiyetlerde cinsi faaliyetlerin sınırları üzerinde sosyologlar ve antropologlar arasında farklı görüşler mevcuttur. Bazı sosyologlar ilk cemiyetlerde cinsi faaliyet bakımından herhangi bir kuralın olmadığını, birleşmenin serbestçe yapıldığını iddia etmişlerdir. Ancak bu görüşlerin bilimsel temelinin olmadığı yapılan araştırmalarla tespit edilmiştir.[2]

Ailenin kurulması çiftleşme ile başlamaktadır. Çiftleşme biyolojik bir olaydır, buna karşılık evlenme ve aile kurma sosyolojik bir olgudur. Ailenin kurulması için biyolojik bir olay olan cinsi birleşme yeterli sebep değildir. Böyle olsaydı hayvanların da bir ailesi olurdu. Hatta hayvanlarda bile görülen birtakım ana ve yavrusu arasındaki ilişkilerin sebebi biyolojik bir olaydan çok psikolojik bir olgunun ifadesidir. Daha açıkçası seksüel ilişki sonuçta psikolojik ve sosyal ilişkilerle vardır ve birbirlerine önceliği ve sonralığından çok birlikte bir yapıyı oluştururlar. Bu durum aileden önce bir cemiyetin varlığını ve bu cemiyetin ailenin kuruluşu ile ilgili birtakım hak ve sorumlulukları tayin eden normlarının olmasını zorunlu kılmaktadır. Bu durumda aileyi birtakım sosyal ve hukuki kayıtlardan meydana gelmiş bir sosyal kurum olarak anlamamız gerekiyor.[3] Bu özelliği ile insan ailesi hayvan ailesinden ayrılmaktadır; insan cemiyetlerinin hayvan cemiyetlerinin bir uzaması olmadığı gibi, insan ailesi de hayvan ailelerinin bir devamından ibaret değildir. Fındıkoğlu bu konuyla ilgili şöyle demektedir: “İnsanın içtimai hayatı, diğer hayvan nevilerindeki toplantı ve yığın hayatına benzetilemez. İçtimai hayat, aile de dâhil olduğu halde, başka bir şekil, başka bir vakıadır. Biyolojik hadiseden ayrı olup onu yalnız bir unsur olarak ihtiva eder. Bu unsur ayrı bir kaynaşma içinde mahiyetini değiştirmiştir. Asıl mesele bu kaynaşmanın vücuda getirdiği mahsulü ayrı bir görüş zaviyesinden görmektir. Başka bir ifade ile “hayati-vital”,”tabii-natural” yukarısında yeni bir “içtimai-social” hadise vücuda gelmiştir. Bu sonuncusu, evvelkisinden başkadır. Bir evlenme hadisesi başlangıçta mevcut olup diğer bütün hadiseler bundan sonra vuku bulmaktadır. Ancak bir ailenin vücut bulması için cinsi birleşme ve kan bağı kâfi olmadığı gibi zaruri de değildir. Aslolan babalık meselesinin çözümlenmesi aile sistemine girmektir. Bu nedenle aile bir sözleşmeler zinciri ve sosyolojik bir vakıadır.[4]

 

 

AİLEDE MUTLULUKLAR BİRLİKTE PAYLAŞILIR

 

Aile kurumu birçok alt kurumlardan oluşur. Ancak ailenin temel kurumu evlenme kurumudur. Evlenme kurumu:

 

İçlik-dışlık ölçüsüne göre:

 

*         İçerden evlenme (endogami)

*         Dışardan evlenme (ekzogami)

 

 

Nikâhlanan kişiler bakımından:

*    Tek eşli (monogamy)

*    Çok eşli (polygamy)

 

Çok eşlilik de:

 

*    Çok karılılık (polygyny)

*    Çok kocalılık (polyandry)şeklinde tipleştirilmektedir.

 

Ailenin yapısı ve aile üyelerinin hâkimiyeti bakımından ise:

 

*    Totem ailesi

*    Ana ailesi (maderi aile)

*    Baba ailesi

*    Pederşahi aile

*    Pederi aile

*    Modern aile olarak tipler tespit etmek mümkündür.

 

Ailenin büyüklüğüne göre ise:

 

*  Geleneksel aile (geniş aile)

*  Çekirdek aile (dar aile) (modern aile) şeklinde ikiye ayrılmaktadır.[5]

 

Le Play ise aileyi:

 

*         Babaerkil aile

*         Kök aile

*         Kararsız aile[6] diye üçe ayırmaktadır. (Le Play’ın bu ayırımı miras ölçüsüne göre yapılmıştır.)

 

Bütün bu tipleştirmelerle ilgili sosyologlar ve antropologlar arasında farklı farklı teoriler mevcuttur. Ancak ailenin bir biyolojik çiftleşme hadisesi olmadığı açıktır. Ailenin doğması için yazılı veya yazısız hukukun esaslarına göre kurulmuş, toplumun yaşamak, devam etmek isteğine vasıta olacak bir erkek-kadın beraberliği vücuda gelmelidir. Bu beraberlikte ferdin menfaati aileye, ailenin menfaati de topluma bağlanmalıdır.[7] Yukarıda verdiğimiz tiplerle ilgili mevcut teorilerin her biri, farklı toplumlardaki evlenme şekillerinin genelleştirilmesi iddiasındadırlar. Değer atfettikleri ve ön plana çıkardıkları özellikler de farklı farklıdır. Bu nedenle bir bütün halinde aile kurumlarını açıklamaktan uzaktırlar. Özellikle iptidai toplumlardaki evlenme şekilleri üzerindeki araştırmaların sonuçlarını ihtiyatla karşılamak gerekir. Mesela toplumların menşeinde kayıtsız ve mutlak bir cinsi serbestinin mevcut olmuş bulunduğu iddiası, yine ilk cemiyetlere ait müşahedelerle yanlışlanmıştır.[8]

Konuyla ilgili önemli problemlerden birisi içerden evlenme (endogami) ve dışardan evlenme (ekzogami) meselesi ile ilgilidir. Endogaminin çerçevesini aile içi (ana-babayla) evlenmeye kadar indirgemek mümkündür. Rastlantılar dışında böyle bir evliliği akli, psikolojik, ahlaki, dini ve sosyolojik ölçülere başvurduğumuzda reddetmemiz gerekmektedir. Bu nedenle endogamik evlenme, ana-baba ile çocuklar arasındaki cinsi birleşme ve evlenme ve kardeşler arasındaki evlenmeden ayrı, ferdin mensubu bulunduğu sosyal grubun diğer üyeleriyle evlenmesi, ekzogamiden de kendi sosyal grubunun dışındaki kişilerle evlenmesi anlaşılmalıdır. Bu gün dahi bazı topluluklarda kendi topluluklarının dışına kız verme veya kız alma âdeti hoş karşılanmamaktadır. Bunun aksine kendi topluluklarından evlenmenin tabu görüldüğü topluluklar da mevcuttur. Durkheim’in teorisine göre klan ailesinde aynı toteme sahip aileler arasında evlenme tabudur.

Ancak ekzogaminin bulunduğu her yerde totemizmin bulunması şart değildir. Aynı şekilde endogamik evlenme ekzogamik evlenmeden sonra gelen aşamadır. Ekzogamik çevre daralmakta ve yerine endogami geçmektedir. Başka ifade ile dışarıdan evlenme, cinsi içgüdünün ve aile devamlılığının yakın sosyal çevre dışında bulunanlar vasıtası ile tatmini, bir amme nizamı işi olmaktan çıkıyor ve çeşitli içtimai ve iktisadi sebeplerin, bu sebeplerin örgüsü içinde vücuda gelen yeni bir psiko-sosyal durumun tesiri altında gerek kabilevi, gerek ailevi çevreler içinden evlenme hareketleri başlıyor. Bununla beraber ekzogamik kaidenin ana çekirdeği yine ortada yer almaktadır.[9]

Ziya Gökalp’e göre Türkler siyasi yürüyüşün ilk basamağı olan boy (klan) döneminde totemik akrabalık kurumlarına sahiptiler. A. Kami’ye göre de “iptidai cemiyetlerde nesep yani hısımlık kanı, çocuklara babadan değil, anadan geçerdi. Totemin kutsi cevherini nesilden nesile geçiren ana, yani kadın kanı, bundan dolayı “mana” nın tecelli ettiği en kuvvetli tabu idi”.[10] Keza Mehmet İzzet de şöyle düşünüyor: “Yazılı kanunların bulunmamasına bakarak klanda herhangi bir kontrol mekânizmasının bulunmadığı zannedil-memelidir. Bilakis klan hayatını düzenleyen ve üyeleri arasındaki ilişkileri tayin eden gayet sıkı ve dini yaptırımlarla desteklenmiş kurallar mevcuttur. Bunların arasında en önemlileri aile hayatını ve cinsi münasebeti idare edenler, bilhassa ekzogami kuralıdır. Bu kural bir totemli klan üyelerinin aralarında evlenmemeleri ve diğer bir klandan karı veya koca edinme ile ilgili genel bir kanundur. Bu şekildeki ekzogami kuralı bugünkü aile hayatının en önemli prensiplerinden, yakın akraba arasındaki sevişme ve evlenmenin yasak ve kötü sayılmasının iptidai bir ifadesinden başka bir şey değildir… İptidai insan nazarında kendi klanından olan bir kadınla evlenmek haramdır. Zira o kadın kendi totemindendir. Totem mukaddes olduğu içindir ki, kendi semiyyesinden (klanından) olan kadınlar onun için mukaddes ve haramdır. Fakat yabancı bir klandan olan kadın, kendine göre, hiç bir şekilde kudsiyeti olmayan bir toteme mensup olduğundan onunla evlenmeye engel değildir”.[11]

Tek eşli evlilik ise farklı cinsiyetten olan iki kişinin evlenmesidir. Çokeşli evliliğe gelince genellikle bir erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi anlamına geldiği sanılır. Aslında bu, çok eşli evlilik değil, çok karılılıktır. Çok eşlilik dediğimiz zaman bir erkeğin veya bir kadının aynı anda birden fazla eşinin bulunmasıdır.

Ailenin şekillenmesi ve yapısının ortaya çıkışında rol oynayan önemli kurumlardan bazıları da, ailenin üye sayısı ve sınırlarını belirleyenlerdir. Mesela aynı kuşaklardan olan amcalar, dayılar, halalar ve teyzelerin veya farklı kuşaktan olan büyük anne ve büyük babaların, ebeveynlerin, çocukların ve torunların aynı çatı altında toplanması bugünkü bazı toplumlarda görülmemektedir. Her toplum ve toplulukta farklılıklar gösteren bu kurumlar çeşitli aile şekillerinin oluşmasına yol açmışlardır.

Geleneksel geniş ailenin en önemli özelliği, aynı kuşak ve farklı kuşaklar boyunca genişleme göstermesidir. Geleneksel geniş aile, genellikle sanayi devriminden önceki toplum ve toplulukların aile yapısıdır. Bugün de kırsal kesimlerde geleneksel ailelere rastlamaktayız.

Çekirdek aile ise sanayileşmiş toplumların aile biçimi olarak kabul edilir. Anne, baba ve evlenmemiş çocuklardan oluşan ailelere, çekirdek aile adı verilir. Toplumlar geliştikçe ve özellikle sanayi devriminden sonra, aile birçok görevini bürokratik örgütlere devretmiştir. Böylece geleneksel aileden çekirdek aileye geçişle birlikte ailenin üye sayısında azalma, fonksiyonlarında ve yapısında değişme olmuştur. Nitekim Parsons, ailenin iki görevinin kaldığını savunur:

 

*    Neslin devamı görevi (üreme, çocuk yapma ve bağlı olarak çocuğu belli bir yaşa kadar toplumsallaştırma).

*    Eşler arasındaki psikolojik dengenin sağlanması görevi.

 

Özellikle sanayileşmenin ortaya çıkardığı yabancılaşma olgusunu aile gidermektedir.[12]

Ailenin Görevleri

 

Parsons’un ailenin görevleri ile ilgili söylediklerinde haklılık payı bulunsa da ailenin geleneksel görevleri dar çerçevede de olsa devam etmektedir. Ailenin fonksiyonlarını şu şekilde sıralayabiliriz:

 

*    Aile yüzyüze samimi ilişkilerin cereyan ettiği kurumlardır. Bu nedenle aile üyeleri arasında meselelerin rahatlıkla tartışılması problemlere karşı direnç kazandırır, psikolojik tatmin sağlar.

*    Aile cinsel tatminle birlikte biyolojik üremenin vuku bulduğu ve toplumun devamının sağlandığı yegâne gruptur. Cinsel tatmin, çocuk sevgisi aile üyeleri arasındaki bağları kuvvetlendirmekte ve psikolojik tatmin sağlamaktadır.

*    Aile yeni nesillerin sosyalleştirilmesini üstlenen en önemli gruptur. İnsanın gelişme çağına direk etki ettiği için sosyalizasyon sürecinde son söz sahibidir. Normlara riayet ailede öğrenildiği gibi vicdanın teşekkülü de aile içindeki sosyalleşme sürecinde vuku bulur.

*    Geleneksel aile bir üretim ve tüketim birimidir. Bu aile ihtiyaç duyduğu mal ve hizmetleri bizzat kendisi üretir ve tüketir. Ailenin bu fonksiyonu bugün de birçok toplumda devam etmektedir. Üretim birliği olma özelliği kaybolmasına karşılık tüketim özelliği devam etmektedir. Hatta emtia satışı ile ilgili, mesela, esnaf ve sanatkâr, çiftçiler, küçük otel, lokanta, perakende işletmeler vb. hala aile işletmeleri elindedir.

*    Ailenin bugün dahi devam eden ancak en çok evrim geçiren fonksiyonlarından birisi de üyelerine statü tahsisidir. Ortaçağ’ın verasetle elde edilen asaletine karşılık, yani “Von”, Dük” “Düşes”, “Sör”, “Senyör”, “Senyörita” gibi asalet ünvanları bugün yok veya sembolik bir anlam ifade etmesine rağmen bugün de fertlere ailelerinin sosyo-kültürel ve ekonomik statülerine göre toplumda değer atfedilmektedir.

*    Ailenin önemli bir görevi de dayanışma ve koruculuk görevidir. Geleneksel toplumlarda ferdi koruyan kurumların azlığı dolayısıyla bu görevi de aile üstlenmiştir. Bir kişiye yapılan saldırı, tüm aileye yapılmış gibi dikkate alınır. Bu nedenle aile içi dayanışma önemlidir. Aynı şekilde hastalık, mutsuzluk, yaşlılık ve üyelerin çaresizliğe düştüğü hallerde aile sığınak yeridir ve üyelere özel bir mesuliyet yüklenir. Çağdaş kurumlar geliştikçe aile bunlardan bir kısmını bu kurumlara bırakmaktadır.

*    Geleneksel toplumlarda ferdin eğitimini aile üstlenir. Çocuğa her türlü eğitim ve öğretim formasyonu, ailesi tarafından verilir. Gelişmiş toplumlarda bu görevi belli bir yaşa kadar aile yerine getirmekte, özellikle sosyo-kültürel normların önemli bir kısmı aile tarafından çocuğa kazandırılmaktadır. Gençlerin eğitim ve öğretim yükünü devlet ailenin üzerinden almış olmasına rağmen ailenin sosyo-kültürel ve ekonomik yapısı çocuğun eğitimine etki etmektedir.

*    Din eğitimi de geleneksel geniş ailenin görevleri arasında yer alır. Fert ailenin dinini benimser. Üyelerine belirli bir dini aşılar ve törenlerine katılmalarını kontrol eder. Laikleşmenin getirdiği yeni durumda, din ferdi vicdanlara bırakılmasına karşılık, yine de aile belli bir yaşa kadar çocuğun din eğitimini üstlenmekte ve yönlendirmektedir.

*    Aile üyeleri tüm boş zamanlarını diğer aile üyeleriyle paylaşır. Sosyolojide üçüncü zaman olarak adlandırdığımız eğlenme ve dinlenme görevi geleneksel yapı içerisinde aile tarafından organize edilir. Boş zaman değerlendirmesi ferdileşmesine rağmen çağdaş toplumlarda çocuğun boş zamanlarını değerlendirmesi daha da önem kazanmış durumdadır.[13]

 

 

 



[1]       Aygen Erdentuğ, “Çeşitli İnsan Topluluklarında Aile Tipleri”, Aile Yazıları 1, Ankara 1991, 333-338

[2]       Fındıkoğlu, 97-170.

[3]       Fındıkoğlu, İçtimaiyat I, 192.

[4]       Fındıkoğlu, Hukuk Sosyolojisi, 97-106.

[5]       Birsen Gökçe, “Aile ve Aile Tipleri Üzerinde Bir İnceleme”, Aile Yazıları 1, 205-222.

[6]       N. Şazi Kösemihal, “Önsöz”, (Paul Descamps, Deneysel Sosyoloji, İstanbul 1965), 5-18.

[7]       Fındıkoğlu, 100.

[8]       Fındıkoğlu, 128.

[9]       Fındıkoğlu, 200.

[10]    Fındıkoğlu, 177-178.

[11]    Fındıkoğlu, 177-178.

[12]    Sayın, 189.

[13]    Wössner, 187-188; Tezcan, 119-122.

İlgili Makaleler