Tarih

Ahmed Rıza Bey Kimdir, Hayatı, Eserleri, Fikirleri

Ahmed Rızâ. (1858-1930). Jön Türk hareketi liderlerinden ve Türk siyaset adamı.

Yaşamı

Babası, devrin İngiliz kıyafeti modası­na uygun giyindiği için İngiliz” lakabıy­la tanınmış Şürâyı Devlet ve Ayan Mec­lisi üyelerinden Ali Bey, annesi ise ihtida etmiş Avusturyalı asil bir ailenin kızı, Naile Hanım’dır.

Ahmed Rızâ, Beylerbeyi Rüşdiyesi’ni bitirdikten sonra Mahreoi Aklâm’a, da­ha sonra Galata Sarayı Mekteb-i Sultânîsi’ne devam etti. Annesinin tesiriyle küçük yaştan itibaren Batı kültürüyle yetişti, özel hocalardan dersler aldı. Bu arada şiire merak sardı ve henüz on beş yaşında iken birkaç şarkısı bestelendi. Küçüklüğünde astım hastalığına yaka­landığından, çocukluğu Vaniköy sırtlarındaki çiftliklerinde avcılık yapmak ve bahçe işleriyle uğraşmakla geçti. Me­muriyete Babıâli Tercüme Odası’nda başladı. Daha sonra istifa ederek Antal­ya’da sürgünde bulunan babasının ya­nına gitti. Anadolu’ya yaptığı bu gezi­de yakından gördüğü köylünün sefaleti onu, bunun sebeplerini araştırmaya yö­neltti. Bu durumun, tarımın geriliğin­den ileri geldiği düşüncesiyle Fransa’ya gidip ziraat öğrenimi yapmaya karar verdi. Paris’te üç yıl içinde Grignon Zi­raat Mektebi’ni bitirdi ve uzman ziraat­çı olarak yurda döndü (1884). Ziraat Ne-zâreti’nde bir memurluğa tayin edildi. Burada, devrin yeni ziraat makinelerini kullanarak bir işletme kurmaya çalıştıy­sa da başaramadı. Köylünün geri kalışı­nın, onların modern tarım metotlarını bilmeyişlerinden ileri geldiği kanaatiyle Ziraat Nezâreti’nden ayrılarak Maarif Nezâreti’ne geçti. Niyeti, eğitim yoluy­la köylünün aydınlanmasına çalışmaktı. Önce Bursa Mülkî İdâdî müdürlüğüne, ardından da Bursa Maarif müdürlüğü­ne tayin edildi. Dört yıl sonra bu alanda da bir şey yapamayacağını görerek isti­fa etti (1887] ve Antalya’ya babasının yanına gitti. Fransız İhtilâli’nin yüzüncü yıl dönümü münasebetiyle tertiplenen milletlerarası sergiyi ziyaret bahanesiy­le Paris’e gitti (1889) ve orada kaldı.

Paris’e gitmeden önce pozitivizm ve Auguste Comte düşüncesiyle ilgilenmiş olan Ahmed Rızâ, Paris’te bir yandan Sorbonne Üniversitesi nde târîh-i tabîî derslerine, bir yandan da Pierre Laffitte’in verdiği pozitivizm derslerine de­vam etti. Aynı zamanda pozitivistlerin cemiyetine üye oldu. Cemiyetin düsturu olan “Ordre et progres” (nizam ve terak­ki) esasına da sonuna kadar bağlı kaldı. Bu kuruluşun yayın organı olan La Revue Occidentale’ne İslâmiyet’i tanıtıcı ve yüceliğini belirtici makaleler yazma­ya başladı. Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili olarak Fransız basınında çıkan ya­zılara cevap verdi. 1891de Osmanlı kadınlarıyla ilgili bir konferansında “Hürriyetperverâne” ifadeler kullandığı gerek­çesiyle yurda dönmesi için Paris sefare­tine merkezden emir verildi. Ahmed Rı­zâ buna uymadığı gibi, İstanbul’a Posta ve Telgraf Nezâreti’ne yazdığı mektup­ta hiçbir gizli cemiyete mensup olmadı­ğını, vatan ve milletin menfaat ve hu­kukunu müdafaa gerektiği zaman bu­nu Paris gazetelerinde yayımlayacağı ya­zılarla yapabileceğini ifade etti. Bir yan­dan da talebeliğini sürdürebilmek için II. Abdülhamid yönetiminden maaş ta­lebinde bulundu. Bu arada ülkelerin iler­leme ve milletlerin geri kalma sebeple­rini incelemeye koyuldu. Bu incelemele­rinden sonra, ülkeyi ve halkı içinde bu­lunduğu tehlikeli durumdan kurtarmak için eğitimden ve müsbet ilimleri yay­maktan başka yol olmadığı sonucuna vardı. Düşüncelerini bir lâyiha halinde Sultan Abdülhamid’e gönderdi (1893). Padişahın teşvik edici cevap vermesi ve fikirlerini bildirmekte devam etmesini istemesi üzerine lâyihalarını gönderme­ye devam etti. Aynı zamanda Sadrazam Cevad Paşa’ya da lâyihaları hakkında arîzalar takdim etti.

Ahmed Rızâ padişahı, meşrutiyet reji­minin kötü bir şey olmadığına inandır­mak için şeriatın meşveret usulünü em­rettiğini anlatmaya çalışıyordu. Fakat altıncı lâyihasını da gönderdiği halde hiçbir hareket göremeyince, bunlardan bir sonuç çıkmayacağına kanaat geti­rerek, babasının arkadaşı eski Suriye mebusu Halil Ganem ile temasa geçti ve onun yayımlamakta olduğu Fransız­ca La Jeune Turquie gazetesinde siya­sî yazılar yazmaya başladı. Aynı zaman­da Sultan Abdülhamid’e daha önce tak­dim etmiş olduğu reform programını Londra’da Lâyiha ve Mektub adlarıyla risale halinde neşretti.

Ahmed Rızâ, 1889da İstanbul’da Mek­teb-i Tıbbiyye’de kurulan İttihâd-ı Os­mânî Cemiyeti ile de İlgilenmekte idi. 1891 sonu veya 1892 başlarında cemi­yetin ilk nizamnârrje taslağının Ahmed Rızâ”ya gönderildiği ve onun bu konuda bazı eleştirilerde bulunduğu anlaşıl­maktadır. 1892’de cemiyetin ileri ge­lenlerinin tutuklanıp bir süre sonra ser­best bırakılmalarından sonra Jön Türkler’in büyük bir kısmı Paris’te toplan­maya başlamıştı.

Ahmed Rızâ’nın yayınları, 1894te Pa­ris’te oluşmakta olan muhalif Türk gru­bu arasında büyük yankı uyandırdı. Se­lânikli Dr. Nâzım Bey, cemiyetin merkez komitesi adına Ahmed Rızâ Beye ken­dilerine katılmasını teklif etti. Ahmed Rızâ teklifi kabul ettiği gibi, cemiyetin adı konusunda İstanbul merkezi ile bir münakaşaya girişti ve sonuçta kendi­sinin Auguste Comte’tan ilham alarak teklif ettiği Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti adı kabul edüdi. Ahmed Rı-zâ’nın katılmasıyla Jön Türkler’in Avru­pa kamuoyundaki faaliyetleri birden hız­landı. Ahmed Rızâ. Ali Şefkatî’nin Lond­ra’da çıkarmakta olduğu İstikbal gaze­tesinde yazılarına devam etti. Bu yayım­lar üzerine II. Abdülhamid, Ahmed Rızâ’nın da Jön Türkler’e katılmakta ol­duğunu görünce, kendisini Türkiye’ye dönmeye ikna etmesi için Paris sefiri Yûsuf Ziya Paşa’yı görevlendirdi. 2500 altın lira ihsan göndererek İstanbul’a geldiği takdirde önemli görevlere geti­rileceğini duyurdu. Ahmed Rızâ ihsa­nı kabul etmediği gibi, Paris Jön Türk grubunun ve İstanbul İttihat ve Terak­ki Cemiyeti’nin yayın organı olarak ya­yına başlayan Türkçe Meşveret gaze­tesinin başına geçti (1895). Ayrıca bu gazeteye ek olarak Fransızca Mechveret Supplement Français’yi de çıkarmaya başladı.

Ahmed Rızâ, gazetenin ilk sayısında Doğu kültürünü Batı’dan alınacak ilim ve kültürle yoğurmayı, halkın eğitim se­viyesini yükseltmeyi öne çıkaran bir program yayımladı. İlerleme uğruna şid­det kullanılmasını kınayan bir tavır orta­ya koydu. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin programını da ilk defa olarak Meşve-ret’te yayımlaması, Ahmed Rızâ’yı Av­rupa Jön Türkleri’nin lideri durumuna getirdi. Ancak Mizancı Murad Bey’in İs­tanbul’dan Mısır’a kaçarak Mîzan ga­zetesini orada çıkarmaya başlaması ve gazetesinin Mısır Jön Türkleri’nin mih­rakı haline gelmesi, Ahmed Rızâ’nın du­rumunu sarstı. Esasen Ahmed Rızâ’nın kendi görüşlerini benimsemeyenlere karşı katı tavrı, laik ve pozitivist fikirle­ri, bazı yabancı çevrelerle kurduğu söy­lenen münasebetler, muhafazakâr Jön Türkler arasında şiddetli tepkilere yol açıyordu. Meşveret, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin resmî organı olduğu halde. daha başlangıçta Ahmed Rızâ’nın şahsî malı haline gelmişti. Kendi fikirlerinden asla fedakârlık yapmaya yanaşmama­sı, cemiyette baş gösteren fikir ayrılık­larının esas sebebi oldu. Yabancı postahaneler kanalıyla Türkiye’ye sokulan iki cemiyet yayınından Mîzan, Meşveretle kıyaslanamayacak kadar fazla ilgi görüyordu. Abdülhamid’e suikast düzenlen­mesine karşı çıktığı için İstanbul’daki Jön Türkler’le de arası açılmıştı. İmpa­ratorluk içindeki Jön Türkler artık ger­çek lider olarak Murad Bey’i görüyor ve gazetesi Mîzan elden ele dolaşıyordu. Murad Bey’in böyle bir ortamda Paris’e gelmesi, Jön Türkler’in muhafazakâr kanadını onun liderliği altında toplan­maya şevketti. Bir süre sonra cemiyet içinde yeni bir düzenlemeye gidilerek Ahmed Rızâ Bey’in yerine Murad Bey İt­tihat ve Terakki Cemiyeti reisliğine ge­tirildi (Aralık 1896).

Diğer taraftan. 11. Abdülhamid’in iste­ği üzerine Leon Bourgeois’in başkanlı­ğındaki Fransız hükümeti Meşveret’i kapatmaya ve Ahmed Rızâ’yı Fransa dı­şına sürmeye karar vermişti (1896). Fa­kat Fransız basınının ilk defa birleşerek kararın geri alınması için yaptığı baskı­lar sonucunda Fransız hükümeti, Pa­ris’te Türkçe basılan Meşveret’in Fran­sa içinde dağıtımı dışındaki yasaklan geri almak zorunda kaldı. Bunun üzeri­ne Ahmed Rızâ, Türkçe Meşvereti İs­viçre’de çıkarmaya başladı (Mayıs 1896). İstanbul hükümeti bu sefer gazeteyi ba­san matbaacıdan Türkçe hurufatı satın aldığından Ahmed Rızâ gazetesini taş baskısı ile yayımlamaya çalıştı ise de bunun güçlüğü karşısında Meşveret’i Belçika’ya nakletti (Eylül 1897).

Ahmed Rızâ Türk-Yunan Harbi (1897) sırasında gazetesinde Girit İsyanı’nı des­tekler mahiyette yayımladığı bir yazıyı tekzibe yanaşmaması üzerine İttihat ve Terakki Cemiyeti’nden çıkarıldı. Ayrıca pozitivistlerin takvimini kullanması delil gösterilerek dinsizlikle suçlandı. Sultan Abdülhamid Belçika hükümetine baskı yaparak gazetenin basılmasını yasaklat­tı (26 Ekim 1897). Belçika Parlamentosu hükümetin kararını şiddetle protesto ettiği gibi mebuslardan Georges Lorand Meşveret’in yayımlanmasını üzerine al­dı. Ancak Belçika kralı olaya müdahale ederek hem gazeteyi kapattırdı (16 Ma­yıs 1898), hem de Ahmed Rızâ’yı sınır dışı ettirdi (13 Aralık 1898). Meşveret’i Türkçe olarak yayımlamaktan vazgeçen Ahmed Rızâ, II. Meşrutiyetin ilânına kadar Fransızca’sını yayımlamaya de­vam etti. Osmanlı hükümeti, basın yo­luyla doğrudan doğruya padişahın şah­sına hakaret edildiği iddiasıyla, Fransız mahkemelerinde Ahmed Rızâ aleyhine dava açtırdı. Fakat kayda değer hiçbir sonuç alınamadı ve Ahmed Rızâ küçük bir para cezası ile kurtuldu.

Damad Mahmud Celâleddin Paşa’nın 1899 sonlarında iki oğlu Prens Saba­hattin ve Lutfullah beylerle Avrupa’ya kaçmasıyla Jön Türk hareketine yeni­den canlılık geldi. Prens Sabahattin’in çağrısı üzerine Paris’te I. Jön Türk (Os­manlı Umum Muhalifin) Kongresi toplan­dı (4 Şubat 1902). Arap, Arnavut, Erme­ni, Rum ve Bulgar milliyetçilerinin de katıldığı kongrede çeşitli görüşler orta­ya çıktı. Ermeniler’in padişaha suikast da dahil olmak üzere şiddet hareketle­rini sürdüreceklerini açıkça ifade etme­leri, Ahmed Rızâ taraftarlarını kızdırdı. Yine Ermeniler’in padişaha karşı ya­bancılardan, bu arada Ruslar’dan des­tek istenmesi hususundaki talepleri Sa­bahattin Bey tarafından İngiltere ve Fransa’nın da ilâvesiyle kabui edildi. Böylece kongreye katılanlar bir tarafta Sabahattin Bey ve Ermeniler’den olu­şan “Müdahaleciler”, diğer tarafta ise Ahmed Rızâ ve taraftarlarından oluşan “Adem-i müdahaleciler” olmak üzere ikiye ayrıldı. Bu ayrılığı ortadan kaldır­mak için Ahmed Rızâ’nın başkanlığın­da toplanan ikinci kongrede (1907) Ah­med Rızâ ve taraftarları azınlıkta kal­dı. İsmail Kemal’in ileri sürdüğü orduyu ayaklandırma tezi, pek çok grup tara­fından benimsendi. Şiddet taraftarları Ahmed Rızâ’yı da ikna etmeyi başardı. Yine de Ahmed Rızâ, ülkeyi “Ateş ve dehşete sokarak” yabancı müdahaleyi davet edecek tedhişçiliğe karşı çıkıyor­du. Abdülhamid’e karşı yapılacak ihti­lâle Ermeniler’in katılmasını kesinlikle istemiyordu. Ahmed Rızâ’nın fikir de­ğiştirmesinin başlıca sebebi, Abdülha­mid düşmanlığının ve meşrutiyet tutku­sunun Makedonya’daki Üçüncü Ordu su­bayları arasında çok artmış olması idi. 1907’de Selanik’te gizli olarak Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’ni kuran Talat, İsmail Canbolat, Midhat Şükrü gibi İttihat ve Terakki’nin Selanik grubu üyeleri. Ah­med Rızâ’nın Paris’teki arkadaşlarıyla birleşmişti. Jön Türkler’in en büyük ba­şarısı 1908 Meşrutiyeti’ni gerçekleşti­ren Makedonyalı Türk subaylarının ken­di saflarına katılması oldu. Rusya ile İn­giltere arasında Revalde yapılan görüş­melerde Osmanlı Devleti’nin parçala­nacağını düşünen bu subayların 1908 Temmuzunda isyan ederek dağa çıkma­larından sonra II. Abdülhamid, 23 Tem­muz 1908’de meşrutiyeti yeniden yü­rürlüğe koymak zorunda kaldı.

II. Meşrutiyetin ilânından sonra “Ebü’l-ahrâr”   (hürriyetçilerin  babası)  sıfatıyla büyük törenlerle İstanbul’a dönen Ahmed Rızâ, İstanbul mebusu olarak gir­diği Medis-i Meb’ûsan’da oy birliği ile başkanlığa getirildi (17 Aralık 1908) An­cak, 31 Mart Vak’ası’nda gazeteci Ha­san Fehmi, Zeki ve Ahmed Samim bey­lerin öldürülmeleri gibi tedhiş hareket­leri yüzünden İttihat ve Terakki ile ara­sı açılınca, 1910’da merkez komitesin­den çıkarıldı. 18 Ocak 1912’de ilk mec­lisin feshinden sonraki seçimlere katıl­madı ve padişah tarafından 18 Nisan 1912’de Ayan Meclisi üyeliğine getiril­di. Bu dönemde İttihatçılar’ı sert biçim­de eleştirdi. Babıâli Baskını’ndan (23 Ocak 1913) sonra İttihatçılar’la arası ta­mamen açıldı. Mütareke döneminde Sul­tan Vahdeddin tarafından Ayan Meclisi reisliğine getirildi. Bu mevkide iken va­tanın kurtuluşu İçin Vahdet-i Millî Cemiyeti’ni kurduysa da bir sonuç alama­dı. Damad Ferid Paşa ile anlaşmazlı­ğa düşünce Mustafa Kemal’in 22 Hazi­ran 1919’da Havza’dan kendisine yazdı­ğı mektup üzerine Paris’e gitti. Anado­lu hareketi lehine burada bir kamuoyu oluşturmaya çalıştı. İstiklâl Harbi boyun­ca yayımladığı broşür, makale, beyanat ve konferanslarla millî hareket lehine bir hava meydana getirmeyi başardı. Anka­ra hükümetiyle anlaşmak üzere Fransız temsilcisi Franclin Bovillon’un gönderil­mesinde müessir oldu. Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından sonra 1926’da yurda döndü. Vaniköy’deki çiftliğine çe­kilerek hâtıralarını ve İttihat ve Terakki’nin tarihini yazmaya başladı. 26 Şu­bat 1930’da kaza ile düşüp kalça kemi­ğini kırdı; aynı gün kaldırıldığı Şişli Etfal Hastanesi’nde öldü. Cenazesi Kan­dilli Mezarlığı’na defnedildi.

Düşünce ve Eserleri

Ahmed Rızâ, muhatabına hürmet tel­kin eden ve tesir altında bırakan bir şahsiyete, kuvvetli bir kültüre, felsefî görüşe ve ileri derecede medenî cesa­rete sahipti. Bazı çevrelerce dinsizlik­le itham edilmesinin sebebi, şeriat hü­kümlerinin geçerli olduğu bir devirde dini, bir devlet nizamı değil, tamamen indî ve şahsî bir inanç olarak kabul etmesindendir. Devrinde şiddetli tepkilere yol açan bu anlayışı bir tarafa bırakılır­sa Ahmed Rızâ, Fransa’da yayımlama­ya başladığı ilk makalelerinden itibaren hemen bütün eserlerinde İslâm dininin dinlerin en mükemmeli, en mâkulü ve insanî olanı, sosyal haklan tanıyan ve sosyal değeri bulunan tek din olduğu gibi, “Cennet anaların ayakları altında­dır” diyecek kadar kadını yücelten ve insan sayan yegâne din olduğunu ısrar­la belirtmiştir. Asırlar boyunca, Türk ve Osmanlı imparatorluklarının İslâm dini­nin esaslarından olarak benimsedikleri ahlâk, adalet ve müsamahayı, siyasetle­rinin temeli kabul ettiklerini ve uygu­lamada bunlardan asla şaşmadıklarını, her fırsatta tarihî misalleriyle açıkla­mıştır. Osmanlı Devleti’nin başına gelen bütün felâketlerin de anlayış ve mü­samahadan kaynaklandığı görüşünde­dir. Ahmed Rızâ’nın Tolârance Musulmane isimli eseri ile yine La Faillite morale de la poîitique Occidentale en Orient adlı son eseri, müslümanların insanî davranışlarına karşı Batı’nın hainliklerinin misalleri ile doludur. Bu misallerin tamamı da Batılı yazarların eserlerinden derlenmiş itiraflardır.

Memleketin kalkınabilmesi ve felâket­ten kurtulabilmesi için halkın eğitilme­sinden başka çare olmadığı kanaatinde­dir. Bunun için Hz. Muhammed’in, ilim tahsil etmek her müslümana farzdır, sözünde görüldüğü gibi bilgiye bu kadar önem veren başka bir din olmadığını be­lirtir ve idarecilerin bu uyarıyı samimi­yetle benimseyip ona göre hareket et­melerini arzu eder. Sultan Abdülhamid’in yürürlükten kaldırdığı Kânûn-ı Esâsi’nin tekrar yürürlüğe konulmasını, ancak da­ha önce elden geçirilerek devletin ida­reci unsuruna idarî hâkimiyet verici kısımların ilâve edilmesini ister. Azınlık­lardan milliyetçilik yaparak ayrılık pe­şinde koşanların düşman sayılmaları ge­rektiğini belirtir. O, Abdülhamid’e değil, hatalı gördüğü idare sistemine ve onun her şeyi bilfiil halletmek isteyen sonsuz kudret ve selâhiyetine karşıdır. Tanzi­mat’tan beri Batılılar’ın bir müdahale vasıtası olarak kullandıkları ıslahat pro­jelerinin eyaletlere ve azınlıklara göre ayrı ayrı değil, bütün memlekete şâmil olarak ele alınması fikrindedir. Hilâfet hakkındaki düşüncesi ise pek kesindir: “Hilâfet. Âl-i Osman’ın mutlak ve meşru hakkıdır, asla elinden alınamaz, terkedilemez.” Bırakılması demek, “Türkiye’yi kendi elimizle büyük devletlikten küçük devletliğe indirmek demek olur” der. Or­dunun vazifesinin vatanı korumak oldu­ğu, ancak memleketteki siyasî ortamın tehlike arzetmesi halinde müdahalesi­nin şart sayıldığı, tehlikeyi önledikten sonra da kışlaya dönmesinin zaruri bu­lunduğu fikrindedir. Ahmed Rızâ’nın Islâhat, Osmanlı, Meşveret ve Şûrd-yi Ümmet gazetele­rinde Türkçe, La Revue Occidentale ve Mechveret dergilerinde Fransızca. Positivist Review dergisinde de İngilizce yayımladığı makalelerinden başka ki­tap halinde çıkan eserleri şunlardır: Va­tanın Hâline ve Maârii-i Umûmiyyenin Islâhına Dair Sultan Abdülhamid Hân-ı Sânî Hazretlerine Takdim Kı­lman Altı Lâyihadan Birinci Lâyiha ; Vatanın Hâline ve Maârü-i Umûmiyyenin Islâhına Dair Sul­tan Abdülhamid Hân-ı Sânî Hazretle­rine Takdim Kılman Lâyihalar Hak­kında Maköm-ı Sadârete Gönderilen Mektub ; Vazife ve Mes’ûliyet Serisinden:

1) Cüz Mukaddi­me, Padişah, Şehzadeler (Kahire 1320),

2) Cüz Asker

3) Cüz Kadın (Paris 1324) Eser iki defa basılmıştır. Fransızca eserleri: Tolerance Musulmane (Paris 1907); La Crise de î’Orient (Pa­ris 1907); Echos de Turquie (Paris 1920); La Faillite morale de la politique Oc­cidentale en Orient (Paris 1922). Batı dünyasının asırlar boyunca Hıristiyanlık taassubuyla Türkler’e ve müslümanlara karşı beslediği kin, nefret ve düşmanlık kadar yapmaktan çekinmediği korkunç zulüm ve haksızlıkları da doğrudan doğ­ruya Avrupalı yazarlara dayanarak orta­ya koyan bu eser, aslında Batı kamuo­yunu uyarmak gayesiyle kaleme alınmış ve bunda da bir ölçüde muvaffak ol­muştur. Aynı zamanda muhteva itiba­riyle de hıristiyan Avrupa’nın İslâm dün­yasına bakış açısını anlatması bakımın­dan önemli görülerek daha yayımlan­dığı yıl Tunuslu tanınmış gazeteci ve fi­kir adamlarından Sâdık ez-Zemerlî ve Mehmed Burgiba tarafından İHâsü’l-edebî li’s-siyâseti’1-ğarbiyye bi’l-meş-nk adıyla Arapça’ya çevrilmiştir (Tunus 1922). Gördüğü ilgi dolayısıyla daha son­ra da başkaları tarafından tekrar tercü­me edildiği gibi. bu ilk tercüme el-Haybetü’l-edebiyye li’s-siyâseti’1-ğarbiyy fi’ş-şark adıyla ikinci defa da yayımlan­mıştır (Tunus 1977). Eser, Batının Do­ğu Politikasının Ahlaken İflâsı adıyla Türkçe’ye de çevrilmiştir. Ölü­münden sonra Halûk Şehsuvaroğlu ta­rafından tefrika halinde neşredilen ha­tıratı kitap halinde de yayımlanmıştır. Zen­gin kütüphanesi ve evrakı ise Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Kütüphanesi’ndedir.

Diyanet İslam Ansiklopedisi

İlgili Makaleler