Ahmet Muhip Dıranas kimdir? Hayatı ve eserleri
Ahmet Muhip Dıranas kimdir? Hayatı ve eserleri: Sinop’ta doğdu (1909). Ortaöğrenimini Ankara Erkek Lisesi’nde tamamladı. Ankara Hukuk, İstanbul Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde okudu. Yükseköğrenim yıllarında Ulus gazetesinde, Güzel Sanatlar Akademisi Kitaplığı’nda çalıştı. Daha sonra Ankara’da Halkevleri Kültür ve Sanat Yayınları yönetmenliği (1938-1942), -askerlik görevinden sonra- Çocuk Esirgeme Kurumu Neşriyat Müdürlüğü görevlerinde bulundu (1946- 1949). DP saflarında politikaya atıldı. “Zafer” gazetesinde yazdı (1949). Çocuk Esirgeme Kurumu Başkanlığı (1957-60), Iş Bankası Yönetim Kurulu üyeliği yaptı. 27 Haziran 1980’de öldü.
Muhip Atalay imzasıyla “Milli Mecmua”da (15 Eylül 1926) çıkan ilk şiirinden sonra Servet-i Fünun (1928), Görüş, Varlık, Çığır, Ağaç, Gündüz, Oluş, Yücel (1930-40) dergilerinde yayımladığı şiirlerle tanındı.
Otuz yılı aşkın süre içinde değişik yönleriyle kendisinden sonra gelen iki kuşağı etkileyen Ahmet Muhip, ilk evresi sayılabilecek olan 1933-37 yıllarında Ahmet Hamdi, Necip Fazıl tekniklerinden yararlanan bir beceri düzeyinde görünür. Sözcükleri, tamlamaları, benzetileri yönünden özellikle Ahmet Hamdi’nin (Haşim’den kaynaklanan) şiir çizgenine bilinçle sokulmak ister gibidir. O da öğretmeni gibi rüya, gece, bahçe, akşam, ufuk, ağaç, bahar, gökyüzü, şarkı, ışık gibi sözcüklere ve bu sözcüklerle yapılan tamlamalara büyük eğilim duyar. Şiirlerin bu ikili etkiden yola çıktığını düşündüren “Işıktan kuşları bu akşam seherinin” (Selam, Varlık, 15 Ekim 1934) biçiminde dizelere bolca rastlanır. Nedir ki doğa karşısında Haşim gibi edilgen, Ahmet Hamdi gibi “rüya nizamı” avuntusunda olmadığı için evreni geniş boyutları ile algılar Ahmet Muhip. Ötekilerin sözcük dünyasını, başvurulan bir şiir aracı durumuna sokan bu genişleme isteğidir. Bakarken karşısına çıkanla yetinmek işine gelmez onun. Görünenin içeriğine sinmiş olanı aramaya ve daha uzağa bakmaya meraklıdır.
Bu genişleme isteği, bu düşleme, onu dünya gerçeklerinden koparmadığı için “kızıl bir ufuk”, “kızıl yapraklar” türünden eskimiş tamlamaların yanında (Sonbahar, Varlık, Şubat 1934), “sürüsüz çoban”, “çıplak bozkır” ve daha önemlisi “türkülüyor” gibi deyişlere götürür şiirlerinde. Önce belki de “türkülüyor” gibi sözcüklerde beliren, kendini arama aşamasının çekingen bir yoklayış halindeki girişimleri giderek bir çekişmeye, sessiz bir savaşa çabuk dönüşür. Bu kısa sürecin ilk önemli ürünleri arasında Fahriye Abla (Varlık, 15 Şubat 1935), Step (Ağaç, 30 Mayıs 1936), Ayaklar (Varlık, 15 Şubat 1937) gibi özgünlüğünü içeriklerinden de alan şiirler çıkar.
Şair bu kuruluşlarda örneğin, “Üzerinden örtüyü mü çekti bu el / Gece ayaklarından akıp giden sel / Seyrine doyulmuyor ruhunun / Bir manzara gibi ay ışığında…” (Ayışığında, Varlık, sayı 20, 1934) dizelerinde gördüğümüz Faruk Nafiz beğenisini çağrıştıran alaturkalıktan hızla uzaklaşmıştır.
Fahriye Abla’da öykü gerçeği içinde çağdaş bir duyarlığa açılan Ahmet Muhip’i denge ustası olma yolunda görürüz. 7 + 6 ölçüsü ile kurulan şiirde, dış gerçek Fahriye Abla ve şairin kendisi belli oranlar gözetilerek verilir. Başlangıçtaki:
Hava keskin bir kömür kokusu ile dolar,
Kapanırdı daha gün batmadan kapılar,
O afyon ruhu gibi baygın mahalleden.
dizeleriyle, mahalle (hızlı kentleşme evresinden önceki ana kentlerin kenar sokakları) en belirgin nitelikleriyle okurda çağrışım kapılarını açarken,
Hülyasında geniş aydınlığı gülen,
Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla.
dizelerinde soyut ve somut birbiriyle kucaklaşır. Ve şiir, daha önce Dıra- nas’ın, çok kullandığını söylediğimiz sözcüklere başvurulmadan, mahalle insan duyarlığı içinde gelişir.1
Yeni bir ülke şiiri öğelerini içinde taşıyan Step de, dış gerçekler dışa özgü nitelikler ve benzetilerle donandığı için Ahmet Muhip’in kişiliğini aramaya doğru bir atılım sayılabilir. Aslında şairin sanat yaşamında ikinci ya da üçüncü dönem farklılıklarına yol açabilecek önemli değişmeler yoktur. Olsa olsa 1935’lerden sonra dışındakileri görmeye başladığı sezilir. Doğa, taşıdığı yerel özelliklerle de etkiler Ahmet Muhip’i. Örneğin dağ deyince Köroğlu ve özgürlük düşüncesi, öteki motiflerle birlikte gelişiyordur. Baudelaire’in kapitalizmin çirkinleştirdiği XIX. yüzyıl Fransız kentlerine bakarak öfkesini dizelere yansıttığı yazılmıştır. Şairin birçok yapıtını dilimize kazandıran Ahmet Muhip’te henüz çarpık büyüme evresine girilmeden önceki kentten kurtulma isteği, özgürlük gereksiniminden kaynaklanır yer yer: “Soyun şehrin sana giydirdiği gömlekten…” (Dağlara, şiirler, sf. 127). Görünenin içeriğine sinmiş olanı çevre özellikleri içindeki insanları yakalayarak vermeyi başardığı yerde de toplumsaldır.
Prof. Mehmet Kaplan, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri adlı kitabında bu şiiri çözümlerken, Dıranas’ın “kendinden daha genç nesillerin getirdikleri yeniliklerden faydalandığını” ileri sürüyor. Yargısına gerekçe olarak da Sait Faik’ten Bir Masa, Orhan Veli’den Söz şiirlerini veriyor. Orhan Veli’nin ilk kez Garip’te (1941), aynı yıl İnsan dergisinde çıkan bu şiiri Fahriye Abla’dan altı yıl sonra yazılmıştır. Sait Faik’in Şimdi Sevişme Vakti’nde (1. bas. 1953) yer alan şiirleriyse genellikle 1939’dan sonra Ses, Servet-i Fünun, Uyanış, İşte dergilerinde yayımlandığı için bir faydalanma ve etkilenme söz konusu olamaz.
Dağın ardında güneş battı Çömelmiş kapı eşiğinde Anam yün eğirir akşam vakti.
Ninnidir tüten bacalardan
Gelini sallar beşiğinde
Ya bir haydut, ya bir kahraman.
izlenimlerle geçmişe değin çağrışımların birlikte göründüğü şiirler de vardır. Örneğin Sokak’ta izlenimler yaşanan zamanın genel havasına bağlı çizimlerle verilirken, geçmiş, bir iki sözcüğün çağrışım gücüne, duyumsama gücüne inanılarak tarihsel gerçekten yaşama ustaca bağlanır.
Memelerinde keder sütü Şairi sokak anne büyüttü.
Sokakta işitti her gün Seferberlik haberlerinin Gecede ayak seslerini.
Nedir ki, Ahmet Muhip şiirinde kayan yıldızlar gibidir böyle dizeler. Görülmeleriyle yitirilmeleri bir olur. Asıl genişlik, sınır tanımazlıktır onun tutkusu. Bu tutkuya bağlı olarak ölüm, sonsuzluk, ölümsüzlük temalarını işlerken yer yer Yahya Kemal’ce, Necip Fazıl’ca duygulanmaları barındıran dizelerden kurtulmasa bile, Ağrı gibi şiirimizin önemli yapıtlarından birini ortaya koyar…
iki yüze yakın dizeden oluşan Ağrı’da evrensel büyüklük ve doğallık karşısında kendini arınmış olarak bulan kişinin, “Yüzümü maskesiz gösteren ilk ayna” dizesindeki aşamaya gelerek yabancılaşmadan kurtulması işlenmektedir. Gördüğü “Sonsuzluğa kalkacak sihirli bir gemi gibi göklere demir atmış” yüce dağ, gitgide dünyalı acılarla birlikte evrensel kaygılara sürükler şairi… “Ah… yazık ki bütün insanlık güneşsiz…” diye haykırır. Sorar. Hesaplaşmaya bile girer. Başkaldırır ama sonuç yazgıya boyun eğmek ve kendinden büyük saydığını yerine oturtmaktır:
Yolcusu olduğun nihayetsizliğin Bir ucu Allahta ve sende bir ucu.
Ahmet Muhip’te doğa ne sadece bir görünü, sadece bir izlenim kaynağı, ne de alışılmışın sınırları içinde artık dengesi, uyumu ve değişmeleri algılanmadan izlediğimiz güzelliktir. Doğaya özgü olanlarla birlikte, doğayla insanlar (hele kendisi) arasındaki yaşamsal ilgileri yansıtmanın ustasıdır o. İlk yağmur altında, son çiçekler üstünde Oynar gelin gibisin bu göçebe düğününde.
Bütün yükünü alıp kalkan yaz gemisi Sularını yarmaya başladı ölümün.
Ağrı, Bahar Gökleri, Bir Yaz Umudu, Kar, Olvido bu tür örneklerle doludur. Ama “Kar” ve “Olvido” gibi, şiirin utkusu sayılabilecek yapıtlarında metafizik yönelişlerin dışında duyarlıklar ağır bastığı için, daha dünyalı bir şair vardır.
İnsan yağmur kokan bir sabaha karşı Hatırlar bir gün camı açtığını Duran bir bulutu, bir kuş uçtuğunu Çöküp peynir ekmek yediği bir taşı.
(Olvido)
Bir kar gecesinde uzak bir yoldan Rüzgâr gibi ta eski Anadoludan Sesin nerde kaldı kar içindesin.
(Kar)
Üstelik bu şiirlerde hem daha özgün, hem daha liriktir. Salt kendini ilgilendirme çizgisinde kalan bulanık duyarlıklardan da kurtulmuştur. Bu nedenle de iri, yüzeyi parlak sözlerle donatılan, “Buğulandıkça yüzü her aynanın / Beyaz dokusunda bu saf rüyanın” (Kar) biçiminde Necip Fazıl ve Ahmet Hamdi kökenli dizelere ender düşer.
Ahmet Muhip’in şiiri, ilk başladığı yıllardan itibaren, genel görünüşü ile kendine, kendini aramaya doğrudur. Şair çağının, ülkesinin varlığı ile kendi varlığı arasında kalın bir çizgi çekmeyi özlemiş gibi görünür. Bu nedenle şiirlerinde genellikle benzer temalar işler. Geniş bir dünyaya açılamaz. Zaman zaman kendini yinelemek durumuna düşer. Bu durum hem zayıflığıdır, hem güç kaynağı…
Zayıflığıdır, yıpranmış tamlamalarla çıkar birçok dizede karşımıza. Gücüdür, birkaç şiirde genişlemekten korkarak, sanki el yordamı ile yürür gibiyken, tümeli yaratma isteği, bu aşamada yeni bir şiirde şaşırtıcı boyutlara ulaşıvermiştir.
Tek kitabındaki Parçalar, yaşamının son döneminde tümel olanı yaratma isteğiyle uğraşılmış dört beş, oturmamış, şiirden sonra birden varıldığı sezilen yeni bir çizgen gibidir. Bu yeni çizgende Ahmet Muhip, tarihini özümseyen adam, daha ilk dizelerde insanı birçok yönleriyle (ama sınıfsal konumu içinde değil) yakalamıştır. Şair, görmezlikten gelemediği bu tarihin son aşamasında tikel olanla genel olanın uzantılarını buluşturacağı yeri arar boyuna.
Ya Ahmedim, ya Mehmedim, ya Durmuşum Bir akşamüstü bir kıyıda oturmuşum Tanrı çekip gitmiş, koyup beni yalnız,
Odsuz, ocaksız, yolsuz yordamsız, dermansız, dizeleriyle başlayan ilkbölümün sonunda onun ve başkalarının ortak yazgısı özgün öğelerle somutlanır.
İkinci bölümde şair bu kez, sanki yıllar boyunca kendisi ile toplum arasında olup bitenlerin acısını algıladığını duyumsatır bize.
Yorulmuşum, yorulmuşum kelimelerde,
Sevmelerde, kanlarda, haksız ölmelerde…
Darağacı’nda (Şiirler, sf. 211) gibi şiirlerde, “idam hükmü” gibi toplumsal olgularla içlidışlı olmaktan çekinmediğini gösteren Ahmet Muhip, Parçalarda yaşadığı çağ ve doplum içinde, ölüm mü kalım mı aldırmaksızın bir yaştan sonra kendisini serbest bırakmanın rahatlığına ulaşmış gibidir.
ŞİÎR KİTAPLARI: Şiirler (1974).
Kaynak: Çağdaş Türk Edebiyatı 3, Cumhuriyet Dönemi 1, Şükran YURDAKUL, 1994, Evrensel Basım Yayın.
Asrımız şair ve tiyatro eseri yazarlarından. Sinop’ta 1909 yılında doğdu. İlk ve orta tahsilini Ankara’da tamamladıktan sonra, önce Hukuk sonra Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümüne devam etti. Fakat ikisini de tamamlayamadı. 1938 yılından itibaren 4 sene kadar Halkevleri Kültür ve Sanat Yayın Müdürlüğü, daha sonra Çocuk Esirgeme Kurumu Yayın Müdürlüğü yaptı. Bir ara siyasetle de uğraşan Muhib Dranas, 1957 yılında Çocuk Esirgeme Kurumunun başkanı oldu. 1960 yılında ise Anadolu Ajansı yönetim kurulu başkanlığı görevinde bulundu.
Edebiyatta güzelliği ön planda tutan Dranas, az fakat öz şiirleri ile kendisinden söz ettirmiştir. İlk şiirini 15 Eylül 1926 tarihinde yayınlayan Dranas, Fransız şairlerinden Baudelarie’nin etkisinde kalmıştır. Şair, lirik bir şiir anlayışla hece veznine yeni bir anlayış getirmiştir. İlhamına modern resmin rehberlik ettiği şair, ilk şiirlerinde, konu bakımından Necib Fazıl ve Faruk Nafiz tesirindedir. Şiirleri insanı stepe çeker ve ekseriya hatıralara dayanır. Açık ve akıcı bir dili vardır. Üslubu tabii olup yapmacıktan uzaktır. Eserlerinde samimi ve konuşma lisanına yakın bir üslup kullanmaktadır. Halk şiir geleneğine fazla bağlı kalmakla beraber, hece akımını kendine göre değiştirerek, kendine has bir ifade tarzı ortaya koymuştur. Hecede yaptığı yeniliklerden biri durakları kaldırması ve gelenekte görülmeyen vezinleri kullanmasıdır. Fransızca’dan çevirdiği O Böyle İstemezdi adlı piyesi şehir tiyatrosunda oynandı. Şiirleri bir kitapta toplanmıştır. Ayrıca Gölgeler adlı tiyatro eseri ile piyes armağanını kazanmıştır. Şair 1980’de vefat etmiştir.
TESTİ
Dolu bir testi idim ben
Başaşağı ettiniz beni
Eh boşalıverdim derken
İyi mi ettiniz yani!
Sevgiler vardır içimde
Ezgiler vardı, iyilikler…
Boşaltıverdiniz, hem de
Düşürüp kırmaktan beter.
Hoş yine bir testiyim ben,
Yine varım ama bomboş
Kaynak: Rehber Ansiklopedisi, 1. Cilt.